İstanbul barajları boşalmadan Türkiye’ye kuraklık gelmezmiş!

Kuraklığı yalnızca İstanbul'da barajlardaki su seviyeleri düştüğünde hatırlıyoruz ama veriler Türkiye’nin su fakiri olmaya doğru gittiğini gösteriyor. Bunu engellemek için ne yapmalı? Prof. Dr. Doğanay Tolunay yazdı.

Eskiden söylenen bir söz vardı: “İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmezmiş.” Büyük yayın organlarının merkezinin İstanbul’da olması nedeniyle Anadolu’daki sorunların haber olmamasını eleştiren bu kavramı günümüzde biraz değiştirmek gerekiyor.

Malum iklim değişikliği ve kentsel ısı adası nedeniyle artık İstanbul’a daha az kar yağıyor. Ama artık kuraklık ve su krizi diye bir sorunumuz da var. Çünkü ülkemizin geniş bir bölümünde son üç yıldır yağışların uzun yıllar ortalamasının altında kalmasına ve kuraklıklar yaşanmasına rağmen, İstanbul barajlarında depolanan su miktarı azalınca su sorunu ve kuraklık gündem oldu. Halbuki 2021 yılında özellikle yaz aylarında başta İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmak üzere ülkemizin geniş bir bölümünde ciddi kuraklıklar yaşanmıştı. Hatta Tuz Gölü’nde kuraklık nedeniyle binlerce yavru flamingo ölmüştü. 2022 yılında da özellikle Temmuz ayı sonrasında Marmara, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kuraklık, başta tarım alanları ve doğal yaşam olmak üzere bir çok tehdit oluşturuyordu. Sonbaharda ekim zamanı geldiğinde yağış olmadığı için tohum ekimi yapılamadı ya da “kuruya ekim” olarak adlandırılan kuru toprağa ekim şeklinde yapıldı.

Sonbahar yağışlarının gecikmesi ve Aralık 2022’nin son 70 yılın en sıcak aralık ayı olması, ocak ayının da mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle İstanbul barajlarının son 10 yılın en düşük ikinci seviyesine gerilemesi kuraklığın gündem olmasını sağladı.

Benzer tartışmayı son 10 yılın en düşük seviyesi olan Ocak 2021’de de yapmıştık. Hatta o tarihte yeni yapılan iki bin metrekareden büyük inşaatlarda yağmur suyu toplama sistemi zorunluluğu getirilmişti. Maalesef bu yönetmeliğin uygulanıp uygulanmadığına dair resmi bir veri yok. Ocak 2021’in ortalarında İstanbul’a kar yağması ile barajlar dolmaya başlayınca kuraklık unutuldu, ta ki iki yıl sonra İstanbul barajlarındaki su seviyesi yeniden azalıncaya kadar.

Su sorunu ve kuraklıklar birbirine karıştırılmamalı

Su sorunu ve kuraklık konuşulacaksa öncelikle bunların birbirinden farklı olduğunu anlamak gerekir.

Toplum tarafından en bilinen kuraklık, meteorolojik kuraklık olup, bu kavram yağışların uzun yıllar ortalamasından düşük olmasını ifade eder. Ancak yağışların ortalamaların üzerinde olması durumunda da kuraklıktan söz edilebilir. Örneğin yağışların mevsimsel dağılımlarının değişmesiyle tarım bitkilerinin çimlenme, büyüme ve hasat zamanlarında yağış olmaması ve topraklarda depolanan suyun tükenmesi tarımsal kuraklık olarak tanımlanır.

Kuraklıkla mücadele için ilk akla gelen yöntem, suyun barajlarda depolanması ve yeraltı sularından yararlanılmasıdır. Ancak yağışların yetersiz olmasıyla barajların dolmaması ya da yeraltı su seviyelerinin kullanılamamasıyla oluşan kuraklık hidrolojik kuraklık olarak bilinir.

