Türkiye, kadınlara seçme ve seçilme hakkını birçok Avrupa ülkesinden önce tanıyan bir ülke. 1930’larda öncü olan bu adımlar, Türkiye’yi modernleşme sürecinde kadın hakları açısından örnek gösterilen ülkeler arasına taşıdı. Ancak bugün, o öncülük yerini sessiz bir gerilemeye bırakmış durumda.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 verilerine göre [1] Türkiye, küresel cinsiyet eşitliğinde 146 ülke arasında 137. sırada yer alıyor. Kadınların siyasette ve ekonomide temsili hâlâ son derece sınırlı. Bu tablo yalnızca kadınların değil, Türkiye’nin demokrasisinin, kalkınmasının ve toplumsal refahının da ciddi bir alarm verdiğini gösteriyor.
Peki bu gerilemenin nedeni ne? Gerçekten kültürel normlar mı? Geleneksel yapılar mı? Dini referanslar mı? Yoksa siyasi iradenin ve yapısal dönüşüm çabasının eksikliği mi?
Dünyanın dört farklı bölgesinden dört ülkeye bakalım: İzlanda, İsveç, Tunus ve Suudi Arabistan. Her biri farklı sosyoekonomik ve kültürel bağlamlara sahip. Ancak kadınların toplumsal hayattaki yeri ve temsil gücü açısından verdikleri yanıtlar, Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazı daha net görmemizi sağlıyor.
İzlanda: Eşitlik bir lütuf değil, yönetim standardı
- 2025 itibarıyla parlamentodaki kadın temsil oranı %46 seviyesinde. Bu oran, dünya başta olmak üzere Avrupa genelinde en yüksek değerler arasında.
- 2014 yılında yürürlüğe giren “eşit işe eşit ücret” yasası ve zorunlu ebeveyn izni düzenlemeleri uygulamada güçlü şekilde uygulanıyor. Politika olarak cinsiyet eşitliğinin ekonomik, yasal ve kültürel boyutları iç içe geçmiş durumda
İsveç: Katılım kültürle başlar
- İsveç, uzun yıllardır küresel cinsiyet eşitliği endeksinde istikrarlı olarak ilk sıralarda yer alıyor. Kadın liderliği politikaları, esnek ebeveyn izni uygulamaları (örneğin 480 gün paylaşılan izin) ve toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi sistematik şekilde uygulanıyor.
- Parlamento ve üst düzey yönetimde kadın temsili yaklaşık %46 civarında; ülkenin kamu kurumlarında kadın liderlere verilen öncelik ve destek dikkat çekiyor.
Tunus: Dirençle kazanılan haklar
- 2022–2023 yasama dönemi sonrası parlamentoda kadın oranı %15,5. Bu oran 2014’te %31’e kadar çıkmış olsa da yeni seçim yasasıyla düşüşe geçti.
- 2014 yılında uygulanan cinsiyet kotası sisteminden sonra yerel ve ulusal düzeyde kadın temsili zaman zaman %30’un üzerine çıktı. Ancak 2022’ye gelindiğinde yeni seçim kanunu, bazı kısıtlayıcı düzenlemeler getirdi ve kampanya finansmanı özel kaynaklarla sınırlandırıldı; bu da kadın adayların sayısını olumsuz etkiledi.
Suudi Arabistan: Kontrollü reform, sınırlı temsiliyet
- 2013 itibarıyla Şura Konseyi’ne kadın üye alınmaya başlandı. 2024’te bu konseye ait veriler ışığında kadın oranı yaklaşık %20 civarında. Kadın temsilciler için ayrılmış kotanın uygulandığı görülüyor.
- 2015 belediye seçimleri, kadınların oy kullanabildiği ve aday olabildiği ilk süreç oldu; bu sayede yaklaşık 20 kadın yerel yönetimde seçildi. Ancak erkek vasilik sistemi varlığını koruyor; siyasetteki temsil birçok alanda hâlâ minimal düzeyde.
Türkiye neden geride kalıyor?
2024’te 127. sıradayken, 2025’te 137. sıraya gerileyen Türkiye, yalnızca yerinde saymıyor, aynı zamanda küresel eşitlik mücadelesinde hızla geriye düşüyor. Cinsiyet eşitliği puanımız da %64,5’ten %63,3’e geriledi. Bu veriler, kadınların siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamdaki eşitsiz konumunun giderek kronikleştiğini gösteriyor.
Dahası, Türkiye’yi geçen ülkeler yalnızca Batı demokrasileri değil. Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Tacikistan, Ruanda, Kenya gibi çok farklı politik sistemlere ve gelir düzeylerine sahip ülkeler de artık önümüzde. Bu durum, cinsiyet eşitliğinin sadece kalkınmışlıkla değil, siyasi irade, politik kararlılık ve yapısal dönüşüm kapasitesiyle doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
İzlanda ile aramızda tam 29 puanlık bir fark bulunuyor. Bu sadece sayısal bir makas değil; aynı zamanda demokrasi kalitesi, kurumsal adalet ve toplumsal vizyon açısından da derin bir uçurum. Bu fark, Türkiye’nin yalnızca eşitlikte değil, sosyo-politik geleceğinde de ciddi bir geriye gidiş içinde olduğunu gösteriyor.
