Yeni bir pandemi nasıl durdurulacak?

Bilim insanları COVID-19 bitmeden daha beter salgınlara hazır olunması çağrısında bulunuyor. Küresel sağlık güvenliği nasıl sağlanabilir? Hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum bir sonraki pandemiyle baş etmek için ne yapmalı?

Tarihin en büyük salgınında bilim üstüne düşeni yaptı ve rekor hızda aşı üretmeyi başardı. 2021’e daha umutlu giriyoruz. Ancak daha ve büyük ve daha ölümcül bir pandemi tehlikesi ortadan kalkmadı.

Johns Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi Kıdemli Araştırmacısı Jennifer Nuzzo, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı ve kaçınılmaz gibi gözüken yeni pandemilere nasıl hazırlanılması gerektiğini anlattığı yazısına bir tespitle başlıyor. Ona göre, içinden geçtiğimiz süreç, uluslararası örgütlerin, devletlerin ve sağlık sistemlerinin yeni ve daha ölümcül bir salgına hazır olmadığını gösterdi:

“COVID-19 pandemisi, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’un ifadesiyle, ‘yüzyılda bir kez yaşanan bir sağlık krizi.’ Nitekim bu kadar kasıp kavuran son halk sağlığı krizi, 1918’de başlayan ve dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini hasta eden ve en az 50 milyon insanı öldüren büyük grip salgınıydı. Ancak küresel koşullar virüslerin yayılmasına gittikçe daha açık hale geldiğinden mevcut salgının, dünyanın bu yüzyılda karşılaştığı son salgını olarak kalması ihtimali düşük. En kötüsü bile olmayabilir.

Yeni koronavirüs, tuhaf biçimde buna hazır olmayan bir dünyayı vurdu. Virüsün yayılmasını önleyecek imkânlardan (yani yaygın test yapma ve izleme) yoksun ülkeler ekonomilerini kapatıp insanlara evde kalmalarını emretmek dışında çok az seçeneğe sahipti. Bu politikalar, ilkbaharın sonlarına doğru vaka sayısındaki artışı yavaşlatacak kadar iyi çalıştı. Ancak hükümetler yaz boyunca ve sonbaharda söz konusu kısıtlamaları gevşetme baskısıyla karşılaştı ve vakalar yeniden arttı. (…)

Pandeminin ekonomik ve toplumsal etkileri onlarca yıl sürecek. 2020’de dünya gelirinin yüzde beş daralması bekleniyor. (…) Dünya çapında bir milyardan fazla çocuğun eğitimi kesintiye uğradı. Dünya Bankası, salgın nedeniyle 150 milyon kişinin daha aşırı yoksulluğa düşeceği konusunda uyardı.

Bu sarsıcı sayılar, küresel sistemlerin pandemilere karşı korunma konusundaki ciddi yetersizliğini ortaya koyuyor.

Halk sağlığı mimarisi pandemiye göre kurulmadı

Günümüzün halk sağlığı mimarisi salgın hastalıklara ve epidemilere karşı inşa edilmiştir ama pandemiler farklı bir yaklaşım gerektirir. Salgınlarda hastalığın yayılması coğrafi olarak sınırlıdır. Bu nedenle etkilenmeyen ülkeler, en azından teoride, etkilenenlere yardım edebilir. Bununla birlikte, bir pandemide neredeyse herkes aynı anda darbe alır bu da DSÖ, Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşların sınırlı kaynaklarına çok daha fazla talep geleceği anlamına gelir. Dolayısıyla bu aynı zamanda pandemilerde ülkelerin virüsün yayılmasını önlemek için kendilerinden başka güvenecekleri kimse olmadığı anlamına geliyor.

