Almanya kalıbının ülkesi olabilecek mi? (Peki, bunu istiyor mu?)

Almanya’nın uluslararası arenadaki siyasal gücü, dünyanın 4. büyük ekonomisi olmasının getirdiği güçle neden doğru orantılı değil? Bu bir tercih mi? Dünya sorunları Almanya istemese de onu tavır almaya zorlayabilir mi? Almanya’nın yakın gelecekte yüzleşeceği sorunlar neler?

Almanya, Avrupa Birliği’nin (AB) her anlamda yükünü çeken en güçlü ülkesi konumunda. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmamasına rağmen yine de İran ile yapılan nükleer görüşmelere daimi beş üyenin yanında altıncı olarak katılmıştı (P5+1). Orta Doğu’da zaman zaman İsrail ve Hizbullah arasında arabuluculuğuna başvurulsa da, bir İngiltere, Fransa ya da ABD gibi bölgeyle siyasi manada çok yakından ilgili olduğu söylenemez. Dünyadaki küresel gelişmeler karşısında, ABD’nin, Rusya’nın, İngiltere’nin yaklaşımı veya tutumu merak edilse de, Almanya söz konusu olunca böyle bir merak pek söz konusu olmaz. Özetle, Avrupa siyasi tarihinin en önemli siyasi aktörlerinden biri olan, çok güçlü bir ekonomiye sahip Almanya, uluslararası ilişkilerde gücünün karşılığını tam olarak alan bir ülke değil. Peki, neden? Ve belki de daha önemlisi, Almanya bu durumu gerçekten değiştirmek istiyor mu?

Almanya’nın tüm ekonomik gücüne rağmen uluslararası politikada sesinin gür çıkmamasının en önemli nedenini biraz da geçmişin gölgelerinde aramak gerekir. Ne de olsa Almanya iki dünya savaşı çıkartmış ve her ikisinde de ağır yıkım ve kayıplara uğramış olmasına rağmen küllerinden yeniden doğmuş bir ülke. Geçmişteki suçlarının sorumluluğunu üstlenmiş ve bedelini çok ağır ödemiş olmasına rağmen toplumsal psikolojisinde bu travmayı hâlâ atlatabilmiş değil.

1989 yılında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Almanya coğrafi bütünlüğünü yeniden sağladı ama neredeyse her on yılda bir değişen dünya düzeni içinde yeni dengelere uyum sağlamaya çalışıyor ve kendi yerini aramaya devam ediyor. AB üzerinden kullandığı yumuşak gücün yanı sıra, giderek artan bir biçimde BM Barış Gücü misyonlarına katılıyor,[efn_note]1990’ların başından bu yana Barış gücü misyonlarına katılmaya başlayan Almanya hali hazırda 15 farklı BM görev gücünde, 3500 asker ve 130 polis ile katkı sağlamaktadır. https://www.deutschland.de/en/topic/politics/together-for-peace[/efn_note] uluslararası ambargo ve kısıtlamalara doğrudan destekler veriyor. BM’ye en fazla maddi katkı sağlayan ülkelerden biri olarak uluslararası ilişkilerde daha etkin rol oynayabilmek için yeni bir BM modeli öneriyor; Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olmasa da daimi üye olabilme seçeneğini zorluyor.

Alman ekonomisi nereye?

Almanya’nın uluslararası arenadaki siyasal gücü, dünyanın 4. büyük ekonomisi olmasının getirdiği güçle doğru orantılı değil.

82 milyonluk nüfusuyla yaptığı 1.5 trilyon dolarlık ihracat onu 1.4 milyarlık nüfusuyla 2.3 milyar dolarlık ihracat yapan Çin’in ardından bu kategoride ikinci. Ayrıca % 3.5 gibi bir oranla G7 içerisinde en düşük işsizlik oranına sahip ileri teknoloji ve sanayi ülkesi.[efn_note]Germany Economic Snap shot, Economic forecast November 2019, http://www.oecd.org/economy/germany-economic-snapshot/[/efn_note]

Trump sonrası ABD’nin çok taraflı ticaret sistemine karşı değişen tutumu, dünyada yükselmeye başlayan ekonomik milliyetçilik ve buna bağlı olarak artan korumacılık eğilimleri, Almanya gibi bir ihracat ülkesinde ekonomik geleceğe ilişkin haklı bir endişe uyandırıyor.