Siyasette kadınların adı hâlâ yok
Türkiye’nin en zayıf olduğu alanlardan biri siyasal temsil. Dünya Ekonomik Forum 2025 verilerine göre [1], siyasal güçlenme skorumuz yalnızca %5,9. Bu oran, Avrupa ortalaması olan %35,4’ün çok gerisinde. Oysa İzlanda’da bu oran %95’in üzerinde.
Kadınlar karar alma mekanizmalarına hâlâ ulaşamıyor. Partilerde kota tartışmaları hâlâ sembolik düzeyde kalıyor; kadınlar çoğunlukla “liste tamamlamak” ya da “vitrin” amacıyla aday gösteriliyor. Gerçek temsiliyet, şeffaf aday belirleme süreçleri, kaynak erişimi ve siyasal eğitim gibi mekanizmalarla mümkün olabilir. Ancak Türkiye’de bu zeminin inşası hâlâ çok zayıf.
Kısacası, kadınlar siyasette varlar ama yetkili değiller, adaylar ama seçilemiyorlar, oy veriyorlar ama karar veremiyorlar.
Ekonomide emek var, karar yok
Kadınların ekonomik yaşamdaki temsili de tabloyu pekiştiriyor. Türkiye’de kadın istihdam oranı %30’ların altında seyrediyor. Çalışan kadınların büyük kısmı düşük ücretli, güvencesiz, çoğu zaman kayıt dışı işlerde istihdam ediliyor.
Üstelik “bakım yükü” hâlâ ezici biçimde kadınların omuzlarında. Kreş yetersizliği, esnek çalışma olanaklarının sınırlılığı ve toplumsal normlar, milyonlarca kadını istihdamdan uzak tutuyor.
Kadınların ekonomik olarak güçlenememesi, siyasi temsiliyetlerini de zayıflatıyor. Çünkü ekonomik güç, siyasal etki için bir ön koşul. Ve bu alandaki zayıflık hem karar alma hem de hak arama mekanizmalarını kilitliyor.
Bu döngü şu şekilde işliyor:
- Kadınların sermayeye ve fırsatlara erişimi sınırlı,
- Bu yüzden ekonomik bağımsızlık elde edemiyorlar,
- Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasal güç inşa edemiyorlar,
- Haklarını savunamadıkları için yeniden dışlanıyorlar.
Bu bir döngü değil, kapanmayan bir eşitsizlik çemberi.
Peki ne yapmalı?
Gerçek bir değişim için şu adımlar kaçınılmaz:
- Kadınların siyasete eşit ve etkin katılımı anayasal güvence altına alınmalı. Siyasi partilere kadın aday teşviki ve kamu finansmanı bu bağlamda yeniden düzenlenmeli.
- Cinsiyet eşitliği politikaları yalnızca stratejik planlarda değil, uygulamada da izlenmeli, değerlendirme ve yaptırımlarla desteklenmeli.
- Bakım emeği toplumsallaştırılmalı. Kreş, yaşlı bakım evi gibi destek mekanizmaları yaygınlaştırılmalı; erkeklerin bakım sorumluluğu teşvik edilmeli.
- Kadın girişimciliği ve sermayeye erişimi desteklenmeli; cinsiyete duyarlı bütçeleme tüm kamu politikalarına entegre edilmeli.
- Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi, okul öncesinden itibaren tüm müfredata yerleştirilmeli. Erkek çocuklara da eşitlik kültürü kazandırılmalı.
Değişim bir seçenek değil, zorunluluk
Kadınların siyasetten, ekonomiden ve karar alma mekanizmalarından dışlandığı bir ülkede ne gerçek anlamda bir demokrasiden ne sürdürülebilir kalkınmadan ne de toplumsal adaletten söz etmek mümkündür.
Bugün Türkiye, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasını zorlaştıran bir eşitsizlik tablosuyla karşı karşıya. Bu durum, kalkınmanın hızını yavaşlatıyor, toplumsal uyumu zedeliyor ve demokratik katılımı sınırlıyor. Eğer bu tabloya bütüncül ve kararlı bir şekilde müdahale edilmezse, mevcut eşitsizlikler zamanla daha kalıcı hale gelebilir. Bu da gelecek nesillerin fırsatlara erişimini, karar alma süreçlerine katılımını ve toplumsal hayatta eşit temsilini olumsuz etkileyebilir.
Mevcut tabloya alışmak değil, onu zaman içinde hep birlikte dönüştürmek hedefimiz olmalı. Kadınların siyasete, ekonomiye ve karar alma süreçlerine eşit şekilde katıldığı; emeğinin görünür olduğu ve haklarının güvence altına alındığı bir toplumsal yapı, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun ortak yararına olacaktır.
Bu nedenle değişim, bir tercihten öte bir toplumsal zorunluluktur.
Şimdi hep birlikte şu soruyu yüksek sesle sormanın zamanı: Kadınların yok sayıldığı bir toplum, kime gerçek bir gelecek vaat edebilir?
Kaynakça
[1] World Economic Forum (2025). Global Gender Gap Report. https://www.weforum.org/publications/series/global-gender-gap-report/