Bir büyük güzel vergi yasası: ABD’nin ekonomisini yeniden yapılandırmanın maliyeti ne?

Trump’ın çıkardığı yeni vergi yasası, dünya ekonomik sisteminin gittiği yön hakkında ne söylüyor? Ekonomik milliyetçilik ne, bunun maliyeti ne? Zenginleri daha zengin yaptığı için eleştirilen yeni düzenleme neleri öngörüyor, hangi riskleri beraberinde getiriyor? Ahmet Ziya Gökalp yazdı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde temmuz ayında yasalaşan ve kamuoyunda “One Big Beautiful Bill Act” (OBBBA) yani “Bir Büyük Güzel Vergi Yasası” olarak adlandırılan kapsamlı düzenlemeler ABD ekonomisinin işleyiş biçimini de kökten değiştirme iddiasında.

Yasa, vergi oranlarının yeniden düzenlenmekle kalmıyor, savunma harcamalarının artmasını ve düzensiz göçmenlikle mücadeleye 100 milyar dolar ayrılmasını da öngörüyor.

ABD’nin Bağımsızlık günü olan 4 Temmuz’da kutlamalar için havai fişekler patlamadan hemen önce Trump’ın imzaladığı yasaya, hiçbir Demokrat destek vermedi. Onların iddiası, düzenlemelerin zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir yapacağı yönünde. Ayrıca yasanın çevre felaketi getireceğini, gelir eşitsizliğini derinleştireceğini, sosyal devleti zayıflatacağını ve servet transferine yol açacağını öne sürüyorlar.

ABD’yi yeniden büyük yapma yasası mı?

“Bir Büyük Güzel Vergi Yasası”, kökenini ABD Başkanı Donald Trump’ın 2017 seçim kampanyaları ve başkanlık döneminde kullandığı bir söylemden alıyor. Zira malum Trump, büyük, güzel, harika gibi sıfatları kullanmayı çok seviyor.

Yasayı savunan politikacılar ve ekonomi danışmanları, bu yasanın Trump’ın seçimlerde söz verdiği gibi, “Amerika’yı tekrar büyük yapacak” ekonomik temel olacağını ileri sürüyorlar. Zira onlara göre yasa, Amerika’daki sermaye birikimini artıracak, yurt dışındaki Amerikan şirketlerinin kazançlarını ülkeye geri getirmesini teşvik edecek, bireylerin daha az vergi ödeyerek tüketimlerini ve yatırımlarını artırmalarını sağlayacak. Vergi avantajları sayesinde girişimcilik canlanacak, bu da istihdamın artması getirecek. Amerika’nın ekonomik büyümesini hızlanacak ve küresel rekabet gücünü artacak. ABD, uluslararası sermaye hareketleri açısından daha cazip bir merkez haline gelecek.

Vergi sisteminde değişiklik

Yasanın en dikkat çekici yönlerinden biri, federal bireysel gelir vergisi oranlarının düşürülmesi ve vergi dilimlerin yeniden yapılandırılması.

Önceki sistemde olduğu gibi yedi gelir dilimi korunuyor, ancak oranlar düşürülüyor ve gelir aralıkları güncelleniyor. En yüksek bireysel gelir vergisi oranı yüzde 39.6’dan yüzde 37’ye indiriliyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Türkiye’de en yüksek gelir vergisi oranı 2025 itibarıyla yüzde 40.

Bu düzenleme, özellikle yüksek gelir grubundaki bireylerin vergi yükünü azaltıyor.

Şirketler içinse çok daha radikal bir değişiklik söz konusu. Kurumlar vergisi oranı yüzde 35’ten yüzde 21’e indiriliyor. Yurtdışında elde edilen kazançların Amerika’ya transferinde uygulanan vergiler ya kaldırılıyor ya da ciddi biçimde azaltılıyor. Bu sayede, Amerika merkezli çok uluslu şirketlerin kârlarını ülkeye geri getirmeleri ve yerli yatırım yapmaları teşvik ediliyor.

Sosyal kalemlerde kesinti

Yasanın getirdiği vergi indirimleri, doğal olarak federal bütçede ciddi gelir kayıplarına yol açacak. Bu kaybı telafi edebilmek için bazı sosyal harcama kalemlerinde kesintiler yapılması öngörülüyor.