Ancak Donald Trump sonrası ABD’nin çok taraflı ticaret sistemine karşı değişen tutumu, dünyada yükselmeye başlayan ekonomik milliyetçilik ve buna bağlı olarak artan korumacılık eğilimleri Almanya gibi bir ihracat ülkesinde ekonomik geleceğe ilişkin haklı bir endişe uyandırıyor. Üstelik Batı merkezli güç konsantrasyonu Doğu’dan, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerden gelen siyasi ve ekonomik meydan okumalara karşı zorlanıyor.

Eski Dünya’nın kural koyucu ve normatif gücü olan Avrupa devletleri sadece uluslararası arenada değil, kendi kıtalarında yaşadıkları siyasi değişimler karşısında da henüz çözüm üretebilmiş değiller. Yetmezmiş gibi, aşırı sağın tüm kıtada yükselişi, popülist siyasetçiler ve uyguladıkları kimlik siyaseti birçok ülkede giderek güçlenen bir alternatif tercih oluşturuyor.

Almanya’nın AB’nin en güçlü ekonomisine sahip olmasına rağmen politik yetersizliklerinin yanı sıra askeri alandaki kapasitesi de uluslararası ilişkilerde bu gücün karşılığını tam olarak almasını engelliyor.

Almanya, İran ile varılan nükleer anlaşmada BMGK daimi üyeleri ile birlikte taraflardan biri oldu. Ukrayna krizinde etkin rol oynadı. Suriye kaynaklı göçmen krizinde sorumluluk alarak bir milyondan fazla mülteciye kapılarını açtı. Bu örnekler Almanya’nın uluslararası arenadaki etkinliği bağlamında olumlu gelişmeler olarak kabul ediliyor ama öte yandan, Suriye ve Irak gibi uluslararası sorunların çözümündeki arayışlara aktif katılım sağlamaması, potansiyelini tam olarak kullanamadığını da gösteriyor. Bölgede son zamanların en önemli gelişmelerinden sayılan İranlı General Kasım Süleymani’nin bir ABD SİHA’sı ile öldürülmesi olayında olduğu gibi, Almanya’nın, ABD’nin bu eylemini destekleyen açıklamaları nedeniyle Tahran’daki Maslahatgüzarı’nın Dışişleri Bakanlığı’na çağırılması da dikkate değer bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Irak’taki IŞİD karşıtı koalisyona 120 askerle destek veren Alman hükümeti, son gelişmelere rağmen askerlerini çekmeyeceğini ve görev gücüne desteklerinin süreceğini de belirtiyor. Son günlerin en kritik rekabet ve gerginlik alanlarından biri olan Libya için de Berlin’de bir barış konferansı düzenleneceği Şansölye Merkel tarafından açıklandı.

Askeri kapasitesi sınırlı

Avro Bölgesi krizinin çözümünde oynadığı etkin rol ve AB içerisinde kurduğu ekonomik ve parasal hegemonyaya rağmen, Almanya’nın bazı tercihleri kolay anlaşılabilir değil.

Örneğin, Alman Hava Kuvvetleri’nde modernize edilmesi gereken ve mevcut halleriyle NATO operasyonlarında kullanılamayacak durumda olan 40 yıllık Tornado savaş uçakları duruyor. Bir yandan dünyanın en gelişmiş tankı olan Leopard’ı üretiyor ama diğer tarafta kendi ordusunda modernize edilmeyi bekleyen aynı markanın eski modeli tanklarını hâlâ tutuyor. Bunun gibi örneklerde görülebileceği gibi askeri kapasitesini potansiyelinin altında tutması ve askeri harcama bütçesinin NATO üyelerinin üzerinde anlaştıkları %2 seviyesine ulaşmamış olması, NATO üyeleri özellikle ABD Başkanı Trump tarafından sıklıkla eleştiriliyor.

