Yapay zekâ doktorların yerini doldurabilir mi?

Yapay zekâ ve benzeri teknolojilerin insanların yerini alacağı hararetli tartışmalara konu olmaya devam ederken endişeleri de artırıyor. Sağlık alanı da istisna değil. Peki, tıbbi hatalar her yıl yüz binlerce insanın ölümüne neden olurken sağlığımızı yapay zekâya teslim etme ihtimaline hekimler nasıl bakıyor?

Sağlık alanındaki mevcut düzenlemeler güvenilir ve erişilebilir bir hizmet sağlıyor mu? Cevap hayır ise, yapay zekâ da dahil olmak üzere yeni modeller daha iyi sonuç verebilir mi? Sağlık hizmetlerinde yapay zekâ etiği, hasta-klinisyen iletişimi konularında uzman akademisyen Charlotte Blease, Aeon internet sitesinde yayımlanan yazısında bu sorulara yanıt arıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Uçaklar, tıbbi hatalardan kaynaklanan ölümler kadar sık düşseydi, bu büyük bir infiale, soruşturmaya ve kapsamlı reformların yapılmasına yol açardı. Ancak doktorlar hata yaptığında daha nazik bir ifade kullanılır: ‘Onlar da insan’. Doğru; ama aynı zamanda bir sorun da. Çarpıcı olan ise trajedinin büyüklüğünün yanında, kayıtsızlığımız.

Hastalar tıbbın gizli rahatsızlıklarının görünür kurbanları, doktorlar da ikinci kurbanlardır. Beyaz önlüklerin ardında birçok hekim depresif ve tükenmiş durumda. Nitekim ABD’deki doktorların yaklaşık yarısı tükenmişlik sendromu yaşadığını bildiriyor. Birleşik Krallık’ta doktorların yüzde 40’ı haftada en az bir kez yeterli bakım sağlamakta zorlandığını, üçte biri ise iş yüküyle başa çıkamadığını söylüyor.

Bir yanda da hasta talebi hızla yükseliyor. Nüfus artıyor, yaşlanıyor; kanser, diyabet ve demans gibi kronik hastalıklarla daha uzun süre yaşıyor. 2030 yılı itibarıyla dünyada yaklaşık 10 milyon sağlık çalışanı açığı olacağı tahmin ediliyor. Avrupa’nın bazı bölgelerinde milyonlarca kişi hâlihazırda birinci basamak hekime erişemiyor. Kısıtlılıklar ve baskı, hata için mükemmel koşullar oluşturuyor; tükenmişlik ve yorgunluk, teşhis, tedavi ve reçete yazımında hatalara yol açıyor. (…)

Hatalı tanılar

Tıbbi hatalar, dünya çapında önde gelen ölüm nedenlerinden biri. ABD’de yalnızca tanı hatası nedeniyle her yıl yaklaşık 800 bin kişinin öldüğü veya kalıcı olarak sakat kaldığı tahmin ediliyor. Bu noktada birçok kişi çözümün teknolojide yattığını savunuyor. İnsanın yol açtığı hatalar kaçınılmazsa, belki de makineler bu hataları dengeleyebilir, hatta tamamen insanların yerini alabilir. İşte burada Dr. Robot devreye giriyor. Kime sorduğunuza bağlı olarak, makine bir kurtarıcı ya da bir sabotajcı olarak görülebilir. En yaygın görüş, insan ve makinenin yan yana çalıştığı bir vizyondur: Algoritma doktorun kulağına fısıldar, insan eli tedaviyi yönlendirir. Yani bir düello değil, düet söz konusudur.”