Yağışların mevsim normalleri veya üzerinde olması, suyun yeterli olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü suyun hoyratça tüketilmesi durumunda var olan su yetmeyebilir. Benzer şekilde suyunu aldığımız dereler ve göller kirlendiyse içme ya da sulama suyu niteliği olmaz.

Su zengini bir ülke değiliz

Ülkemize yıllık toplam olarak 450 milyar m3 kadar yağış düşüyor. Ancak bu suyun tamamı insanlar tarafından kullanılamıyor. Çünkü bunun bir kısmı buharlaşmayla atmosfere geri dönüyor, bir kısmı nehirlerle denizlere akıyor, bir kısmı ise yeraltı sularını besliyor.

Devlet Su İşleri verilerine göre, yeraltı sularından çekilen yıllık 14 milyar m3 su da dâhil olmak üzere yıllık ortalama kullanılabilecek su miktarı 112 milyar m3 kadar. 2022 yılı itibarıyla kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.320 m3 civarında.
Su Stresi İndeksi’ne göre bu değerle ülkemiz su stresi yaşanan ülkeler sınıfında. Ama bu durum bizi yanıltmamalı. Çünkü 112 milyar m3 kullanılabilir su uzun yıllar ortalamasına göre hesaplanıyor. Bazı yıllar yağışlar %20 kadar azaldığı ve iklim değişikliğiyle artan sıcaklıklar aynı zamanda buharlaştırmayı arttırdığı için kullanılabilir suyumuz zaman zaman 100 milyar m3’ün altına iniyor.

Yağışlar artmadığı sürece kullanılabilir su miktarımızın artması mümkün değil. Bu durumda da yer altı sularına yükleniliyor. Buna karşılık nüfus arttıkça kişi başına düşen su miktarı azalıyor. Örneğin 1980’li yıllarda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı açısından su zengini bir ülkeydik. Özetle yağışlar hiç değişmese de sadece nüfusumuzun 112 milyonu geçmesi halinde su kıtlığı yaşanan bir ülke konumuna düşeceğiz.

Su varlığımız azalırken su tüketimimiz artıyor

Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da su tüketimi.

Kullanılabilir su miktarı aynı kalırken su tüketiminin artması, susuzluğa yol açabilir.

Ülkemizde her geçen yıl su tüketimi artıyor. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca yayınlanan Çevresel Göstergeler Raporu’na göre ülkemizde 2008 yılında 45,5 milyar m3 olan su tüketimi 2020 yılında 62,2 milyar m3’e yükseldi. 12 yıldaki artış 16,7 milyar m3 kadar.

Su tüketimindeki artışın 10,2 milyar m3’ü tarımda gerçekleşirken, termik santrallerde 3,7 milyar m3, sanayide 1,3 milyar m3 ve yerleşim alanlarında 1,4 milyar m3 artış olduğu söz konusu raporda yer alıyor.

Kuraklık ve su krizi ile mücadele için ana sorunlar belirlenmeli

Kuraklık ve su krizi ile mücadelede ülkemizde ilk akla gelen uygulama barajlar yapılması ya da havzalar arası su transferi. Ama bunların geçici çözümler olduğunu, hatta çoğu zaman doğadaki canlılar ve barajlarla suyu kesilen köylüler için susuzluk anlamına geldiğini belirtmek gerekir.

Oysa yapılması gereken, suyun daha verimli kullanılmasının nasıl sağlanabileceği ve suyun hoyratça kullanımının nasıl önüne geçilebileceği olmalı.

Örneğin tarımsal sulamada kullanılan su miktarının yıllık olarak 850 milyon m3 kadar artmasının nedenleri araştırılmalı.

Bu artışın en önemli nedenlerinin başında vahşi sulama ve yörenin iklim koşullarına uygun olmayan ürün yetiştirilmesi geliyor. Meraların tahrip olması nedeniyle ahır hayvancılığındaki artış dolayısıyla, mısır gibi sulanarak yetiştirilen yem bitkilerinin üretimi de artıyor.

Birim alandan elde edilen verimin su ve gübre ile arttırılmak istenmesi de başka bir neden.