Avro Bölgesi krizinin çözümünde oynadığı etkin rol ve AB içerisinde kurduğu ekonomik ve parasal hegemonyaya rağmen, Almanya’nın bazı tercihleri kolay anlaşılabilir değil. Örneğin, Alman Hava Kuvvetleri’nde modernize edilmesi gereken ve mevcut halleriyle NATO operasyonlarında kullanılamayacak durumda olan 40 yıllık Tornado savaş uçakları duruyor.

Siyasi istikrar merkezi

Fakat Almanya aynı zamanda siyasi istikrar açısından son derece özel bir ülkedir. 1949’dan bu yana geçen 70 yılda yalnızca sekiz başbakan gördü. Hükümetlerin ortalama hizmet süresi de neredeyse dokuz yıl. Aynı dönemde İngiltere’de 16, Fransa’da 10 ve İtalya’da 29 hükümet başbakanının hizmet ettiği göz önüne alınınca Almanya’daki siyasi istikrar daha iyi anlaşılıyor.

Almanya tarihindeki güçlü siyasetçiler Konrad Adenauer, Willy Brandt ve Helmut Kohl gibi ülke tarihine yön veren güçlü şansölyelerin son temsilcisi olarak görülen ve 2005’ten bu yana görevde olan Angela Merkel, görev süresinin bitiminde tekrar aday olmayacağını açıkladı. Görevi devralacak olan Annegret Kramp-Karrenbauer’in Merkel’den sonra oluşacak bu güçlü ve etkin şansölye boşluğunu doldurup dolduramayacağı ise Alman kamuoyunda tartışılan konuların başında geliyor. Güçlü siyasetçi geleneğinin sürüp sürmeyeceğini zaman gösterecek.

Kamu ekonomisi için neden tehlike çanları çalıyor?

Almanya’nın karşı karşıya kaldığı bir diğer sorun da nüfusunun yaşlanması. 2050 yılına yönelik olarak yapılan nüfus projeksiyon modellerine göre ciddi anlamda yaşlanıyor. Düşük doğum oranları, gelişen sağlık ve bakım koşulları sayesinde artan yaşam süresi beklentisi bu soruna yol açacak.

Oysa ekonomi için en önemli demografik unsur, çalışma çağındaki nüfus. 2018 yılında Almanya’da 20-66 yaşları arası çalışma çağındaki nüfus 51.8 milyon kişiyken, bu rakamın 2035’te 6 milyon kişi azalarak 45.8 – 47.4 milyona; ardından 2060’da da göç yönetimine bağlı olarak 40 – 46 milyon arasında bir yere geleceği tahmin ediliyor. 2050 yılında ortalama yaşın 49.2 olacağı tahmin ediliyor.

Buna karşılık Almanya’da 67 yaş üstü nüfus, 1990 – 2018 yılları arasında %54 oranında arttı, 2039 yılına kadar da 21 milyona ulaşması bekleniyor. Daha da ilginç bir gelişme 80 yaş üzerindeki nüfusta gözlemleniyor. Bu sayı 2018 yılında 5,4 milyon kişiyken 2050’de 9 milyonu aşması bekleniyor.

Alman toplumunun nüfus yapısına ilişkin tüm bu öngörüler kamu ekonomisi için tehlike çanlarının çalmakta olduğunun işareti. Bugün bile her dört kişiden birinin göç geçmişi[efn_note]http://www.bpb.de/nachschlagen/zahlen-und-fakten/soziale-situation-in-deutschland/61646/migrationshintergrund-i[/efn_note] bulunan ülkenin yaşlanan nüfus sorununun üstesinden gelebilmesi için daha fazla net göç alması zorunluluğu ortada. Fakat artan yabancı düşmanlığı, bu sorunun çözülmesi çok zor bir dilemma oluşturuyor.

