Washington’da İran uzmanı var mı?

ABD ve İran’ın çetrefil ilişkisi yıllardır sürüyor, sürekli “ABD İran’ı vuracak” tahminleri ve karşılıklı suçlamalar geliyor. Peki, ABD’nin İran politikalarını belirleyenler ne kadar bilgili? ABD’de ne kadar gerçek İran uzmanı var, ne kadarına kulak veriliyor? Siyasal antropolog Negar Razavi bu soruların yanıtını Jadaliyya sitesindeki yazısında veriyor.

Büyük güçlerin politikalarını hep büyük hesapların ve planların bir ürünü olarak görme eğilimindeyiz. Akademisi, istihbaratı ve diğer kurumlarıyla şekillenmiş bir uzman ordusuyla ABD’nin dünyanın hemen her ülkesini, özellikle de düşman kabul ettiklerini avcunun içi gibi bildiğini, bu bilgiler doğrultusunda kurguladığı büyük planlar çerçevesinde manipüle ettiğini varsayarız. Peki, durum gerçekten böyle mi?

Siyasal antropolog Negar Razavi, Jadaliyya adlı web sitesi için kaleme aldığı “Washington’da Sistemik ‘İran Uzmanlığı’ Problemi” başlıklı yazısında aksini iddia ediyor. Üstelik sistemik ‘İran uzmanlığı’ problemini, ne yeni ne de hâlihazırda ülkeyi yöneten Donald Trump’ın şahin kanadıyla sınırlı bir durum olarak görüyor. Konuyu Washington’daki geniş ölçekli bir bilgi üretim sistemi problemine bağlıyor.

Razavi’nin ezber bozucu tespitlerinin gerisinde 13 yıldır sahada yürüttüğü çalışmalar var. Öncelikle çalışmalarının arka planını yazısından aktaralım: 2006’dan bu yana İran’a yönelik Amerikan politikaları tartışmalarını yakından takip etmiş. Üç yıl boyunca dış politika alanında önemli bir düşünce kuruluşunda çalışarak İran İslam Cumhuriyeti hakkında bilginin nasıl üretildiğine birinci elden şahit olmuş. Daha sonra düşünce kuruluşu uzmanlarının ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını şekillendirmekte oynadığı rol hakkında araştırmalar yapmış. 2014-2016 arasında iki yıl boyunca ABD’nin başkentinde etnografik saha çalışması yürütmüş. Bu bağlamda Amerikan yönetiminin içinden ve dışından toplamda 180 küsur dış politika aktörüyle mülakatlar yapmış, politika üretimiyle ilgili yüzlerce toplantıya katılmış ve İran üzerine çalışan düşünce kuruluşu uzmanlarını şahsen ve yazıları üzerinden takip etmiş.

Bütün bu birikimi ışığında Razavi yaptığı temel değerlendirmesini, 10 Eylül’de ABD Başkanı Trump’ın görevden aldığı (Bolton istifa ettiğini söylüyor) Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton örneğine dayandırıyor. Zira 70 yaşındaki şahin siyasetçi Bolton, İran konusunda çok sert bir politika güdülmesi taraftarıydı; hatta ABD’ye ait bir insansız hava aracının (İHA) İran tarafından düşürülmesinin ardından askeri karşılık verilmesini istemişti. Razavi, Bolton’a da değinerek şu yorumu yapıyor: “Trump yönetiminin İran’a yönelik dengesiz ve tehlikeli ‘azami baskı’ stratejisi için başta -rejim değişikliği arzusunu alenen dile getiren- (dönemin) Ulusal Güvenlik Müsteşarı John Bolton olmak üzere en yakın müşavirlerini suçlamak cazip olabilir. Ancak Bolton, İran hakkında niteliksiz ithamlarıyla politika üretiminde nüfuzunu kullanabiliyorsa bu, Washington’da çok daha geniş ölçekli bir bilgi üretim sistemi sayesinde. Bu bilgi üretim sistemi, İslam Cumhuriyeti hakkında nitelikli, derinlemesine ve kanıta dayalı analizler yerine temelsiz, ideolojik saikli değerlendirmeleri mütemadiyen ödüllendiriyor.”

Var olan sistemde, İran aleyhine ithamlar Amerikan yönetiminin üst düzey yetkililerince kanıtlanmış gerçekler gibi muamele görüyor; düzmece online karakterler Amerikan medyasında meşru kaynaklarmış gibi kullanılıyor; kendi kendisini İran politikası uzmanı ilan edenler uzmanlıklarını nitelikli hale getirip hakkını vermek veya menfaat çatışmalarını deklare etmek zorunda bırakılmıyorlar.

