Oğuzhan Uğur: Fatma Turgut ağlıyor, ama bu sefer mutluluktan ağlıyor. Ne yaptın?
Fatma Turgut (ağlayarak): Konuşamayacağım şu an.
Oğuzhan Uğur: Hayvanlara yem sağladın?
Fatma Turgut: Gaziantep’te bir ailemiz var. Hayvanlarını bırakıp gidemiyormuş. “Bir tek hayvanlarım kaldı elimde…” dedi, “bırakırsam çalarlar” dedi. Şimdi onlara hayvanlarıyla birlikte taşıyabileceğimiz bir yer sağladık.
Oğuzhan Uğur: İşte bu! İşte bu!
Bu diyalog depremin hayatımızı alt üst ettiği ilk günlerde sosyal medyada çok eleştirildi. “Oturmuşlar bilgisayar başında yardım şovu yapıyorlar”, “Ağladığı şeye bak. Oysa sahada insanlar canlarını dişlerine takmışlar harala gürele çalışıyorlar” minvalinde yorumlar yapılırken Fatma Turgut’un ağlaması küçümsendi.
Bense o diyalogda başka bir şey gördüm. Fatma Turgut’un gözyaşları sahiciydi. Gerçekten işe yaradığını hissetmişti. İşe yaramanın mutluluğunu yaşamıştı. Yaptığı şeyin büyüklüğünün, küçüklüğünün önemi yoktu. Duygusu ve gözyaşları gerçekti. Deprem sonrasında birçok insan da onun yaşadığına benzer duygular yaşadı. Hemen yardım merkezine koşan binlerce insan günlerce canla başla hizmet etti. Yardımlarda da özellikle öne çıkan bir grup vardı: Gençler.
Depremin hemen ardından İstanbul’da 6-7 genç öğrencimi bölge için powerbank toplamaları konusunda örgütlemiştim. O 6-7 kişi, bir günde 300 gence çıktı. Sosyal medyadan öyle bir kampanya yaptılar ki, değeri yaklaşık 14 milyon TL’yi bulan 32 bin güç kaynağının bölgeye ulaştırılmasını sağladılar.
Sadece onlar mı? Türkiye’nin dört bir yanında gençler yardım toplama merkezlerine koştular; sosyal medyada şirketlere baskı yaptılar; yardım topladılar, kolileme yaptılar, kutu taşıdılar, bölgede yardım dağıttılar. Her yerdeydiler.
Peki, bu depreme özel bir durum muydu? Asla değildi. Gezi Parkı’nda da, 15 Temmuz’da da belirlenmiş ve kendilerine göre onurlu bir amaç için sokaklara çıkanlar yine onlardı.
Neden böyle peki?
Gençler ve yürekten adanma hali
Normal zamanda harekete geçmeyen gençler neden “belirlenmiş hedefler” varken potansiyellerinin zirvesine ulaşıyor? Bu zirveyi nasıl sabitleştireceğiz? Fatma Turgut’a gözyaşı döktüren o “işe yarama halini” nasıl genele yayacağız?
2005 yılından beri Türkiye’de yayınlanan gençlik araştırmalarını takip ediyorum. Neredeyse yayınlanmış tüm araştırmaları okudum. TOG, Habitat Derneği, TGSP, KONDA gibi kurumların yaptıkları araştırmalarda son 16 yılda buldukları ortak bir veri var ve bu veri neredeyse hiç değişmiyor.
Türkiye’de gençlerin sadece %5’i sivil toplum örgütlerine katıldıklarını söylüyorlar. “Sadece %5!” 100 gençten sadece 5’i.
Küresel Gençlik Refah Endeksi’ne göre bu rakamla dünyada sondan ikinciyiz. Dünya ortalaması bu konuda %22. Gençlik Gelişmişlik Endeksi’nde de gençlerimiz sivil katılımda 183 ülke arasından 177. sırada.
Bu veriler normal şartlarda tüm ailelerin, sivil toplumcuların, siyasetçilerin uykusunu kaçırmalı, ama hiç umurumuzda bile değil! %5 katılım olduğuna da bakmayın, o da katılım sayılmaz. 300 kişinin katıldığı bir seminere gidip hiçbir işe yaramayacak sertifikalar biriktirmeyi de sivil katılımdan saydığımız için o %5, aslında tam bir %5 bile değil.1
Bakın sivil katılımla ilgili iki uzman kişi ne diyor?
