Xi Jinping’in 1 Temmuz’da Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünde yaptığı konuşma, Çin ile uğraşmaya kalkanların kafalarını demir duvara çarpacağı uyarısı taşıyor ve ABD’yi hedef alıyordu. Atlantic Council’dan strateji ve güvenlik uzmanı Robert A. Manning, The Hill’de yayımlanan yazısında Xi’nin konuşması için “partinin karmaşık mirasının iyi, kötü ve çirkinliğinin bir yansımasıydı” diyor ve verilen mesajları değerlendiriyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Xi’nin konuşması, Çin’in zorlukların üstesinden gelme başarısına övgüler yağdırdı: ‘Parti ve Çin halkı, dünyaya Çin halkının ayağa kalktığını gösterdi ve Çin ulusunun başkaları tarafından zorbalığa ve istismara uğratıldığı zamanlar sonsuza dek geride kaldı. Xi, ‘Partinin sağlam liderliğini desteklemeliyiz. Çin’in başarısı Parti’ye bağlı’ dedi.
Xi’ye göre SSCB’nin çöküşü Çin’in geleceğine yönelik kalıcı bir korku bıraktı. Xi’nin 2013’te başkanlığı devralırken açıkladığı gibi, Sovyetlerin çökmesinin bir nedeni ‘ideallerinin ve inançlarının sarsılmasıydı’. Xi’nin ÇKP’nin kontrolünü güçlendirme ve sıkılaştırma çabalarını da bu korku harekete geçirdi.
Xi’ye göre ÇKP, Çin ulusu demek. Bu çerçevede Han milliyetçiliği (Çin’in yüzde 92’si etnik olarak Han’dır), ekonomik büyüme yavaşlarken ÇKP meşruiyetinin bir kaynağı olarak görülüyor. Bu, Pekin’in Sincan ve Tibet’teki acımasız politikalarını ve küresel iddiasını da açıklamaya yardımcı oluyor.”
Yazar, “iyiyi” temsilen Xi’nin gururla ÇKP’nin yadsınamaz başarılarını anlattığını ancak kötüyü ve çirkini ihmal ettiğini vurguluyor: “1949’dan bu yana ÇKP yönetiminin yarattığı bazı korkular, Xi’nin konuşmasından uygun bir şekilde çıkarılmıştı: Mao Zedong’un 1950’lerdeki ‘Büyük Sıçramasından’ kaynaklanan açlık ve 1960’ların Kültür Devrimi’nin grotesk şiddeti nedeniyle 10 milyonlarca insan öldü. En önemlisi de Tiananmen Meydanı’ndaki protestocuların bastırılmasıydı. Mutlak güç, tarihi istediğiniz gibi yeniden yazabileceğiniz anlamına gelir. Kötü ve çirkin olan budur.
Ekonomik başarılar
Yine de Çin’in son 40 yıldaki çarpıcı ekonomik başarılarını inkâr etmek mümkün değil. Mao döneminin felaketlerinden uzaklaşan Deng Xiaoping’in 1979’dan itibaren yaptığı piyasa reformları, Çin’in GSYİH’sinin 1980’de 191 milyar dolardan 2019’da 14,3 trilyon dolara; kişi başına düşen gelirin de aynı yıllar için 195 dolardan 10.261 dolara yükselmesine yol açtı. Bu süreçte 770 milyon insan mutlak yoksulluktan kurtuldu.
Tarımsal köylü toplumundan dünyanın fabrikasına dönüşen, geniş bir orta sınıf inşa eden ve önde gelen bir ticaret ve yüksek teknoloji gücü yaratan bu dönüşüm, performansa dayalı bir meşruiyet duygusunu da beraberinde getirdi. Deng’in 1980’lerdeki sloganı bunu vurguluyordu: ‘Zengin olmak ihtişamlıdır.’ (…)
Çin, 1980’lerin sonlarında Güney Kore, Tayvan ve Filipinler’de olduğu gibi orta sınıf ve demokratik geçişler yaratan, ihracatta devlet sübvansiyonu ve yatırıma dayalı büyümeyi içeren bir tür Doğu Asya ekonomik modeli izledi. Dolayısıyla, birçok kişinin neden hatalı bir şekilde Deng’in reformlarının siyasi değişime de yol açacağını düşündüğü anlaşılabilir. Ancak Çin, diğer Asya devletlerinden çok daha büyük ve daha karmaşıktır ve ÇKP de 1,4 milyar Çinliyi kontrol altına almayı tercih etti. Xi’nin seleflerinin nispeten ılımlı otoriterliği kademeli olarak aşındı.
