Yanlış bilgilendirme virüsü

Orman yangınları kadar, yangınlarla ilgili yalan haberler de hızla yayılıyor. En eğitimlisinden en cahiline insanlar yanıltıcı haberlere kapılmaya niye bu kadar eğilimli? Kafa yormaya mı üşeniyoruz yoksa dünya görüşümüzde karşı görüş ve kanıtlara yer yok mu?

Sosyal medya, internetin kendisi dahil tüm medyayı yuttuğundan beri yalan ve yanıltıcı haber, dezenformasyon, mitler ve şehir efsaneleri ışık hızında yayılır oldu ve “hakikati” mumla aratır hale getirdi. Bu yüzden içinde yaşadığımız döneme “Hakikat sonrası” (Post-truth) Çağ diyenler var. Peki, yalana, gerçek dışılığa ve çarpıtmaya neden bu kadar çabuk kanıyor ve hatta bunların yayılması için çaba sarf ediyoruz? Teknoloji, bilim ve psikoloji alanlarında uzman bilim yazarı ve sosyal girişimci Elitsa Dermendzhiyska, pisikoloji ve bilim konularında yazılar yayınlayan Aeon.com sitesi için kaleme aldığı yazıda, bu soruya bilimsel araştırmalar ışığında kapsamlı yanıtlar veriyor. Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Kasabada yeni bir virüs var ve vaktini boşa harcamıyor. Ona temas yoluyla veya dijital yoldan yakalanabilirsiniz. Çok azımız bağışıklığa sahibiz, hatta bazılarımız canla başla çalışan taşıyıcılar… Tüm öğrendiklerimize rağmen, bu virüsün daha kurnaz olduğunu ve ortadan kaldırılmasının herkesin tahmin ettiğinden daha zor olduğunu kanıtlıyor.

Yanlış bilgilendirme veya sosyal medyada yayılan ve doğru olmayan bilgilerin bilinçsizce yayılması anlamına gelen mezenformasyon elbette yeni değil. Sahte haberler, matbaanın icadından önce bile ortalarda dolaşıyordu. (…) Dünya savaşları sırasında Yahudi karşıtı ve Alman karşıtı propagandayı, Amerika’da McCarthyci komünist cadı avını hatta komünizmin ütopik anlatılarını düşünün… Tarih aldatma ile doludur.

Bugün farklı olan, teknolojinin sağladığı yanlış bilgilendirmenin hızı, kapsamı ve ölçeğidir. Çevrimiçi medya, (…) daha önce marjinalleştirilmiş grupların sesini yükseltti ve emrindeki aldatma araçlarını güçlendirdi. Yalanların aktarımı artık yapay zekanın, profesyonel trollerin ve kendi içerik paylaşım faaliyetlerimizin yanıltıcı iddiaların yayılmasına ve çoğalmasına yardımcı olduğu viral bir döngüyü kapsıyor. Bu yeni gelişmeler, artan eşitsizliğin, azalan sivil katılımın ve sosyal uyumun yıpranmasının hemen ardından geldi. Bunlar bizi demagojiye daha çok kapılır hale getirdi. Daha kaygı verici bir gelişme ise, son yıllardaki araştırmaların, kanıtlar aksini söylese bile yanlış bilgilere direnme yeteneğimizin giderek azaldığını hatta bunlara gönüllü olarak kapıldığımızı göstermesi oldu.

Tatlı yalanların meftunu muyuz?

Yapılan deneylerden örnekler veren Elitsa Dermendzhiyska, söz konusu deneylerde insanların “yanlış olduklarını bilerek yalana sarılmış olmasının” dikkat çekici olduğunu belirttikten sonra bu durumun sebeplerine dair görüşleri aktarıyor:

“Literatürde buna “Sürekli nüfuz etkisi” deniyor. Exeter Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Jason Reifler’e göre, gelen bilgileri görünen değerde alma eğilimindeyiz, çünkü insan topluluklarının varlığı, insanların etkileşimde bulunma yeteneğine ve iyi niyet beklentilerine dayanıyor. Dahası, mitler, meşru oldukları yönünde numara yapan incelikli, kurnaz biçimler alabilir ve dikkatli analizler veya gerçek denetimler olmadan bunları açığa çıkarmak zor olabilir. Bu, yaşam mücadelesi nedeniyle, ilave bir zihinsel çaba gösteremeyecek kadar sersemleşenlerin kolayca aldatılabileceği anlamına geliyor. Ayrıca bir yanlışlık bir kez ortaya çıktığında ve hafızada kodlandığında, zayıf olsa bile dikkat çekici derecede yapışkan ve çürütülmeye dirençli hale gelebilir.

