2 Ağustos 2024’de Instagram’ın kapatılmasıyla birlikte Türkiye’de derin bir sessizlik hali ortaya çıktı, sorun sekiz günde çözüldü. Ama geride üzerinde düşünülmesi gereken birçok konu kaldı. Dünya üzerinde 5 milyarın üzerinde insanın sosyal medyaya erişimi var. Sırasıyla Facebook, YouTube ve Instagram bütün platformlar arasında ilk üçü paylaşıyorlar. Türkiye 6 saat 57 dakika İnternet kullanımı ile 42 ülke arasında 20. sırada. Bu sürenin 2 saat 44 dakikası sosyal medya platformlarında geçiriliyor.
Demografik açıdan neredeyse cinsiyet dengesinin sağlandığı gözlemliyoruz. Instagram’ın cinsiyet dağılımınına göre kadın erkek oranı neredeyse başa baş. 25-34 ve 35-44 yaş grupları Instagram’ı en yoğun kullanan kesimi oluşturuyor. Ticari anlamda da önemli bir mecraya olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de her 100 reklamdan 33’ünü Instagram kullanıcılarına sunuyor.
Sosyal medya platformları özü itibariyle farklı kişilerin duygu ve düşüncelerini ifade etmelerine imkân verdiği için çok sesliliği de destekliyor. İnternetin felsefi kurgusu insanların farklı içeriklere özgürce erişebilmesi ve bunun merkezi bir yönetim tarafından kontrol edilmesine izin vermemesi mantığı üzerine inşa edilmiştir. Hatta farklı aktörlerin kendi tercihlerini öne çıkarmasını engellemek önlemek için Türkçeye “ağ (şebeke) tarafsızlığı” olarak aktarılan bu kavramı BTK zamanında önemseyip bir rapor bile hazırlamıştı.[1]
Ağ tarafsızlığı tanımının da gösterdiği gibi ülkelerin ya da hizmet sağlayıcıların farklı sebeplerle belirli hizmetleri ya da platformları tercih etme ihtimalleri üzerinde durularak bunun yapılmaması gerektiği vurgulanır. Internet altyapısının uluslararası yöneticisi Internet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu ICANN bu tanımı yaparken düzenleyici kurumlar için de benzer bir tutum içinde olabileceğinin altını çizmiştir.
Sosyal medya platformlarının Türkiye ve AB macerası
Türkiye’de son yıllarda artan sosyal medya kullanımı önce 2011 Arap uyanışı sırasında gündeme geldi. Ardından farklı politik nedenlerle ülkemizdeki sosyal medya platformları kapatılıp tekrar açıldı. Twitter, YouTube bu kesintilerden sıkça nasibini alan platformlardandır.
Türkiye’de bu kesintileri uygulamakla yükümlü olan Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK) kendini geliştiren teknolojik metotlarla sorumluluğunu yerine getirdi. İlk başlarda DNS üzerinden bütün platformu bloklayan BTK, zamanla kapasitesini geliştirerek, belirli hesaplar ya da postlar üzerinden yapar hale getirdi. Türkiye’de kamuoyunun VPN olarak bilinen Sanal Özel Ağ sistemiyle tanışması da bu döneme denk gelir. Ülkenin ağ (network) konusunda bilgi seviyesini arttırdığını tahmin ettiğim kesintiler gittikçe yaygınlaşmaya ve bunlara alışılmaya başlandı.
Bütün bu gelişmeler olurken Avrupa’da Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün (GDPR – General Data Protection Regulation) uygulamaya geçilmesinden biraz sonra Türkiye’de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (6698) kabul edildi ve ilgili kurum kuruldu.
Siber güvenliği de sağlayan bu kanuni zeminin en temel noktalarından birisi de kişilerin kendilerine ait verileri kontrol etmesine daha çok imkân vermesiydi.
Bunun ötesinde gelişen yaklaşımla “unutulma hakkı” kavramı sıkça kullanılır oldu. Artık insanlar istemedikleri haberleri arama motorlarından sildirme hakkına sahip olmuştu. Bu hakkın ülkemizde nasıl kullanıldığı da ayrı bir tartışma konusudur.
Bütün bu gelişmeler esasında başlayan hararetli bir rekabetin işaretçisiydi. İlk olarak sosyal medya şirketlerine karşı vatandaşlarının verilerini korumak isteyen devlet egemenliğinin üstünlüğünü sergilemesiydi. İkinci olarak, devletlerin İnternet ortamında kendi alanlarını çizmeye başladıklarını da bu hamlelerle gördük.