Yazara göre tıbbın amacı hasta bakımı ise asıl soru stetoskopu kimin tuttuğu değil, kimin veya neyin güvenilir ve adil sonuçlar sunabileceği: “(…) Bu yazıda yapay zekânın kendisine değil, doktorların Dr. Robot’un onların yerini alıp alamayacağına veya buna gerek olup olmadığına karar vermesi gerektiği varsayımına odaklanıyorum. (…) Doktorlar, incelenen sistemin tam da göbeğindeler. Statüleri, maaşları ve benlik duyguları bu tartışmaya bağlı. Elbette kendilerinin yeri doldurulamaz olduğuna inanmak istiyorlar. Ancak tarih, varlıklarını sürdürmeye en çok yatırım yapanların, kendi yeri doldurulamazlıkları konusunda en iyi yargıya sahip olmadıklarını gösteriyor. Dr. Robot’un insan doktorların yerini alıp alamayacağını, hatta onlarla birlikte çalışıp çalışamayacağını net bir şekilde düşünmek istiyorsak, muayenehanenin dışına çıkmalı ve soruyu kendi şartlarında, mümkün olduğunca az bağlılıkla ele almalıyız. (…)

Özellikle teşhis ve tedavi konusunda doktorların performansına psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşmak aydınlatıcı oluyor. Doktorlar kendinden emin olmalıdır; tereddüt can kaybına yol açabilir. ‘Bir yandan’ ve ‘diğer yandan’ gibi ifadelerle konuyu geçiştirebilen filozofların aksine, klinik tedavi uzmanları hızlı ve yüksek riskli kararlar almak zorundadır. Özgüven, hatta aşırı özgüven, bu rolün ayrılmaz bir parçasıdır. Sorun şu ki özgüven doğruluğun garantisi değildir. Yoğun bakım hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada, teşhislerinden ‘tamamen emin’ olan doktorların yüzde 40’a varan oranda yanıldıkları tespit edilmiş. Daha da kötüsü, klinik yargılarda bulunma konusunda deneyim ve aşinalık arttıkça, doktorlar meslektaşlarına daha az danışma ve ikinci görüş alma eğilimindeler. (…) Paradoksal olarak hastalar da bu duruma ortak oluyor. Gerçek olmasa bile, özgüvenini yansıtan doktorları tercih ediyoruz. Beyaz önlük hâlâ otoritenin sembolü olarak kabul ediliyor; kararlı görünüm bizi rahatlatıyor. (…) ‘Sadece bir insan’ın bakım sunabileceği konusunda ısrar ettiğimizde, çoğu zaman farklı bir düzenlemeyi hayal edemediğimizi kastediyoruz aslında. Ancak tarih, bir zamanlar dokunulmaz olduğu düşünülen meslekler ve rollerle dolu (…)

Bir de semptomları inkâr etme durumu var; hastalar arasında değil, tıp mesleğinin kendisinde. (…) Tanı hataları tıp tarihinin büyük bir bölümünde büyük ölçüde göz ardı edildi. Tıp Enstitüsü, dönüm noktası niteliğindeki 1999 tarihli To Err Is Human (Hata Yapmak İnsanlık Halidir) başlıklı raporunu yayımladığında, 270 sayfalık belgenin dizininde tanı hatasına yalnızca iki atıf yer alıyordu. David Newman-Toker ve Peter Pronovost gibi hasta güvenliği alanında çalışan araştırmacılar 2000’li yıllarda yanlış tanıyı bir kriz olarak vurgulamaya başladıklarında, kurumsal ilgisizlik ve mesleki dirençle karşılaştılar. (…)

Değişime direnç

Tarih, bu savunmacılığın inovasyona da uzandığını gösteriyor. Tıp, mevcut teorileri ve uygulamaları sorgulayan yeni görüşlere defalarca direndi. (…) Tarihçi David Wootton’ın belirttiği gibi, tıbbın yeni gelişmelerle etkileşime girmekteki isteksizliği, ilerlemeyi sıklıkla yavaşlattı. Daha yakın zamanlarda doktorlar, hastaların kendi kayıtlarına erişebilecekleri çevrimiçi portallar gibi temel dijital araçlara direnç gösterdiler. 2021 yılında bile ABD’deki çoğu sağlık hizmet sağlayıcısı klinik bilgileri paylaşmak için hâlâ faks makineleri kullanıyordu. İngiltere’de ise Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) her yıl milyonlarca sterlini pul ve kâğıda harcıyor.