Rezavi şöyle devam ediyor: “Amerikan dış politika müessesesinden birçokları, Bolton’ın İran hakkındaki aşırı görüşleriyle hemfikir olmasalar dahi bu geniş ölçekli sistemin tekrar tekrar üretiminde sorumluluk sahibiler. Söz konusu sistemde, İran aleyhine ithamlar Amerikan yönetiminin üst düzey yetkililerince kanıtlanmış gerçekler gibi muamele görüyor; düzmece online karakterler Amerikan medyasında meşru kaynaklarmış gibi kullanılıyor; kendi kendisini İran politikası uzmanı ilan edenler uzmanlıklarını nitelikli hale getirip hakkını vermek veya menfaat çatışmalarını deklare etmek zorunda bırakılmıyorlar.”

Rezavi’nin İran konusunda yaptığı tespitler, aslında Amerikalı karar alıcılara ve sözde uzmanlara ilişkin genel bir sorun. Meseleyi sadece İran’la sınırlandırmamak gerekir. ABD’nin genel Ortadoğu politikası da diğer bölgelere bakışı da aynı problemlerle malul.

Washington’da ne türden “İran uzmanları” dikkate alınır?

Rezavi yaptığı çalışma sırasında Amerikan dış politika camiasının ‘İran uzmanlığı’ istismarlarını belgeleyebildiği iddiasında. Ona göre söz konusu istismar, en sık, İran’da rejim değişikliğini veya bir çatışmayı destekleyen kesimde görülüyor. “Bu kesim, İslam Cumhuriyeti aleyhine ideolojik gündemlerini desteklemek amacıyla sıklıkla yanlış tercüme ediyor, hatalı tanımlar yapıyor veya kanıtları tehlikeli şekilde basitleştiriyor.”

Öte yandan bu şekilde uzmanlığın istismarı sadece başkentin şahin kanadına mahsus da değil. Yazar, İslam Cumhuriyeti’yle daha fazla diplomatik angajmanı destekleyen liberal aktörler arasında da günümüz İran’ının karmaşıklığını anlamakta şaşırtıcı bir ilgisizlikle karşılaşmış. Obama’nın İran’la nükleer anlaşmayı müzakere eden ekibinden birisi kendisine “Tahran’la müzakere etme kararı alındığında İran uzmanlarına gerek duymadık. İhtiyacımız olan sadece nükleer uzmanlardı” demiş.

Razavi, saha araştırması yaptığı 2014-2016 döneminde, Washington DC’deki önemli düşünce kuruluşlarının İran üzerine çalışan kıdemli uzmanlarını incelediğinde şu çarpıcı sonuçla karşılaşmış: Yaklaşık üçte biri doktoralı ve çok daha azı tezini İran ile ilgili bir konuda yazmış (ki doktoralı olmak ABD’de yükselmek için oldukça önemli bir kriterdir.) Dahası, söz konusu düşünce kuruluşlarının İran uzmanlarının yarısı Farsça okumayı, yazmayı veya konuşmayı bilmiyormuş. Yine yarısı tek bir defa dahi İran’a ayak basmamış. Seçkin bir düşünce kuruluşunda çalışan bir araştırma asistanı kendisine, Arapça okuyabilen biri olarak, Farsça haberleri, Farsça (okuyamayan ama) konuşabilen başka bir araştırma asistanına yüksek sesle okuyabileceğini söylemiş. Böylelikle bu iki asistan kafa kafaya verip Ortadoğu çalışan ve sıklıkla İran konusunda yorumlar yapan patronu için İran haberlerini ‘tercüme’ edecekmiş.

Rezavi diyor ki “Arka planlarına veya eğitimlerine bakılmaksızın bu uzmanlar; Amerikan hükümet yetkilileri, medya ve farklı çıkar grupları tarafından İran ile ilgili -karmaşık hükümet yapısından tutun Tahran’ın bölgesel politikalarına, petrol üretim kapasitesinden nükleer teknolojiye, modern tarihinden toplumsal dinamiklerine ve Şii içtihadın çetrefilliğine kadar- hemen her konuda analizci olarak tanıklıklarına ve bilgilerine başvurulmak üzere çağrılıyorlar.”

Konuyla ilgili yazısında çarpıcı bir örnek de veriyor: “Hiçbir zaman resmen İran çalışmamış, Farsça bilmeyen, bu ülkeye hiç gitmemiş ve nükleer teknoloji konusunda da teknik bilgisi bulunmayan bir uzman, 2014-2015 yılları arasında İran konusunda bilirkişi olarak ifadelerine başvurulmak üzere tam beş defa Kongre’ye davet edilip dinlendi.”

Rezavi yazısında çarpıcı bir örnek de veriyor: “Hiçbir zaman resmen İran çalışmamış, Farsça bilmeyen, bu ülkeye hiç gitmemiş ve nükleer teknoloji konusunda da teknik bilgisi bulunmayan bir uzman, 2014-2015 yılları arasında İran konusunda bilirkişi olarak ifadelerine başvurulmak üzere tam beş defa Kongre’ye davet edilip dinlendi.”