Sosyal medya platformları ve gözetim kapitalizmi
Sosyal medya platformları sadece verileri işlemekle kalmıyordu. Akademisyen, yazar ve aktivist Shoshana Zuboff Gözetim Kapitalizmi (Surveillance Capitalism) kitabında, sosyal medya platformlarının kullanıcı etkileşimlerini farklı algoritmalar sayesinde nasıl davranışsal verilere dönüştürdüğünü ve bu hammaddeyi kullanarak, bu verilerin şirketler tarafından kâr amacıyla nasıl sömürüldüğünü detaylı bir şekilde anlatır.
Gözetim kapitalizminin temel iş modeli, toplanan verilerle kullanıcıların gelecekteki davranışlarını tahmin etmek ve kontrol etmektir. Google ve Facebook gibi şirketler, bu tahminleri kullanıcıları hedefleyen reklamlar ve hizmetler oluşturmak için kullanır ve böylece kullanıcıların eylemlerini yönlendirerek kârlarını maksimize eder. Zuboff bu eyleme “enstrümental güç” adını verir. Bu güç totaliter gücün aksine zorlamadan ziyade davranışları ince yollarla manipüle etmeye odaklanır. Algoritmalar ve kullanıcıların farkına bile varmadığı manipülasyon teknikleriyle bireyler üzerinde kontrol sağlanır. Artık rekabet, kimin davranışları daha doğru tahmin edip etkileyebileceği üzerine kuruludur. Bu da şirketleri daha fazla veri toplamaya ve bu verileri daha sofistike şekillerde işlemeye yönlendirir.
Zuboff araştırmasında bu eylemin toplumsal sonuçlarına vurgu yaparken, gözetim kapitalizminin toplum üzerindeki geniş kapsamlı etkilerini de ele alır. Bu sistemin bireysel özgürlüğü tehdit ettiğini, mahremiyeti yok ettiğini ve demokrasiyi tehlikeye attığını savunur. Davranışları büyük ölçekte şekillendirme ve tahmin etme gücü, özgür iradeyi ve bilinçli rızayı tehdit eden bir unsur haline gelir.
Sosyal medyanın gizli gücü: Verinin kapitalleştirilmesi ve radikalleştirme
Veri toplama ve tahmin etmeyi kolaylaştıran algoritmaların yan etkilerinden birisi de aynı konuyla ilgilenen insanları aynı ağ içinde toplayarak bunları yönlendirmesidir.
Bu verinin kapitalleştirilmesi eyleminin yan etkilerinden birisi deArap uyanışı ile birlikte ortaya çıkan sosyal medyanın kullanıcılarını belirli konularda radikalleştirmesiydi. Farklı eğilimdeki grupların da sosyal medyayı kullanarak gruplarını büyüttükleri o dönemde kaydedildi. Bunun şiddet eğilimli grupların radikalleşmesi konusunda önemli bir adım olduğu da tespit edildi.
Bunların yanı sıra aşırı uçlara ait mesajların terör örgütleri tarafından paylaşıldığını ve platformların bunları tespit ederek kaldırdığını görmeye başladık. Özellikle DAEŞ’in ortaya çıkışı ve yoğun sosyal medya kullanımı ile radikalleşmeyi arttırması bütün sosyal medya platformları arasında dikkat çeken gelişmelere sebep oldu. Farklı oluşumlarla bilişim firmalarının online radikalleşme ve şiddet oluşumlarını engellemek için hamleler yaptıklarına şahit olduk.
Yeni tehditlerin keşfi: Verilerin büyüsü ve siyaseti etkileme kapasitesi
Bütün gelişmeler olurken 2018’de patlayan Cambridge Analytica skandalı sosyal medyalar üzerindeki bilgilerin ve devasa verilerin işlenmesi yoluyla politik tercihlerin manipüle edilebileceğine dair bir örnek teşkil etti. Artık insanın hür iradesinin zannedildiği kadar hür olmadığı ve yönlendirildiği ortaya çıkmış oldu. Yeni gelişme devletlerin beklemediği yeni tehditlerin ortaya çıktığını gösterdi. Bu dönemlerde hibrit tehditler kavramı ve hibrit savaş tanımı akademik ortamlarda sıkça konuşulmaya başlandı.
