Yıl 2005… Kartal’daki bazı devlet okullarında yüksek bağışlar yapan velilerin çocuklarının “özel sınıf”larda okudukları, o dönem çalıştığım Radikal gazetesinde “Devlet okulunda lüks mevkii varmış” başlığıyla manşet olmuştu. Okulda genel olarak ikili eğitim varken, bu özel sınıflarda diğer sınıfların mevcudundan çok daha az öğrenciye tam gün eğitim veriliyordu. Ayrıca “özel sınıflar” sınıftaki malzemelerden öğrenci sıralarına kadar daha donanımlıydı.
Bu durumu haber yaptığımızda da aslında bu eşitsizlik yeni değildi. Sadece bu yöntemi uygulayan okullar giderek artmış, yani eşitsizlik hızla yaygınlaşmış, sorun daha görünür olmaya başlamıştı. Aradan 14 yıl geçti ama bugün hâlâ aynı durum geçerli. Geçtiğimiz günlerde, yine gazetelerde bazı devlet okullarında “normal” ve “özel sınıflar” olduğu anlatılıyordu. Özel sınıflar için okuldan okula göre değişen ücretlerle velilerin 2 ila 10 bin TL bir meblağ ödediği söyleniyordu. 14 yıl önce olduğu gibi bakanlık bu ayrımcılıkla ilgili soruşturma başlattı. Yani eğitimdeki fırsat eşitsizliği tekerrürden ibaret.
Dezavantajlı çocukların okulları da fiziki imkânlardan yoksun
Türkiye’de eğitimin en önemli sorunlarından biri olan fırsat eşitsizliği sadece bölgeler arasında yaşanmıyor. Yan yana iki ilçedeki okullar arasında, hatta aynı ilçedeki, mahalledeki okullar arasında bile farklar olabiliyor. Daha fazla bağış verebilen velilerin imkânlarıyla kurulan “özel sınıflar” ise eşitsizliğin okul içine taşınan boyutu.
Okullar arasında imkân ve öğrenme farklılıklarının yüzde 68 olduğu bir eğitim sisteminde, bu oran azalmadıkça eşitsizliğin yıllardır olduğu gibi farklı farklı şekillerde tezahür etmesi kaçınılmaz.
Okullar arasında bu kadar farklılık olmasının sebeplerinden biri velinin sosyoekonomik durumunun eğitim kurumlarının ihtiyaçlarının karşılanmasında belirleyici olması. Veli desteğinin olduğu okulların şartları biraz daha iyi, ihtiyaçları karşılamak daha kolay. Ancak sosyoekonomik açıdan dezavantajlı ebeveynlerin çocuklarının gittiği okullar fiziksel olarak daha sorunlu.
Okullar arasında imkân ve öğrenme farklılıklarının yüzde 68 olduğu bir eğitim sisteminde, bu oran azalmadıkça eşitsizliğin yıllardır olduğu gibi farklı farklı şekillerde tezahür etmesi kaçınılmaz.
Yoksul mahalledeki okulda ücretli öğretmen sayısı daha fazla
Eğitimde fırsat eşitsizliğiyle ilgili araştırmam için yaptığım saha çalışması bu derin eşitsizliğin en çarpıcı örneklerden birini karşıma getirmişti.
İstanbul Gaziosmanpaşa’da karşı karşıya olan hatta pencereleri birbirine bakan, ikisi de devlet okulu olan kurumların arasında eğitim şartları açısından büyük farklar vardı. Yoksul ailelerin çocuklarının gittiği okul sabahları ortaokul, öğlenleri ilkokuldu. Yani ikili öğretim yapılıyordu. İlk ve ortaokulun öğretmen sayısı toplam 71’di. Öğretmenlerin 21’i ücretliydi, yani burası 3 yılın sonunda öğretmenlerin genellikle tayin isteyip ayrıldığı bir okuldu. Ücretli öğretmenlerin büyük çoğunluğu da iki yıllık üniversite (ön lisans) mezunlarıydı. Okulun bir spor salonu yoktu. Bilgisayar laboratuvarı ve kütüphane yetersizdi.
Bu okulun tam karşındaki okulun ise öğretmen kadrosunun tamamı kadroluydu. Bu okulda çocuklar öğlen yemek de yiyebiliyordu. Yemekhanede verilen yemeğin ücreti veliler tarafından karşılanıyordu. Okulun bahçesinde basketbol ve futbol sahası vardı. Ayrıca kapalı bir spor salonu, konferans salonu da mevcuttu.