Buna mukabil “İran konusunda iyi araştırılmış, derinlemesine ve incelikli değerlendirmeler yapabilecek nitelikte analizciler, Washington’da sıklıkla ‘fazlaca anlaşılması zor’ olarak görülerek kulak ardı ediliyor veya daha da kötüsü ‘rejim savunucuları’ iftirasına uğruyor.” diyor. Washington müesses nizamının hep kenarında çalışmış İran asıllı Amerikalı bir analizci meseleyi Rezavi’ye şöyle açıklamış: “İran hakkında incelikli herhangi bir şey söylersen, anında Ayetullahların sözcüsü olmakla suçlanırsın.”

Rezavi makalesinde bir çarpıcı örnek daha vererek çarpıtmanın boyutlarını ortaya koyuyor: “Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın ‘İran Dezenformasyon Projesi’ üzerinden barış yanlısı, İran asıllı, Amerikalı sesleri karalamak amacıyla internet trollerini finanse ettiğine dair Haziran ayında ortaya çıkan ifşaat, Washington’da İran üzerindeki çekişmenin kasıtlı olarak bir cepheleşmeye doğru ne denli çarpıtıldığını gösteriyor.”

Sistemik olarak uzmanlığın değerinin düşürülmesi

Peki, Washington’da İran uzmanlığı problemi nasıl ve niçin ısrarla devam ediyor? Rezavi yazısında bu sorunun da cevabını arıyor. Üzerinde düşünülmesi gereken birçok faktör bulunduğunu, bunlardan bir kısmının sadece İran örneğine mahsus olmayıp çok daha geniş yapısal meselelerle alakalı olduğunu vurguluyor. Yapısal meseleleriyse şöyle anlatıyor:

“Öncelikle, on yıllardır Washington’da ‘politika uzmanı endüstrisi’ni giderek genişleten, herhangi bir düzenlemeye tâbi olmayan, piyasa güdümlü güçlere bakmalıyız. Bu ‘fikirler piyasası’, gittikçe daha fazla sayıda çıkar grubunun ve yabancı hükümetin, gerek düşünce gerekse politika araştırma kuruluşları için daha önce görülmemiş bir düzeyde finansman sağlamasına imkan verdi. Finansman sağlamak, çıkar gruplarının ve yabancı hükümetlerin Amerikan müesses nizamı içinde kendi menfaatlerini meşrulaştırmalarının bir aracı oldu. Araştırmalarının sonucundan doğrudan menfaat sağlayan bağışçılardan para alan düşünce kuruluşu uzmanları, bu menfaat çatışmalarını hukuken deklare etmek zorunda değiller (profesyonel olarak da bu beklenmiyor).”

“Saha araştırması sırasında görüştüğüm politika üretenlerin çoğu, işlerini yapmak için takip etmeleri gereken günlük analiz, haber ve sosyal medya sağanağından yakındılar. Görüşleri ve tavsiyeleri için uzmanlara başvurduklarında, bilgiyi basit ve kolayca hazmedilebilir şekilde sentezleyenleri, net ve uygulanmaya müsait politika tavsiyeleri sunanları ve/ya kendi pozisyonlarını kamuoyu önünde destekleyecekleri seçme eğilimindeler. Hal böyleyken eski Amerikan yönetimlerinden yetkililerin, güçlü siyasi müttefikler tarafından desteklenen analizcilerin ve medyada belirgin şekilde öne çıkarılanların politika üretenler için en değerli uzmanlar olması hiç de şaşırtıcı değil.”

Öncelikle, on yıllardır Washington’da ‘politika uzmanı endüstrisi’ni giderek genişleten, herhangi bir düzenlemeye tâbi olmayan, piyasa güdümlü güçlere bakmalıyız. Bu ‘fikirler piyasası’, gittikçe daha fazla sayıda çıkar grubunun ve yabancı hükümetin, gerek düşünce gerekse politika araştırma kuruluşları için daha önce görülmemiş bir düzeyde finansman sağlamasına imkan verdi.

Rezavi bir de akademik burslar ile Amerikan yönetimi arasında hesaba katılması gereken karmaşık (ve çoğunlukla çelişkili) ilişkiden bahsediyor: “Amerikan yönetimine İran gibi bir ülke hakkında çok ihtiyaç duyulan, daha derin analizler sunabilen (Ortadoğu araştırmaları gibi) akademik alanlar, yurtdışında Amerikan çıkarlarına hizmet edenlerin en kritiği olageldi. Sosyal ve beşeri bilimler alanında artan kesintiler karşısında, birçok bölüm ve akademisyen hâlâ daha devletten finansman arayışında ve dolayısıyla ‘işe yararlılıkları’nı göstermenin bir yolu olarak yönetimin karar alıcılarıyla ilişkiler kuruyorlar. Bu arada Washington’daki politika eliti, -danışman olarak ‘güven’ilemeyecekleri iddiasıyla- akademisyenleri, Ortadoğu’da Amerikan çıkarları için ‘işe yaramaz’ veya ‘düşman’ diyerek kategorik olarak uzaklaştırıyor. Akademik sesleri, hele de bölgede Amerikan politikaları için kritik olanları dışlamanın sonuçları vahim olageldi. 2003 Irak Savaşı’nda, bu ülke uzmanı en ciddi akademisyenler (ve birçok nükleer ve güvenlik uzmanı), işgale karşı uyarılar yaptığında fiilen uzaklaştırıldılar.”