Bugün bile her dört kişiden birinin göç geçmişi bulunan ülkenin yaşlanan nüfus sorununun üstesinden gelebilmesi için daha fazla net göç alması zorunluluğu ortada. Fakat artan yabancı düşmanlığı, bu sorunun çözülmesi çok zor bir dilemma oluşturuyor.

Bunun da başlıca sebeplerinden birisi, belki de en önemlisi Almanya’nın fiilen öyle olsa da resmi olarak bir göç ülkesi olduğunu kabul etmekten kaçınması. Bu fiili durumun hukuki altyapısının oluşturulmaması ülkenin entegrasyon politikasının uygulanmasında da önemli sıkıntılar yaratıyor. Bu sıkıntıları en çok hisseden göçmen grubu da Almanya’da yaşayan Türkiye kökenliler.

AB’nin sırtını dayadığı ülke

Avrupa Birliği’nin, İngiltere’nin üyelikten ayrılma sürecini travmasız ve hasarsız atlatabilmesinde Almanya hiç kuşkusuz en önemli rolü oynadı.
Dünya’nın 5. büyük ekonomisi, BMGK daimi üyesi bir nükleer gücün üyelikten ayrılması karşısında Avrupa’nın bu kadar kayıtsız kalabilmesi veya bu ayrılıktan etkilenmemesi ancak Almanya – Fransa ekseninin geleceğine olan mutlak güvenle açıklanabilir.

Ayrıca İngiltere’nin birlik içinde birçok AB politikasının dışında kalması ve entegrasyonunun arttırılması karşısında takındığı engelleyici tutum gibi negatif etkilerin ortadan kalkması da bir anlamda AB’nin elini güçlendirecektir. Ancak Brexit sonrasında, AB içerisindeki güç dengesinin değişecek olması, çok merkezli yapının bozularak, Almanya merkezli asimetrik bir güç konsantrasyonuna yol açma olasılığı da tartışılan konular arasında.

Ticaret savaşından etkilenir mi?

Gelecekte ne olacağı üzerine spekülasyonlar yapılan başka bir konu da Almanya’nın ihracata dayalı ekonomisinin, ABD’nin Avrupa Birliği’ne ve Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşından nasıl etkileneceği.

Almanya’nın en büyük ihracat pazarlarından Çin’de ekonominin büyüme hızındaki azalma, ABD’de artan korumacılık ve Alman mallarına olan dış talepte diğer nedenlerle meydana gelen azalmalar, Alman ekonomisinin önümüzdeki on yılda ciddi anlamda etkileneceği faktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Sonuç olarak Almanya, güçlü ekonomisi, etkin sosyal devlet modeli, neredeyse doğal oranlarına yaklaşmış işsizlik oranı ve istikrarlı politik sistemiyle dünyanın önde gelen refah toplumlarından biri olma özelliğini her şeye rağmen koruyor. Uluslararası sorunlara tek taraflı müdahale etmeyi, tarihsel refleksleri veya geçmişteki travmaları nedeniyle istemese de, BM veya AB şemsiyesi çerçevesinde gerçekleştirilen barış gücü misyonlarına aktif olarak katılıyor.

Almanya’nın geleceği, Avrupa Birliği’nin de geleceğini şekillendirecek. Ancak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kaderleri birbirine bağlanmış 27 ülkenin geleceğini şekillendirmek hiç de kolay olmayacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun hakkında politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.

Mesut Eren
Mesut Eren
Doç. T. Mesut Eren – Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1988 tarihinde mezun olan T. Mesut Eren, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Viyana Ekonomi Üniversitesi’nden aldı. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Koç Holding’de çalışan Eren, 2000-2015 yılları arasında İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2015-2017 yılları arasında da İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF’de Dekan Yardımcısı ve Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı olarak çalıştı. 2017 tarihinden bu yana Marmara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Enstitüsü AB İktisadı ve İşletme Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışan Eren’in çalışma alanları Avrupa Birliği, Uluslararası İlişkiler ve Uluslararası Ekonomidir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Almanya kalıbının ülkesi olabilecek mi? (Peki, bunu istiyor mu?)