ABD ve diğer ülkeler haklı olarak mevcut krizden kurtulmaya odaklanmış durumdalar ancak ve bir sonraki kriz için de hazırlanmaya odaklanmaları gerekiyor. Bu da ülkelerin küresel sağlık güvenliği hakkında düşünme şekillerinde köklü bir değişikliği gerektiriyor. DSÖ ve diğer uluslararası kurumlara, ortaya çıkan tehditleri tespit etmek için ihtiyaç duydukları kaynaklar ve yetkiler vermelidir. Ayrıca bir pandemiye gerçek anlamda küresel bir yanıt verebilmek için verileri paylaşmak ve ortak denemeler yapmak için anlaşmalar yapmak zorundalar. Aksi takdirde, dünyanın tepkisi bir kez daha çok az ve çok geç olacaktır.”

Dünya “taştı” salgın hastalıklar arttı

Dünyada solunum yolu virüslerin yol açtığı salgınların son dönemde arttığına dikkat çeken Jennifer Nuzzo’ya göre bir sonraki pandemiye de büyük ihtimalle benzeri bir virüs neden olacak:

“Günümüzde bu tür bir yayılma, patojenlerin yeni elverişli topluluklara ulaşmasına imkân tanıyan uluslararası seyahat, kitlesel yer değiştirme, göç ve kentleşme çağında çok daha kolaydır. Ayrıca obezite dahil kronik hastalıkların yaygınlığı, bu tip hastalıklara sahip kişilere virüs bulaştığında ciddi vakaların ortaya çıkışını kolaylaştırıyor.

Nisan 2009’da tespit edilen H1N1 gribinin tüm dünyada yayılması sadece iki ay, 150 bin ile 575 bin kadar ölüme neden olması sadece bir yıl sürdü. (…) Yeni bulaşıcı hastalıkların sayısı 1940’tan bu yana istikrarlı bir şekilde artıyor. Bu yeni patojenlerin çoğu vahşi hayvanlarda ortaya çıktı ve insanlara sıçradı. “Taşma” olarak adlandırılan bu fenomene küreselleşme, insanların doğayı giderek daha fazla gasp etmesi neden oluyor.

Yeni, endişe verici patojenlerin ortaya çıkması bekleniyor; küresel bir pandemiye neden olup olmayacakları, dünyanın nasıl tepki verdiğine ve vereceğine bağlıdır. Küresel koşullar patojenleri güçlendirirken bile, ülkeler ve uluslararası kuruluşlar salgınların epidemilere hastalıklara dönüşmesini ve epidemilerin pandemi haline gelmesini önlemek için tedbir alabilir. Ancak bunu başarılı bir şekilde yapmak, temel göreve yaklaşım şeklini değiştirmeyi gerektirir.”

DSÖ sorgulanıyor

Jennifer Nuzzo, yazısında Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sahip olduğu yetkilere rağmen geçmişte olduğu gibi COVID-19 krizinde de pandemi ilan etmede geciktiğini belirtiyor:

“DSÖ’nün muhakeme gücü, COVID-19, Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde yayılmaya başladığında tekrar sorgulanmaya başladı. 22 ve 23 Ocak’taki toplantılarda organizasyon, daha önce Çin’den gelen verilerin yetersiz olduğunu iddia ederek acil durum ilan etmeyi reddetti, bir hafta sonra dümen kırdı. Virüsün yayılması açısından bir haftalık gecikme pek önemli olmayabilir ancak bu gecikme rahatsız edici başka bir şeyi gösterdi: DSÖ, Pekin’in bağımsız, bilime dayalı olması gereken süreci etkilemesine izin veriyordu.

Yönetmelikler, DSÖ’ye seyahat ve ticarette hangi kısıtlamalarının gerekli ve hangilerinin gereksiz olduğu dair tavsiyelerde bulunma yetkisi veriyor ama hükümetler genellikle bildiklerini okuyorlar…

COVID-19 ilk ortaya çıktığında, DSÖ, seyahat kısıtlamaları önermeyerek halen süren bir tartışma başlattı. Ancak DSÖ’nun aklında daha büyük bir kaygı vardı: Bu tür kısıtlamaların getirilme olasılığı, ülkeleri büyük salgınları bildirmek konusunda isteksiz hale getirebilir. Ülkeler yeni salgın raporlarına, onları ilk bildirenleri cezalandırarak yanıt verdiğinde, erken teşhisin altını oyuyor. Dünyanın geri kalanı bir salgını ne kadar geç öğrenirse, yanıt vermek o kadar zor olur. İdeal olan, salgınları erken bildirme yükümlülüklerini yerine getiren ülkelerin yardım ve kaynaklara erişim önceliği ile ödüllendirilmesidir, cezalandırılması değil.”