Özellikle sağlık sigortası desteği, gıda kuponları ve düşük gelirli hanelere yönelik sosyal yardımlar bu kesintilerden etkileniyor. Obamacare olarak bilinen sağlık reformu çerçevesinde uygulamaya konan bireysel sağlık sigortası zorunluluğu, bu yasa kapsamında kaldırılıyor.

Piyasa odaklı bir sistem benimsenip bireylerin kendi sigorta tercihlerine ve ödeme kapasitelerine bırakılan bir yapı oluşturuluyor. Ancak bu yapı, düşük gelirli ve kronik hastalığı olan bireyler için büyük bir belirsizlik yaratıyor.

Yasa, piyasa dinamiklerini güçlendirirken, devletin refah dağıtıcı rolünü kısıtlıyor. Bu durum, Amerika’daki gelir eşitsizliğini artırma riski taşıdığı gibi sosyal güvenlik ağlarının zayıflamasına da neden olabilir.

Yasa kapsamında çevresel düzenlemelerde de önemli değişiklikler yapılıyor. Enerji şirketlerine sağlanan vergi avantajları artırılıyor, çevresel izin süreçleri hızlandırılıyor.

Bu adımlar, Amerikan enerji sektörünün özellikle fosil yakıtlar açısından yeniden canlanmasını hedefliyor ve Trump’ın “Del bebeğim, del!” sözünü de hatırlatıyor.

Yeni düzenlemelerin iklim konusunda herhangi bir hassasiyet taşımadığını söylememe gerek yok. Ana fikir, yarının dünyasında önemini yitirecek olan fosil kaynakların bir an önce değerlendirilmesi.

Vergi gelirlerinin azalmasını ve kamu harcamalarında öngördüğü kesintilerle birlikte devletin müdahale kapasitesini de azaltan yasanın neoliberal bir ekonomik manifestonun hukuki çerçevesini sunduğunu söylemek mümkün.

Sosyoekonomik gerilimler kapıda

Yasanın içeride yaratacağı en önemli risklerden biri, gelir eşitsizliğinin daha da derinleşmesi.

Vergi indirimi gibi uygulamaların genellikle yüksek gelir gruplarına daha fazla fayda sağlaması, orta ve alt gelir gruplarının ise yükselen yaşam maliyetleriyle daha fazla mücadele etmek zorunda kalması toplumsal gerilimleri artırmaya uygun zemin hazırlıyor.

Özellikle büyük şehirlerle kırsal bölgeler arasındaki ekonomik uçurumun derinleşmesi, siyasal kutuplaşmayı körükleme potansiyeline sahip.

Bununla birlikte, yasa sayesinde yeniden canlanması umulan bazı sanayi merkezleri ve mavi yaka iş alanları, geleneksel olarak Cumhuriyetçi Parti’ye destek veren bölgelerde yeni bir ekonomik canlılık yaratma potansiyeline de sahip. Bu açıdan bakıldığında Trump’ın kendi seçmen tabanını konsolide etmek istediği de söylenebilir.

Küreselleşme karşıtı ama kapitalist yasa

Trump, yeni vergi yasası çıkarmakla kalmıyor, bir süreden beri, gümrük duvarlarını da yükseltme arayışı içinde. Ekonomi de bu içe dönük ve korumacı yaklaşım kaçınılmaz olarak bazı maliyetler de getiriyor.

Her şeyden önce yüksek gümrük tarifeleri ve iç vergi teşvikleriyle desteklenen bu sistem, serbest ticaret prensipleriyle çelişiyor.

Dünya Ticaret Örgütü, ayrımcılık içeren vergi düzenlemelerine ve korumacı tarifelere karşı sınırlamalar getiriyor. ABD’nin bu sınırları zorlaması, başta Çin olmak üzere birçok ülkeyle ekonomik gerilimleri artırıyor.

Ayrıca küresel şirketler açısından da yeni bir denge kurma ihtiyacı doğuyor. Hem Amerikan pazarında kalmak hem de global operasyonları sürdürmek isteyen çok uluslu firmalar, tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmak, çifte üretim üsleri kurmak ya da ABD içindeki yatırımlarını artırmak zorunda kalabilirler. Bu durum, küresel sermaye akışlarında yeni yönelimlerin habercisi şeklinde okunabilir.