Bütün bunlara bakarak, tarım politikalarının su varlığına göre belirlenmediğini söylemek mümkün.

Yağmur suyu hasadı

Benzer şekilde tarımda yağmur suyu hasat çalışmaları da eksik. Ülkemizde ne yazık ki yağmur suyu hasadı denilince suyun göletlerde ya da yeraltındaki depolarda biriktirilmesi anlaşılıyor. Oysa, en önemli yağmur suyu hasadı suyun toprağa sızdırılmasıdır.

Bunun için tarım alanlarında eğimli alanlarda teraslar üzerinde çok yıllık bitki yetiştirilmesi, toprak organik maddesinin arttırılması, örtü bitkileri yetiştirilerek toprağın çıplak kalmasının önlenmesi gibi çok farklı yağmur suyu hasat yöntemleri mevcuttur.
Şehir planlama anlayışının yol açtığı su sorunları

Ülkemizde nüfusun büyük kentlerde toplanmasını teşvik eden şehir planlama anlayışı da su sorunlarına yol açıyor.

Nüfus artışının su sorununa yol açmasının en çarpıcı örneği İstanbul’dur.

İstanbul’daki barajlardaki su seviyesinin yalnızca kuraklık nedeniyle azaldığını düşünmek tam olarak doğru değil.

İstanbul’da 2000 yılında 0,62 milyar m3 olan yıllık su tüketimi 2022 yılında 1,1 milyar m3’e ulaştı. Bu artışın en önemli nedeni, 22 yılda İstanbul nüfusunun 5 milyon kadar artması ve aynı dönemde kişi başına günlük su tüketiminin de 152 litreden 190 litreye çıkması.

Su kirliliği de var

Su tüketiminin her geçen gün artması su kirliliği sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Ne yazık ki ülkemizde evlerde, tarımda ve sanayide kullanılan suyun önemli bir bölümü arıtılmadan veya yetersiz arıtılarak en yakın dereye, göle ya da denize deşarj ediliyor.

Kirli suların içme/sulama suyu olarak kullanılması ise mümkün değil.

Örneğin Sakarya Nehri’nden İstanbul’a su aktarılması planlanmıştı ama nehrin kirli olması nedeniyle su alınması mümkün olmamıştı. Bu nedenle atıksuların arıtılarak yeniden kullanılmasını sağlamak gerekiyor.

Su tasarrufu için bireylere de görev düşüyor

Su kriziyle mücadele edilmesi için evlerde de su tasarrufu yapılması önemli.

Ancak evsel su kullanımının ülkemiz toplam su tüketiminin sadece %10’ununu oluşturduğu dikkate alındığında tarımsal sulamadaki su verimliliğini artırma kadar bir su tasarrufu sağlamayacağı da ortada. Bu noktada bazı kentlerimizde %50’lere ulaşan su kayıplarının önlenmesi, evlerdeki su tasarrufundan çok daha etkili olabilir.

Özetle, ülkemizdeki su sorununu sadece kuraklıklarla birlikte ele almak çok doğru bir yaklaşım değil. İklim değişikliğiyle birlikte ülkemizin Karadeniz Bölgesi haricindeki diğer bölgelerinde yağışlarda önemli azalışlar olacağı, sıcaklık artışlarının buharlaşmayı arttıracağı, yağışların yıl içindeki dağılımlarının değişeceği dikkate alındığında nüfus artışı, yanlış tarım ve kentleşme politikalarıyla birlikte su krizinin daha da derinleşeceği söylenebilir.