Devlet öncelikle sağlık sistemlerini güçlendirmeli

Nuzzo, DSÖ’nün hata ve eksiklerine rağmen pandemilerde nihai karar ve eylemlerin devletler tarafından alındığına dikkat çekiyor ve çoğunun uyarılara rağmen yeni salgınlara hazırlıklı olmak için gerekenler yapmak yerine “ayak sürüdüğünü” belirtiyor:

“Ülkeler gelişmekte olan salgının ciddiyetini kavramaya başladıklarında ise karşılarında yetersiz sağlık hizmetlerinin yarattığı engelleri buldular. Kapatmalar gibi “eğriyi düzleştirme” çabaları, büyük ölçüde hastanelerin bir hasta akınında boğulmasını önlemeyi amaçlıyordu. (…) Sağlık çalışanları için yeterli kişisel koruyucu ekipmanın bulunmadığının fark edilmesi sadece endişeyi artırdı.

Ülkeler, sağlık tesislerinin COVID-19 ile baş edemeyeceğinden korkmakta haklıydı. (…) 2019 Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’ne göre, incelenen 195 ülkenin (…) ‘sağlık sistemlerinin pandemiye hazırlık oranı’ yüzde 26’ydı. Zengin ülkeler bile bu kategoride en çok puanı kaybetti.

Yine de hastane ve klinikler, halk sağlığıyla ilgili acil durumların maliyetinin azaltılması veya artmasında merkezi bir rol oynasa da, hükümetler onlara baştan savma destekte bulundular. (…) COVID-19, hem küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığını hem de tıbbi malzemelerin dünya çapında eşitsiz dağılımını ortaya çıkardı. Özellikle düşük gelirli ülkeler ciddi bir maske, solunum cihazı, eldiven, önlük ve daha pek çok şeyin kıtlığını yaşadı.”

Devletlerin boşluğunu üniversite ve STK’lar doldurdu

Hastalıkların nasıl ortaya çıktığına ve dağıldığına ilişkin yapılan sistematik gözlemler anlamına gelen sürveyans çabalarının ne kadar yetersiz olduğu da bu pandemide ortaya çıktı. Önceleri, hastalığın yayılmasını gerçek zamanlı olarak izlemek için tek bir resmî kaynak olmadığı açıktı ve bu da halk sağlığı araştırmacılarını boşluğu doldurmak için büyük çaba sarf etmeye sevk etti. Johns Hopkins Üniversitesi’nin COVID-19 kontrol paneli (Worldometer.com), dünyanın dört bir yanından güvenilir, güncel vaka sayılarını yayınlayan ilk yerlerden biri olarak ortaya çıktı. Ancak pandeminin yayılmasıyla ilgili bilgi için DSÖ yerine bir üniversite web sitesinin başvurulan kaynak haline gelmesi, uluslararası sürveyanstaki boşlukları ortaya çıkardı. Hükümetlerin potansiyel pandemilerle ilgili verileri paylaşmaları gerektiğine dair net beklentiler veya bunu yapmaları için standart bir yöntem da yok.

Surveyans çabalarının temel bir kusuru, hükümetlerin gönüllü raporlarına güvenmeleridir. Çin hükümeti, COVID-19 Wuhan’da ortaya çıktığında, vaka sayısı ve bulaşma hızı hakkında bilgi paylaşımını erteleyerek dünyanın geri kalanının yeni patojeni daha iyi anlamasının önüne geçti. Verileri zamanında ve eksiksiz bir şekilde rapor etmeleri için bireysel hükümetlere güvenmek iyi sonuç vermedi. Sivil toplum kaynakları genellikle daha güvenilir. Sonuçta ABD’de yeni koronavirüs halka bulaştığını ilk tespit eden kuruluş Bill Gates tarafından finanse edilen bir proje olan Seattle Flu Study’dir. Bu tür girişimler teşvik edilmelidir. Örneğin sağlık tesisleri, hastaneye yatış verilerini paylaşan küresel bir ağ oluşturmak için bir araya gelmelidir.