Amerika’nın bu hamlesini, 20. yüzyılın sonlarında ivme kazanan küreselleşme sürecine karşı kontrollü bir gerileme hareketi olarak yorumlamak mümkün. Fakat bu geri çekilmenin hâkim iktisadi model kapitalizm aleyhinde bir söylem içermediğini de eklemek gerek. Aksine sermaye birikimini teşvik ediyor ve bunu elinde bulunduran sınıflara avantajlar sunuyor.

Ekonomiyi yeniden yapılandırmak

Washington yönetimi, son on yılda Çin’in yükselişi, küresel tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmalar, pandeminin ekonomik etkileri ve jeopolitik gerilimler karşısında üretim kapasitesini yeniden ulusal sınırlara çekmenin stratejik önemde olduğunu düşünüyor. Zira 2020 ve 2021 yıllarında, temel sağlık malzemelerinden mikroçiplere kadar pek çok kritik ürünün tedariğinde yaşanan aksamalar, Amerika’nın dışa bağımlılığının ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne sermişti.

ABD, bu yasayla küresel üretim zincirlerine daha az bağımlı, kendi kendine yeten ve stratejik sektörlerde güçlü bir üretim altyapısına sahip bir ekonomi inşa etmek istiyor.

Amerikan şirketlerine: “Eğer yatırımlarınızı burada yaparsanız vergi avantajı elde edersiniz” mesajını verilirken; gümrük tarifeleriyle: “eğer üretiminizi dışarıda yaparsanız, o ürünleri buraya pahalıya sokarsınız” uyarısında bulunuyor.

Bu çift yönlü baskı mekanizması, şirketleri rasyonel olarak ABD içinde yatırım yapmaya, üretim tesisleri kurmaya ve tedarik ağlarını millileştirmeye yönlendiriyor ama Amerikalı tüketiciler için de bazı maliyet artışlarına yol açacağa benziyor. Yurt dışında daha ucuza üretilebilecek malların iç piyasada üretilmesi, ABD Merkez Bankası Başkanı Powell’ın da ifade ettiği üzere fiyatları yükseltebilir ve enflasyonist baskıları artırabilir.

Ancak Amerikan hükümeti bu maliyetleri uzun vadeli ekonomik istikrar ve stratejik özerklik uğruna göze almış görünüyor. Böylece ortaya çıkan tablo, klasik bir “korumacı kalkınma” stratejisini andırıyor.

Ekonomik milliyetçilik ve güvenli liman stratejisi

ABD’nin son dönemde benimsediği ekonomik yaklaşım, sıkça “ekonomik milliyetçilik” kavramıyla anılıyor. Bu kavram, yalnızca ithalatın azaltılması ya da ihracatın artırılması gibi ticaret dengesine yönelik önlemlerle sınırlı değil.

Daha köklü bir şekilde ekonominin temel kararlarının ulusal güvenlik, stratejik özerklik ve siyasal egemenlik gibi parametreler üzerinden verilmesini öngörüyor. Bir Büyük Güzel Vergi Yasası, bu anlayışın en somut örneklerinden biri.

Amerika, bu yasa sayesinde bir anlamda kendi sınırları içinde bir “güvenli liman ekonomisi” kurmayı hedefliyor.

Bir büyük güzel yasa bir büyük güzel sonuç getirecek mi?

Bu model, devletin aktif biçimde piyasaya yön verdiği, stratejik sektörleri önceliklendirdiği ve ulusal çıkarları ticari serbestliğin önüne koyduğu yeni bir dönemin habercisi. Amerika’yı yatırım için cazip hâle getirip kısa vadede sermaye birikimini artıracağa benziyor. Ancak bu yasa, gelir eşitsizliğini yapısallaştırabilir ve sosyal refah sistemlerini zayıflatabilir.

ABD’nin radikal dönüşümü, OECD gibi uluslararası platformlarda daha adil ve kapsayıcı vergi düzenlemeleri için iş birliğini teşvik eden yeni bir sürecin tetikleyicisi hâline gelebilir.

Modelin başarısı, hem içerideki ekonomik aktörlerin bu dönüşüme ne kadar uyum sağlayabileceğine hem de küresel ekonomideki rakiplerin nasıl yanıt vereceğine bağlı. Bu bağlamda önümüzdeki yıllar hem Amerikan ekonomisi hem de dünya ticaret sistemi açısından kritik bir eşik olacak.

Eğer bu strateji başarıyla uygulanır ve içeride sürdürülebilir büyüme ile toplumsal refah birlikte sağlanabilirse, “Bir Büyük Güzel Vergi Yasası” gerçekten de adının hakkını veren tarihi bir dönüm noktası olarak anılabilir.

