İletişimin bunca ilerlediği, hemen hemen her şeyin İngilizce, İspanyolca yahut Arapça yazıldığı bir süreçte, “Yabancı dil öğrenimi kişiye ne fayda sağlar?” sorusu artık komik kalıyor. Çok açık bir gerçek var ki, ana dil dışında bilinen her yeni dil, kişiye pek çok fırsatın kapısını ardına kadar açıyor.
Ancak şurası da bir gerçek ki, çocukken dil öğrenmek hem daha kolay hem de eğlenceli. Yaş ilerledikçe öğrenme zorlaşıyor ve eğlence bazen eziyete dönüşebiliyor.
Bilimsel makaleleri kolay okunur hale getirmesiyle popüler olan Wissenschaft.de adlı sitede Martin Vieweg’in Kaliforniya Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya sırtını dayayarak yazdığı makale, yabancı dil öğrenimi konusunda hayli dikkat çekici.
Yazıdan önemli bölümleri aktarıyoruz:
“Yabancı dil öğrenmenin en önemli noktası şudur: Kendinizi keşfeder, çok yönlü düşünür ve kendinizi daha iyi ifade etmeye başlarsınız. Aynı zamanda daha hızlı öğrendiğinizi ve daha yaratıcı olmaya başladığınızı görürsünüz. Tüm bunlara sahip olmak da sizi nitelikli biri haline getirir.
Peki, yetişkinlik döneminde beynimiz yeni bir dili nasıl öğrenebilir?
Epilepsi hastaları üzerinde yapılan bir araştırma, beynin mevcut dil becerilerini etkilemeden yeni ses sistemlerini öğrenmede, bu görevle nasıl başa çıktığı hususunda araştırmacılara farklı bir bakış açısı sunmuş. Yapılan bu araştırmaya göre, görsellik ve sağlamlık arasındaki denge ile ilişkili olarak nöronal ince bir ayar olduğu ortaya çıkmış. Artık zihinde daha fazla istikrara yönelik bireysel bir eğilim olduğu ve bunun dil öğrenmede yaşanan güçlükleri ile ilişkilendirilebileceği düşünülüyor.
Neden yaşlandıkça dil öğrenmek zorlaşır?
Yetişkinlikte yabancı dil öğrenmenin zor olduğu ve bu yaş döneminde öğrenme yeteneğinin kişiden kişiye farklılık gösterdiği elbette ki biliniyor. Biliniyor da, bunun nedeni ne?
Bu soruyu cevaplarken öncelikle öğrenme sürecinde, başlangıçta, dilin türüne bağlı olarak, zaten aşina olduğumuz konuşma seslerinden az ya da çok farklı olan yeni sesleri tanıyabileceğimiz temel bilgilere bir göz atmak daha mantıklı olacaktır.
San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde, Nörobilim Enstitüsü’nde görevli Matthew Leonard, bu konuda şunları söylüyor:
“Alışkanlık, bir dil öğrenmede çok önemli bir adım olmasına rağmen, şimdiye kadar pek araştırılmamıştır. Bu nedenle, çalışmalarımızın bir parçası olarak, öğrenmenin bu ilk aşamasında sesleri ayrıt etmekle ilgili beyin bölgelerinde neler olduğuna dair ışık tutmaya çalışmaktayız.”
Epilepsi hastaları beyin araştırmalarını desteklemekte…
Araştırmacılara, nöbetlerinin kaynağını tam anlamıyla belirlenmesi adına tedavilerinin bir parçası olarak beyinlerine elektrotlar implante edilen, yani vücut içerisine ve canlı dokulara cansız maddeler yerleştirilen on yetişkin epilepsi hastasından elde edilen verilerin sonuçları sunulmuş. Görülmüş ki, bu elektrot sensörleri, bilim adamlarının, çalışmaya katılanların beyinlerinin farklı alanlarındaki belirli sinir gruplarının aktivitesini ayrıntılı olarak kaydetmelerine izin vermekte. Çalışma esnasında ana odak noktası, dil yeteneğindeki önemi iyi bilinen beynin ilgili alanı olmuş. İşte bu noktada bilim adamlarının amacı, yabancı bir kişinin, farklı bir dilin seslerine aşina hale geldikçe nöronal aktivitenin nasıl değiştiğini kaydetmek olmuş.