Hükümetler ayrıca ortaya çıkan patojen örneklerini paylaşma sözü vermelidir. Çinli araştırmacılar, yeni koronavirüs ile enfekte olmuş hastalardan erken genetik sıralama verilerini paylaşsalar da, virüs örneklerini sakladılar. İsteksizlikleri sorunluydu çünkü bilim adamlarının aşı, ilaç ve teşhis testleri geliştirmek için genetik örneklerden daha fazlasına, gerçek virüs örneklerine ihtiyaçları var. (…)

Afetten korkma, hazırsızlıktan kork

Jennifer Nuzzo yazısına bir sonraki pandeminin insan eliyle olabileceği uyarısında da bulunuyor ancak tek çarenin hazırlıklı olmak olduğunu belirterek yazısına son veriyor:

“COVID-19 ne kadar zor olsa da, daha da kötü senaryolar var. Yeni tedaviler ve aşılar geliştirmek için gerekli olan aynı bilimsel ilerlemeler, aynı zamanda, doğal ya da laboratuarda üretilmiş – ölümcül yeni bir patojenin kazara ya da kasıtlı olarak salınması olasılığını da artırmaktadır. Böyle bir olaydan kaynaklanan zarar, şimdiye kadar görülen her şeyi gölgede bırakabilir. Yeni bir patojen, bilinen hastalıklardan daha şiddetli olduğu gibi geleneksel tanı ve tedavi yöntemlerine de dirençli olabilir. Dahası, kasıtlı olarak serbest bırakıldığı düşünülürse, ülkelerin güvenlik ve istihbarat teşkilatları da hiç şüphesiz harekete geçecektir. Şeffaf davranmaları ve patojenin doğası hakkında bilgi paylaşmaları olası değildir. Bu da ülkelerin risklerini değerlendirmelerini ve kanıta dayalı müdahale planları geliştirmelerini zorlaştırabilir.

Şubat 2020’de Münih Güvenlik Konferansı’nda yapılan bir tatbikat, dünyanın böyle bir senaryoya ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Önemli bir bulgu, doğal hastalıklarla uğraşmanın yeterince zor olduğu, ancak kasıtlı bir hastalıkla uğraşmanın halk sağlığı kurumlarında bulunanların ötesinde yetenekler gerektirmesiydi. Ayrıca böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda kimin sorumlu olacağı net değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün yetkisi, doğal kaynaklı salgınlara karşı küresel tepkiye liderlik etmeyi kapsasa da, devlet destekli biyolojik saldırıları soruşturma yetkisine sahip olan kişi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteridir. Doğal ya da bir devletin sorumlu olduğu bir olayı kimin araştıracağı da açık değildir. Ülkelerin, acil bir durumda anında halletmeye çalışmak yerine, hemen iş bölümüne göre hareket etmeleri gerekiyor.

Yeni bir patojenin kazara veya kasıtlı olarak salınmasın yol açacağı muazzam sonuçları sayılarla ifade etmek zor. Bu yüzden kesinlikle daha fazla dikkat edilmesi gerekiyor. Hükümetler, özel sektör ve hayırseverlerle birlikte çalışarak, biyolojik araştırmaları korumak için kural, kaide ve güvenlik önlemleri oluşturmalı ve bu çabalar başarısız olursa nasıl yanıt vereceklerine dair planlar yapmalıdır. Amaç, kötü niyetli hükümetler veya insanların bir felakete yol açmalarını önlemek olmalıdır. Tabii ki, COVID-19’un gösterdiği gibi, afetler kötü niyet gerektirmez. Hazırlıksız olmamak yeterlidir.

