2021 yılının Haziran ayında düzenlenen NATO zirvesinde, örgüt tarihinde ilk kez bir konu ele alındı: İklim kriziyle mücadele. Avrupa Birliği, 2019 yılında açıkladığı Yeşil Mutabakat adlı büyüme stratejisini gerçekleştirmek için adımlar atmaya devam ediyor. Haziran 2021’de Avrupa Parlamentosu ilk İklim Yasası’nı onayladı. Avrupa’yı dünyanın ilk iklim-nötr anakarası yapma hedefini taşıyan Yeşil Mutabakat, 2050’ye kadar net sera gazı salınımlarının sıfırlanması, ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırılması ve “kimsenin arkada bırakılmamasını” öngörüyor. Dünyada kadın hakları savunuculuğunun merkezinde olan Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin bu yılki kampanyası olan Uluslararası Nesiller Boyu Eşitlik Forumu ana temalarından birini “İklim Adaleti İçin Feminist Eylem”e ayırdı.
Çevrenin hayatımızı, sağlığımızı ne kadar etkilediğini, oldukça trajik bir biçimde deneyimlemek zorunda kaldığımız 2020 yılının ardından, uluslararası sistemin kurucusu ve yürütücüsü olan organizasyonların çevre ve iklim kriziyle ilgili bu adımlarını anlamak mümkün. Ancak yıllardır sürdürülebilir bir çevre için çalışan, iklim krizinin geldiğini haykırıp sesini duyuramayan aktivistlerin dikkat çektiği gibi çevre ve iklim krizlerinin önlenmesi, sorunların çözülmesi için tabandan gelen bilgi ve çözüm önerileriyle ilerlemek elzem.
Kadınlar, toplumsal cinsiyet ve iklim krizinin ilişkisi ne?
Son yıllar gösterdi ki, artık taban dediğimizde anlamamız, gücünü tanımamız gereken yegâne sınıf, kadınlar. Dünyada da, Türkiye’de de çevre ve iklim ile ilgili direnişlerin en ön saflarında kadınları görüyoruz. Peki, kadınlar ve toplumsal cinsiyetle iklim krizinin ne ilgisi var? İklim değişikliğine toplumsal cinsiyet perspektifinden yaklaştığımızda bu ilişkinin birçok boyutu olan karmaşık, ama bir o kadar aşikâr bir yapısı olduğunu görüyoruz.
Anlatmaya çalışalım: Öncelikle, iklim değişikliği elbette hepimizi etkiliyor, ancak herkesi eşit derecede etkilemiyor. Özellikle toplumsal cinsiyet (din, sınıf, etnik köken, cinsel yönelim kesişimiyle beraber) insanların iklim değişikliğini nasıl deneyimlediğini belirliyor.
Örneğin, kırsal kesimde yaşayan kadınlara toplumsal olarak atfedilen roller doğal kaynaklarla son derece ilişkili. Su, gıda ve enerjinin birincil sağlayıcısı olan kadınlar, doğal kaynakların ulaşılabilirliği ve kalitesindeki değişikliklere özellikle duyarlılar. Su kaynaklarının ve suya erişimin sınırlı olduğu her 10 haneden 8’inde su toplamadan kadınlar ve kız çocukları sorumlu.
İklim değişikliği, dünya çapında mevcut olan güvenli suyun miktarını ve kalitesini azaltırken, öncelikle kadınları ve kızları suya erişmek için daha uzun mesafeler yürümeye zorluyor ve bunun sonucunda eğitim ve gelir yaratma dahil olmak üzere diğer faaliyetler için ayrılan zamanı sınırlandırıyor.
Türkiye’de ve dünyada tarım sektöründeki kadınlar
Dünyada tarım işçilerinin çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor. Türkiye’de ise istihdamı gittikçe düşen bu alanda kadınların oranı yüzde 28.1 Türkiye’deki kadın tarım işçilerinin yüzde 82’si sosyal güvencelerden yoksun.2 İklim değişikliğinin tarım üzerinde yarattığı şoklara karşı kadınlar savunmasız.
Kadınlar toprağın çalışanı, fakat sahibi olmadıkları için bu şoklara uyum sağlamayı kolaylaştıran toprağa, suya, gübreye, sürdürülebilir tarım uygulamalarına ve araçlarına erişimleri çok sınırlı.
Tarımsal arazi sahiplerinin yüzde 15’inden azını oluşturan kadınların çiftliklerini geliştirmek için gereken bilgi ve finansal sermayeye sahip olma olasılıkları da daha düşük. Türkiye’de de, dünyada da kadınların ağır iş yüklerinin yanı sıra ev işleri ve ailelerinin bakımına dair sorumlulukları da devam ediyor.
Kadınlar çevre felaketlerinden nasıl etkileniyor?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin iklim değişikliğiyle nasıl ilişkili olduğuna başka somut bir örnek ise özellikle büyük çevre felaketlerinden kadınların orantısız olarak etkilenmesi.