Ana dili İngilizce olan deneklere, Çince dillerinden biri olan Mandarin dilinin sesleri dinletilmiş. Bu dil, bir kelimenin anlamının sadece ünlü ve ünsüz seslere değil, aynı zamanda sesin perdesindeki ince değişikliklere de bağlı olan tonal bir dil olduğu için özel bir zorluk teşkil ediyor çünkü. Örneğin ‘ma’ hecesi, yükselen veya düşen bir sesle telaffuz edilip edilmemesine bağlı olarak farklı bir anlam taşıyabiliyor. İngilizce gibi tonal olmayan dilleri konuşanların bu tanıdık olmayan sesleri doğru bir şekilde telaffuz edebilmeleri zordur.
Çalışma esnasında deneklerden, farklı Mandarin konuşmacılarının kayıtlarda belirli bir heceyi nasıl telaffuz ettiklerini tanımaları istenmiş. Her dinleme seansından sonra, araştırmacılar tonun yükselip yükselmediği, düşüp düşmediği ya da aynı kalıp kalmadığına dair düşüncelerini belirtmişler ve doğu olup olmadığına dair geri bildirim almışlar.
Hastalar bu görevi birden fazla sefer beş ila 10 dakikalık seanslarda yaklaşık 200 kez tekrarlamışlar.
Araştırmacılar bu deney esnasında performans dalgalanmaları olduğunu bildirmiş olmalarına rağmen, bu şekilde tonları kategorize etmeye çalışmışlar.
Doçent Matthew Leonard, bu durumu şöyle izah ediyor:
‘Çoğu zaman, denekler bir dizi denemede başarılı olmuş, sonrasında yanlış olma eğilimine girmiş ve neticesinde tekrar doğru algılamaya yönelmişler. Denekler bu çalışma esnasında, öğrenme sürecinin bir parçası gibi görünen bir tür gelgit yaşamışlar.’
İnce ayar süreci
Araştırmacılar, performanslarda oluşan bu tür değişikliklerin, sinirsel değerlendirmelerinin sonuçlarıyla ilgili olduğu görüşünde. Bu sonuçlara göre, yabancı fonetik sistemin temel öğrenme sürecinde şaşırtıcı bir örüntü ortaya çıktığı ise bir gerçek.
Daha önce bu hususta, bir kişinin aşina olduğu bir dille karşılaştığında, dil korteksindeki aktivitenin arttığı düşünülmüştür. Şimdi ise bilim adamları, beynin bu bölgesinde belirli işitsel konuşma girdilerine yanıt olarak aktivitenin bazı bölümlerinde artan ve diğerlerinde azalan bir dizi değişikler olduğunu keşfetmişler.
San Francisco’daki Kaliforniya Üniversite’sinden başyazar Han Yi bu konuda şöyle diyor:
‘Sanki küçük nöron grupları farklı roller üstlenmekte. İtinayla dengelenmiş bir uyumun var olduğu görülüyor.’
Doç. Leonard’ın görüşü ise şu yönde:
‘Bu sinir birimlerinin tümü, görevi doğru bir şekilde yerine getirmek adına birlikte çalışabilecekleri noktaya hareket edip birbirleriyle iletişim kuruyorlar.’
Bilim insanları, yeni bir şey öğrenirken dengeleme eylemi ile ilgili bir model olduğunu görmüşler. Beynimizin, yeni şeyler öğrenirken nöronlar arasında yeni bağlantılar kurma yeteneği olan nöroplastisiteyi, daha önce öğrendiğimiz şeylerin entegre ağlarını korumamıza izin veren kararlılıkla dengelemekte olduğunu tespit etmişler.
‘Yeni bir dil öğrendiğimizde, beynimiz talepler birbiriyle yarıştığı sırada, bir şekilde her iki dili zihninde uzlaştırmak zorunda. Bu, İngilizce veya müzikte perdeyi algılama yeteneğini etkilemeden Mandarin ton sistemini öğrenmeyi mümkün kılıyor.’ diyor Doç. Leonard.
Araştırmacılara göre, tanımlanmış olan sinirsel ince ayar izleri bu uzlaşmayla bağlantılı görünüyor.
Sonuçlar araştırmacılara, aynı zamanda insanların farklı dil yeteneklerinin arka planı hakkında da bilgiler veriyor. Çünkü araştırmalardan elde edilen sonuçlar, yeni ses sistemine aşina olmayla ilgili sinirsel süreçlerin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini açıkça ortaya koyuyor. Bazı insanlar yeni sesleri diğerlerinden çok daha kolay öğrenebiliyor. Bunun nedeni ise, her bir bireyin beyninin anadilde sabit kalmak ile yeni bir dil öğrenmek için gereken esneklik arasında kendi dengesini bulabiliyor olması.
Doç. Leonard’ın şu saptaması mühim:
‘Görünüşe göre her insanın beyninde, yeni seslere alıştıkça ince ayar yapılan benzersiz bir ses düğme seti var!’”
Bu yazı ilk kez 3 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.