Aksi halde bu yasa, küreselleşmeye karşı milliyetçi bir tepkiden öteye geçemeyen, kısa vadeli faydalar uğruna uzun vadeli istikrarsızlıklara kapı aralayan bir girişim olarak tarihe yazılacak.

Şimdilik net olan tek gerçek, ABD’nin ekonomik sularını kendi güvenli limanlarına doğru çektiği.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Ahmet Ziya Gökalp
Ahmet Ziya Gökalp
Ahmet Ziya Gökalp - 1997 Safranbolu doğumlu. 2017'de Karabük Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu'nu tamamladı. 2019 yılında Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden lisans derecesini aldı. Hâlihazırda Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (ULESAM) yönetim kurulu üyesi. Politik Stratejiler Araştırma Merkezi’nde (POLSAM) siyaset bilimi uzmanı olarak görev yapan Gökalp aynı zamanda TUDPAM’ın dijital yayın organı Dış Bakış dergisinin editörlüğünü de yürütüyor. Transatlantik ilişkiler, yapay zekâ politikaları ve kripto paralar üzerine uzmanlaşan Gökalp’in çalışmaları Fokus+, Yeni Arayış gibi muhtelif yayın organlarında yayımlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bir büyük güzel vergi yasası: ABD’nin ekonomisini yeniden yapılandırmanın maliyeti ne?

Trump’ın çıkardığı yeni vergi yasası, dünya ekonomik sisteminin gittiği yön hakkında ne söylüyor? Ekonomik milliyetçilik ne, bunun maliyeti ne? Zenginleri daha zengin yaptığı için eleştirilen yeni düzenleme neleri öngörüyor, hangi riskleri beraberinde getiriyor? Ahmet Ziya Gökalp yazdı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde temmuz ayında yasalaşan ve kamuoyunda “One Big Beautiful Bill Act” (OBBBA) yani “Bir Büyük Güzel Vergi Yasası” olarak adlandırılan kapsamlı düzenlemeler ABD ekonomisinin işleyiş biçimini de kökten değiştirme iddiasında.

Yasa, vergi oranlarının yeniden düzenlenmekle kalmıyor, savunma harcamalarının artmasını ve düzensiz göçmenlikle mücadeleye 100 milyar dolar ayrılmasını da öngörüyor.

ABD’nin Bağımsızlık günü olan 4 Temmuz’da kutlamalar için havai fişekler patlamadan hemen önce Trump’ın imzaladığı yasaya, hiçbir Demokrat destek vermedi. Onların iddiası, düzenlemelerin zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir yapacağı yönünde. Ayrıca yasanın çevre felaketi getireceğini, gelir eşitsizliğini derinleştireceğini, sosyal devleti zayıflatacağını ve servet transferine yol açacağını öne sürüyorlar.

ABD’yi yeniden büyük yapma yasası mı?

“Bir Büyük Güzel Vergi Yasası”, kökenini ABD Başkanı Donald Trump’ın 2017 seçim kampanyaları ve başkanlık döneminde kullandığı bir söylemden alıyor. Zira malum Trump, büyük, güzel, harika gibi sıfatları kullanmayı çok seviyor.

Yasayı savunan politikacılar ve ekonomi danışmanları, bu yasanın Trump’ın seçimlerde söz verdiği gibi, “Amerika’yı tekrar büyük yapacak” ekonomik temel olacağını ileri sürüyorlar. Zira onlara göre yasa, Amerika’daki sermaye birikimini artıracak, yurt dışındaki Amerikan şirketlerinin kazançlarını ülkeye geri getirmesini teşvik edecek, bireylerin daha az vergi ödeyerek tüketimlerini ve yatırımlarını artırmalarını sağlayacak. Vergi avantajları sayesinde girişimcilik canlanacak, bu da istihdamın artması getirecek. Amerika’nın ekonomik büyümesini hızlanacak ve küresel rekabet gücünü artacak. ABD, uluslararası sermaye hareketleri açısından daha cazip bir merkez haline gelecek.

Vergi sisteminde değişiklik

Yasanın en dikkat çekici yönlerinden biri, federal bireysel gelir vergisi oranlarının düşürülmesi ve vergi dilimlerin yeniden yapılandırılması.