Birleşmiş Milletler’e göre, kadınların ve çocukların doğal afetlerde ölme olasılığı erkeklerden 14 kat daha fazla. 1991 Bangladeş kasırgasında kadınların ölüm oranının erkeklerden neredeyse 5 kat fazla olmasının nedenleri arasında uyarıların halka açık alanlarda erkekler tarafından erkeklere iletilmesi vardı. Kültürel normlar nedeniyle yalnız dışarı çıkamayan kadınlar, uyarılardan haberdar olmamışlar ve felaket gerçekleştiğinde birçok kadın evde erkek akrabalarının onları güvenli bir yere götürmesini beklemişlerdi.3
Öte yandan 2005 Katrina kasırgasından en çok etkilenenler de siyahi kadınlar. 2019 yılında Mozambik, Malavi ve Zimbabve’yi etkileyen Idai Siklonu sonrası 75 bin hamile kadın temiz suya, hijyen malzemelerine ve hamilelik öncesi ve sonrası bakıma ulaşamadı.
Farklı araştırmalar, iklim felaketlerini takiben, yoksul kadınların ekonomik konumlarını geri kazanmalarının, yoksul erkeklere göre genellikle daha zor olduğunu, iklim krizinin bir sonucu olarak kadınların gıda güvensizliği yaşama olasılığının daha yüksek olduğunu ve iklim değişikliğinin toplumsal cinsiyet temelli şiddet riskini arttırdığını gösteriyor. Örneğin Güney Asya’da yapılan araştırmalar barınma alanlarındaki -tecavüz, taciz ve şiddetten kaynaklanan- güvencesizliği, kadınların sel veya fırtına felaketleri sırasında evlerinin çatılarında veya ağaçlarda sığınma aradıklarını aktarıyor. Kuraklık sırasında hayatta kalma stratejilerinden biri de ailelerin kızlarını çocuk yaşta evlendirmesi.
Elbette iklim ve çevre felaketlerinden her cinsiyet ve her yaş etkileniyor. Ancak kadınların kadın oldukları için deneyimlediği ek zorluklar, toplumda var olan, sosyal olarak inşa edilmiş ve geleneksel rollerden kaynaklanıyor. Kadınların yüzme bilmemesi, evin ana ihtiyacı olan suyu kadınların taşıması, kimi toplumlarda kadınların mülk sahibi olmaması, cinsiyete dayalı işbölümü, fiziksel hareketlilik, hane ve toplum düzeyinde karar alma süreçlerine kimlerin katılma hakkına sahip olduğunu belirleyen toplumsal normlar, kadınların iklim değişikliğine uyum sağlama ve mücadele kapasitelerinin önünde de engel teşkil ediyor. Dolayısıyla bir yandan da iklim krizi, var olan küresel eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri açığa vuruyor.
Bu tablo nasıl değişir?
Peki, çözüm ne? Toplumsal önkabul ve yargıları değiştirmek jenerasyonlar alacağına ve dünyamızın bize haykırdığı gibi o kadar zamanımız da olmadığına göre hızlıca el birliğiyle yapmamız gerekenler var.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmeye yönelik atılan adımların hızlandırmasını hedefleyen Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Uluslararası Nesiller Boyu Eşitlik Forumu bu nedenle ana temalarından birini de, “İklim Adaleti İçin Feminist Eylem” olarak belirledi. Bu başlık altında toplumsal cinsiyete duyarlı ve iklim değişikliğinden orantısız şekilde etkilenen kadınların seslerini yükseltmeye yönelik çözümler tartışıldı. Forumun sonunda birçok sivil toplum kurumu ve paydaşlarının ortaklaştığı noktalar üç başlıkta toplanabilir:
- Çevre ve toplumsal cinsiyet kesişimiyle ilgili verilerin geliştirilmesi,
- Toplumsal cinsiyet adaletini gözeten iklim çözümleri için bir ölçek fonu kurulması,
- Feminist dış politika savunuculuğuna devam edilmesi. Birleşmiş Milletler nezdindeki sivil toplum örgütlerinin başka bir çağrısı da kadın sivil toplum örgütlerinin çevre fonlarından aldıkları payın artırılması. Kadınların çevre projelerinin sadece %3’ünü kaynak olarak aldığının vurgulandığı toplantılarda, kaynakların toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde dağıtılmasının iklim değişikliğinden orantısız şekilde etkilenen kadınların seslerini yükseltebileceğinin altı çizildi.
İklim değişikliğinin sosyal boyutlarını da düşünmek
Yukarıda somut örneklerle açıkladığımız iklim-toplumsal cinsiyet ilişkisinin görünür olması oldukça önemli. İklim değişikliğini başlıca teknik çözümler gerektiren bilimsel bir problem olarak ele alarak, sosyal boyutlarının göz ardı edilmesine de “dur” demek gerekli.
Kadınların iklim krizinin yegâne mağdurları olmadığını, çevreyle ilgili toplumsal rollerinden kaynaklanan yerel bilgilerinin ve pratik becerilerinin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda kilit bir öneme sahip olduğunu da unutmamalıyız. Dolayısıyla, problemlere çözümleri ararken, sorunları yaşayanların sözünün dinlenmesi gerekliliğini hatırlayarak, kadınların karar alma mekanizmalarında, iklim projelerinin müzakere ve uygulanma aşamasında yer almalarını sağlamak önemli.
Pandeminin, tüm dünyada süren hak arayışlarının da bize gösterdiği gibi artık hiçbir sorun tek yönlü, sınırlı paydaşlarla çözülemiyor. Hayatımızı derinden etkileyen ve nedeni olduğumuz problemlerin çözümlerinde tüm eşitsizlikleri gözeterek ve etkilenen her aktörü çözüm süreçlerine katarak ilerlemezsek işimiz zor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 6 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.