Bu yazı ilk kez 31 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yeni bir pandemi nasıl durdurulacak?

Bilim insanları COVID-19 bitmeden daha beter salgınlara hazır olunması çağrısında bulunuyor. Küresel sağlık güvenliği nasıl sağlanabilir? Hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum bir sonraki pandemiyle baş etmek için ne yapmalı?

Tarihin en büyük salgınında bilim üstüne düşeni yaptı ve rekor hızda aşı üretmeyi başardı. 2021’e daha umutlu giriyoruz. Ancak daha ve büyük ve daha ölümcül bir pandemi tehlikesi ortadan kalkmadı.

Johns Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi Kıdemli Araştırmacısı Jennifer Nuzzo, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı ve kaçınılmaz gibi gözüken yeni pandemilere nasıl hazırlanılması gerektiğini anlattığı yazısına bir tespitle başlıyor. Ona göre, içinden geçtiğimiz süreç, uluslararası örgütlerin, devletlerin ve sağlık sistemlerinin yeni ve daha ölümcül bir salgına hazır olmadığını gösterdi:

“COVID-19 pandemisi, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’un ifadesiyle, ‘yüzyılda bir kez yaşanan bir sağlık krizi.’ Nitekim bu kadar kasıp kavuran son halk sağlığı krizi, 1918’de başlayan ve dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini hasta eden ve en az 50 milyon insanı öldüren büyük grip salgınıydı. Ancak küresel koşullar virüslerin yayılmasına gittikçe daha açık hale geldiğinden mevcut salgının, dünyanın bu yüzyılda karşılaştığı son salgını olarak kalması ihtimali düşük. En kötüsü bile olmayabilir.

Yeni koronavirüs, tuhaf biçimde buna hazır olmayan bir dünyayı vurdu. Virüsün yayılmasını önleyecek imkânlardan (yani yaygın test yapma ve izleme) yoksun ülkeler ekonomilerini kapatıp insanlara evde kalmalarını emretmek dışında çok az seçeneğe sahipti. Bu politikalar, ilkbaharın sonlarına doğru vaka sayısındaki artışı yavaşlatacak kadar iyi çalıştı. Ancak hükümetler yaz boyunca ve sonbaharda söz konusu kısıtlamaları gevşetme baskısıyla karşılaştı ve vakalar yeniden arttı. (…)

Pandeminin ekonomik ve toplumsal etkileri onlarca yıl sürecek. 2020’de dünya gelirinin yüzde beş daralması bekleniyor. (…) Dünya çapında bir milyardan fazla çocuğun eğitimi kesintiye uğradı. Dünya Bankası, salgın nedeniyle 150 milyon kişinin daha aşırı yoksulluğa düşeceği konusunda uyardı.

Bu sarsıcı sayılar, küresel sistemlerin pandemilere karşı korunma konusundaki ciddi yetersizliğini ortaya koyuyor.

Halk sağlığı mimarisi pandemiye göre kurulmadı

Günümüzün halk sağlığı mimarisi salgın hastalıklara ve epidemilere karşı inşa edilmiştir ama pandemiler farklı bir yaklaşım gerektirir. Salgınlarda hastalığın yayılması coğrafi olarak sınırlıdır. Bu nedenle etkilenmeyen ülkeler, en azından teoride, etkilenenlere yardım edebilir. Bununla birlikte, bir pandemide neredeyse herkes aynı anda darbe alır bu da DSÖ, Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşların sınırlı kaynaklarına çok daha fazla talep geleceği anlamına gelir. Dolayısıyla bu aynı zamanda pandemilerde ülkelerin virüsün yayılmasını önlemek için kendilerinden başka güvenecekleri kimse olmadığı anlamına geliyor.