Sürekli nüfuz etkisinin en yaygın açıklamalarından biri, onu zihinsel modelimizdeki bir boşluğa ya da olanlarla ilgili kendimize anlattığımız hikayeye indirgiyor. Mit olayların “mantığına” uyuyorsa, onun yok edilmesi bir boşluk bırakır ve hikayenin çarkları artık yerine oturmaz. (…) Uyumu kaybetmeyeceksek, hem doğru gerçeğe hem de uygun yalana tutunmak mantıklıdır ancak çatışmasınlar diye ayrı ayrı yerlerde tutulmaları gerekir. Çalışmaların gösterdiği gibi, gerçeğin çok iyi farkında olabiliriz ama yine de mitin başka yerlerde sürünmesine ve ona dokunan yargıları yozlaştırmasına izin verebiliriz.

Sindirilmesi kolaysa yalanı çabuk yutuyoruz

Yanlış bilginin çürütülmeye direnmesinin bir başka nedeni de tekrardır. Sosyal medyadaki sansasyonel iddialar ve zamanlarını israf edenler arasında yayılan şehir efsaneleri gibi bir şey yeterince sık tekrarlandığında, sadece tanıdık gelmelerinden ötürü onu gerçekmiş gibi kabul etmemize neden olabilir. (..) Yanıltıcı gerçek etkisi kavramı, bir şeyi işlemek ne kadar kolay ve tanıdık olursa, ona inanma olasılığımızın o kadar yüksek olduğunu ileri sürer. Yanıltıcı bir iddiayı tekrar etmenin yaptığı da tam olarak budur: Ona bağlı sinirsel yolları güçlendirerek pürüzsüz hale getirir.

Bu durum, orijinal yanlış bilgileri tekrarlayarak yapılan düzeltmelerde daha zorludur. İyimser yeni anneleri tuzağa düşürmeye yatkın bir efsaneyi çürütmeyi amaçlayan “Mozart’ı dinlemek çocuğunuzun IQ’sunu artırmaz.” gibi bir cümleyi düşünün… Miti ve düzeltmesini birbirinden ayıran tek şey küçük ‘maz’ ekidir ve zaman geçtikçe bu ‘maz’ unutulacak ve (…) Mozart’ın senfonilerini ve daha zeki bebeklerini hafızada birbirine bağlı kılacak ve efsaneyi daha tanıdık hale getirecektir. (…)

Hafıza yaşla birlikte azaldığından, yaşlı insanlar gündelik yaşamdan elini eteğini çektiğinde tekrarlanan yanlış bilgilere özellikle savunmasız olabilir. Nitekim yaşlı yetişkinlerle yapılan bir çalışmada, (…) 65 yaşın üstündeki deneklerin başarılı bir şekilde çürütülmüş mitlerin çoğunu bir ‘gerçek’ olarak hatırladıklarını tespit etti. (…)

Mit çürütme stratejileri

“Son yıllarda, yanlış bilgiler toplumun geniş kesimlerine yayıldıkça, bilim adamları buna karşı koymak için en etkili yöntemleri arıyorlar. (…) Yazarlar, bir efsaneyi başarılı bir şekilde çürütmenin, mitin çürütülmesinin bırakabileceği zihinsel boşluğu doldurmak için alternatif bir nedensel açıklama sağlamanın yardımcı olduğu sonucuna varıyorlar.

Mitin içerdiği tutarsızlıklara işaret ettikleri ve insanların doğru ve yanlış ifade arasındaki çatışmayı çözmelerine izin verdiği için karşı argümanlar da işe yarıyor.

Diğer bir strateji de yanlış bilginin kaynağı hakkında şüphe uyandırmaktır. Örneğin, inkarcı iddiaların ardında yerleşik ticari çıkarlardan şüpheleniyorsanız, insan kaynaklı küresel ısınmayı reddeden hükümet yetkililerine karşı daha eleştirel olabilirsiniz.

Aşı tereddütü de mitlere dayanıyor

Bununla birlikte, bazı araştırmacılar, bir laboratuarda tasarlanan hata giderme stratejilerinin pratik önemini sorguluyor: (…) Müdahaleler gerçek sonuçlar yaratıyor mu? Yoksa bu sadece bir anlık “Kabul ediyorum çünkü bana söylendi – ve bana tam tersini söyleyebilirdiniz ve buna inanırdım” durumu mu? (…) Mitleri çürütecek mükemmel mesajlar verilebilir ama kişi eve gittiğinde (…) beş saat boyunca yeniden yanıltıcı bilgi bombardımanına tutulursa (…) verilen mesaj silinip gidebilir.

Daha kötüsü de olabilir. Kusursuz mesajın, rahatsız edilmeye ihtiyaç duyan bir kişiyi bulduğunu ve hatta yanlış inançlarını düzeltmeyi başardığını varsayalım: O kişinin tutumları ve davranışları buna göre değişecek mi? İnsanlara iklim uzmanlarının yüzde 97’sinin küresel ısınmanın gerçekliği konusunda hemfikir olduğunu söylerseniz, araştırmalar konuyla ilgili uzman fikir birliğine ilişkin algılarını büyük olasılıkla artıracağınızı gösteriyor. Ancak bu daha büyük farkındalığın eyleme, örneğin karbon azaltma politikalarına destek dönüşüp dönüşmeyeceği belirsizliğini koruyor. (…) Başka bir deyişle, gerçekleri insanlara iletebilir, hatta bu gerçekleri kabul etmelerini sağlayabilirsiniz ama bu yine de bir şeyi değiştirmeyebilir.