Tıpta muhafazakârlık her zaman bir kusur değildir. Filozof Thomas Kuhn, 1962 tarihli The Structure of Scientific Revolutions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) başlıklı kitabında, bilim camialarının değişim için kanıtlar ezici olana kadar paradigmalarını savunmaları gerektiğini öne sürüyordu. Aksi takdirde her moda akım alanı istikrarsızlaştırır. Ancak tıbbın ihtiyatlılığı çoğu zaman ihtiyatın ötesine geçiyor. Değişime direnilmesinin nedeni sadece iş yükü de değil; daha kolay olması ve bazen de mesleki çıkarları koruması.

Tıbbın tekelini ne kadar şiddetle koruduğunu düşünün. ABD’de hemşireler ve asistan doktorlar, birinci basamak hekimlerin şu anda yaptığı işlerin yüzde 90’ına kadarını yasal olarak yürütebiliyor. Çalışmalar, hemşirelerden bakım alan hastaların genellikle eşit veya daha yüksek memnuniyet bildirdiğini gösteriyor. Buna rağmen hekim grupları sürekli olarak onların özerkliğini sınırlamak için lobi faaliyetlerinde bulunuyor. Amerikan Tıp Birliği, doktorların hâkimiyetini korumak için her yıl on milyonlarca dolar (Silikon Vadisi’nin birçok devinden daha fazla) harcıyor. İngiliz Tıp Birliği ise asistan hekimlerin rolünün genişletilmesine karşı kampanya yürütmeye devam ediyor ve bunun doktorun ‘benzersiz rolünü’ tehdit ettiğini belirtiyor. Bu arada milyonlarca hasta zamanında bakım alamıyor.

Bu meslek örgütü zihniyeti, şeffaflığa yönelik tutumlarda da kendini gösteriyor. Hastaların artık tıbbi kayıtlarına erişme konusunda yasal hakları var, ancak ABD ve İngiltere’deki yetkililer çevrimiçi erişimi rutin hale getirmeye çalıştığında, meslek kuruluşları buna karşı çıktı. (…) Çevrimiçi erişimin ortaya çıkardığı durum ise rahatsız ediciydi: Hastaların beşte biri kayıtlarında hatalar bulduğunu, bunlardan bazılarının ciddi olduğunu bildirdi. Erişime bu kadar şiddetle karşı çıkılması şaşırtıcı değil yani. (…)

Sonuçları iyileştirmek

Tekrar belirtmeliyiz ki en önemli soru şu olmalı: Mevcut düzenlemeler güvenilir ve erişilebilir sağlık hizmeti sağlıyor mu? Cevap hayır ise, yapay zekâ da dahil olmak üzere yeni modeller daha iyi sonuç verebilir mi?

Dr. Robot’un mu yoksa insan doktorların mı daha iyi performans gösterdiğine veya hibrit bir düzenlemenin en iyi sonucu verip vermeyeceğine dair kanıtlara bile gelmeden önce, birçok doktor bu duruma tepki gösteriyor. Sağlık bilişimcisi olarak yıllardır pek çok ülkeden doktorlarla bu konuda anket yaptım ve savunmalarının neredeyse her zaman aynı olduğunu gördüm. Yapay zekânın ‘yargıda bulunma’ dedikleri şeye sahip olmadığı açık. Sezgisi, önsezisi, içgüdüsü veya hastaya karşı duyarlılığı yok. Bu bakış açısı, anestezi uzmanı Ronald Dworkin tarafından şu şekilde özetleniyor: ‘Yapay zekâ sezgi, şüphe, içgüdü, önsezi ve duygu gibi insani yeteneklerden yoksun olduğu için insani yargılama yeteneğinden de yoksundur. Sadece soyut kavramlarla, yani kelimelerle çalışabilir. Kelimelerin ötesine asla geçemez. Konuların derinliklerine asla inemez.’