ABD ve diğer ülkeler haklı olarak mevcut krizden kurtulmaya odaklanmış durumdalar ancak ve bir sonraki kriz için de hazırlanmaya odaklanmaları gerekiyor. Bu da ülkelerin küresel sağlık güvenliği hakkında düşünme şekillerinde köklü bir değişikliği gerektiriyor. DSÖ ve diğer uluslararası kurumlara, ortaya çıkan tehditleri tespit etmek için ihtiyaç duydukları kaynaklar ve yetkiler vermelidir. Ayrıca bir pandemiye gerçek anlamda küresel bir yanıt verebilmek için verileri paylaşmak ve ortak denemeler yapmak için anlaşmalar yapmak zorundalar. Aksi takdirde, dünyanın tepkisi bir kez daha çok az ve çok geç olacaktır.”

Dünya “taştı” salgın hastalıklar arttı

Dünyada solunum yolu virüslerin yol açtığı salgınların son dönemde arttığına dikkat çeken Jennifer Nuzzo’ya göre bir sonraki pandemiye de büyük ihtimalle benzeri bir virüs neden olacak:

“Günümüzde bu tür bir yayılma, patojenlerin yeni elverişli topluluklara ulaşmasına imkân tanıyan uluslararası seyahat, kitlesel yer değiştirme, göç ve kentleşme çağında çok daha kolaydır. Ayrıca obezite dahil kronik hastalıkların yaygınlığı, bu tip hastalıklara sahip kişilere virüs bulaştığında ciddi vakaların ortaya çıkışını kolaylaştırıyor.

Nisan 2009’da tespit edilen H1N1 gribinin tüm dünyada yayılması sadece iki ay, 150 bin ile 575 bin kadar ölüme neden olması sadece bir yıl sürdü. (…) Yeni bulaşıcı hastalıkların sayısı 1940’tan bu yana istikrarlı bir şekilde artıyor. Bu yeni patojenlerin çoğu vahşi hayvanlarda ortaya çıktı ve insanlara sıçradı. “Taşma” olarak adlandırılan bu fenomene küreselleşme, insanların doğayı giderek daha fazla gasp etmesi neden oluyor.

Yeni, endişe verici patojenlerin ortaya çıkması bekleniyor; küresel bir pandemiye neden olup olmayacakları, dünyanın nasıl tepki verdiğine ve vereceğine bağlıdır. Küresel koşullar patojenleri güçlendirirken bile, ülkeler ve uluslararası kuruluşlar salgınların epidemilere hastalıklara dönüşmesini ve epidemilerin pandemi haline gelmesini önlemek için tedbir alabilir. Ancak bunu başarılı bir şekilde yapmak, temel göreve yaklaşım şeklini değiştirmeyi gerektirir.”

DSÖ sorgulanıyor

Jennifer Nuzzo, yazısında Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sahip olduğu yetkilere rağmen geçmişte olduğu gibi COVID-19 krizinde de pandemi ilan etmede geciktiğini belirtiyor:

“DSÖ’nün muhakeme gücü, COVID-19, Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde yayılmaya başladığında tekrar sorgulanmaya başladı. 22 ve 23 Ocak’taki toplantılarda organizasyon, daha önce Çin’den gelen verilerin yetersiz olduğunu iddia ederek acil durum ilan etmeyi reddetti, bir hafta sonra dümen kırdı. Virüsün yayılması açısından bir haftalık gecikme pek önemli olmayabilir ancak bu gecikme rahatsız edici başka bir şeyi gösterdi: DSÖ, Pekin’in bağımsız, bilime dayalı olması gereken süreci etkilemesine izin veriyordu.

Yönetmelikler, DSÖ’ye seyahat ve ticarette hangi kısıtlamalarının gerekli ve hangilerinin gereksiz olduğu dair tavsiyelerde bulunma yetkisi veriyor ama hükümetler genellikle bildiklerini okuyorlar…

COVID-19 ilk ortaya çıktığında, DSÖ, seyahat kısıtlamaları önermeyerek halen süren bir tartışma başlattı. Ancak DSÖ’nun aklında daha büyük bir kaygı vardı: Bu tür kısıtlamaların getirilme olasılığı, ülkeleri büyük salgınları bildirmek konusunda isteksiz hale getirebilir. Ülkeler yeni salgın raporlarına, onları ilk bildirenleri cezalandırarak yanıt verdiğinde, erken teşhisin altını oyuyor. Dünyanın geri kalanı bir salgını ne kadar geç öğrenirse, yanıt vermek o kadar zor olur. İdeal olan, salgınları erken bildirme yükümlülüklerini yerine getiren ülkelerin yardım ve kaynaklara erişim önceliği ile ödüllendirilmesidir, cezalandırılması değil.”