Öte yandan demokrasiyi ve çok sesliliği destekleyeceğini hayal ettiğimiz internet ortamı bir anda, yapay zekâ teknolojilerinin devasa veriyi hızla işleme kapasitesi kazanmasıyla birlikte tehdit haline gelmeye başladı. Otoriteryen iktidarlar veri derinliğinin artmasını da fırsat bilerek farklı sonuçlar elde etmek verileri daha sık için kullanmaya başladılar. Üstelik bu kabiliyetin sadece kendi ülkeleri için değil, farklı ülkelerin vatandaşları için de uygulanabilir hale geldiği iddia edildi. Robot temelli olduğu için bot denilen yüzlerce sistem ile İngiltere’nin AB üyeliğini oyladığı Brexit referandumunun böyle etkilendiği ortaya konuldu.
Artan dezenformasyon kampanyaları ve dijital otoriter eğilimlerin uygulamaya konulmasıyla birlikte devletler sosyal medya platformları ve İnternet erişimi konusunda kontrollerini arttırmaya yönelik bir tutum sergilediler.
İnterneti kontrol hamleleri
Teknolojik kapasitelerini interneti kontrol etmek için düzenlemeler yaparak yeniden yapılandırdılar. Avrupa Birliği gibi topluluklar Dijital Avrupa Programlarının parçası olarak Dijital Hizmetler Yasası’nı (Digital Services Act) ve Dijital Pazarlar Yasası’nı (Digital Markets Act – DMA) çıkardı. DSA ve DMA, AB içinde dijital platformların nasıl çalıştığı konusunda önemli bir değişimi temsil eder ve küresel dijital yönetim standartlarını etkileme potansiyeline sahiptir.
Dijital Hizmetler Yasası daha güvenli ve daha şeffaf bir çevrimiçi ortam yaratmayı hedeflerken, dijital hizmet sağlayıcılar için daha net sorumluluklar ve yükümlülükler belirlemeyi amaçladı. Temel anlamda yasa çevrimiçi platformlara host ettikleri (ev sahipliği) içerikten sorumlu olmalarını sağlayacak yeni yükümlülükler getirdi. Öte yandan platformlara, algoritmalarına, içerik denetleme uygulamalarına ve reklam sistemlerine ilişkin şeffaflık sağlama zorunluluğu getirdi. Yasa kullanıcıların içerik kaldırma kararlarına itiraz hakkı, yasa dışı içerikleri bildirme hakkı ve platform kararlarına itiraz edebilme mekanizmalarının oluşturulmasını da sağladı. Ayrıca sosyal medya platformlarıyla ulusal yetkililer arasında yasa dışı içerik veya çevrimiçi faaliyetlere ilişkin konularda, daha hızlı iletişim kurma imkânı sağlayan bir mekanizma geliştirilmesi hedeflendi.
Dijital Pazarlar Yasası’nın (DMA) temel amacıysa, dijital pazarda adil rekabeti sağlamak ve dijital hizmetlere erişimi kontrol eden bu “kapı bekçileri”nin (gatekeepers- teknoloji sahibi firmaların) egemenliğini ele almaktır. Kapı bekçileri iç pazarda önemli bir etkiye sahip olan, kullanıcılarının müşterilere ulaşması için önemli bir geçit işlevi gören, köklü ve kalıcı bir konuma sahip olan büyük çevrimiçi platformlardır. Bu platformlar genellikle Google, Apple, Facebook (Meta), Amazon ve Microsoft gibi şirketlerdir. DMA bunlara temel anlamda kendi ürünlerini tercih etme yasağı, kullanıcıların kendi verilerine erişme hakkı, hizmet verdikleri üçüncü taraflarla uyumlu çalışmak gibi sorumluluklar getirdi. Son olarak kapı bekçileri, hizmetlerine bağımlı olan işletmelere adil erişim sağlamalı ve bu işletmelere haksız koşullar dayatmaktan kaçınmalıdır.
Türkiye’de sosyal medyayı kontrol girişimleri
AB’nin yaklaşımıyla paralel olarak Türkiye de farklı yasalarda değişiklik yaparak çevrimiçi hizmet veren kapı bekçilerini kontrol altına almaya çalıştı. BTK’yı sosyal medyanın yönetilmesinde yetkili mercii olarak tanımladı ve kuruma ciddi yetkiler verdi.[2]
Düzenlemelerde bunlarla yetinilmeyerek, Türk Ceza Kanunu’nun da değişiklik yapıldı[3], şiddet ve terör gibi kavramları içerecek şekilde tanımlar genişletildi:
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
Ayrıca Türkiye’de sosyal medya platformlarını da içerecek şekilde, terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar için gerekli ceza düzenlemeleri yaptı.