Teknolojinin meslekler üzerindeki etkisini inceleyen Richard Susskind, insan yargısını yüceltme eğiliminde olduğumuzu, oysa daha temel bir soruyu sormamız gerektiğini savunuyor: İnsan yargısının çözüm olduğu sorunlar neler? Eğer sorun doğru teşhis ise, insan yargısının, yani doktorların yargısının tek çözüm olup olmadığı belirsizdir. Susskind burada, süreçler ve sonuçlar arasında dikkatli bir ayrım yapmamız gerektiğini belirtiyor. Tıp alanında, meslek mensupları genellikle sonuçlara odaklanmak yerine süreçlerini (muayene ritüellerini, hasta karşısındaki otoriteyi, tıp sanatını) korurlar.

Bu, süreç odaklı düşünmenin klasik bir örneği. Argüman, kararların nasıl alındığına dair gizemi koruyor; oysa asıl önemli soruyu sormayı ihmal ediyor: Bu kararlar hastalar için ne gibi sonuçlar doğuruyor? Acil servise şiddetli göğüs ağrısıyla gelen bir kişi, teşhisin insan sezgisinden mi yoksa bir algoritmadan mı geldiğiyle ilgilenmez; sadece teşhisin doğru, hızlı bir şekilde konulması ve doğru tedavinin uygulanmasıyla ilgilenir.” (…)

Yazar, birçoğumuz tanıdık süreçlere, yani bekleme odasının ritüeline, beyaz önlüğün otoritesine, muayenenin güven verici ritmine bağlanmış durumda olduğumuzu ancak bunların bir kısmının tercih değil sadece alışkanlık olduğunu söylüyor: “Hastalar bu aşinalıktan hoşlanabilirler, ancak sonuçta teşhislerin gecikmesi veya atlanması söz konusu olduğunda bilgeliğin nazik bir doktor veya bilgisayar arayüzü aracılığıyla mı sunulduğundan ziyade doğru teşhis, etkili tedavi ve insancıl bakım alıp almadıklarıyla daha çok ilgilenirler. (…)

Teknoloji, tıbbın eski kusurlarını dijital biçimde yeniden üretirse bizi kurtaramaz. Her yenilik, diğer sorunları çözse bile, kendi komplikasyonlarını da beraberinde getirir. Bu, ilerlemeyi durdurmak veya tartışmanın şartlarını önceden belirlemek için bir neden değildir. Yapay zekâ, derinleşen eşitsizliklerden yeni türden zararlara, iş kayıplarından çevresel maliyetlere kadar ciddi etik ve politik riskler taşıyor. Bu endişeler incelenmeyi hak ediyor. Ancak teknolojiyi çarpıtmak veya hayatta kalması tehlikede olan bir mesleğe sonsuza dek boyun eğmek yardımcı olmayacaktır. (…)

Dr. Robot’un rolü, tıbbın amacı ve kime hizmet etmesi gerektiğiyle ilgili daha geniş bir hesaplaşmanın parçası olacaktır. Mesele bir mesleği korumak değil, bir uygulamayı yeniden tasavvur etmektir. Bu bağlamda asıl acil soru yapay zekânın doktorların yerini alıp alamayacağı değil. Bunun lehine veya aleyhine kanıtlar yakında ortaya çıkacak ki çıkmalıdır da. Öncelikle önemli olan, tıbbı kendi sınırlamalarına bağlı tutan mitlerden kurtulmaya istekli olup olmadığımızdır. Ancak o zaman yeni sistemlerin ve süreçlerin hastalara şu ankilerden daha iyi hizmet edip edemeyeceği üzerine düşünebilir ve doğru bir sorgulama yapmaya başlayabiliriz.”

Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Charlotte Blease’in Aeon internet sitesinde yayımlanan “Are doctors replaceable?” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://aeon.co/essays/who-should-decide-the-role-of-ai-in-the-future-of-medicine

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yapay zekâ doktorların yerini doldurabilir mi?