Önceki sistemde olduğu gibi yedi gelir dilimi korunuyor, ancak oranlar düşürülüyor ve gelir aralıkları güncelleniyor. En yüksek bireysel gelir vergisi oranı yüzde 39.6’dan yüzde 37’ye indiriliyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Türkiye’de en yüksek gelir vergisi oranı 2025 itibarıyla yüzde 40.

Bu düzenleme, özellikle yüksek gelir grubundaki bireylerin vergi yükünü azaltıyor.

Şirketler içinse çok daha radikal bir değişiklik söz konusu. Kurumlar vergisi oranı yüzde 35’ten yüzde 21’e indiriliyor. Yurtdışında elde edilen kazançların Amerika’ya transferinde uygulanan vergiler ya kaldırılıyor ya da ciddi biçimde azaltılıyor. Bu sayede, Amerika merkezli çok uluslu şirketlerin kârlarını ülkeye geri getirmeleri ve yerli yatırım yapmaları teşvik ediliyor.

Sosyal kalemlerde kesinti

Yasanın getirdiği vergi indirimleri, doğal olarak federal bütçede ciddi gelir kayıplarına yol açacak. Bu kaybı telafi edebilmek için bazı sosyal harcama kalemlerinde kesintiler yapılması öngörülüyor.

Özellikle sağlık sigortası desteği, gıda kuponları ve düşük gelirli hanelere yönelik sosyal yardımlar bu kesintilerden etkileniyor. Obamacare olarak bilinen sağlık reformu çerçevesinde uygulamaya konan bireysel sağlık sigortası zorunluluğu, bu yasa kapsamında kaldırılıyor.

Piyasa odaklı bir sistem benimsenip bireylerin kendi sigorta tercihlerine ve ödeme kapasitelerine bırakılan bir yapı oluşturuluyor. Ancak bu yapı, düşük gelirli ve kronik hastalığı olan bireyler için büyük bir belirsizlik yaratıyor.

Yasa, piyasa dinamiklerini güçlendirirken, devletin refah dağıtıcı rolünü kısıtlıyor. Bu durum, Amerika’daki gelir eşitsizliğini artırma riski taşıdığı gibi sosyal güvenlik ağlarının zayıflamasına da neden olabilir.

Yasa kapsamında çevresel düzenlemelerde de önemli değişiklikler yapılıyor. Enerji şirketlerine sağlanan vergi avantajları artırılıyor, çevresel izin süreçleri hızlandırılıyor.

Bu adımlar, Amerikan enerji sektörünün özellikle fosil yakıtlar açısından yeniden canlanmasını hedefliyor ve Trump’ın “Del bebeğim, del!” sözünü de hatırlatıyor.

Yeni düzenlemelerin iklim konusunda herhangi bir hassasiyet taşımadığını söylememe gerek yok. Ana fikir, yarının dünyasında önemini yitirecek olan fosil kaynakların bir an önce değerlendirilmesi.

Vergi gelirlerinin azalmasını ve kamu harcamalarında öngördüğü kesintilerle birlikte devletin müdahale kapasitesini de azaltan yasanın neoliberal bir ekonomik manifestonun hukuki çerçevesini sunduğunu söylemek mümkün.

Sosyoekonomik gerilimler kapıda

Yasanın içeride yaratacağı en önemli risklerden biri, gelir eşitsizliğinin daha da derinleşmesi.

Vergi indirimi gibi uygulamaların genellikle yüksek gelir gruplarına daha fazla fayda sağlaması, orta ve alt gelir gruplarının ise yükselen yaşam maliyetleriyle daha fazla mücadele etmek zorunda kalması toplumsal gerilimleri artırmaya uygun zemin hazırlıyor.

Özellikle büyük şehirlerle kırsal bölgeler arasındaki ekonomik uçurumun derinleşmesi, siyasal kutuplaşmayı körükleme potansiyeline sahip.

Bununla birlikte, yasa sayesinde yeniden canlanması umulan bazı sanayi merkezleri ve mavi yaka iş alanları, geleneksel olarak Cumhuriyetçi Parti’ye destek veren bölgelerde yeni bir ekonomik canlılık yaratma potansiyeline de sahip. Bu açıdan bakıldığında Trump’ın kendi seçmen tabanını konsolide etmek istediği de söylenebilir.

