Başta ABD Başkanı Donald Trump olmak üzere, bazı yetkililer iklim değişikliği tehlikesinin gerçek olmadığını öne sürüp, bu soruna çare bulma sorumluluğundan kaçmaya çalışsa da, eldeki bütün veriler dünyamızın tüketim alışkanlıklarımız nedeniyle hızla ısındığını gösteriyor.
2030 yılına kadar dünyanın ısınmasına neden olan gazları salmayan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçemezsek, dönülmez noktaya da ulaşmış olacağız. Dahası, iklim değişikliğini engelleme maksadıyla, yirmi yılı aşan sert uluslararası pazarlıklar sonucu imzalanan Paris Anlaşması zaten yeterli değildi ama iklim değişikliğine en fazla neden olan ülkelerin başında gelen ABD, Trump’ın emriyle 2017’de anlaşmadan çekildiğinden beri hızla yaklaşmakta olan felaketi durdurabileceğimize dair umutlar da azaldı.
Türkiye de iklim değişikliğinden nasibini alıyor; iklim değişikliğine bağlı doğal afetler ülkemizde de artmaya başladı.
Tüketim tutkumuzun bizi getirdiği yer
İnsan yaşamını sürdürmek için üretmek ve tüketmek zorunda ama yaşaması için zorunlu olan bu iki faaliyetini yaparken doğayı kirletmesi de kaçınılmaz. Bu kirlenmenin düzeyini ise tüketim anlayışımız belirliyor. Eğer tüketim anlayışı, “ekonomik mallardan ölçülü yararlanma” diye tanımlanırsa doğanın kirlenme düzeyi yüksek olmaz. Mesela uçakların saldığı gazların iklim değişikliğine yol açacağı bilinciyle, gerekmedikçe uçak kullanmaktan kaçınmak, özellikle İskandinav ülkelerinde sık rastlanan bir tercih. Ama tüketim anlayışı, “harcamak, israf etmek, bitirmek” şeklini alırsa doğa çok kirlenir. Tüketim bir araç olmaktan çıkıp bir amaç olur ve bağımlılığa dönüşürse, kirlenme de doğanın yıkımına neden olur. İşte biz de insanlık olarak, tüketecek yiyecek bile bulamayan insanların varlığına rağmen, genel olarak tam da bu noktadayız.
2018 yılı itibarı ile sera gazları nedeniyle sıcaklık yaklaşık 1.8 oC arttı. Eğer önlem alınmaz ve sera gazları azaltılmazsa 2050 yılına kadar sıcaklıktaki bu artışın 4.5 oC ye kadar çıkması öngörülüyor.
Tutkuya dönüşen tüketim, doğayı kirleten en önemli unsurlardan biri olan endüstriyel üretim kurumlarının da büyümesine neden oldu. Bu kurumların atıklarının bir kısmı, bacalarından çıkan karbondioksit, metan vb. gazlar. Atmosferi kirleten bu gazlar sera gazları diye de adlandırılıyor.
Bu gazlar aslında dünyamızı tıpkı bir battaniye gibi sarıyor ve yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne gönderiyor. Sera gazları olmasaydı, dünyamız çok soğuk ve buzlarla kaplı bir yer olurdu ama yokluğu nasıl dünyanın soğumasına neden olacaksa, fazlalığı da, yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarını daha fazla tutulmasına ve ısınmasına, yani iklim değişikliğine neden oluyor. 2018 yılı itibarı ile sera gazları nedeniyle artan ısı yaklaşık 1.8 oC. Eğer önlem alınmaz ve sera gazları azaltılmazsa 2050 yılına kadar bu ısınmanın 4.5 oC ye kadar çıkması öngörülüyor.
İnsan faaliyetleri nedeniyle yoğunlukları gittikçe artan önemli sera gazları; kömür ve petrol gibi fosil yakıtların yanmasıyla ortaya çıkan karbondioksit (CO2); gittikçe artan et tüketimi nedeniyle beslenen hayvanların sindirim sistemlerinden çıkan metan (CH4); tarımda aşırı olarak kullanılan gübre ve ilaçların yanı sıra sanayi ve ulaşımdan kaynaklanan nitrik oksit (N2O).
Dolayısıyla; küresel iklim değişikliğinin temel nedenlerini nüfus artışı ve buna bağlı enerji tüketimi, toprak kullanımı, uluslararası ticaret ve ulaşım gibi diğer insan aktivitelerindeki artış ile sanayinin gelişmesi olarak açıklanabilir.
Bu artışın ne kadar yüksek olduğunu görmek de mümkün. Misal, bundan 10 yıl önce, 1 Eylül 2009’da 385.11 ppm olan CO2 değeri, 1 Eylül 2018’de 405.50 ppm’e ve 1 Eylül 2019’da 408.80 ppm’ye yükselmiştir.