Yapay zekâ ve benzeri teknolojilerin insanların yerini alacağı hararetli tartışmalara konu olmaya devam ederken endişeleri de artırıyor. Sağlık alanı da istisna değil. Peki, tıbbi hatalar her yıl yüz binlerce insanın ölümüne neden olurken sağlığımızı yapay zekâya teslim etme ihtimaline hekimler nasıl bakıyor?

Sağlık alanındaki mevcut düzenlemeler güvenilir ve erişilebilir bir hizmet sağlıyor mu? Cevap hayır ise, yapay zekâ da dahil olmak üzere yeni modeller daha iyi sonuç verebilir mi? Sağlık hizmetlerinde yapay zekâ etiği, hasta-klinisyen iletişimi konularında uzman akademisyen Charlotte Blease, Aeon internet sitesinde yayımlanan yazısında bu sorulara yanıt arıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Uçaklar, tıbbi hatalardan kaynaklanan ölümler kadar sık düşseydi, bu büyük bir infiale, soruşturmaya ve kapsamlı reformların yapılmasına yol açardı. Ancak doktorlar hata yaptığında daha nazik bir ifade kullanılır: ‘Onlar da insan’. Doğru; ama aynı zamanda bir sorun da. Çarpıcı olan ise trajedinin büyüklüğünün yanında, kayıtsızlığımız.

Hastalar tıbbın gizli rahatsızlıklarının görünür kurbanları, doktorlar da ikinci kurbanlardır. Beyaz önlüklerin ardında birçok hekim depresif ve tükenmiş durumda. Nitekim ABD’deki doktorların yaklaşık yarısı tükenmişlik sendromu yaşadığını bildiriyor. Birleşik Krallık’ta doktorların yüzde 40’ı haftada en az bir kez yeterli bakım sağlamakta zorlandığını, üçte biri ise iş yüküyle başa çıkamadığını söylüyor.

Bir yanda da hasta talebi hızla yükseliyor. Nüfus artıyor, yaşlanıyor; kanser, diyabet ve demans gibi kronik hastalıklarla daha uzun süre yaşıyor. 2030 yılı itibarıyla dünyada yaklaşık 10 milyon sağlık çalışanı açığı olacağı tahmin ediliyor. Avrupa’nın bazı bölgelerinde milyonlarca kişi hâlihazırda birinci basamak hekime erişemiyor. Kısıtlılıklar ve baskı, hata için mükemmel koşullar oluşturuyor; tükenmişlik ve yorgunluk, teşhis, tedavi ve reçete yazımında hatalara yol açıyor. (…)

Hatalı tanılar

Tıbbi hatalar, dünya çapında önde gelen ölüm nedenlerinden biri. ABD’de yalnızca tanı hatası nedeniyle her yıl yaklaşık 800 bin kişinin öldüğü veya kalıcı olarak sakat kaldığı tahmin ediliyor. Bu noktada birçok kişi çözümün teknolojide yattığını savunuyor. İnsanın yol açtığı hatalar kaçınılmazsa, belki de makineler bu hataları dengeleyebilir, hatta tamamen insanların yerini alabilir. İşte burada Dr. Robot devreye giriyor. Kime sorduğunuza bağlı olarak, makine bir kurtarıcı ya da bir sabotajcı olarak görülebilir. En yaygın görüş, insan ve makinenin yan yana çalıştığı bir vizyondur: Algoritma doktorun kulağına fısıldar, insan eli tedaviyi yönlendirir. Yani bir düello değil, düet söz konusudur.”