Bu olasılığın endişe verici bir kanıtı aşı alanından geliyor. (…) Aşıların güvenliğini duyurmanın veya onları reddetmenin tehlikelerini vurgulamanın insanların aşılama niyetleri üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir araştırma bulunmuyor. Ölüm kalım meselesinde, potansiyel olarak hayatta kalmanın anahtarı olan bilginin hâlâ görmezden gelinmesi çok saçma görünebilir (…)

Cehaletle ilgisi yok

Yanlış bilgilendirme virüsünün zararlı doğasını tam olarak kavramak için, alıcının masumiyetini yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Kendimizi kötü niyetli aktörler tarafından aldatmanın kurbanı olarak görmek kolaydır. Yanlış bilgilendirilmeyi başkalarının başına gelen bir şey olarak düşünmek de cazip geliyor. Çoğuna göre bazı isimsiz kitleler, demagoji ve skandallardan kolayca etkileniyorlar. Bir arkadaşım bana “Sorun şu ki insanlar koyun” demişti. Bu duygunun başkaları tarafından defalarca dile getirildiğini duydum, bunun anlamı, her zaman onlar ve benim diğer, yanlış bilgilendirilmiş insanlar gibi olmadığımızdı. Hayır, eğitimliydik, düşünmemiz öğretilmişti, aldatmacaya karşı bağışıktık. Ancak ortaya çıktığı üzere, yanlış bilgilendirme yalnızca cahilleri avlamaz: Bazen virüse karşı en az savunmasız görünen kişiler, en hevesli taşıyıcılar (…) olabiliyor.

Sıradan insanların karmaşık toplumsal riskleri nasıl değerlendirdiğini araştıran Yale Üniversitesi hukuk ve psikoloji profesörü Dan M. Kahan, bu olasılık için şaşırtıcı kanıtlar sunuyor. Araştırmasının bir kolu, kamuoyu ile bilimsel kanıtlar arasındaki bazen dramatik eşitsizliğe ışık tutmaya çalışıyor. Kahan, 2010 yılında küçük bir araştırmacı grubuyla birlikte, küresel ısınmaya yönelik ihtilafı açığa çıkarmak için yola çıktı. O zamanlar, iklim bilimcileri arasındaki yaygın fikir birliğine rağmen, Amerikalıların yalnızca yüzde 57’si küresel ısınmaya dair sağlam kanıtlar olduğuna inanıyordu ve sadece yüzde 35’i iklim değişikliğini ciddi bir sorun olarak görüyordu. Kahan, “İnsan toplulukları, karşılaştıkları tehlikeleri azaltmak için hiçbir zaman bu kadar fazla bilgi sahibi olmadılar. Ancak toplu olarak bildikleri konusunda çok az anlaştılar,” diye yazdı.

Kahan’ın “bilimi anlama tezi” olarak adlandırdığı standart bir açıklama, insanların bilimi yeterince kavrayamadıklarını ve genellikle karmaşık sorunları sindirmek için gereken kasıtlı, rasyonel düşünceyle meşgul olma olasılıklarının düşük olduğunu savunuyor. Bu makul bir açıklama olsa da Kahan tüm hikayeyi anlatmadığından kuşkulanıyordu.

Bilim okur yazarlığının paradoksu

2012’de saygın bilim dergisi Nature’da yayınlanan 2010 araştırmasında, Kahan ve ekibi, konuların bilim okuryazarlığını ve matematiksel becerilerini ölçtüler ve bunları katılımcıların algıladığı küresel ısınma riskine karşı kullandılar. Bilimi anlama tezi doğruysa, denekler ne kadar bilgili olursa, bilimsel fikir birliğine o kadar yaklaşırlar. Bununla birlikte, veriler şaşırtıcı bir şekilde, hiyerarşi ve bireycilikte yüksek puan alanların (…) tam tersini sergilediğini ortaya çıkardı: Bilim okuryazarlıkları ve matematik becerileri arttıkça, iklim değişikliğine yönelik endişeleri de azaldı. Bu paradoks nasıl açıklanır?