Sonuç olarak şu fotoğrafı ortaya koyuyor: “İran örneğinde bu yapısal faktörler (yani düşünce kuruluşları için çıkar güdümlü finansman sağlama ve yönetimin alan uzmanlığının değerini düşürmesi faktörü), Washington’ın İran hakkında tarihsel ve günümüzdeki hoşnutsuzluk ve şikayetleriyle kesişiyor; ki bu şikayetlerin bir kısmı meşru, diğerleri ise daha derin paranoya ve ırkçılık formatında. Buna bir de İran karşıtı yabancı hükümetleri ve çıkar gruplarını ekleyin; karşımıza, İran konusunda ince ayrıntıların, karmaşıklığın ve ayağı yere basan araştırmaların en iyi ihtimalle terk edildiği, en kötü ihtimalle hücuma uğradığı bir uzman manzarası ortaya çıkıyor.”

İran uzmanlığı önemli midir?

Rezavi, İran konusunda ciddi uzmanlık eksikliğinin, Obama yönetimindeki birçok muhatabınca bir sorun olarak algılanmadığına dikkat çekiyor. “Ne de olsa nükleer programı konusunda İran’la tam bir diplomatik çözümü, ülke hakkında derin bilgisi olan uzmanlardan çok az bir katkı alarak müzakere edebilmişlerdi.”

Rezavi, başkentteki politika uzmanlarının, görüşlerini -sorgulanamaz hakikatler statüsüne çıkana kadar- gerek yönetim içinde gerekse dışında televizyon ve sosyal medya üzerinden yaydıklarını; daha sonra Kongre önünde ifade vererek ‘İran uzmanı’ statülerini güçlendirdiklerini; yayınladıkları raporların dışişleri bakanlığı ile savunma ve hazine bakanlıkları çalışanlarınca alıntılandığını anlatıyor. “Uzmanlar, bu türden bir medya görünürlüğü ve yönetime erişim sayesinde çıkar grupları, yabancı hükümetler ve özel vakıflardan ilave finansman sağlayabiliyorlar. Ve tıpkı John Bolton gibi bu analizcilerden bazıları, görüşlerini içeriden dayatmak üzere kolayca bir yönetime katılıyor.” diye de ekliyor.

Rezavi, yazısında İran’la alakalı sorgulanmayan bilgi akışı döngüsüne örnekler veriyor. Bunlardan biri de, Yemen’deki Husilerle alakalı. Husiler, Yemen’de uzun ve karmaşık bir tarihleri olan yerli bir Şii cemaat iken şimdilerde Amerikan yönetiminde yaygınlaşan kanaate göre, “İran destekli Husiler” veya “İran’ın vekil gücü”ne dönüştüler. Rezavi’ye göre, bu aşırı basitleştirici sloganlar, bir yandan Yemen halkının siyasi failliğini yok sayarken, öte yandan Washington’ın Suudi öncülüğündeki yıkıcı savaşına desteğinin de meşrulaştırıcısı oluyor.

Yazısının sonunda Rezavi diyor ki “İran konusunda ayağı yere basan, nitelikli ve en önemlisi de hesap verebilir araştırmalar olmaksızın Bolton gibi şahıslar -bizzat siyasi muhaliflerinin de ironik şekilde yayılmasına destek olduğu- sığ değerlendirmelerle tehlikeli politikaları meşrulaştırmaya devam edebilecektir. Müesses nizam içinde İran’a yönelik Amerikan politikasında kalıcı bir değişim görmeyi istiyorsak en az yirmi yıldır dış politika çevrelerini meşgul eden bu ülke hakkında daha yüksek standartta bir uzmanlık talep etmeliyiz. Gerçeklerin tekrar tekrar doğrulandığı, ithamların kanıta dayandırıldığı ve İran hakkında uzman olduğunu iddia edenlerin belirli ahlaki standartlara ve niteliklere bağlı kaldığı yeni bir sistem için bastırmalıyız.”

Bu yazı ilk kez 12 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.

 

Metnin İngilizceden Türkçeye çevirisi Zahide Tuba Kor tarafından yapılmıştır. Yazının tamamını okumak için: https://www.jadaliyya.com/Details/39946/The-Systemic-Problem-of-%E2%80%9CIran-Expertise%E2%80%9D-in-Washington

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Washington’da İran uzmanı var mı?