Yazara göre tıbbın amacı hasta bakımı ise asıl soru stetoskopu kimin tuttuğu değil, kimin veya neyin güvenilir ve adil sonuçlar sunabileceği: “(…) Bu yazıda yapay zekânın kendisine değil, doktorların Dr. Robot’un onların yerini alıp alamayacağına veya buna gerek olup olmadığına karar vermesi gerektiği varsayımına odaklanıyorum. (…) Doktorlar, incelenen sistemin tam da göbeğindeler. Statüleri, maaşları ve benlik duyguları bu tartışmaya bağlı. Elbette kendilerinin yeri doldurulamaz olduğuna inanmak istiyorlar. Ancak tarih, varlıklarını sürdürmeye en çok yatırım yapanların, kendi yeri doldurulamazlıkları konusunda en iyi yargıya sahip olmadıklarını gösteriyor. Dr. Robot’un insan doktorların yerini alıp alamayacağını, hatta onlarla birlikte çalışıp çalışamayacağını net bir şekilde düşünmek istiyorsak, muayenehanenin dışına çıkmalı ve soruyu kendi şartlarında, mümkün olduğunca az bağlılıkla ele almalıyız. (…)

Özellikle teşhis ve tedavi konusunda doktorların performansına psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşmak aydınlatıcı oluyor. Doktorlar kendinden emin olmalıdır; tereddüt can kaybına yol açabilir. ‘Bir yandan’ ve ‘diğer yandan’ gibi ifadelerle konuyu geçiştirebilen filozofların aksine, klinik tedavi uzmanları hızlı ve yüksek riskli kararlar almak zorundadır. Özgüven, hatta aşırı özgüven, bu rolün ayrılmaz bir parçasıdır. Sorun şu ki özgüven doğruluğun garantisi değildir. Yoğun bakım hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada, teşhislerinden ‘tamamen emin’ olan doktorların yüzde 40’a varan oranda yanıldıkları tespit edilmiş. Daha da kötüsü, klinik yargılarda bulunma konusunda deneyim ve aşinalık arttıkça, doktorlar meslektaşlarına daha az danışma ve ikinci görüş alma eğilimindeler. (…) Paradoksal olarak hastalar da bu duruma ortak oluyor. Gerçek olmasa bile, özgüvenini yansıtan doktorları tercih ediyoruz. Beyaz önlük hâlâ otoritenin sembolü olarak kabul ediliyor; kararlı görünüm bizi rahatlatıyor. (…) ‘Sadece bir insan’ın bakım sunabileceği konusunda ısrar ettiğimizde, çoğu zaman farklı bir düzenlemeyi hayal edemediğimizi kastediyoruz aslında. Ancak tarih, bir zamanlar dokunulmaz olduğu düşünülen meslekler ve rollerle dolu (…)

Bir de semptomları inkâr etme durumu var; hastalar arasında değil, tıp mesleğinin kendisinde. (…) Tanı hataları tıp tarihinin büyük bir bölümünde büyük ölçüde göz ardı edildi. Tıp Enstitüsü, dönüm noktası niteliğindeki 1999 tarihli To Err Is Human (Hata Yapmak İnsanlık Halidir) başlıklı raporunu yayımladığında, 270 sayfalık belgenin dizininde tanı hatasına yalnızca iki atıf yer alıyordu. David Newman-Toker ve Peter Pronovost gibi hasta güvenliği alanında çalışan araştırmacılar 2000’li yıllarda yanlış tanıyı bir kriz olarak vurgulamaya başladıklarında, kurumsal ilgisizlik ve mesleki dirençle karşılaştılar. (…)

Değişime direnç

Tarih, bu savunmacılığın inovasyona da uzandığını gösteriyor. Tıp, mevcut teorileri ve uygulamaları sorgulayan yeni görüşlere defalarca direndi. (…) Tarihçi David Wootton’ın belirttiği gibi, tıbbın yeni gelişmelerle etkileşime girmekteki isteksizliği, ilerlemeyi sıklıkla yavaşlattı. Daha yakın zamanlarda doktorlar, hastaların kendi kayıtlarına erişebilecekleri çevrimiçi portallar gibi temel dijital araçlara direnç gösterdiler. 2021 yılında bile ABD’deki çoğu sağlık hizmet sağlayıcısı klinik bilgileri paylaşmak için hâlâ faks makineleri kullanıyordu. İngiltere’de ise Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) her yıl milyonlarca sterlini pul ve kâğıda harcıyor.