Almanya’nın uluslararası arenadaki siyasal gücü, dünyanın 4. büyük ekonomisi olmasının getirdiği güçle neden doğru orantılı değil? Bu bir tercih mi? Dünya sorunları Almanya istemese de onu tavır almaya zorlayabilir mi? Almanya’nın yakın gelecekte yüzleşeceği sorunlar neler?

Almanya, Avrupa Birliği’nin (AB) her anlamda yükünü çeken en güçlü ülkesi konumunda. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmamasına rağmen yine de İran ile yapılan nükleer görüşmelere daimi beş üyenin yanında altıncı olarak katılmıştı (P5+1). Orta Doğu’da zaman zaman İsrail ve Hizbullah arasında arabuluculuğuna başvurulsa da, bir İngiltere, Fransa ya da ABD gibi bölgeyle siyasi manada çok yakından ilgili olduğu söylenemez. Dünyadaki küresel gelişmeler karşısında, ABD’nin, Rusya’nın, İngiltere’nin yaklaşımı veya tutumu merak edilse de, Almanya söz konusu olunca böyle bir merak pek söz konusu olmaz. Özetle, Avrupa siyasi tarihinin en önemli siyasi aktörlerinden biri olan, çok güçlü bir ekonomiye sahip Almanya, uluslararası ilişkilerde gücünün karşılığını tam olarak alan bir ülke değil. Peki, neden? Ve belki de daha önemlisi, Almanya bu durumu gerçekten değiştirmek istiyor mu?

Almanya’nın tüm ekonomik gücüne rağmen uluslararası politikada sesinin gür çıkmamasının en önemli nedenini biraz da geçmişin gölgelerinde aramak gerekir. Ne de olsa Almanya iki dünya savaşı çıkartmış ve her ikisinde de ağır yıkım ve kayıplara uğramış olmasına rağmen küllerinden yeniden doğmuş bir ülke. Geçmişteki suçlarının sorumluluğunu üstlenmiş ve bedelini çok ağır ödemiş olmasına rağmen toplumsal psikolojisinde bu travmayı hâlâ atlatabilmiş değil.

1989 yılında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Almanya coğrafi bütünlüğünü yeniden sağladı ama neredeyse her on yılda bir değişen dünya düzeni içinde yeni dengelere uyum sağlamaya çalışıyor ve kendi yerini aramaya devam ediyor. AB üzerinden kullandığı yumuşak gücün yanı sıra, giderek artan bir biçimde BM Barış Gücü misyonlarına katılıyor,[efn_note]1990’ların başından bu yana Barış gücü misyonlarına katılmaya başlayan Almanya hali hazırda 15 farklı BM görev gücünde, 3500 asker ve 130 polis ile katkı sağlamaktadır. https://www.deutschland.de/en/topic/politics/together-for-peace[/efn_note] uluslararası ambargo ve kısıtlamalara doğrudan destekler veriyor. BM’ye en fazla maddi katkı sağlayan ülkelerden biri olarak uluslararası ilişkilerde daha etkin rol oynayabilmek için yeni bir BM modeli öneriyor; Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olmasa da daimi üye olabilme seçeneğini zorluyor.

Alman ekonomisi nereye?

Almanya’nın uluslararası arenadaki siyasal gücü, dünyanın 4. büyük ekonomisi olmasının getirdiği güçle doğru orantılı değil.

82 milyonluk nüfusuyla yaptığı 1.5 trilyon dolarlık ihracat onu 1.4 milyarlık nüfusuyla 2.3 milyar dolarlık ihracat yapan Çin’in ardından bu kategoride ikinci. Ayrıca % 3.5 gibi bir oranla G7 içerisinde en düşük işsizlik oranına sahip ileri teknoloji ve sanayi ülkesi.[efn_note]Germany Economic Snap shot, Economic forecast November 2019, http://www.oecd.org/economy/germany-economic-snapshot/[/efn_note]

Trump sonrası ABD’nin çok taraflı ticaret sistemine karşı değişen tutumu, dünyada yükselmeye başlayan ekonomik milliyetçilik ve buna bağlı olarak artan korumacılık eğilimleri, Almanya gibi bir ihracat ülkesinde ekonomik geleceğe ilişkin haklı bir endişe uyandırıyor.