ABD ve İran’ın çetrefil ilişkisi yıllardır sürüyor, sürekli “ABD İran’ı vuracak” tahminleri ve karşılıklı suçlamalar geliyor. Peki, ABD’nin İran politikalarını belirleyenler ne kadar bilgili? ABD’de ne kadar gerçek İran uzmanı var, ne kadarına kulak veriliyor? Siyasal antropolog Negar Razavi bu soruların yanıtını Jadaliyya sitesindeki yazısında veriyor.

Büyük güçlerin politikalarını hep büyük hesapların ve planların bir ürünü olarak görme eğilimindeyiz. Akademisi, istihbaratı ve diğer kurumlarıyla şekillenmiş bir uzman ordusuyla ABD’nin dünyanın hemen her ülkesini, özellikle de düşman kabul ettiklerini avcunun içi gibi bildiğini, bu bilgiler doğrultusunda kurguladığı büyük planlar çerçevesinde manipüle ettiğini varsayarız. Peki, durum gerçekten böyle mi?

Siyasal antropolog Negar Razavi, Jadaliyya adlı web sitesi için kaleme aldığı “Washington’da Sistemik ‘İran Uzmanlığı’ Problemi” başlıklı yazısında aksini iddia ediyor. Üstelik sistemik ‘İran uzmanlığı’ problemini, ne yeni ne de hâlihazırda ülkeyi yöneten Donald Trump’ın şahin kanadıyla sınırlı bir durum olarak görüyor. Konuyu Washington’daki geniş ölçekli bir bilgi üretim sistemi problemine bağlıyor.

Razavi’nin ezber bozucu tespitlerinin gerisinde 13 yıldır sahada yürüttüğü çalışmalar var. Öncelikle çalışmalarının arka planını yazısından aktaralım: 2006’dan bu yana İran’a yönelik Amerikan politikaları tartışmalarını yakından takip etmiş. Üç yıl boyunca dış politika alanında önemli bir düşünce kuruluşunda çalışarak İran İslam Cumhuriyeti hakkında bilginin nasıl üretildiğine birinci elden şahit olmuş. Daha sonra düşünce kuruluşu uzmanlarının ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını şekillendirmekte oynadığı rol hakkında araştırmalar yapmış. 2014-2016 arasında iki yıl boyunca ABD’nin başkentinde etnografik saha çalışması yürütmüş. Bu bağlamda Amerikan yönetiminin içinden ve dışından toplamda 180 küsur dış politika aktörüyle mülakatlar yapmış, politika üretimiyle ilgili yüzlerce toplantıya katılmış ve İran üzerine çalışan düşünce kuruluşu uzmanlarını şahsen ve yazıları üzerinden takip etmiş.

Bütün bu birikimi ışığında Razavi yaptığı temel değerlendirmesini, 10 Eylül’de ABD Başkanı Trump’ın görevden aldığı (Bolton istifa ettiğini söylüyor) Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton örneğine dayandırıyor. Zira 70 yaşındaki şahin siyasetçi Bolton, İran konusunda çok sert bir politika güdülmesi taraftarıydı; hatta ABD’ye ait bir insansız hava aracının (İHA) İran tarafından düşürülmesinin ardından askeri karşılık verilmesini istemişti. Razavi, Bolton’a da değinerek şu yorumu yapıyor: “Trump yönetiminin İran’a yönelik dengesiz ve tehlikeli ‘azami baskı’ stratejisi için başta -rejim değişikliği arzusunu alenen dile getiren- (dönemin) Ulusal Güvenlik Müsteşarı John Bolton olmak üzere en yakın müşavirlerini suçlamak cazip olabilir. Ancak Bolton, İran hakkında niteliksiz ithamlarıyla politika üretiminde nüfuzunu kullanabiliyorsa bu, Washington’da çok daha geniş ölçekli bir bilgi üretim sistemi sayesinde. Bu bilgi üretim sistemi, İslam Cumhuriyeti hakkında nitelikli, derinlemesine ve kanıta dayalı analizler yerine temelsiz, ideolojik saikli değerlendirmeleri mütemadiyen ödüllendiriyor.”

Var olan sistemde, İran aleyhine ithamlar Amerikan yönetiminin üst düzey yetkililerince kanıtlanmış gerçekler gibi muamele görüyor; düzmece online karakterler Amerikan medyasında meşru kaynaklarmış gibi kullanılıyor; kendi kendisini İran politikası uzmanı ilan edenler uzmanlıklarını nitelikli hale getirip hakkını vermek veya menfaat çatışmalarını deklare etmek zorunda bırakılmıyorlar.