Üçüncü Devrim
Xi’nin yükselişi ise dramatik bir değişime işaret etti. Elizabeth C. Economy’nin 2018 tarihli kitabında anlattığı gibi, bu ‘Üçüncü Devrim’di. Xi, Deng’in uygulamaya koyduğu, görev süresi sınırlamaları gibi kurumsal reformları geri çekerek kendisini ömür boyu başkan yaptı. Sosyal ve kültürel serbestliğin çoğunu kısıtladı ve katı bir tekno-milliyetçi gözetim devleti kurdu. Büyük teknoloji şirketlerinin yönetim kurullarına ÇKP komitelerini yerleştirerek ÇKP’nin Çin’in dinamik özel sektöründeki rolünü vurguladı. Ayrıca, politikaları belirleyen ÇKP elitlerinin merkezine kendisini koyarak gevşek bir kolektif liderlikten kişilik kültüne geçiş yaptı. Dünya sistemini Çin’in tercihlerine göre şekillendirmeye çalışan iddialı Çin dış politikası için Deng’in ‘gücünü sakla, zamanını bekle’ sloganını bir kenara attı.
Dik kafalı milliyetçiliği konuşmasında açıkça kendini gösteriyordu: ‘Çin halkı hiçbir yabancı gücün zorbalık yapmasına, baskı uygulamasına veya kendisini köleleştirmesine kesinlikle izin vermeyecek ve buna kalkışan herkesin başı ezilecektir.’ Pekin bu şekilde Güney ve Doğu Çin Denizlerinden Himalayalara şüpheli toprak iddiaları ve iddialı trilyon dolarlık Avrasya Kuşağı ve Yolu altyapı şemasını öne sürmüş oluyor.”
Yazar, Xi’nin sık sık ekonomik baskıyı kullandığını belirtiyor: “Güney Kore’ye THAAD füze savunma sistemlerini yerleştirmesi için baskı yaptı, AB parlamenterlerine yaptırım uyguladı, Çin’in nüfuz operasyonlarını eleştirdiği ve COVID-19 kaynağının şeffaf bir şekilde soruşturulmasını istediği için Avustralya’ya ‘14 talep’ yöneltti ve ticari yaptırımlar uyguladı. Anketlerin Hindistan’dan İtalya’ya korku ve kızgınlık yarattığını gösterdiği Xi’nin dış politikaları, ‘kendi hedefleri’ne yönelik politikalar gibi görünüyor.
Xi’nin Tayvan ile ilgili konuşmasını pek çok kişi izledi. ‘Tam bir birleşme’ çağrısında bulundu ve ‘Tayvan’ın bağımsızlığına yönelik her türlü girişimi büsbütün yenilgiye uğratmak için kararlı adımlar atmalıyız’ dedi. (…) Ancak birleşme konusunda bir takvim ortaya koymadı. Dikkate değer bir şekilde halen ÇKP’nin Hong Kong’un ‘Bir Ülke, İki Sistem’ üzerine modellenen Tayvan politikasına atıfta bulunuyor. Pekin, bir yandan da Hong Kong’u 1997’de İngiltere’den devralırken vaat ettiği özgürlükleri ve özerkliği çiğniyor. Çoğu Tayvanlı için bu çok saçma.
Pekin’in hırsları dizginlenebilecek mi?
Xi’nin ÇKP yıldönümü konuşmasında birkaç sürpriz ve çok fazla meydan okuma vardı. Ancak Çin’in kayda değer ekonomik ve teknolojik başarısına rağmen Pekin’in davranışının altında korku ve kırılganlık da yatıyor. Xi’nin parti devletini tekno-totaliter kontrolünden iş dünyasını kontrol etme çabalarına ve Sincan ve Hong Kong’daki baskılara, bu duygular kendini gösteriyor.
Çin inovasyonu, özgürlük olmadan rekabet edebilir mi? Pekin, dünyanın büyük bir kısmını kendisine karşı harekete geçiren ve büyüyen tepki karşısında küresel ölçekte saldırgan davranışlarını sürdürecek mi?
Çin’i henüz olgunlaşmamış, acemi bir büyük güç olarak görmek cazip olabilir. ABD ve benzer düşünceye sahip diğer devletlerin karşısındaki zorluk, Pekin’in hırslarının nasıl dizginleneceği ve kontrolden çıkmadan önce büyük bir nükleer devletle rekabetçi bir şekilde birlikte yaşamanın nasıl yönetileceğine dair bir yolun bulunmasıdır.”
Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2021’de yayımlanmıştır.