Kahan, küresel ısınma sorununun basit bir zeka veya eleştirel düşünme meselesi olmaktan ziyade, kişisel inançları tetiklediğini savunuyor. Bir bakıma, insanların iklim değişikliğini benimsemelerini istemek, onlara kim olduklarını ve neye değer verdiklerini sormaktır. Muhafazakârların küresel ısınma riskini kabul etmesi, aynı zamanda karbon emisyonlarında esaslı kesintiler yapılması ihtiyacını da kabul etmek anlamına gelir. Bu da kimliklerinin özündeki hiyerarşik, bireysel değerlerle tamamen çelişen bir fikirdir ve iklim değişikliğini reddederek bunu korumaya çalışırlar. Kahan, silah kontrolü, nükleer enerji ve kaya petrolü gibi kimliği etkileyen sosyal sorunlar üzerinde benzer bir kutuplaşma olduğunu tespit etti. Ancak GDO’lu gıdalar ve yapay tatlandırıcılar gibi kimlik açısından nötr konularda kutuplaşma olmadı. Kimliği koruyan güdülerin önemli bir rol oynadığı durumlarda, insanlar önceki inançlarına uygun önyargılı yollardan bilgi edinme ve bunları işleme eğilimindedir. Dikkatlerini yalnızca hemfikir oldukları kaynaklara yöneltebilir ve farklı görüşleri görmezden gelebilir. Ya da bir an bile düşünmeden uyumlu iddialara inanabilirler ama uyumsuz ifadelerde boşluklar bulmak için hiçbir çabadan kaçınmazlar. Nitekim iklim değişikliği inkarcılarının en başarılıları, beğenmedikleri fikirlere karşı görüşlerini muhataplarından her zaman daha iyi savunmuştur.

Bu bizi can sıkıcı bir sonuca götürüyor: Aramızdaki en bilgili olanlar bile araya inanç ve kimlikler girerse yanlış bilgilere daha az değil daha çok kapılabiliyor. Mevcut araştırmaların çoğu muhafazakâr önyargılara sahip olanları işaret etse de, liberaller hiçbir şekilde bundan bağışık değildir. (…)

Kahan’a göre grup inançlarına uymak mantıklı. Kolektif kararlar üzerinde yalnızca ihmal edilebilir bir etkiye sahip olduğundan, her bir bireyin bunun yerine sosyal bağlarını optimize etmeye odaklanması da mantıklıdır. Bir topluluğa ait olmak, her şeyden önce, hayati bir öz-değer kaynağıdır. Toplumun kişinin esenliği, hatta hayatta kalmasındaki önemine değinmeye bile gerek yok. Sosyal olarak reddedilmiş veya izole edilmiş insanlar, birçok hastalık ve erken ölüm riskiyle karşı karşıyadır. O halde, bu açıdan bakıldığında, inanç ve davranışlarımızı, gerçekte birbiriyle çelişse bile dahil olduğumuz sosyal grupla uyumlu hale getirme dürtüsü, “son derece rasyoneldir” diyor Kahan. Bununla birlikte, işin garip yanı, rasyonel bireysel seçimlerin irrasyonel kolektif sonuçları olabilir. Kabile bağları hakim oldukça, duygular kanıtlardan üstün gelir ve ortaya çıkan anlaşmazlık, önemli sosyal meselelerdeki eylemi boğar.

Son zamanlarda, kamuoyundaki anlaşmazlık hakikat fikrinin üstüne de sıçradı. “Hakikat sonrası” (Post-truth) terimi 2016’da Oxford tarafından “Yılın Kelimesi” seçildi (…) Popülizmin küresel yükselişinin ortaya çıkardığı bu “diğer gerçeklikte” yalanlar, bir kimlik ifadesi, bir grup aidiyeti haline döndü. (…) Popülistler, ‘halkı’ seçkinlerle karşı karşıya getirerek ve eğitim bilimsel kanıtlar ve uzmanlık gibi elitist denilen değerlere saldırarak statükodaki artan hayal kırıklığını kendileri yararına kullanmayı başardılar.

Popülist anlatıda yalan, düzen karşıtlığının tuzaklarını ele geçirir ve sosyal bir norm olarak gerçeğin altını oyar. Bu, en şeytani haliyle yanlış bilgilendirme virüsüdür: Sağlığın (…) önemini kaybettiği (…) ve taşıyıcısının ev sahibine bulaşmasını kabul ettiği bir noktadır . (…)

Bireysel değişimi deneyebilirsiniz

Sürekli gelişen yanlış bilgilendirme makinelerine karşı savunmamızı sıyırabilen tüm bilişsel tuhaflıklar, kişisel önyargılar ve sürü içgüdülerine karşı umutsuzluğa kapılmak kolaydır. (…)

Durum buysa, o zaman belki de insanların yanlış inançlarını düzeltmek konusunda daha az endişelenmeli ve yanlış bilgi yaratmayı, yaymayı, paylaşmayı ve hoş görmeyi uygun hale getiren sosyal normları değiştirmeye daha fazla odaklanmalıyız. (…) Bunun bir yolu, yeterli çoğunluk oluşana dek oldukça görünür bireysel eylemlerde bulunmaktır. Bir diğeri ise sosyal medya platformlarını daha sıkı bir şekilde denetlemektir. Ayrıca kendi eylemlerimiz de önemlidir. İskoç biyolog D’Arcy Wentworth Thompson’ın 1917’de söylediği gibi, “Her şey böyledir çünkü öyle olmuştur”. Her birimiz, olduğu haliyle dünyadaki suç ortaklığımız ile onu olabildiğince gerçekleştirme kapasitemiz arasına tehlikeli bir şekilde tünemiş durumdayız.”