Ülkemizde suyun önemli bir bölümünün tarımda kullanılması nedeniyle kuraklıklar ve suyun verimli kullanılamaması gıda üretiminde azalmaya ve yer altı sularının hızla tükenmesine de yol açacaktır. Bu nedenle tarımdan sanayiye, enerjiden ormancılığa kadar tüm alanlarda suyun verimli kullanılması, su tasarrufu sağlanması, suların kirletilmemesi ve atıksuların yeniden kullanılmasına yönelik bütüncül bir su politikası geliştirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken de en az insanlar kadar doğadaki canlıların da suya ihtiyacı olduğu hatırlamalıyız.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Doğanay Tolunay
Doğanay Tolunay
Prof. Dr. Doğanay Tolunay - İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı. Tolunay 1969 yılında İstanbul Bakırköy’de doğdu. Çorlu Bakırca Köyü İlkokulunu 1980, eski bir köy enstitüsü olan Lüleburgaz Kepirtepe Öğretmen Lisesini 1986 yılında bitirdi. 1986-1990 yılları arasında İ.Ü. Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünde okudu. 1991 Yılında İ.Ü. Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamış olup, aynı anabilim dalında 1992 yılında Yüksek Lisans ve 1997 yılında doktora öğrenimini tamamladı. 2000 yılında Yardımcı Doçent unvanını aldı ve 2004 yılında Doçent ve 2011 yılında Profesör kadrosuna atandı. 2004-2012 yılları arasında İTÜ Peyzaj Mimarlığı ve 2021 yılında İstanbul Medipol Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı bölümlerinde Misafir Öğretim Üyesi olarak dersler verdi. 2018 Yılında İstanbul Üniversitesinin bölünmesi ve Orman Fakültesinin İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’ya bağlanması ile kadrosu söz konusu üniversiteye aktarıldı. İklim Değişikliği, Toprak İlmi, Ekoloji, Çevre Kirliliği gibi konularda çalıştı. Türkiye Ormancılar Derneği, TEMA Vakfı, Ege Orman Vakfı, Permatürk Vakfı ve Yuvam Dünya Derneği Bilim Kurullarında görev aldı. TÜBİTAK ve diğer kuruluşlarca desteklenen çok sayıda araştırma projesinde yürütücü ve araştırmacı olarak yer aldı ve ekoloji-çevre sorunları, ormancılık ve iklim değişikliği ile ilgili çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel yayını bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İstanbul barajları boşalmadan Türkiye’ye kuraklık gelmezmiş!

Kuraklığı yalnızca İstanbul'da barajlardaki su seviyeleri düştüğünde hatırlıyoruz ama veriler Türkiye’nin su fakiri olmaya doğru gittiğini gösteriyor. Bunu engellemek için ne yapmalı? Prof. Dr. Doğanay Tolunay yazdı.

Eskiden söylenen bir söz vardı: “İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmezmiş.” Büyük yayın organlarının merkezinin İstanbul’da olması nedeniyle Anadolu’daki sorunların haber olmamasını eleştiren bu kavramı günümüzde biraz değiştirmek gerekiyor.

Malum iklim değişikliği ve kentsel ısı adası nedeniyle artık İstanbul’a daha az kar yağıyor. Ama artık kuraklık ve su krizi diye bir sorunumuz da var. Çünkü ülkemizin geniş bir bölümünde son üç yıldır yağışların uzun yıllar ortalamasının altında kalmasına ve kuraklıklar yaşanmasına rağmen, İstanbul barajlarında depolanan su miktarı azalınca su sorunu ve kuraklık gündem oldu. Halbuki 2021 yılında özellikle yaz aylarında başta İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmak üzere ülkemizin geniş bir bölümünde ciddi kuraklıklar yaşanmıştı. Hatta Tuz Gölü’nde kuraklık nedeniyle binlerce yavru flamingo ölmüştü. 2022 yılında da özellikle Temmuz ayı sonrasında Marmara, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kuraklık, başta tarım alanları ve doğal yaşam olmak üzere bir çok tehdit oluşturuyordu. Sonbaharda ekim zamanı geldiğinde yağış olmadığı için tohum ekimi yapılamadı ya da “kuruya ekim” olarak adlandırılan kuru toprağa ekim şeklinde yapıldı.