Prof. Dr. Acar Baltaş:
“Yürekten adanma, kişinin hayat amacı olarak seçtiği konuya enerjisini odaklamasıdır. Yürekten adanma, sevginin ve başarının ödülüdür. Bazı kişiler hayat amacı olarak seçtikleri konuyu sürekli olarak zihninin arka planında taşır ve her yaptıkları faaliyette onunla arasında bir köprü kurar. Böyle kişiler seyrettikleri filmde, dinledikleri müzikte, yaptıkları bir sohbette aldıkları mesajları hayat amaçları ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişkilendirir, çağrışım yapar ve yeni fikirlere ve zihnindeki sorunlara çözümler oluşturur. Büyük çoğunlukla bu çözümler onların iş hayatında fark edilmelerine ve ilerlemelerine imkân sağlar.”2
Daha da ileri gidelim!
Psikiyatr Dr. Mustafa Merter, nefsin en alt katı olan nefs-i emmareden yukarı katlara çıkmanın nasıl mümkün olduğunu anlatırken şöyle diyor:
“Alan bir ruh hâlinden veren bir hâle gitmedikçe mutlu olmak mümkün değil.”3
Sivil toplumda olmamak ne demek mi: Ev gençliği
Milyonlarca gencin hayat amacı, “bir derdim var bin dermana değişmem” diyecekleri bir dertleri, Acar Baltaş’ın dediği gibi “yürekten adanacakları” bir konuları yok. Onları evden ne çıkaracak? Çocukluk çağlarından itibaren hedefsiz yetiştirilen gençler, kendilerini evden çıkaracak bir motivasyonu nasıl bulacaklar?
Ev gençliği
Bugün NEET (Not in Education, Employment or Training) olarak adlandırılan ve “ev genci” şeklinde Türkçeleşen bir kavram var.
18-24 yaş arasında istikrarla okumayan, herhangi bir eğitim programını takip etmeyen ve çalışmayıp evde oturan gençleri ifade etmek için kullanılıyor bu kavram ve maalesef Türkiye’de bu yaş grubundaki oranları %30’un üzerinde. Bu gençlerin çalışmamalarının/çalışamamalarının birkaç sebebi var:
1. Lise ve üniversite yıllarında eksik rehberlik sonucunda kendilerini tanıyamayan gençlerin yöneldikleri meslekler, bugün onları tatmin etmeyebiliyor. 4 yıl eğitim aldıktan sonra da yeni bir şeye başlamak çoğu zaman zor geliyor.
2. Genç kendi alanında çalışmak istese de vaat edilen maaşlar yetersiz olabiliyor ve çalışacağına evde oturup oyun oynamayı tercih edebiliyor. Tabii bu durum hem evde huzursuzluğa yol açıyor hem de gencimizin özgüvenini sarsıyor.
3. Daha da önemlisi milyonlarca genç hayata katılamıyor. Üretime dâhil olamıyor. Bu durum bir tür ‘öğrenilmiş çaresizlik’ geliştirmelerine sebep oluyor. “İş bulamam, zaten torpille oluyor bu işler, ben yetersizim.” demeleri kolaylaşıyor.
4. Hayat amaçları yok!
İş var aslında, anlatılanın aksine çoğu yerde torpil de yok; kendi çevrenizi kendiniz oluşturabilirsiniz, ama hedefsizseniz, kendinizi tanımıyorsanız, kapasitenizin farkında değilseniz, çevrenizden sürekli KPSS baskısı görüyorsanız, masraflar artmış, gelirleriniz düşmüşse, mezun olana kadar staj yapmamış, çalışmamış, bir sivil toplum örgütünde aktif rol almamışsanız evden çıkma motivasyonunu kendinizde bulamıyorsunuz. Bu da milyonlarca genci, aileyi huzursuz ediyor. İyi olma hallerini zedeliyor.
Aslında bakarsanız 14 Mayıs seçimlerinin en önemli konularından biri ev gençliği olmalıydı. Çünkü ev gençliği meselesi eğitim sistemimizi, üniversitelerimizi, ekonomimizi ve sivil toplumumuzu aynı anda konuşacağımız, her alanda gelişme olmadan çözülemeyecek meselelerden biriydi. Maalesef gerçek gündemler yerine tali meselelerin konuşulduğu, gündem edildiği bir süreci yaşadık. Bundan böyle siyasetin gençlerle ilgili birinci önceliği ev gençlerini evden kurtarmak olmalı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 16 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.
- Yararlanılan kaynaklar:
https://www.tog.org.tr/genclik-arastirmalari-2/
https://tgsp.org.tr/tr/frontend/storage/documents/turkiyenin-gencleri-arastirmasi.pdf
https://www.freiheit.org/tr/turkiye/turkiyenin-gelecegine-genc-bakis
https://www.youthindex.org/country/turkey - https://www.baltasgrubu.com/secilmis-yazilar/anlam-duygusu-enerji-verir.html
- https://youtu.be/c8mTIMwRZL8