Bu okul da hem ilkokul hem de ortaokuldu. Ancak derslik sayısı fazla olduğu için diğer okuldan farklı olarak burada tam gün öğretim yapılıyordu. Bu da öğrenciler için beslenme, uyku düzeni, okul ortamının düzenlenmesi ve sosyal etkinliklere zaman ayrılabilmesi konularında avantaj sağlıyordu.
İki okul arasındaki farkın bu kadar büyük olmasının sebebi, birinin sosyoekonomik düzeyi daha yüksek ebeveynlerin oturduğu sitelere yakın olması ve bu sitedeki çocukların o okulun öğrencisi olmasıydı. Zira, yukarıda da bahsettiğim gibi velilerin sosyoekonomik seviyesinin daha yüksek olması okulun çehresini de, okula bakış açısını da değiştiriyor.
Zengin ve yoksul kesim arasındaki eğitim harcaması farkı 23 kat
Velilerin eğitime ayırabildiği bütçeyle ilgili veriler ise, eşitsizlik uçurumunun boyutlarını daha anlaşılır kılıyor. TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcaması 2017’ye göre, eğitim harcamalarının (okula gidiş geliş masrafları, özel okul, özel ders, etüt, yaz okulu, üniversite harcı ücreti vs.) sadece yüzde 2,8’ini gelirden en az pay alan yüzde 20’lik dilimdekiler yaparken, yüzde 63,6’sını en yüksek pay alan yüzde 20’lik dilimdekiler yaptı. Yani yoksul ve zengin kesimin eğitim harcamaları arasında 23 kat fark var..
TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcaması 2017’ye göre, eğitim harcamalarının sadece yüzde 2,8’ini, gelirden en az pay alan yüzde 20’lik dilimdekiler yaparken; yüzde 63,6’sını en yüksek pay alan yüzde 20’lik dilimdekiler yaptı. Yani yoksul ve zengin kesimin eğitim harcamaları arasında 23 kat fark var.
Okullar arasındaki bu eşitsizlik pek çok şeye sebep oluyor. Fiziksel koşullar, eğitim ortamları, ikili ya da tam gün eğitim yapılması, öğrencilere yemek verilebilmesi hem öğrenmeyi hem de eğitimin niteliğini etkiliyor. Ayrıca tüm bunlar öğretmenin çalışma koşullarını ve motivasyonunu da artıran ya da azaltan faktörler arasında.
Eşitsizlik başarıyı da etkiliyor
15 yaş grubu öğrencilerinin uluslararası alanda fen, matematik ve okuma becerilerini ölçen PISA 2015’e (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) göre Batı Marmara ile Orta ve Doğu Anadolu’daki öğrencilerin arasında matematikte 61, fende 66, okumada ise 74 puanlık bir fark görülüyor. Bu fark yaklaşık 2 okul yılına denk geliyor.
Sadece bölgeler arasında değil, okul türleri arasında da temel becerileri edinme konusunda fark var. PISA 2015’e göre, üç alanda da en başarılı okullar Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri. Örneğin Fen Liselerinin, matematik puanı 537 iken Anadolu Liselerinin 454, Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinin ise 391.
Oysa öğrenciler hangi okul türüne giderse gitsin matematik ve diğer alanlarda temel becerileri edinebilmeli.
Okullar arasında ayrışma var
PISA 2015’e Türkiye’den katılan 15 yaş grubu öğrencileri arasındaki başarı farkının yüzde 9’u, öğrencinin sosyoekonomik durumuyla açıklanıyor. Bu rakam OECD ülkelerinde yüzde 13. Türkiye’de bu durumun önceki yıllara göre daha az etkili olması, OECD ortalamasının da altında olması sevindirici.
Ancak okulun sosyoekonomik durumunun başarıya etkisi de katıldığında ortaya çıkan sonuç düşündürücü. Türkiye’de hem öğrencinin hem de okulun sosyoekonomik durumu göz önüne alındığında, bu iki değişken öğrenciler arasındaki başarı farkının yüzde 26,3’ünü açıklıyor. Bu veri bize Türkiye’deki öğrencilerin okullarda kendi sosyoekonomik gruplarındaki diğer öğrencilerle birlikte toplandığına işaret ediyor.
Bakanlık en iyi imkânlara sahip okul ile en kötü şartlardaki okul arasındaki farkı beş yıl içinde yüzde 68’den yüzde 20’ye indirmeyi hedefliyor. Bunun için de Okul Profili Değerlendirme Çalışması’nı pilot olarak hayata geçirdi.