“Terörizm”den aynı şeyi anlamak
Bütün bu gelişmeler olurken en büyük problem, kapı bekçilerinin ya da sosyal medya platformlarının cebir, şiddet, tehdit ve hatta terörizmden anladıklarının hep farklı olmasıydı.
Terörizm kavramını öğretirken bunun ne derece karmaşık ve politik olduğunu vurgulamak için farklı ülkelerden farklı uygulamalar, hatta aynı ülkelerdeki farklı yaklaşımları bile göstermek mümkündür. Literatürde 131 farklı terörizm tanımı olduğunu biliyoruz. Her ne kadar tanımı oluşturan öğeler konusunda uzlaşılsa bile, siyaset devreye girince (girmediği hiç görülmemiştir) kimi ülkenin teröristi diğer ülkenin özgürlük savaşçısı olabilir. Ortak terörizm listeleri de bu yüzden büyük önem taşır.
Şiddetin ve terörizmin ne anlama geldiği sizin için açık ve net olabilir ama zaman zaman bu kavramlar kültürel kodlara göre değişir. Örneğin Müslüman bir ülkede Kurban Bayramı sırasında büyükbaş hayvanların kesilmesi dinî bir ritüel iken aynı eylem Hindistan’da çok büyük suç olarak algılanabilir. Kültür ve zihin yapımız bizim dünyayı okumamızı (weltanschauung) şekillendirir, bu okumalar sırasında kendi suçlularımız, haklılarımız ve doğrularımız oluşur.
Sosyal medya platformlarında yasak mekanizması nasıl işler?
Sosyal medya platformlarında bu kavramlara dair yasaklamalar çoğunlukla yapay zeka tarafından yapılır, insan müdahalesinin devrede olduğu nadirdir. Yapay zeka (LLM-Büyük Dil Modelleri ve bir çok model) ise ancak insanlara ait devasa verilerin sisteme yüklenmesi üzerinden çalışır.
Sosyal medya platformlarının bu konudaki uygulamalarına dair saatlerce konuşmak mümkün. Sadece netleştirmek için uç bir örnek vermem gerekirse çocuğunu emziren bir annenin göğüs ucu yüzünden bir içerik yasaklanırken, bir erkeğin göğüs ucunu göstermesi yasaklanmaz. Herkes kendine göre bu yasağın gerekçesini haklı bulabilir ya da bulmaz. Halbuki buradaki mantık, algoritmaların içerikleri analiz ederken girilen komutları icra etmesiyle çalışır. Algoritma oluşturulurken dikkat edilmeyen bir konunun yasak dışı kalması da söz konusu olabilir.
Öte yandan şiddetin ve terörün ne olduğunu görsel içerikle tanımlamak çok da kolay değildir. Bazen şiddet grafiksel olarak olmaz ama ima ve duygu bakana bu hissi verir. Yakın zamanda bir öğrencimin yazdığı yüksek lisans tezi bu konuda epey zihin açıcı bir yöntem izledi.
Algoritma neyi nasıl ve kime göre tanımlar?
Peki o zaman algoritma şiddet içermeyen ama ima eden resmi nasıl ayıklar? Algoritma kimin mazlum, kimin zalim olduğunu nasıl tanımlar? Algoritma kimin haklı kimin haksız olduğunu nasıl anlar? İşte bunlar milyon dolarlık sorular.
Yapay zekanın gelişmesi bu konuda epey katkı sağlasa da, konunun kedi ile elmayı ayırmaktan öte bir problem olduğunun altını çizmek isterim. Optimizasyon, tekrar ve süpervize edilmesi bile bazı problemleri çözmek için yeterli değildir.
Peki, ahlakın formülü nedir? Ahlakı bir bilgisayara nasıl öğretirsiniz sorusu hâlâ masada duruyor. Karar verme konusunu da yakından ilgilendiren bu sorunu farklı biçimlerde ele alabiliriz. Ama net bir cevap bulamayız.
Öte yandan sosyal medya platformlarının bazen sahibi ya da yöneticisinin kişisel tercihleri yüzünden nasıl değiştiği konusunu tartışmak için Twitter doğru bir örnek olabilir. Uzun bir çekişme ve pazarlık döneminden sonra Tesla’nın patronu Elon Musk Twitter’ı almak istiyordu. Musk’a göre, Twitter uçta solcu aktivistlerin elinde olduğu için sağcı politikacıların sesini yeterince duyuramıyordu. Musk 44 milyar dolar ödeyerek Twitter’ın %79’unu aldıktan sonra platformdaki politikalar hızla değişti. Hatta Twitter’in otoriteryen söyleme izin verdiği ve dezenformasyon kampanyalarını önlemek için bir hamle yapmadığı bile tartışıldı. Elon Musk yönetimi döneminde pornografik içerik, faşizm, ayrımcılık söylemleri giderek yükseldi.