Bu yazı ilk kez 28 Nisan 2021’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yanlış bilgilendirme virüsü

Orman yangınları kadar, yangınlarla ilgili yalan haberler de hızla yayılıyor. En eğitimlisinden en cahiline insanlar yanıltıcı haberlere kapılmaya niye bu kadar eğilimli? Kafa yormaya mı üşeniyoruz yoksa dünya görüşümüzde karşı görüş ve kanıtlara yer yok mu?

Sosyal medya, internetin kendisi dahil tüm medyayı yuttuğundan beri yalan ve yanıltıcı haber, dezenformasyon, mitler ve şehir efsaneleri ışık hızında yayılır oldu ve “hakikati” mumla aratır hale getirdi. Bu yüzden içinde yaşadığımız döneme “Hakikat sonrası” (Post-truth) Çağ diyenler var. Peki, yalana, gerçek dışılığa ve çarpıtmaya neden bu kadar çabuk kanıyor ve hatta bunların yayılması için çaba sarf ediyoruz? Teknoloji, bilim ve psikoloji alanlarında uzman bilim yazarı ve sosyal girişimci Elitsa Dermendzhiyska, pisikoloji ve bilim konularında yazılar yayınlayan Aeon.com sitesi için kaleme aldığı yazıda, bu soruya bilimsel araştırmalar ışığında kapsamlı yanıtlar veriyor. Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Kasabada yeni bir virüs var ve vaktini boşa harcamıyor. Ona temas yoluyla veya dijital yoldan yakalanabilirsiniz. Çok azımız bağışıklığa sahibiz, hatta bazılarımız canla başla çalışan taşıyıcılar… Tüm öğrendiklerimize rağmen, bu virüsün daha kurnaz olduğunu ve ortadan kaldırılmasının herkesin tahmin ettiğinden daha zor olduğunu kanıtlıyor.

Yanlış bilgilendirme veya sosyal medyada yayılan ve doğru olmayan bilgilerin bilinçsizce yayılması anlamına gelen mezenformasyon elbette yeni değil. Sahte haberler, matbaanın icadından önce bile ortalarda dolaşıyordu. (…) Dünya savaşları sırasında Yahudi karşıtı ve Alman karşıtı propagandayı, Amerika’da McCarthyci komünist cadı avını hatta komünizmin ütopik anlatılarını düşünün… Tarih aldatma ile doludur.

Bugün farklı olan, teknolojinin sağladığı yanlış bilgilendirmenin hızı, kapsamı ve ölçeğidir. Çevrimiçi medya, (…) daha önce marjinalleştirilmiş grupların sesini yükseltti ve emrindeki aldatma araçlarını güçlendirdi. Yalanların aktarımı artık yapay zekanın, profesyonel trollerin ve kendi içerik paylaşım faaliyetlerimizin yanıltıcı iddiaların yayılmasına ve çoğalmasına yardımcı olduğu viral bir döngüyü kapsıyor. Bu yeni gelişmeler, artan eşitsizliğin, azalan sivil katılımın ve sosyal uyumun yıpranmasının hemen ardından geldi. Bunlar bizi demagojiye daha çok kapılır hale getirdi. Daha kaygı verici bir gelişme ise, son yıllardaki araştırmaların, kanıtlar aksini söylese bile yanlış bilgilere direnme yeteneğimizin giderek azaldığını hatta bunlara gönüllü olarak kapıldığımızı göstermesi oldu.

Tatlı yalanların meftunu muyuz?

Yapılan deneylerden örnekler veren Elitsa Dermendzhiyska, söz konusu deneylerde insanların “yanlış olduklarını bilerek yalana sarılmış olmasının” dikkat çekici olduğunu belirttikten sonra bu durumun sebeplerine dair görüşleri aktarıyor:

“Literatürde buna “Sürekli nüfuz etkisi” deniyor. Exeter Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Jason Reifler’e göre, gelen bilgileri görünen değerde alma eğilimindeyiz, çünkü insan topluluklarının varlığı, insanların etkileşimde bulunma yeteneğine ve iyi niyet beklentilerine dayanıyor. Dahası, mitler, meşru oldukları yönünde numara yapan incelikli, kurnaz biçimler alabilir ve dikkatli analizler veya gerçek denetimler olmadan bunları açığa çıkarmak zor olabilir. Bu, yaşam mücadelesi nedeniyle, ilave bir zihinsel çaba gösteremeyecek kadar sersemleşenlerin kolayca aldatılabileceği anlamına geliyor. Ayrıca bir yanlışlık bir kez ortaya çıktığında ve hafızada kodlandığında, zayıf olsa bile dikkat çekici derecede yapışkan ve çürütülmeye dirençli hale gelebilir.