Tıpta muhafazakârlık her zaman bir kusur değildir. Filozof Thomas Kuhn, 1962 tarihli The Structure of Scientific Revolutions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) başlıklı kitabında, bilim camialarının değişim için kanıtlar ezici olana kadar paradigmalarını savunmaları gerektiğini öne sürüyordu. Aksi takdirde her moda akım alanı istikrarsızlaştırır. Ancak tıbbın ihtiyatlılığı çoğu zaman ihtiyatın ötesine geçiyor. Değişime direnilmesinin nedeni sadece iş yükü de değil; daha kolay olması ve bazen de mesleki çıkarları koruması.

Tıbbın tekelini ne kadar şiddetle koruduğunu düşünün. ABD’de hemşireler ve asistan doktorlar, birinci basamak hekimlerin şu anda yaptığı işlerin yüzde 90’ına kadarını yasal olarak yürütebiliyor. Çalışmalar, hemşirelerden bakım alan hastaların genellikle eşit veya daha yüksek memnuniyet bildirdiğini gösteriyor. Buna rağmen hekim grupları sürekli olarak onların özerkliğini sınırlamak için lobi faaliyetlerinde bulunuyor. Amerikan Tıp Birliği, doktorların hâkimiyetini korumak için her yıl on milyonlarca dolar (Silikon Vadisi’nin birçok devinden daha fazla) harcıyor. İngiliz Tıp Birliği ise asistan hekimlerin rolünün genişletilmesine karşı kampanya yürütmeye devam ediyor ve bunun doktorun ‘benzersiz rolünü’ tehdit ettiğini belirtiyor. Bu arada milyonlarca hasta zamanında bakım alamıyor.

Bu meslek örgütü zihniyeti, şeffaflığa yönelik tutumlarda da kendini gösteriyor. Hastaların artık tıbbi kayıtlarına erişme konusunda yasal hakları var, ancak ABD ve İngiltere’deki yetkililer çevrimiçi erişimi rutin hale getirmeye çalıştığında, meslek kuruluşları buna karşı çıktı. (…) Çevrimiçi erişimin ortaya çıkardığı durum ise rahatsız ediciydi: Hastaların beşte biri kayıtlarında hatalar bulduğunu, bunlardan bazılarının ciddi olduğunu bildirdi. Erişime bu kadar şiddetle karşı çıkılması şaşırtıcı değil yani. (…)

Sonuçları iyileştirmek

Tekrar belirtmeliyiz ki en önemli soru şu olmalı: Mevcut düzenlemeler güvenilir ve erişilebilir sağlık hizmeti sağlıyor mu? Cevap hayır ise, yapay zekâ da dahil olmak üzere yeni modeller daha iyi sonuç verebilir mi?

Dr. Robot’un mu yoksa insan doktorların mı daha iyi performans gösterdiğine veya hibrit bir düzenlemenin en iyi sonucu verip vermeyeceğine dair kanıtlara bile gelmeden önce, birçok doktor bu duruma tepki gösteriyor. Sağlık bilişimcisi olarak yıllardır pek çok ülkeden doktorlarla bu konuda anket yaptım ve savunmalarının neredeyse her zaman aynı olduğunu gördüm. Yapay zekânın ‘yargıda bulunma’ dedikleri şeye sahip olmadığı açık. Sezgisi, önsezisi, içgüdüsü veya hastaya karşı duyarlılığı yok. Bu bakış açısı, anestezi uzmanı Ronald Dworkin tarafından şu şekilde özetleniyor: ‘Yapay zekâ sezgi, şüphe, içgüdü, önsezi ve duygu gibi insani yeteneklerden yoksun olduğu için insani yargılama yeteneğinden de yoksundur. Sadece soyut kavramlarla, yani kelimelerle çalışabilir. Kelimelerin ötesine asla geçemez. Konuların derinliklerine asla inemez.’