Dijital faşizm nedir, ne amaçla, nasıl kullanılır?
Bütün bunlar bizi Türkiye’de Instagram’ın kapatılışı sırasında iddialara ve dijital faşizm meselesine getiriyor. Instagram’ın Hamas’ın siyasi lideri Haniyye’ye yapılan suikast hakkındaki gönderileri kaldırdığı için kapatıldığı konuşuldu ve tam da bu dönemde dijital faşizm kavramı önümüze düştü.
Bu konuda medya çalışmaları alanında eser verildiğini söylemeliyim. Sosyoloji profesörü Christian Fuchs uzun yıllardan beri izleme (surveillance) üzerine araştırmalar yapıyor. Kritik teori üzerine odaklanan Fuchs’un dijital faşizm üzerine bir kitabı var, kitabında uzun uzun kavramı açıklıyor.
Fuchs dijital faşizm kavramını oluşturan unsurları açıklarken sosyal medya platformlarının aşağıdaki amaçlarla kullanıldığını belirtiyor.: faşist grupları organize etmek, şiddet tehditlerini duyurmak, takipçiler bulmak, destekçileri harekete geçirmek, düşmanları terörize etmek
Yine Fuchs’un ifadeleriyle dijital faşistler dijital teknolojileri ve bunların spesifik özelliklerini kullanırlar, hedeflerine ulaşmayı esas alırlar. Dijital faşizm hedeflerini gerçekleştirebilmek için konvansiyonel iletişim yöntemleriyle dijital imkanları birleştirmeye çalışır. Bu sırada da sosyal medya platformlarındaki göçmenler, sosyalistler, liberaller, aydınlar, uzmanlar ve demokratlar gibi çok farklı sosyal sınıfları etkiler ve kışkırtır.
Dijital faşistlerin üretim araçları
Ağ bağlantılı bilgisayarlar dijital faşistler için yalnızca bilgi ve iletişim teknolojileri değil, aynı zamanda üretim araçlarıdır.
Sosyal medya platformlarına koyulan hikayeler, postlar ya da tweetler esasında onu okuyanların da etkileşimiyle yeni bir veriye dönüşür. Sosyal medyayı tüketenlerin ürettikleri bilgi “prosumers” (üretken tüketim) kötü niyetli olmasa bile mesajın etkisini, derinliğini ve yayılımını etkiler. Bu da internette kullanıcı tarafından oluşturulan içeriğin ortaya çıkmasına neden olur.
Dijital faşizm, bu dijital kapasiteleri kullanıcı tarafından oluşturulan faşist içerik ve sosyal medya platformlarında aktif olan faşist prosumers biçiminde kullanır. İşşizlik artarken göçmenleri hedef almayan bir mesaj bile bir anda göçmenleri hedef alan söylemlere dönüşebilir. Üstelik görselliğin ima içeren tarzı da buna dahil olunca mesajın ve üretken tüketimin kontrol edilmesi neredeyse imkansız hale gelir. Dijital faşizm zaman zaman magazinsel içerikleri bile manipüle ederek, farklı bir etkileşim oluşturur. İnternet’i genellikle yüzeysel ve sansasyonel bilgilerin hızlandırılmış üretimi, dağıtımı ve tüketimi biçiminde şekillendirir. Dijital faşizm, sahte haberleri, hakikat sonrası kültürü, algoritmik politikaları ve filtre baloncuklarını yaymak için de İnternet’te magazinleştirmeyi kullanır.
Fuchs bütün bu anlatının üstüne dijital faşizmi şöyle tanımlar:
“Dijital faşizm, faşizmin çevrimiçi iletişimi ve faşist grupların ve bireylerin dijital teknolojileri bilgi, iletişim ve örgütlenme aracı olarak kullanması anlamına gelir. Faşizm, şiddet, terör ve savaş kullanarak tanımlanmış düşmanları öldürmeyi amaçlayan sağcı otoriterliğin belirli bir terörist biçimidir.”
Algoritmalar dijital faşizm ile nasıl mücadele edebilir?