Sonbahar yağışlarının gecikmesi ve Aralık 2022’nin son 70 yılın en sıcak aralık ayı olması, ocak ayının da mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle İstanbul barajlarının son 10 yılın en düşük ikinci seviyesine gerilemesi kuraklığın gündem olmasını sağladı.

Benzer tartışmayı son 10 yılın en düşük seviyesi olan Ocak 2021’de de yapmıştık. Hatta o tarihte yeni yapılan iki bin metrekareden büyük inşaatlarda yağmur suyu toplama sistemi zorunluluğu getirilmişti. Maalesef bu yönetmeliğin uygulanıp uygulanmadığına dair resmi bir veri yok. Ocak 2021’in ortalarında İstanbul’a kar yağması ile barajlar dolmaya başlayınca kuraklık unutuldu, ta ki iki yıl sonra İstanbul barajlarındaki su seviyesi yeniden azalıncaya kadar.

Su sorunu ve kuraklıklar birbirine karıştırılmamalı

Su sorunu ve kuraklık konuşulacaksa öncelikle bunların birbirinden farklı olduğunu anlamak gerekir.

Toplum tarafından en bilinen kuraklık, meteorolojik kuraklık olup, bu kavram yağışların uzun yıllar ortalamasından düşük olmasını ifade eder. Ancak yağışların ortalamaların üzerinde olması durumunda da kuraklıktan söz edilebilir. Örneğin yağışların mevsimsel dağılımlarının değişmesiyle tarım bitkilerinin çimlenme, büyüme ve hasat zamanlarında yağış olmaması ve topraklarda depolanan suyun tükenmesi tarımsal kuraklık olarak tanımlanır.

Kuraklıkla mücadele için ilk akla gelen yöntem, suyun barajlarda depolanması ve yeraltı sularından yararlanılmasıdır. Ancak yağışların yetersiz olmasıyla barajların dolmaması ya da yeraltı su seviyelerinin kullanılamamasıyla oluşan kuraklık hidrolojik kuraklık olarak bilinir.

Yağışların mevsim normalleri veya üzerinde olması, suyun yeterli olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü suyun hoyratça tüketilmesi durumunda var olan su yetmeyebilir. Benzer şekilde suyunu aldığımız dereler ve göller kirlendiyse içme ya da sulama suyu niteliği olmaz.

Su zengini bir ülke değiliz

Ülkemize yıllık toplam olarak 450 milyar m3 kadar yağış düşüyor. Ancak bu suyun tamamı insanlar tarafından kullanılamıyor. Çünkü bunun bir kısmı buharlaşmayla atmosfere geri dönüyor, bir kısmı nehirlerle denizlere akıyor, bir kısmı ise yeraltı sularını besliyor.

Devlet Su İşleri verilerine göre, yeraltı sularından çekilen yıllık 14 milyar m3 su da dâhil olmak üzere yıllık ortalama kullanılabilecek su miktarı 112 milyar m3 kadar. 2022 yılı itibarıyla kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.320 m3 civarında.
Su Stresi İndeksi’ne göre bu değerle ülkemiz su stresi yaşanan ülkeler sınıfında. Ama bu durum bizi yanıltmamalı. Çünkü 112 milyar m3 kullanılabilir su uzun yıllar ortalamasına göre hesaplanıyor. Bazı yıllar yağışlar %20 kadar azaldığı ve iklim değişikliğiyle artan sıcaklıklar aynı zamanda buharlaştırmayı arttırdığı için kullanılabilir suyumuz zaman zaman 100 milyar m3’ün altına iniyor.

Yağışlar artmadığı sürece kullanılabilir su miktarımızın artması mümkün değil. Bu durumda da yer altı sularına yükleniliyor. Buna karşılık nüfus arttıkça kişi başına düşen su miktarı azalıyor. Örneğin 1980’li yıllarda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı açısından su zengini bir ülkeydik. Özetle yağışlar hiç değişmese de sadece nüfusumuzun 112 milyonu geçmesi halinde su kıtlığı yaşanan bir ülke konumuna düşeceğiz.