Rezavi şöyle devam ediyor: “Amerikan dış politika müessesesinden birçokları, Bolton’ın İran hakkındaki aşırı görüşleriyle hemfikir olmasalar dahi bu geniş ölçekli sistemin tekrar tekrar üretiminde sorumluluk sahibiler. Söz konusu sistemde, İran aleyhine ithamlar Amerikan yönetiminin üst düzey yetkililerince kanıtlanmış gerçekler gibi muamele görüyor; düzmece online karakterler Amerikan medyasında meşru kaynaklarmış gibi kullanılıyor; kendi kendisini İran politikası uzmanı ilan edenler uzmanlıklarını nitelikli hale getirip hakkını vermek veya menfaat çatışmalarını deklare etmek zorunda bırakılmıyorlar.”

Rezavi’nin İran konusunda yaptığı tespitler, aslında Amerikalı karar alıcılara ve sözde uzmanlara ilişkin genel bir sorun. Meseleyi sadece İran’la sınırlandırmamak gerekir. ABD’nin genel Ortadoğu politikası da diğer bölgelere bakışı da aynı problemlerle malul.

Washington’da ne türden “İran uzmanları” dikkate alınır?

Rezavi yaptığı çalışma sırasında Amerikan dış politika camiasının ‘İran uzmanlığı’ istismarlarını belgeleyebildiği iddiasında. Ona göre söz konusu istismar, en sık, İran’da rejim değişikliğini veya bir çatışmayı destekleyen kesimde görülüyor. “Bu kesim, İslam Cumhuriyeti aleyhine ideolojik gündemlerini desteklemek amacıyla sıklıkla yanlış tercüme ediyor, hatalı tanımlar yapıyor veya kanıtları tehlikeli şekilde basitleştiriyor.”

Öte yandan bu şekilde uzmanlığın istismarı sadece başkentin şahin kanadına mahsus da değil. Yazar, İslam Cumhuriyeti’yle daha fazla diplomatik angajmanı destekleyen liberal aktörler arasında da günümüz İran’ının karmaşıklığını anlamakta şaşırtıcı bir ilgisizlikle karşılaşmış. Obama’nın İran’la nükleer anlaşmayı müzakere eden ekibinden birisi kendisine “Tahran’la müzakere etme kararı alındığında İran uzmanlarına gerek duymadık. İhtiyacımız olan sadece nükleer uzmanlardı” demiş.

Razavi, saha araştırması yaptığı 2014-2016 döneminde, Washington DC’deki önemli düşünce kuruluşlarının İran üzerine çalışan kıdemli uzmanlarını incelediğinde şu çarpıcı sonuçla karşılaşmış: Yaklaşık üçte biri doktoralı ve çok daha azı tezini İran ile ilgili bir konuda yazmış (ki doktoralı olmak ABD’de yükselmek için oldukça önemli bir kriterdir.) Dahası, söz konusu düşünce kuruluşlarının İran uzmanlarının yarısı Farsça okumayı, yazmayı veya konuşmayı bilmiyormuş. Yine yarısı tek bir defa dahi İran’a ayak basmamış. Seçkin bir düşünce kuruluşunda çalışan bir araştırma asistanı kendisine, Arapça okuyabilen biri olarak, Farsça haberleri, Farsça (okuyamayan ama) konuşabilen başka bir araştırma asistanına yüksek sesle okuyabileceğini söylemiş. Böylelikle bu iki asistan kafa kafaya verip Ortadoğu çalışan ve sıklıkla İran konusunda yorumlar yapan patronu için İran haberlerini ‘tercüme’ edecekmiş.

Rezavi diyor ki “Arka planlarına veya eğitimlerine bakılmaksızın bu uzmanlar; Amerikan hükümet yetkilileri, medya ve farklı çıkar grupları tarafından İran ile ilgili -karmaşık hükümet yapısından tutun Tahran’ın bölgesel politikalarına, petrol üretim kapasitesinden nükleer teknolojiye, modern tarihinden toplumsal dinamiklerine ve Şii içtihadın çetrefilliğine kadar- hemen her konuda analizci olarak tanıklıklarına ve bilgilerine başvurulmak üzere çağrılıyorlar.”

Konuyla ilgili yazısında çarpıcı bir örnek de veriyor: “Hiçbir zaman resmen İran çalışmamış, Farsça bilmeyen, bu ülkeye hiç gitmemiş ve nükleer teknoloji konusunda da teknik bilgisi bulunmayan bir uzman, 2014-2015 yılları arasında İran konusunda bilirkişi olarak ifadelerine başvurulmak üzere tam beş defa Kongre’ye davet edilip dinlendi.”

Rezavi yazısında çarpıcı bir örnek de veriyor: “Hiçbir zaman resmen İran çalışmamış, Farsça bilmeyen, bu ülkeye hiç gitmemiş ve nükleer teknoloji konusunda da teknik bilgisi bulunmayan bir uzman, 2014-2015 yılları arasında İran konusunda bilirkişi olarak ifadelerine başvurulmak üzere tam beş defa Kongre’ye davet edilip dinlendi.”