Şekil 1. Atmosferdeki CO2 artışı, NOAA, National Oceanic and Atmospheric Administration (2019)
Önlem alınmadığı sürece de bu artış devam edecek. Bu artışa bağlı olarak Dünya’nın ortalama sıcaklığı da yükselecek. (Şekil 2)
Şekil 2. Son 1000 yıldaki dünyanın ortalama sıcaklığındaki değişim (IPCC, 2007).
Türkiye de etkileniyor
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu ve diğer çalışmaların sonuçlarına dayanarak iklim değişimini üç grupta toplamak mümkün. (IPCC, 2007). Birincisi sel, fırtına ve aşırı sıcaklar gibi aşırı değerlerdeki artış, ikincisi temiz su kaynaklarındaki azalma ve tarımda kuraklık, üçüncü olarak da deniz seviyesinde yükselme.
Şüphesiz, bu üç gruba giren olayların tümü insanlık için büyük sorunlar yaratacak. İklim değişikliği, göç başta olmak üzere ağır toplumsal sorunlara neden olacak. Özellikle kuraklık, susuz yaşam mümkün olmadığı için insanlığın yaşamını tehdit edecek.
Fakat ısınmanın en önemli sonucu olarak ortaya çıkan iklim değişikliği her bölgeyi aynı biçimde etkilemeyecek. Bu etki ülkeden ülkeye coğrafi konumuna, güneş ışınlarını nasıl aldığına bağlı olarak farklılık gösterecek.
Türkiye de iklim değişikliğinden ciddi anlamda etkilenecek ülkeler arasında. Nitekim ülkemizde iklim değişikliğine bağlı meteorolojik karakterli doğal afetler artıyor. Yaşadığımız kuraklık, aşırı yağış, şiddetli fırtınalar ve yüksek sıcaklıklar bunu gösteriyor.
Türkiye de iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler arasında. Nitekim ülkemizde iklim değişikliğine bağlı meteorolojik karakterli doğal afetler artıyor. Yaşadığımız kuraklık, aşırı yağış, şiddetli fırtınalar ve yüksek sıcaklıklar bunu gösteriyor.
İklim değişikliği insan sağlığını nasıl etkiliyor?
Küresel ısınmayla birlikte değişen iklimler, dünyada biyolojik değişikliklere yol açıyor; türler yok oluyor ya da sayıları azalıyor, besin zinciri bozuluyor. Ama şüphesiz iklim değişikliğinden en çok doğrudan ya da dolaylı biçimlerde insanlar etkileniyor.
Mesela, sıcak hava dalgaları ve buna bağlı rahatsızlıklar ve ölümler; sel, fırtına gibi aşırı hava olaylarının sıklığında ve şiddetinde artışlar sonucu ölümler, yaralanmalar, göçler, toplumsal sorunlar; sel ile tetiklenen salgın hastalıklar gibi sorunlar küresel ısınmanın insan üzerindeki doğrudan etkileri.
İklim değişikliğinin dolaylı etkileri de var; kuraklığın sonucu olarak, temiz su ve gıda kaynaklarının azalması ya da belli vektörlerce taşınan hastalıkların beklenmedik şekilde tetiklemesi gibi…
İklim değişikliğine karşı Paris Anlaşması işe yarar mı?
Dünya ülkeleri küresel ısınmayı önlemede alınacak kararlar ile ilgili en son toplantıyı Aralık 2015’de Paris’te yaptı. 20 yılı aşkın pazarlık sonucu nihayet imzalanabilen anlaşmayı Suriye ve Nijerya dışındaki bütün ülkeler zamanla imzalayıp onaylamışlardı ama ABD Başkanı Donald Trump 2017’de, Paris İklim Anlaşması’ndan ülkesinin imzasını çekti.
Fakat endüstriyel anlamda dünyayı en fazla kirleten ülkelerden biri olan ABD, anlaşmadan çekilmeden önce de kısmi bağlayıcılık taşıyordu.
Anlaşmanın temel hedefi, küresel ısınmayı 2 derecenin altına çekerek 1.5 dereceyle sınırlamaya çalışmak. Gelişmekte olan ülkelerin alınacak tedbirlerden olumsuz etkilenmemesi için onlara 100 milyar dolar kaynak ayrılması, sera gazı emisyonlarını azaltan çevreci ve sürdürülebilir ekonomilerin desteklenmesi gerektiğini de söyleyen Anlaşma, 4 Kasım 2016’da yürürlüğe girmişti.
Anlaşmanın en belirgin özelliklerinden biri de, iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş – gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi uyarınca sorumluluk üstlenmesini öngörmesi.