Su varlığımız azalırken su tüketimimiz artıyor

Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da su tüketimi.

Kullanılabilir su miktarı aynı kalırken su tüketiminin artması, susuzluğa yol açabilir.

Ülkemizde her geçen yıl su tüketimi artıyor. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca yayınlanan Çevresel Göstergeler Raporu’na göre ülkemizde 2008 yılında 45,5 milyar m3 olan su tüketimi 2020 yılında 62,2 milyar m3’e yükseldi. 12 yıldaki artış 16,7 milyar m3 kadar.

Su tüketimindeki artışın 10,2 milyar m3’ü tarımda gerçekleşirken, termik santrallerde 3,7 milyar m3, sanayide 1,3 milyar m3 ve yerleşim alanlarında 1,4 milyar m3 artış olduğu söz konusu raporda yer alıyor.

Kuraklık ve su krizi ile mücadele için ana sorunlar belirlenmeli

Kuraklık ve su krizi ile mücadelede ülkemizde ilk akla gelen uygulama barajlar yapılması ya da havzalar arası su transferi. Ama bunların geçici çözümler olduğunu, hatta çoğu zaman doğadaki canlılar ve barajlarla suyu kesilen köylüler için susuzluk anlamına geldiğini belirtmek gerekir.

Oysa yapılması gereken, suyun daha verimli kullanılmasının nasıl sağlanabileceği ve suyun hoyratça kullanımının nasıl önüne geçilebileceği olmalı.

Örneğin tarımsal sulamada kullanılan su miktarının yıllık olarak 850 milyon m3 kadar artmasının nedenleri araştırılmalı.

Bu artışın en önemli nedenlerinin başında vahşi sulama ve yörenin iklim koşullarına uygun olmayan ürün yetiştirilmesi geliyor. Meraların tahrip olması nedeniyle ahır hayvancılığındaki artış dolayısıyla, mısır gibi sulanarak yetiştirilen yem bitkilerinin üretimi de artıyor.

Birim alandan elde edilen verimin su ve gübre ile arttırılmak istenmesi de başka bir neden.

Bütün bunlara bakarak, tarım politikalarının su varlığına göre belirlenmediğini söylemek mümkün.

Yağmur suyu hasadı

Benzer şekilde tarımda yağmur suyu hasat çalışmaları da eksik. Ülkemizde ne yazık ki yağmur suyu hasadı denilince suyun göletlerde ya da yeraltındaki depolarda biriktirilmesi anlaşılıyor. Oysa, en önemli yağmur suyu hasadı suyun toprağa sızdırılmasıdır.

Bunun için tarım alanlarında eğimli alanlarda teraslar üzerinde çok yıllık bitki yetiştirilmesi, toprak organik maddesinin arttırılması, örtü bitkileri yetiştirilerek toprağın çıplak kalmasının önlenmesi gibi çok farklı yağmur suyu hasat yöntemleri mevcuttur.
Şehir planlama anlayışının yol açtığı su sorunları

Ülkemizde nüfusun büyük kentlerde toplanmasını teşvik eden şehir planlama anlayışı da su sorunlarına yol açıyor.

Nüfus artışının su sorununa yol açmasının en çarpıcı örneği İstanbul’dur.

İstanbul’daki barajlardaki su seviyesinin yalnızca kuraklık nedeniyle azaldığını düşünmek tam olarak doğru değil.

İstanbul’da 2000 yılında 0,62 milyar m3 olan yıllık su tüketimi 2022 yılında 1,1 milyar m3’e ulaştı. Bu artışın en önemli nedeni, 22 yılda İstanbul nüfusunun 5 milyon kadar artması ve aynı dönemde kişi başına günlük su tüketiminin de 152 litreden 190 litreye çıkması.

Su kirliliği de var

Su tüketiminin her geçen gün artması su kirliliği sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Ne yazık ki ülkemizde evlerde, tarımda ve sanayide kullanılan suyun önemli bir bölümü arıtılmadan veya yetersiz arıtılarak en yakın dereye, göle ya da denize deşarj ediliyor.