Devlet öncelikle sağlık sistemlerini güçlendirmeli

Nuzzo, DSÖ’nün hata ve eksiklerine rağmen pandemilerde nihai karar ve eylemlerin devletler tarafından alındığına dikkat çekiyor ve çoğunun uyarılara rağmen yeni salgınlara hazırlıklı olmak için gerekenler yapmak yerine “ayak sürüdüğünü” belirtiyor:

“Ülkeler gelişmekte olan salgının ciddiyetini kavramaya başladıklarında ise karşılarında yetersiz sağlık hizmetlerinin yarattığı engelleri buldular. Kapatmalar gibi “eğriyi düzleştirme” çabaları, büyük ölçüde hastanelerin bir hasta akınında boğulmasını önlemeyi amaçlıyordu. (…) Sağlık çalışanları için yeterli kişisel koruyucu ekipmanın bulunmadığının fark edilmesi sadece endişeyi artırdı.

Ülkeler, sağlık tesislerinin COVID-19 ile baş edemeyeceğinden korkmakta haklıydı. (…) 2019 Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’ne göre, incelenen 195 ülkenin (…) ‘sağlık sistemlerinin pandemiye hazırlık oranı’ yüzde 26’ydı. Zengin ülkeler bile bu kategoride en çok puanı kaybetti.

Yine de hastane ve klinikler, halk sağlığıyla ilgili acil durumların maliyetinin azaltılması veya artmasında merkezi bir rol oynasa da, hükümetler onlara baştan savma destekte bulundular. (…) COVID-19, hem küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığını hem de tıbbi malzemelerin dünya çapında eşitsiz dağılımını ortaya çıkardı. Özellikle düşük gelirli ülkeler ciddi bir maske, solunum cihazı, eldiven, önlük ve daha pek çok şeyin kıtlığını yaşadı.”

Devletlerin boşluğunu üniversite ve STK’lar doldurdu

Hastalıkların nasıl ortaya çıktığına ve dağıldığına ilişkin yapılan sistematik gözlemler anlamına gelen sürveyans çabalarının ne kadar yetersiz olduğu da bu pandemide ortaya çıktı. Önceleri, hastalığın yayılmasını gerçek zamanlı olarak izlemek için tek bir resmî kaynak olmadığı açıktı ve bu da halk sağlığı araştırmacılarını boşluğu doldurmak için büyük çaba sarf etmeye sevk etti. Johns Hopkins Üniversitesi’nin COVID-19 kontrol paneli (Worldometer.com), dünyanın dört bir yanından güvenilir, güncel vaka sayılarını yayınlayan ilk yerlerden biri olarak ortaya çıktı. Ancak pandeminin yayılmasıyla ilgili bilgi için DSÖ yerine bir üniversite web sitesinin başvurulan kaynak haline gelmesi, uluslararası sürveyanstaki boşlukları ortaya çıkardı. Hükümetlerin potansiyel pandemilerle ilgili verileri paylaşmaları gerektiğine dair net beklentiler veya bunu yapmaları için standart bir yöntem da yok.

Surveyans çabalarının temel bir kusuru, hükümetlerin gönüllü raporlarına güvenmeleridir. Çin hükümeti, COVID-19 Wuhan’da ortaya çıktığında, vaka sayısı ve bulaşma hızı hakkında bilgi paylaşımını erteleyerek dünyanın geri kalanının yeni patojeni daha iyi anlamasının önüne geçti. Verileri zamanında ve eksiksiz bir şekilde rapor etmeleri için bireysel hükümetlere güvenmek iyi sonuç vermedi. Sivil toplum kaynakları genellikle daha güvenilir. Sonuçta ABD’de yeni koronavirüs halka bulaştığını ilk tespit eden kuruluş Bill Gates tarafından finanse edilen bir proje olan Seattle Flu Study’dir. Bu tür girişimler teşvik edilmelidir. Örneğin sağlık tesisleri, hastaneye yatış verilerini paylaşan küresel bir ağ oluşturmak için bir araya gelmelidir.