Herkes çocuğuna kendi bütçesine göre eğitim imkânı sunuyor. Kimi çocuklarını adrese dayalı kayıt sistemiyle mahallesindeki okula kayıt ettiriyor, kimi ikametgâh adreslerini değiştirerek ve bunun için de yüksek ücretlerde bağış yaparak çocuklarını daha iyi olduğunu düşündükleri başka okullara kayıt ettiriyor. Kiminin seçeneği ise özel okul oluyor.
Oysa devletin sağlaması gereken temel imkânlar var ve bunların eşitlikçi bir şekilde tüm okullara dağıtılmalı. Bu yüzden herkes için eşit ve nitelikli eğitimin sağlanmasında önemli noktalardan biri, devletin eğitime ayırdığı bütçe.
Peki, eğitime ayrılan bütçe ne kadar ve nelere harcanıyor?
Bütçe arttı ama yatırım kaynakları azaldı
Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) Eğitim İzleme Raporu 2019’un ilk dosyası “Eğitimin Yönetişimi ve Finansmanı”na göre, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) 2019 bütçesi 113 milyar TL. 2008’den bu yana MEB bütçesi yaklaşık beş kat artmış gibi görünüyor ama enflasyon dikkate alındığında bütçenin son 10 yılda aslında yaklaşık iki kat arttığını görüyoruz. Öte yandan eğitime ayrılan bütçe arttı ama yatırıma ayrılan kaynak azaldı.
2019 MEB bütçesinin yüzde 71 gibi büyük kısmı personel giderlerine ayrılıyor. Bu miktara, sosyal güvenlik kurumu devlet primi giderleri için ayrılan bütçe de eklendiğinde MEB personeli için 2019’da bu oran yüzde 83,4’e çıkıyor.
Okulların elektrik, su, yakacak, kırtasiye, bakım ve onarım gibi ihtiyaçlarının karşılandığı ‘mal ve hizmet alımları’ giderlerine bütçenin yüzde 8,8’i, okulların büyük bakım-onarımları, yeni okul yapımı için yüzde sadece 4,9’u, MEB’e bağlı pansiyonlu okullar ile yurt dışında eğitim gören öğrencilerin beslenme ve barınma ihtiyaçları için yüzde 2,9’u ayrılıyor.
Bütçede yatırıma ayrılan yüzde 4,9’luk payın önceki yıla göre yüzde 28,2 oranında düşmüş olması dikkat çekici. Oysa eşitsizliğin azalması için okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olmasından ikili öğretimin kaldırılmasına kadar pek çok adım için daha fazla kaynak ayrılması çok önemli.
Okullar arası imkân farklılıkları yüzde 68
Öte yandan Millî Eğitim Bakanlığı da okullar arasındaki imkân ve öğrenme farklılıkların olduğunu açıkça dile getiriyor. Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, bu farkın yüzde 68 olduğunu söylüyor. Bakanlık en iyi imkânlara sahip okul ile en kötü şartlardaki okul arasındaki farkı beş yıl içinde yüzde 68’den yüzde 20’ye indirmeyi hedefliyor.
Bunun için de Okul Profili Değerlendirme Çalışması’nı pilot olarak hayata geçirdi. Okulların fiziksel alt yapısı, hangi sosyoekonomik bölgede olduğu, kaç ücretli öğretmeni olduğu gibi 50 parametreye bakılacak. Okullar kendi gelişim planını ve modelini çıkaracak. Her okulun eksik olduğu gelişmesi gereken yönler neyse önceliklendirilip onlara yatırım yapılacak. Şartları elverişsiz olan okullara pozitif ayrımcılık yapılarak, imkânı görece daha iyi olan okulların gelişimi de ihtiyaçları doğrultusunda desteklenecek.
Okul Profili Değerlendirme Çalışması eşitsizlikleri azaltmak için çok önemli. Ancak ciddi bir altyapı ve bütçe de gerektiriyor. Bu yüzden, bakanlığın bu çalışmasının ayrıntılarını ve yaşama geçip geçemediğini takip etmek de önemli.
Özetle, gelir dağılımına bağlı eşitsizliklere eğitimdeki eşitsizlikler de eklenince yoksulluk eğitimsizliği, eğitimsizlik yoksulluğu doğuruyor. Bu bir kısır döngü. Bu kısır döngünün kırılacağı yegâne yer ise okul. Okulların verdiği eğitimin niteliği, sunulan imkânların eşit olması, çocukların içine doğdukları şartlardan bağımsız olarak, yaşamlarını inşa etmeleri demek. Bunun için de daha fazla eşitlikçi politikalara ihtiyaç var.
Twitter: @umayaktas
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 9 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.