Teknolojinin meslekler üzerindeki etkisini inceleyen Richard Susskind, insan yargısını yüceltme eğiliminde olduğumuzu, oysa daha temel bir soruyu sormamız gerektiğini savunuyor: İnsan yargısının çözüm olduğu sorunlar neler? Eğer sorun doğru teşhis ise, insan yargısının, yani doktorların yargısının tek çözüm olup olmadığı belirsizdir. Susskind burada, süreçler ve sonuçlar arasında dikkatli bir ayrım yapmamız gerektiğini belirtiyor. Tıp alanında, meslek mensupları genellikle sonuçlara odaklanmak yerine süreçlerini (muayene ritüellerini, hasta karşısındaki otoriteyi, tıp sanatını) korurlar.

Bu, süreç odaklı düşünmenin klasik bir örneği. Argüman, kararların nasıl alındığına dair gizemi koruyor; oysa asıl önemli soruyu sormayı ihmal ediyor: Bu kararlar hastalar için ne gibi sonuçlar doğuruyor? Acil servise şiddetli göğüs ağrısıyla gelen bir kişi, teşhisin insan sezgisinden mi yoksa bir algoritmadan mı geldiğiyle ilgilenmez; sadece teşhisin doğru, hızlı bir şekilde konulması ve doğru tedavinin uygulanmasıyla ilgilenir.” (…)

Yazar, birçoğumuz tanıdık süreçlere, yani bekleme odasının ritüeline, beyaz önlüğün otoritesine, muayenenin güven verici ritmine bağlanmış durumda olduğumuzu ancak bunların bir kısmının tercih değil sadece alışkanlık olduğunu söylüyor: “Hastalar bu aşinalıktan hoşlanabilirler, ancak sonuçta teşhislerin gecikmesi veya atlanması söz konusu olduğunda bilgeliğin nazik bir doktor veya bilgisayar arayüzü aracılığıyla mı sunulduğundan ziyade doğru teşhis, etkili tedavi ve insancıl bakım alıp almadıklarıyla daha çok ilgilenirler. (…)

Teknoloji, tıbbın eski kusurlarını dijital biçimde yeniden üretirse bizi kurtaramaz. Her yenilik, diğer sorunları çözse bile, kendi komplikasyonlarını da beraberinde getirir. Bu, ilerlemeyi durdurmak veya tartışmanın şartlarını önceden belirlemek için bir neden değildir. Yapay zekâ, derinleşen eşitsizliklerden yeni türden zararlara, iş kayıplarından çevresel maliyetlere kadar ciddi etik ve politik riskler taşıyor. Bu endişeler incelenmeyi hak ediyor. Ancak teknolojiyi çarpıtmak veya hayatta kalması tehlikede olan bir mesleğe sonsuza dek boyun eğmek yardımcı olmayacaktır. (…)

Dr. Robot’un rolü, tıbbın amacı ve kime hizmet etmesi gerektiğiyle ilgili daha geniş bir hesaplaşmanın parçası olacaktır. Mesele bir mesleği korumak değil, bir uygulamayı yeniden tasavvur etmektir. Bu bağlamda asıl acil soru yapay zekânın doktorların yerini alıp alamayacağı değil. Bunun lehine veya aleyhine kanıtlar yakında ortaya çıkacak ki çıkmalıdır da. Öncelikle önemli olan, tıbbı kendi sınırlamalarına bağlı tutan mitlerden kurtulmaya istekli olup olmadığımızdır. Ancak o zaman yeni sistemlerin ve süreçlerin hastalara şu ankilerden daha iyi hizmet edip edemeyeceği üzerine düşünebilir ve doğru bir sorgulama yapmaya başlayabiliriz.”

Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Charlotte Blease’in Aeon internet sitesinde yayımlanan “Are doctors replaceable?” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://aeon.co/essays/who-should-decide-the-role-of-ai-in-the-future-of-medicine

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x