Sürekli nüfuz etkisinin en yaygın açıklamalarından biri, onu zihinsel modelimizdeki bir boşluğa ya da olanlarla ilgili kendimize anlattığımız hikayeye indirgiyor. Mit olayların “mantığına” uyuyorsa, onun yok edilmesi bir boşluk bırakır ve hikayenin çarkları artık yerine oturmaz. (…) Uyumu kaybetmeyeceksek, hem doğru gerçeğe hem de uygun yalana tutunmak mantıklıdır ancak çatışmasınlar diye ayrı ayrı yerlerde tutulmaları gerekir. Çalışmaların gösterdiği gibi, gerçeğin çok iyi farkında olabiliriz ama yine de mitin başka yerlerde sürünmesine ve ona dokunan yargıları yozlaştırmasına izin verebiliriz.

Sindirilmesi kolaysa yalanı çabuk yutuyoruz

Yanlış bilginin çürütülmeye direnmesinin bir başka nedeni de tekrardır. Sosyal medyadaki sansasyonel iddialar ve zamanlarını israf edenler arasında yayılan şehir efsaneleri gibi bir şey yeterince sık tekrarlandığında, sadece tanıdık gelmelerinden ötürü onu gerçekmiş gibi kabul etmemize neden olabilir. (..) Yanıltıcı gerçek etkisi kavramı, bir şeyi işlemek ne kadar kolay ve tanıdık olursa, ona inanma olasılığımızın o kadar yüksek olduğunu ileri sürer. Yanıltıcı bir iddiayı tekrar etmenin yaptığı da tam olarak budur: Ona bağlı sinirsel yolları güçlendirerek pürüzsüz hale getirir.

Bu durum, orijinal yanlış bilgileri tekrarlayarak yapılan düzeltmelerde daha zorludur. İyimser yeni anneleri tuzağa düşürmeye yatkın bir efsaneyi çürütmeyi amaçlayan “Mozart’ı dinlemek çocuğunuzun IQ’sunu artırmaz.” gibi bir cümleyi düşünün… Miti ve düzeltmesini birbirinden ayıran tek şey küçük ‘maz’ ekidir ve zaman geçtikçe bu ‘maz’ unutulacak ve (…) Mozart’ın senfonilerini ve daha zeki bebeklerini hafızada birbirine bağlı kılacak ve efsaneyi daha tanıdık hale getirecektir. (…)

Hafıza yaşla birlikte azaldığından, yaşlı insanlar gündelik yaşamdan elini eteğini çektiğinde tekrarlanan yanlış bilgilere özellikle savunmasız olabilir. Nitekim yaşlı yetişkinlerle yapılan bir çalışmada, (…) 65 yaşın üstündeki deneklerin başarılı bir şekilde çürütülmüş mitlerin çoğunu bir ‘gerçek’ olarak hatırladıklarını tespit etti. (…)

Mit çürütme stratejileri

“Son yıllarda, yanlış bilgiler toplumun geniş kesimlerine yayıldıkça, bilim adamları buna karşı koymak için en etkili yöntemleri arıyorlar. (…) Yazarlar, bir efsaneyi başarılı bir şekilde çürütmenin, mitin çürütülmesinin bırakabileceği zihinsel boşluğu doldurmak için alternatif bir nedensel açıklama sağlamanın yardımcı olduğu sonucuna varıyorlar.

Mitin içerdiği tutarsızlıklara işaret ettikleri ve insanların doğru ve yanlış ifade arasındaki çatışmayı çözmelerine izin verdiği için karşı argümanlar da işe yarıyor.

Diğer bir strateji de yanlış bilginin kaynağı hakkında şüphe uyandırmaktır. Örneğin, inkarcı iddiaların ardında yerleşik ticari çıkarlardan şüpheleniyorsanız, insan kaynaklı küresel ısınmayı reddeden hükümet yetkililerine karşı daha eleştirel olabilirsiniz.

Aşı tereddütü de mitlere dayanıyor

Bununla birlikte, bazı araştırmacılar, bir laboratuarda tasarlanan hata giderme stratejilerinin pratik önemini sorguluyor: (…) Müdahaleler gerçek sonuçlar yaratıyor mu? Yoksa bu sadece bir anlık “Kabul ediyorum çünkü bana söylendi – ve bana tam tersini söyleyebilirdiniz ve buna inanırdım” durumu mu? (…) Mitleri çürütecek mükemmel mesajlar verilebilir ama kişi eve gittiğinde (…) beş saat boyunca yeniden yanıltıcı bilgi bombardımanına tutulursa (…) verilen mesaj silinip gidebilir.

Daha kötüsü de olabilir. Kusursuz mesajın, rahatsız edilmeye ihtiyaç duyan bir kişiyi bulduğunu ve hatta yanlış inançlarını düzeltmeyi başardığını varsayalım: O kişinin tutumları ve davranışları buna göre değişecek mi? İnsanlara iklim uzmanlarının yüzde 97’sinin küresel ısınmanın gerçekliği konusunda hemfikir olduğunu söylerseniz, araştırmalar konuyla ilgili uzman fikir birliğine ilişkin algılarını büyük olasılıkla artıracağınızı gösteriyor. Ancak bu daha büyük farkındalığın eyleme, örneğin karbon azaltma politikalarına destek dönüşüp dönüşmeyeceği belirsizliğini koruyor. (…) Başka bir deyişle, gerçekleri insanlara iletebilir, hatta bu gerçekleri kabul etmelerini sağlayabilirsiniz ama bu yine de bir şeyi değiştirmeyebilir.