Buna mukabil “İran konusunda iyi araştırılmış, derinlemesine ve incelikli değerlendirmeler yapabilecek nitelikte analizciler, Washington’da sıklıkla ‘fazlaca anlaşılması zor’ olarak görülerek kulak ardı ediliyor veya daha da kötüsü ‘rejim savunucuları’ iftirasına uğruyor.” diyor. Washington müesses nizamının hep kenarında çalışmış İran asıllı Amerikalı bir analizci meseleyi Rezavi’ye şöyle açıklamış: “İran hakkında incelikli herhangi bir şey söylersen, anında Ayetullahların sözcüsü olmakla suçlanırsın.”

Rezavi makalesinde bir çarpıcı örnek daha vererek çarpıtmanın boyutlarını ortaya koyuyor: “Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın ‘İran Dezenformasyon Projesi’ üzerinden barış yanlısı, İran asıllı, Amerikalı sesleri karalamak amacıyla internet trollerini finanse ettiğine dair Haziran ayında ortaya çıkan ifşaat, Washington’da İran üzerindeki çekişmenin kasıtlı olarak bir cepheleşmeye doğru ne denli çarpıtıldığını gösteriyor.”

Sistemik olarak uzmanlığın değerinin düşürülmesi

Peki, Washington’da İran uzmanlığı problemi nasıl ve niçin ısrarla devam ediyor? Rezavi yazısında bu sorunun da cevabını arıyor. Üzerinde düşünülmesi gereken birçok faktör bulunduğunu, bunlardan bir kısmının sadece İran örneğine mahsus olmayıp çok daha geniş yapısal meselelerle alakalı olduğunu vurguluyor. Yapısal meseleleriyse şöyle anlatıyor:

“Öncelikle, on yıllardır Washington’da ‘politika uzmanı endüstrisi’ni giderek genişleten, herhangi bir düzenlemeye tâbi olmayan, piyasa güdümlü güçlere bakmalıyız. Bu ‘fikirler piyasası’, gittikçe daha fazla sayıda çıkar grubunun ve yabancı hükümetin, gerek düşünce gerekse politika araştırma kuruluşları için daha önce görülmemiş bir düzeyde finansman sağlamasına imkan verdi. Finansman sağlamak, çıkar gruplarının ve yabancı hükümetlerin Amerikan müesses nizamı içinde kendi menfaatlerini meşrulaştırmalarının bir aracı oldu. Araştırmalarının sonucundan doğrudan menfaat sağlayan bağışçılardan para alan düşünce kuruluşu uzmanları, bu menfaat çatışmalarını hukuken deklare etmek zorunda değiller (profesyonel olarak da bu beklenmiyor).”

“Saha araştırması sırasında görüştüğüm politika üretenlerin çoğu, işlerini yapmak için takip etmeleri gereken günlük analiz, haber ve sosyal medya sağanağından yakındılar. Görüşleri ve tavsiyeleri için uzmanlara başvurduklarında, bilgiyi basit ve kolayca hazmedilebilir şekilde sentezleyenleri, net ve uygulanmaya müsait politika tavsiyeleri sunanları ve/ya kendi pozisyonlarını kamuoyu önünde destekleyecekleri seçme eğilimindeler. Hal böyleyken eski Amerikan yönetimlerinden yetkililerin, güçlü siyasi müttefikler tarafından desteklenen analizcilerin ve medyada belirgin şekilde öne çıkarılanların politika üretenler için en değerli uzmanlar olması hiç de şaşırtıcı değil.”

Öncelikle, on yıllardır Washington’da ‘politika uzmanı endüstrisi’ni giderek genişleten, herhangi bir düzenlemeye tâbi olmayan, piyasa güdümlü güçlere bakmalıyız. Bu ‘fikirler piyasası’, gittikçe daha fazla sayıda çıkar grubunun ve yabancı hükümetin, gerek düşünce gerekse politika araştırma kuruluşları için daha önce görülmemiş bir düzeyde finansman sağlamasına imkan verdi.

Rezavi bir de akademik burslar ile Amerikan yönetimi arasında hesaba katılması gereken karmaşık (ve çoğunlukla çelişkili) ilişkiden bahsediyor: “Amerikan yönetimine İran gibi bir ülke hakkında çok ihtiyaç duyulan, daha derin analizler sunabilen (Ortadoğu araştırmaları gibi) akademik alanlar, yurtdışında Amerikan çıkarlarına hizmet edenlerin en kritiği olageldi. Sosyal ve beşeri bilimler alanında artan kesintiler karşısında, birçok bölüm ve akademisyen hâlâ daha devletten finansman arayışında ve dolayısıyla ‘işe yararlılıkları’nı göstermenin bir yolu olarak yönetimin karar alıcılarıyla ilişkiler kuruyorlar. Bu arada Washington’daki politika eliti, -danışman olarak ‘güven’ilemeyecekleri iddiasıyla- akademisyenleri, Ortadoğu’da Amerikan çıkarları için ‘işe yaramaz’ veya ‘düşman’ diyerek kategorik olarak uzaklaştırıyor. Akademik sesleri, hele de bölgede Amerikan politikaları için kritik olanları dışlamanın sonuçları vahim olageldi. 2003 Irak Savaşı’nda, bu ülke uzmanı en ciddi akademisyenler (ve birçok nükleer ve güvenlik uzmanı), işgale karşı uyarılar yaptığında fiilen uzaklaştırıldılar.”