Ancak Donald Trump sonrası ABD’nin çok taraflı ticaret sistemine karşı değişen tutumu, dünyada yükselmeye başlayan ekonomik milliyetçilik ve buna bağlı olarak artan korumacılık eğilimleri Almanya gibi bir ihracat ülkesinde ekonomik geleceğe ilişkin haklı bir endişe uyandırıyor. Üstelik Batı merkezli güç konsantrasyonu Doğu’dan, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerden gelen siyasi ve ekonomik meydan okumalara karşı zorlanıyor.

Eski Dünya’nın kural koyucu ve normatif gücü olan Avrupa devletleri sadece uluslararası arenada değil, kendi kıtalarında yaşadıkları siyasi değişimler karşısında da henüz çözüm üretebilmiş değiller. Yetmezmiş gibi, aşırı sağın tüm kıtada yükselişi, popülist siyasetçiler ve uyguladıkları kimlik siyaseti birçok ülkede giderek güçlenen bir alternatif tercih oluşturuyor.

Almanya’nın AB’nin en güçlü ekonomisine sahip olmasına rağmen politik yetersizliklerinin yanı sıra askeri alandaki kapasitesi de uluslararası ilişkilerde bu gücün karşılığını tam olarak almasını engelliyor.

Almanya, İran ile varılan nükleer anlaşmada BMGK daimi üyeleri ile birlikte taraflardan biri oldu. Ukrayna krizinde etkin rol oynadı. Suriye kaynaklı göçmen krizinde sorumluluk alarak bir milyondan fazla mülteciye kapılarını açtı. Bu örnekler Almanya’nın uluslararası arenadaki etkinliği bağlamında olumlu gelişmeler olarak kabul ediliyor ama öte yandan, Suriye ve Irak gibi uluslararası sorunların çözümündeki arayışlara aktif katılım sağlamaması, potansiyelini tam olarak kullanamadığını da gösteriyor. Bölgede son zamanların en önemli gelişmelerinden sayılan İranlı General Kasım Süleymani’nin bir ABD SİHA’sı ile öldürülmesi olayında olduğu gibi, Almanya’nın, ABD’nin bu eylemini destekleyen açıklamaları nedeniyle Tahran’daki Maslahatgüzarı’nın Dışişleri Bakanlığı’na çağırılması da dikkate değer bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Irak’taki IŞİD karşıtı koalisyona 120 askerle destek veren Alman hükümeti, son gelişmelere rağmen askerlerini çekmeyeceğini ve görev gücüne desteklerinin süreceğini de belirtiyor. Son günlerin en kritik rekabet ve gerginlik alanlarından biri olan Libya için de Berlin’de bir barış konferansı düzenleneceği Şansölye Merkel tarafından açıklandı.

Askeri kapasitesi sınırlı

Avro Bölgesi krizinin çözümünde oynadığı etkin rol ve AB içerisinde kurduğu ekonomik ve parasal hegemonyaya rağmen, Almanya’nın bazı tercihleri kolay anlaşılabilir değil.

Örneğin, Alman Hava Kuvvetleri’nde modernize edilmesi gereken ve mevcut halleriyle NATO operasyonlarında kullanılamayacak durumda olan 40 yıllık Tornado savaş uçakları duruyor. Bir yandan dünyanın en gelişmiş tankı olan Leopard’ı üretiyor ama diğer tarafta kendi ordusunda modernize edilmeyi bekleyen aynı markanın eski modeli tanklarını hâlâ tutuyor. Bunun gibi örneklerde görülebileceği gibi askeri kapasitesini potansiyelinin altında tutması ve askeri harcama bütçesinin NATO üyelerinin üzerinde anlaştıkları %2 seviyesine ulaşmamış olması, NATO üyeleri özellikle ABD Başkanı Trump tarafından sıklıkla eleştiriliyor.