Bu olasılığın endişe verici bir kanıtı aşı alanından geliyor. (…) Aşıların güvenliğini duyurmanın veya onları reddetmenin tehlikelerini vurgulamanın insanların aşılama niyetleri üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir araştırma bulunmuyor. Ölüm kalım meselesinde, potansiyel olarak hayatta kalmanın anahtarı olan bilginin hâlâ görmezden gelinmesi çok saçma görünebilir (…)

Cehaletle ilgisi yok

Yanlış bilgilendirme virüsünün zararlı doğasını tam olarak kavramak için, alıcının masumiyetini yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Kendimizi kötü niyetli aktörler tarafından aldatmanın kurbanı olarak görmek kolaydır. Yanlış bilgilendirilmeyi başkalarının başına gelen bir şey olarak düşünmek de cazip geliyor. Çoğuna göre bazı isimsiz kitleler, demagoji ve skandallardan kolayca etkileniyorlar. Bir arkadaşım bana “Sorun şu ki insanlar koyun” demişti. Bu duygunun başkaları tarafından defalarca dile getirildiğini duydum, bunun anlamı, her zaman onlar ve benim diğer, yanlış bilgilendirilmiş insanlar gibi olmadığımızdı. Hayır, eğitimliydik, düşünmemiz öğretilmişti, aldatmacaya karşı bağışıktık. Ancak ortaya çıktığı üzere, yanlış bilgilendirme yalnızca cahilleri avlamaz: Bazen virüse karşı en az savunmasız görünen kişiler, en hevesli taşıyıcılar (…) olabiliyor.

Sıradan insanların karmaşık toplumsal riskleri nasıl değerlendirdiğini araştıran Yale Üniversitesi hukuk ve psikoloji profesörü Dan M. Kahan, bu olasılık için şaşırtıcı kanıtlar sunuyor. Araştırmasının bir kolu, kamuoyu ile bilimsel kanıtlar arasındaki bazen dramatik eşitsizliğe ışık tutmaya çalışıyor. Kahan, 2010 yılında küçük bir araştırmacı grubuyla birlikte, küresel ısınmaya yönelik ihtilafı açığa çıkarmak için yola çıktı. O zamanlar, iklim bilimcileri arasındaki yaygın fikir birliğine rağmen, Amerikalıların yalnızca yüzde 57’si küresel ısınmaya dair sağlam kanıtlar olduğuna inanıyordu ve sadece yüzde 35’i iklim değişikliğini ciddi bir sorun olarak görüyordu. Kahan, “İnsan toplulukları, karşılaştıkları tehlikeleri azaltmak için hiçbir zaman bu kadar fazla bilgi sahibi olmadılar. Ancak toplu olarak bildikleri konusunda çok az anlaştılar,” diye yazdı.

Kahan’ın “bilimi anlama tezi” olarak adlandırdığı standart bir açıklama, insanların bilimi yeterince kavrayamadıklarını ve genellikle karmaşık sorunları sindirmek için gereken kasıtlı, rasyonel düşünceyle meşgul olma olasılıklarının düşük olduğunu savunuyor. Bu makul bir açıklama olsa da Kahan tüm hikayeyi anlatmadığından kuşkulanıyordu.

Bilim okur yazarlığının paradoksu

2012’de saygın bilim dergisi Nature’da yayınlanan 2010 araştırmasında, Kahan ve ekibi, konuların bilim okuryazarlığını ve matematiksel becerilerini ölçtüler ve bunları katılımcıların algıladığı küresel ısınma riskine karşı kullandılar. Bilimi anlama tezi doğruysa, denekler ne kadar bilgili olursa, bilimsel fikir birliğine o kadar yaklaşırlar. Bununla birlikte, veriler şaşırtıcı bir şekilde, hiyerarşi ve bireycilikte yüksek puan alanların (…) tam tersini sergilediğini ortaya çıkardı: Bilim okuryazarlıkları ve matematik becerileri arttıkça, iklim değişikliğine yönelik endişeleri de azaldı. Bu paradoks nasıl açıklanır?