Bütün bu kavram yüklü yaklaşımı ve radikalleşmesini önlemek için algoritmaların kontrolündeki sosyal medyanın nasıl davrandığını çözmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Dönem ulus devletlerin farklı bir düzlemde kendilerini yeniden var etme mücadelesinin parçasıdır. Maalesef teknolojik imkanların bu denli arttığı bir dönemde beklentiler istenildiği kadar kolay gerçekleşmeyecektir. Temel noktanın insanların özgürce kendilerini ifade etmeleri ve bunu yaparken belirli normlara hassasiyet göstermeleri olacaktır.
Dünyamız bir önceki yüzyıldan daha etkin çoksesli bir dönemden geçiyor. Fakat bilişsel yapılarımız, eski eğitimimiz, demografik yapılarımızla bu teknolojiye uyum sağlamak kolay değil. Öte yandan teknoloji ve ahlak kavramı da zaman içinde inşa ediliyor.
İktidar sahiplerinin sosyal medya platformlarını kapatması farklı ve beklenmedik çözümlerin geliştirilmesine sebep oluyor. İddiamızı ve görüşlerimizi doğru, derinlikli bir şekilde sosyal medya platformlarında sunarak üretken tüketicileri ikna etmek, sanırım çağa daha uygun bir çözüm.
Türkiye özelinde Instagram’ın açılıp kapanmasının algoritmik bir değişiklik yaptığını zannetmiyorum. Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in deneyinin bunun güzel bir delili olduğunu zannediyorum. Instagram Haniyye hakkındaki bir mesaja “Tehlikeli Örgütler ve Kişiler Politikasına” aykırı da olsa “haber değeri” taşıdığı değerlendirmesini yapıp izin verirken, aynı mesajı Yaman Hoca attığında aynı politikaya aykırı olduğu gerekçesiyle kaldırıldı.
Sonuç olarak algoritmalar ve onların neyi görerek nasıl bir karara vardığını anlamak, zaman alacaktır. Bir faşist arıyorsak algoritmalara odaklanmalıyız.
Algoritmaların önlenemez yükselişini anlamak ve sosyal medya platformların norm inşa sürecinde mümkün olduğunca etkin olmak, çoksesli demokratik geleceği korumak için elimizden gelen en güçlü çaba olmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 3 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Bu raporda ağ tarafsızlığı şöyle açıklanmıştır:
“Prensipte altyapı işletmecisinin benzer hizmetleri sunan içerik sağlayıcılar arasında ayrımcılık yapma güdüsü bulunabilir. Örneğin kendi içeriğini satan bir genişbant işletmecisi, aynı içeriği sağlayan başka bir işletmecinin içerik kalitesini düşürebilir. Böyle bir davranış birçok sanayileşmiş ülkede rekabet kanunlarına aykırı bir davranış olmakla birlikte, şebeke tarafsızlığı taraftarları kanun hükümlerinin uygulamasının uzun süre aldığını öne sürmektedir.”
[2] 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 9’uncu maddesine 14. Fıkra eklendi: “Kurum, şebekeler üstü hizmet sunumuna ilişkin gerekli düzenlemeleri yapmaya, düzenlemelerde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeksizin veya yetkilendirilmeksizin sunulan şebekeler üstü hizmetlerin sunumunun engellenmesini teminen işletmecilere yükümlülük getirilmesi dahil her türlü tedbiri almaya yetkilidir. Şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar, faaliyetlerini Türkiye’de kurdukları anonim şirket ya da limited şirket statüsündeki tam yetkili temsilcileri vasıtası ile Kurumca yapılacak yetkilendirme çerçevesinde yürütürler. Şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar, Kurumun elektronik haberleşme sektörüne ilişkin görevleri kapsamında bu hizmete yönelik yapacağı düzenlemelere uymakla yükümlüdür. Kurum yapacağı düzenlemelerde hizmetlerin kullanıcılarına Ulusal Numaralandırma Planında yer alan numaralar ile haberleşme imkanı sunup sunmadığı, Türkiye’deki kullanıcı sayısı veya günlük erişim sayısı gibi kriterleri dikkate alır. Şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar, Türkiye’deki aktif bireysel ve kurumsal kullanıcı sayısı, sesli arama sayısı ve süresi, görüntülü görüşme sayısı ve süresi, anlık mesaj sayısı ve Kurumun belirleyebileceği diğer bilgileri Kurumca belirlenecek periyotlarla Kuruma bildirmekle yükümlüdür.”
[3] 217sayılı A maddesinin 1. fıkrasına aşağıdaki düzenleme yapıldı.