Avro Bölgesi krizinin çözümünde oynadığı etkin rol ve AB içerisinde kurduğu ekonomik ve parasal hegemonyaya rağmen, Almanya’nın bazı tercihleri kolay anlaşılabilir değil. Örneğin, Alman Hava Kuvvetleri’nde modernize edilmesi gereken ve mevcut halleriyle NATO operasyonlarında kullanılamayacak durumda olan 40 yıllık Tornado savaş uçakları duruyor.

Siyasi istikrar merkezi

Fakat Almanya aynı zamanda siyasi istikrar açısından son derece özel bir ülkedir. 1949’dan bu yana geçen 70 yılda yalnızca sekiz başbakan gördü. Hükümetlerin ortalama hizmet süresi de neredeyse dokuz yıl. Aynı dönemde İngiltere’de 16, Fransa’da 10 ve İtalya’da 29 hükümet başbakanının hizmet ettiği göz önüne alınınca Almanya’daki siyasi istikrar daha iyi anlaşılıyor.

Almanya tarihindeki güçlü siyasetçiler Konrad Adenauer, Willy Brandt ve Helmut Kohl gibi ülke tarihine yön veren güçlü şansölyelerin son temsilcisi olarak görülen ve 2005’ten bu yana görevde olan Angela Merkel, görev süresinin bitiminde tekrar aday olmayacağını açıkladı. Görevi devralacak olan Annegret Kramp-Karrenbauer’in Merkel’den sonra oluşacak bu güçlü ve etkin şansölye boşluğunu doldurup dolduramayacağı ise Alman kamuoyunda tartışılan konuların başında geliyor. Güçlü siyasetçi geleneğinin sürüp sürmeyeceğini zaman gösterecek.

Kamu ekonomisi için neden tehlike çanları çalıyor?

Almanya’nın karşı karşıya kaldığı bir diğer sorun da nüfusunun yaşlanması. 2050 yılına yönelik olarak yapılan nüfus projeksiyon modellerine göre ciddi anlamda yaşlanıyor. Düşük doğum oranları, gelişen sağlık ve bakım koşulları sayesinde artan yaşam süresi beklentisi bu soruna yol açacak.

Oysa ekonomi için en önemli demografik unsur, çalışma çağındaki nüfus. 2018 yılında Almanya’da 20-66 yaşları arası çalışma çağındaki nüfus 51.8 milyon kişiyken, bu rakamın 2035’te 6 milyon kişi azalarak 45.8 – 47.4 milyona; ardından 2060’da da göç yönetimine bağlı olarak 40 – 46 milyon arasında bir yere geleceği tahmin ediliyor. 2050 yılında ortalama yaşın 49.2 olacağı tahmin ediliyor.

Buna karşılık Almanya’da 67 yaş üstü nüfus, 1990 – 2018 yılları arasında %54 oranında arttı, 2039 yılına kadar da 21 milyona ulaşması bekleniyor. Daha da ilginç bir gelişme 80 yaş üzerindeki nüfusta gözlemleniyor. Bu sayı 2018 yılında 5,4 milyon kişiyken 2050’de 9 milyonu aşması bekleniyor.

Alman toplumunun nüfus yapısına ilişkin tüm bu öngörüler kamu ekonomisi için tehlike çanlarının çalmakta olduğunun işareti. Bugün bile her dört kişiden birinin göç geçmişi[efn_note]http://www.bpb.de/nachschlagen/zahlen-und-fakten/soziale-situation-in-deutschland/61646/migrationshintergrund-i[/efn_note] bulunan ülkenin yaşlanan nüfus sorununun üstesinden gelebilmesi için daha fazla net göç alması zorunluluğu ortada. Fakat artan yabancı düşmanlığı, bu sorunun çözülmesi çok zor bir dilemma oluşturuyor.