Anlaşmanın başka bir özelliği de 2020 yılına kadar ülkelere hazırlık yapma imkânı tanıması ve 2020’den sonraki süreçte, iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo/ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini hedeflemesi.
Ama anlaşmanın önemli sorunları da var.
Her şeyden önce, sera gazı emisyonlarının düşürülmesi ile ilgili hedefleri yeterli değil. Zira anlaşma bu yüzyılda sıcaklık artışının 2.0 C’yi aşmaması 1.5 C’de tutulmasını amaçlıyor. Halbuki mevcut emisyon düzeyinde sıcaklık artışı bu yüzyılda 5 C olarak tahmin ediliyor. Sera gazlarının en önemli kaynağı olan fosil yakıtların (Kömür, petrol,…) miktarını azaltıcı bir önlemi zorunlu tutmuyor.
Anlaşmanın başka bir sorunu da gelişmekte olan ülkelerin bu hedeflere ulaşması için onlara 100 milyar dolarlık kaynak aktarımını öngörmesine rağmen bunun nasıl olacağıyla ilgili bir mekanizma kurmamış olması.
Anlaşmanın ulusal planların her 5 yılda bir gözden geçirilmesi için başlangıç tarihini 2023 yılı olarak belirlemesi de gecikmeye neden olacağı için başka bir sorun.
Fakat her şeyden önemlisi anlaşma yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelmede yeterli teşvikten uzak. Hâlbuki güvenli limit olan 2 derece ve altında kalabilmek için 2030’a kadar düşük karbonlu elektrik ve enerji verimliliğine yönelinmesi gerek.
Hâlbuki güvenli limit olan 2 derece ve altında kalabilmek için 2030’a kadar düşük karbonlu elektrik ve enerji verimliliğine yönelinmesi gerek.
Şekil 3. 2016 Paris antlaşmasına göre küresel sıcaklık artış öngörüleri.
Hayatımızı nasıl değiştirmeliyiz?
Bu şartlar altında iklim değişikliğinin maalesef kaçınılmaz olacağını kabul edip, bu gerçeğe göre hazırlık yapmamız gerektiği ortada. Kendimizi, iklim değişikliğinden kaynaklanan ve kaynaklanacak afetlere hazırlamamız gerek.
Şehirlerde alt yapı ve imar projelerinin artan doğal afetleri göz önüne alarak güncel şekilde düzenlenmemiz bir zorunluluk. Bunun için yapılması gerekenleri de şöyle özetlemek mümkün:
Sadece afetler beklenip kriz yönetimi uygulanmamalı; afet öncesinde sürekli olarak zarar azaltma ve hazırlık çalışmaları ile risk yönetimine ağırlık verilmeli. Öncelikle doğru arazi kullanımı ve yerleşim yerlerinin seçimi için bölgenin tüm tehlikelere göre risk analizleri yapılmalı. Riskli yerlere yerleşilmemesi ve/veya binaların zemine uygun bir şekilde inşa edilmesi sağlanmalı. Akarsuların kesitlerini daraltan her şeye zamanında müdahale edilebilmeli. Özellikle dere yataklarının mutlak koruma mesafeleri 100 ila 500 yıllık yağış verilerine göre hesaplanmalı.
Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler sonucunda arazi yapısının değişmesi sele neden olduğundan dere yatakları ıslah edilmeli, bu bölgeler imara kapatılmalı. “Heyelan, sel ve çığ yataklarındaki yerleşimler en kısa zamanda daha uygun yerlere taşınarak muhtemel riskler ortadan kaldırılmalı.
Öncelikle, şehirlerdeki alt yapı hatları, iklim değişikliklerine göre yapılandırılmalı. Şiddetli ve aniden bastıran yağışlar ve hemen sonrasında oluşan taşkınlar, şehir sellerini oluşturmakta ve altyapı boru hatlarının çatlaması, patlaması sonucunda toksik atık sahalarının taşması ve yer seviyesinde muhafaza edilen kimyasalların serbest kalmasının zehirlenmelere yol açabildiği unutulmamalı.
Artan rüzgâr hızları çatıları uçurup can ve mal kayıplarına yol açtığından binalarda “çatı imar yönetmenlikleri” değiştirilmeli.
Türkiye iklim değişikliği nedeniyle ‘kuraklık’ artık önemli doğal afet sınıfına girdi. Bu veriyi göz önüne alarak, hem içme suyu hem de tarımsal açıdan suyu korumak ve biriktirmek önemli. Bu nedenle su toplama baraj havzalarında yapılaşmaya son verilmeli ve yağmur suları da pis su atık kanallarından ayrı borularla toplanıp kullanma suyu olarak servis edilmeli.
Twitter: @TemizHava
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 20 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.