Sonuç olarak şu fotoğrafı ortaya koyuyor: “İran örneğinde bu yapısal faktörler (yani düşünce kuruluşları için çıkar güdümlü finansman sağlama ve yönetimin alan uzmanlığının değerini düşürmesi faktörü), Washington’ın İran hakkında tarihsel ve günümüzdeki hoşnutsuzluk ve şikayetleriyle kesişiyor; ki bu şikayetlerin bir kısmı meşru, diğerleri ise daha derin paranoya ve ırkçılık formatında. Buna bir de İran karşıtı yabancı hükümetleri ve çıkar gruplarını ekleyin; karşımıza, İran konusunda ince ayrıntıların, karmaşıklığın ve ayağı yere basan araştırmaların en iyi ihtimalle terk edildiği, en kötü ihtimalle hücuma uğradığı bir uzman manzarası ortaya çıkıyor.”

İran uzmanlığı önemli midir?

Rezavi, İran konusunda ciddi uzmanlık eksikliğinin, Obama yönetimindeki birçok muhatabınca bir sorun olarak algılanmadığına dikkat çekiyor. “Ne de olsa nükleer programı konusunda İran’la tam bir diplomatik çözümü, ülke hakkında derin bilgisi olan uzmanlardan çok az bir katkı alarak müzakere edebilmişlerdi.”

Rezavi, başkentteki politika uzmanlarının, görüşlerini -sorgulanamaz hakikatler statüsüne çıkana kadar- gerek yönetim içinde gerekse dışında televizyon ve sosyal medya üzerinden yaydıklarını; daha sonra Kongre önünde ifade vererek ‘İran uzmanı’ statülerini güçlendirdiklerini; yayınladıkları raporların dışişleri bakanlığı ile savunma ve hazine bakanlıkları çalışanlarınca alıntılandığını anlatıyor. “Uzmanlar, bu türden bir medya görünürlüğü ve yönetime erişim sayesinde çıkar grupları, yabancı hükümetler ve özel vakıflardan ilave finansman sağlayabiliyorlar. Ve tıpkı John Bolton gibi bu analizcilerden bazıları, görüşlerini içeriden dayatmak üzere kolayca bir yönetime katılıyor.” diye de ekliyor.

Rezavi, yazısında İran’la alakalı sorgulanmayan bilgi akışı döngüsüne örnekler veriyor. Bunlardan biri de, Yemen’deki Husilerle alakalı. Husiler, Yemen’de uzun ve karmaşık bir tarihleri olan yerli bir Şii cemaat iken şimdilerde Amerikan yönetiminde yaygınlaşan kanaate göre, “İran destekli Husiler” veya “İran’ın vekil gücü”ne dönüştüler. Rezavi’ye göre, bu aşırı basitleştirici sloganlar, bir yandan Yemen halkının siyasi failliğini yok sayarken, öte yandan Washington’ın Suudi öncülüğündeki yıkıcı savaşına desteğinin de meşrulaştırıcısı oluyor.

Yazısının sonunda Rezavi diyor ki “İran konusunda ayağı yere basan, nitelikli ve en önemlisi de hesap verebilir araştırmalar olmaksızın Bolton gibi şahıslar -bizzat siyasi muhaliflerinin de ironik şekilde yayılmasına destek olduğu- sığ değerlendirmelerle tehlikeli politikaları meşrulaştırmaya devam edebilecektir. Müesses nizam içinde İran’a yönelik Amerikan politikasında kalıcı bir değişim görmeyi istiyorsak en az yirmi yıldır dış politika çevrelerini meşgul eden bu ülke hakkında daha yüksek standartta bir uzmanlık talep etmeliyiz. Gerçeklerin tekrar tekrar doğrulandığı, ithamların kanıta dayandırıldığı ve İran hakkında uzman olduğunu iddia edenlerin belirli ahlaki standartlara ve niteliklere bağlı kaldığı yeni bir sistem için bastırmalıyız.”

Bu yazı ilk kez 12 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.

 

Metnin İngilizceden Türkçeye çevirisi Zahide Tuba Kor tarafından yapılmıştır. Yazının tamamını okumak için: https://www.jadaliyya.com/Details/39946/The-Systemic-Problem-of-%E2%80%9CIran-Expertise%E2%80%9D-in-Washington

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x