Bugün bile her dört kişiden birinin göç geçmişi bulunan ülkenin yaşlanan nüfus sorununun üstesinden gelebilmesi için daha fazla net göç alması zorunluluğu ortada. Fakat artan yabancı düşmanlığı, bu sorunun çözülmesi çok zor bir dilemma oluşturuyor.

Bunun da başlıca sebeplerinden birisi, belki de en önemlisi Almanya’nın fiilen öyle olsa da resmi olarak bir göç ülkesi olduğunu kabul etmekten kaçınması. Bu fiili durumun hukuki altyapısının oluşturulmaması ülkenin entegrasyon politikasının uygulanmasında da önemli sıkıntılar yaratıyor. Bu sıkıntıları en çok hisseden göçmen grubu da Almanya’da yaşayan Türkiye kökenliler.

AB’nin sırtını dayadığı ülke

Avrupa Birliği’nin, İngiltere’nin üyelikten ayrılma sürecini travmasız ve hasarsız atlatabilmesinde Almanya hiç kuşkusuz en önemli rolü oynadı.
Dünya’nın 5. büyük ekonomisi, BMGK daimi üyesi bir nükleer gücün üyelikten ayrılması karşısında Avrupa’nın bu kadar kayıtsız kalabilmesi veya bu ayrılıktan etkilenmemesi ancak Almanya – Fransa ekseninin geleceğine olan mutlak güvenle açıklanabilir.

Ayrıca İngiltere’nin birlik içinde birçok AB politikasının dışında kalması ve entegrasyonunun arttırılması karşısında takındığı engelleyici tutum gibi negatif etkilerin ortadan kalkması da bir anlamda AB’nin elini güçlendirecektir. Ancak Brexit sonrasında, AB içerisindeki güç dengesinin değişecek olması, çok merkezli yapının bozularak, Almanya merkezli asimetrik bir güç konsantrasyonuna yol açma olasılığı da tartışılan konular arasında.

Ticaret savaşından etkilenir mi?

Gelecekte ne olacağı üzerine spekülasyonlar yapılan başka bir konu da Almanya’nın ihracata dayalı ekonomisinin, ABD’nin Avrupa Birliği’ne ve Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşından nasıl etkileneceği.

Almanya’nın en büyük ihracat pazarlarından Çin’de ekonominin büyüme hızındaki azalma, ABD’de artan korumacılık ve Alman mallarına olan dış talepte diğer nedenlerle meydana gelen azalmalar, Alman ekonomisinin önümüzdeki on yılda ciddi anlamda etkileneceği faktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Sonuç olarak Almanya, güçlü ekonomisi, etkin sosyal devlet modeli, neredeyse doğal oranlarına yaklaşmış işsizlik oranı ve istikrarlı politik sistemiyle dünyanın önde gelen refah toplumlarından biri olma özelliğini her şeye rağmen koruyor. Uluslararası sorunlara tek taraflı müdahale etmeyi, tarihsel refleksleri veya geçmişteki travmaları nedeniyle istemese de, BM veya AB şemsiyesi çerçevesinde gerçekleştirilen barış gücü misyonlarına aktif olarak katılıyor.

Almanya’nın geleceği, Avrupa Birliği’nin de geleceğini şekillendirecek. Ancak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kaderleri birbirine bağlanmış 27 ülkenin geleceğini şekillendirmek hiç de kolay olmayacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun hakkında politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.

Mesut Eren
Mesut Eren
Doç. T. Mesut Eren – Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1988 tarihinde mezun olan T. Mesut Eren, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Viyana Ekonomi Üniversitesi’nden aldı. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Koç Holding’de çalışan Eren, 2000-2015 yılları arasında İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2015-2017 yılları arasında da İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF’de Dekan Yardımcısı ve Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı olarak çalıştı. 2017 tarihinden bu yana Marmara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Enstitüsü AB İktisadı ve İşletme Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışan Eren’in çalışma alanları Avrupa Birliği, Uluslararası İlişkiler ve Uluslararası Ekonomidir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x