Hükümetler ayrıca ortaya çıkan patojen örneklerini paylaşma sözü vermelidir. Çinli araştırmacılar, yeni koronavirüs ile enfekte olmuş hastalardan erken genetik sıralama verilerini paylaşsalar da, virüs örneklerini sakladılar. İsteksizlikleri sorunluydu çünkü bilim adamlarının aşı, ilaç ve teşhis testleri geliştirmek için genetik örneklerden daha fazlasına, gerçek virüs örneklerine ihtiyaçları var. (…)

Afetten korkma, hazırsızlıktan kork

Jennifer Nuzzo yazısına bir sonraki pandeminin insan eliyle olabileceği uyarısında da bulunuyor ancak tek çarenin hazırlıklı olmak olduğunu belirterek yazısına son veriyor:

“COVID-19 ne kadar zor olsa da, daha da kötü senaryolar var. Yeni tedaviler ve aşılar geliştirmek için gerekli olan aynı bilimsel ilerlemeler, aynı zamanda, doğal ya da laboratuarda üretilmiş – ölümcül yeni bir patojenin kazara ya da kasıtlı olarak salınması olasılığını da artırmaktadır. Böyle bir olaydan kaynaklanan zarar, şimdiye kadar görülen her şeyi gölgede bırakabilir. Yeni bir patojen, bilinen hastalıklardan daha şiddetli olduğu gibi geleneksel tanı ve tedavi yöntemlerine de dirençli olabilir. Dahası, kasıtlı olarak serbest bırakıldığı düşünülürse, ülkelerin güvenlik ve istihbarat teşkilatları da hiç şüphesiz harekete geçecektir. Şeffaf davranmaları ve patojenin doğası hakkında bilgi paylaşmaları olası değildir. Bu da ülkelerin risklerini değerlendirmelerini ve kanıta dayalı müdahale planları geliştirmelerini zorlaştırabilir.

Şubat 2020’de Münih Güvenlik Konferansı’nda yapılan bir tatbikat, dünyanın böyle bir senaryoya ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Önemli bir bulgu, doğal hastalıklarla uğraşmanın yeterince zor olduğu, ancak kasıtlı bir hastalıkla uğraşmanın halk sağlığı kurumlarında bulunanların ötesinde yetenekler gerektirmesiydi. Ayrıca böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda kimin sorumlu olacağı net değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün yetkisi, doğal kaynaklı salgınlara karşı küresel tepkiye liderlik etmeyi kapsasa da, devlet destekli biyolojik saldırıları soruşturma yetkisine sahip olan kişi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteridir. Doğal ya da bir devletin sorumlu olduğu bir olayı kimin araştıracağı da açık değildir. Ülkelerin, acil bir durumda anında halletmeye çalışmak yerine, hemen iş bölümüne göre hareket etmeleri gerekiyor.

Yeni bir patojenin kazara veya kasıtlı olarak salınmasın yol açacağı muazzam sonuçları sayılarla ifade etmek zor. Bu yüzden kesinlikle daha fazla dikkat edilmesi gerekiyor. Hükümetler, özel sektör ve hayırseverlerle birlikte çalışarak, biyolojik araştırmaları korumak için kural, kaide ve güvenlik önlemleri oluşturmalı ve bu çabalar başarısız olursa nasıl yanıt vereceklerine dair planlar yapmalıdır. Amaç, kötü niyetli hükümetler veya insanların bir felakete yol açmalarını önlemek olmalıdır. Tabii ki, COVID-19’un gösterdiği gibi, afetler kötü niyet gerektirmez. Hazırlıksız olmamak yeterlidir.

Bu yazı ilk kez 31 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x