Kahan, küresel ısınma sorununun basit bir zeka veya eleştirel düşünme meselesi olmaktan ziyade, kişisel inançları tetiklediğini savunuyor. Bir bakıma, insanların iklim değişikliğini benimsemelerini istemek, onlara kim olduklarını ve neye değer verdiklerini sormaktır. Muhafazakârların küresel ısınma riskini kabul etmesi, aynı zamanda karbon emisyonlarında esaslı kesintiler yapılması ihtiyacını da kabul etmek anlamına gelir. Bu da kimliklerinin özündeki hiyerarşik, bireysel değerlerle tamamen çelişen bir fikirdir ve iklim değişikliğini reddederek bunu korumaya çalışırlar. Kahan, silah kontrolü, nükleer enerji ve kaya petrolü gibi kimliği etkileyen sosyal sorunlar üzerinde benzer bir kutuplaşma olduğunu tespit etti. Ancak GDO’lu gıdalar ve yapay tatlandırıcılar gibi kimlik açısından nötr konularda kutuplaşma olmadı. Kimliği koruyan güdülerin önemli bir rol oynadığı durumlarda, insanlar önceki inançlarına uygun önyargılı yollardan bilgi edinme ve bunları işleme eğilimindedir. Dikkatlerini yalnızca hemfikir oldukları kaynaklara yöneltebilir ve farklı görüşleri görmezden gelebilir. Ya da bir an bile düşünmeden uyumlu iddialara inanabilirler ama uyumsuz ifadelerde boşluklar bulmak için hiçbir çabadan kaçınmazlar. Nitekim iklim değişikliği inkarcılarının en başarılıları, beğenmedikleri fikirlere karşı görüşlerini muhataplarından her zaman daha iyi savunmuştur.

Bu bizi can sıkıcı bir sonuca götürüyor: Aramızdaki en bilgili olanlar bile araya inanç ve kimlikler girerse yanlış bilgilere daha az değil daha çok kapılabiliyor. Mevcut araştırmaların çoğu muhafazakâr önyargılara sahip olanları işaret etse de, liberaller hiçbir şekilde bundan bağışık değildir. (…)

Kahan’a göre grup inançlarına uymak mantıklı. Kolektif kararlar üzerinde yalnızca ihmal edilebilir bir etkiye sahip olduğundan, her bir bireyin bunun yerine sosyal bağlarını optimize etmeye odaklanması da mantıklıdır. Bir topluluğa ait olmak, her şeyden önce, hayati bir öz-değer kaynağıdır. Toplumun kişinin esenliği, hatta hayatta kalmasındaki önemine değinmeye bile gerek yok. Sosyal olarak reddedilmiş veya izole edilmiş insanlar, birçok hastalık ve erken ölüm riskiyle karşı karşıyadır. O halde, bu açıdan bakıldığında, inanç ve davranışlarımızı, gerçekte birbiriyle çelişse bile dahil olduğumuz sosyal grupla uyumlu hale getirme dürtüsü, “son derece rasyoneldir” diyor Kahan. Bununla birlikte, işin garip yanı, rasyonel bireysel seçimlerin irrasyonel kolektif sonuçları olabilir. Kabile bağları hakim oldukça, duygular kanıtlardan üstün gelir ve ortaya çıkan anlaşmazlık, önemli sosyal meselelerdeki eylemi boğar.

Son zamanlarda, kamuoyundaki anlaşmazlık hakikat fikrinin üstüne de sıçradı. “Hakikat sonrası” (Post-truth) terimi 2016’da Oxford tarafından “Yılın Kelimesi” seçildi (…) Popülizmin küresel yükselişinin ortaya çıkardığı bu “diğer gerçeklikte” yalanlar, bir kimlik ifadesi, bir grup aidiyeti haline döndü. (…) Popülistler, ‘halkı’ seçkinlerle karşı karşıya getirerek ve eğitim bilimsel kanıtlar ve uzmanlık gibi elitist denilen değerlere saldırarak statükodaki artan hayal kırıklığını kendileri yararına kullanmayı başardılar.

Popülist anlatıda yalan, düzen karşıtlığının tuzaklarını ele geçirir ve sosyal bir norm olarak gerçeğin altını oyar. Bu, en şeytani haliyle yanlış bilgilendirme virüsüdür: Sağlığın (…) önemini kaybettiği (…) ve taşıyıcısının ev sahibine bulaşmasını kabul ettiği bir noktadır . (…)

Bireysel değişimi deneyebilirsiniz

Sürekli gelişen yanlış bilgilendirme makinelerine karşı savunmamızı sıyırabilen tüm bilişsel tuhaflıklar, kişisel önyargılar ve sürü içgüdülerine karşı umutsuzluğa kapılmak kolaydır. (…)

Durum buysa, o zaman belki de insanların yanlış inançlarını düzeltmek konusunda daha az endişelenmeli ve yanlış bilgi yaratmayı, yaymayı, paylaşmayı ve hoş görmeyi uygun hale getiren sosyal normları değiştirmeye daha fazla odaklanmalıyız. (…) Bunun bir yolu, yeterli çoğunluk oluşana dek oldukça görünür bireysel eylemlerde bulunmaktır. Bir diğeri ise sosyal medya platformlarını daha sıkı bir şekilde denetlemektir. Ayrıca kendi eylemlerimiz de önemlidir. İskoç biyolog D’Arcy Wentworth Thompson’ın 1917’de söylediği gibi, “Her şey böyledir çünkü öyle olmuştur”. Her birimiz, olduğu haliyle dünyadaki suç ortaklığımız ile onu olabildiğince gerçekleştirme kapasitemiz arasına tehlikeli bir şekilde tünemiş durumdayız.”

Bu yazı ilk kez 28 Nisan 2021’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x