Kirli suların içme/sulama suyu olarak kullanılması ise mümkün değil.

Örneğin Sakarya Nehri’nden İstanbul’a su aktarılması planlanmıştı ama nehrin kirli olması nedeniyle su alınması mümkün olmamıştı. Bu nedenle atıksuların arıtılarak yeniden kullanılmasını sağlamak gerekiyor.

Su tasarrufu için bireylere de görev düşüyor

Su kriziyle mücadele edilmesi için evlerde de su tasarrufu yapılması önemli.

Ancak evsel su kullanımının ülkemiz toplam su tüketiminin sadece %10’ununu oluşturduğu dikkate alındığında tarımsal sulamadaki su verimliliğini artırma kadar bir su tasarrufu sağlamayacağı da ortada. Bu noktada bazı kentlerimizde %50’lere ulaşan su kayıplarının önlenmesi, evlerdeki su tasarrufundan çok daha etkili olabilir.

Özetle, ülkemizdeki su sorununu sadece kuraklıklarla birlikte ele almak çok doğru bir yaklaşım değil. İklim değişikliğiyle birlikte ülkemizin Karadeniz Bölgesi haricindeki diğer bölgelerinde yağışlarda önemli azalışlar olacağı, sıcaklık artışlarının buharlaşmayı arttıracağı, yağışların yıl içindeki dağılımlarının değişeceği dikkate alındığında nüfus artışı, yanlış tarım ve kentleşme politikalarıyla birlikte su krizinin daha da derinleşeceği söylenebilir.

Ülkemizde suyun önemli bir bölümünün tarımda kullanılması nedeniyle kuraklıklar ve suyun verimli kullanılamaması gıda üretiminde azalmaya ve yer altı sularının hızla tükenmesine de yol açacaktır. Bu nedenle tarımdan sanayiye, enerjiden ormancılığa kadar tüm alanlarda suyun verimli kullanılması, su tasarrufu sağlanması, suların kirletilmemesi ve atıksuların yeniden kullanılmasına yönelik bütüncül bir su politikası geliştirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken de en az insanlar kadar doğadaki canlıların da suya ihtiyacı olduğu hatırlamalıyız.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Doğanay Tolunay
Doğanay Tolunay
Prof. Dr. Doğanay Tolunay - İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı. Tolunay 1969 yılında İstanbul Bakırköy’de doğdu. Çorlu Bakırca Köyü İlkokulunu 1980, eski bir köy enstitüsü olan Lüleburgaz Kepirtepe Öğretmen Lisesini 1986 yılında bitirdi. 1986-1990 yılları arasında İ.Ü. Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünde okudu. 1991 Yılında İ.Ü. Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamış olup, aynı anabilim dalında 1992 yılında Yüksek Lisans ve 1997 yılında doktora öğrenimini tamamladı. 2000 yılında Yardımcı Doçent unvanını aldı ve 2004 yılında Doçent ve 2011 yılında Profesör kadrosuna atandı. 2004-2012 yılları arasında İTÜ Peyzaj Mimarlığı ve 2021 yılında İstanbul Medipol Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı bölümlerinde Misafir Öğretim Üyesi olarak dersler verdi. 2018 Yılında İstanbul Üniversitesinin bölünmesi ve Orman Fakültesinin İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’ya bağlanması ile kadrosu söz konusu üniversiteye aktarıldı. İklim Değişikliği, Toprak İlmi, Ekoloji, Çevre Kirliliği gibi konularda çalıştı. Türkiye Ormancılar Derneği, TEMA Vakfı, Ege Orman Vakfı, Permatürk Vakfı ve Yuvam Dünya Derneği Bilim Kurullarında görev aldı. TÜBİTAK ve diğer kuruluşlarca desteklenen çok sayıda araştırma projesinde yürütücü ve araştırmacı olarak yer aldı ve ekoloji-çevre sorunları, ormancılık ve iklim değişikliği ile ilgili çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel yayını bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x