Küreselleşme karşıtı ama kapitalist yasa

Trump, yeni vergi yasası çıkarmakla kalmıyor, bir süreden beri, gümrük duvarlarını da yükseltme arayışı içinde. Ekonomi de bu içe dönük ve korumacı yaklaşım kaçınılmaz olarak bazı maliyetler de getiriyor.

Her şeyden önce yüksek gümrük tarifeleri ve iç vergi teşvikleriyle desteklenen bu sistem, serbest ticaret prensipleriyle çelişiyor.

Dünya Ticaret Örgütü, ayrımcılık içeren vergi düzenlemelerine ve korumacı tarifelere karşı sınırlamalar getiriyor. ABD’nin bu sınırları zorlaması, başta Çin olmak üzere birçok ülkeyle ekonomik gerilimleri artırıyor.

Ayrıca küresel şirketler açısından da yeni bir denge kurma ihtiyacı doğuyor. Hem Amerikan pazarında kalmak hem de global operasyonları sürdürmek isteyen çok uluslu firmalar, tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmak, çifte üretim üsleri kurmak ya da ABD içindeki yatırımlarını artırmak zorunda kalabilirler. Bu durum, küresel sermaye akışlarında yeni yönelimlerin habercisi şeklinde okunabilir.

Amerika’nın bu hamlesini, 20. yüzyılın sonlarında ivme kazanan küreselleşme sürecine karşı kontrollü bir gerileme hareketi olarak yorumlamak mümkün. Fakat bu geri çekilmenin hâkim iktisadi model kapitalizm aleyhinde bir söylem içermediğini de eklemek gerek. Aksine sermaye birikimini teşvik ediyor ve bunu elinde bulunduran sınıflara avantajlar sunuyor.

Ekonomiyi yeniden yapılandırmak

Washington yönetimi, son on yılda Çin’in yükselişi, küresel tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmalar, pandeminin ekonomik etkileri ve jeopolitik gerilimler karşısında üretim kapasitesini yeniden ulusal sınırlara çekmenin stratejik önemde olduğunu düşünüyor. Zira 2020 ve 2021 yıllarında, temel sağlık malzemelerinden mikroçiplere kadar pek çok kritik ürünün tedariğinde yaşanan aksamalar, Amerika’nın dışa bağımlılığının ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne sermişti.

ABD, bu yasayla küresel üretim zincirlerine daha az bağımlı, kendi kendine yeten ve stratejik sektörlerde güçlü bir üretim altyapısına sahip bir ekonomi inşa etmek istiyor.

Amerikan şirketlerine: “Eğer yatırımlarınızı burada yaparsanız vergi avantajı elde edersiniz” mesajını verilirken; gümrük tarifeleriyle: “eğer üretiminizi dışarıda yaparsanız, o ürünleri buraya pahalıya sokarsınız” uyarısında bulunuyor.

Bu çift yönlü baskı mekanizması, şirketleri rasyonel olarak ABD içinde yatırım yapmaya, üretim tesisleri kurmaya ve tedarik ağlarını millileştirmeye yönlendiriyor ama Amerikalı tüketiciler için de bazı maliyet artışlarına yol açacağa benziyor. Yurt dışında daha ucuza üretilebilecek malların iç piyasada üretilmesi, ABD Merkez Bankası Başkanı Powell’ın da ifade ettiği üzere fiyatları yükseltebilir ve enflasyonist baskıları artırabilir.

Ancak Amerikan hükümeti bu maliyetleri uzun vadeli ekonomik istikrar ve stratejik özerklik uğruna göze almış görünüyor. Böylece ortaya çıkan tablo, klasik bir “korumacı kalkınma” stratejisini andırıyor.

Ekonomik milliyetçilik ve güvenli liman stratejisi

ABD’nin son dönemde benimsediği ekonomik yaklaşım, sıkça “ekonomik milliyetçilik” kavramıyla anılıyor. Bu kavram, yalnızca ithalatın azaltılması ya da ihracatın artırılması gibi ticaret dengesine yönelik önlemlerle sınırlı değil.

Daha köklü bir şekilde ekonominin temel kararlarının ulusal güvenlik, stratejik özerklik ve siyasal egemenlik gibi parametreler üzerinden verilmesini öngörüyor. Bir Büyük Güzel Vergi Yasası, bu anlayışın en somut örneklerinden biri.

Amerika, bu yasa sayesinde bir anlamda kendi sınırları içinde bir “güvenli liman ekonomisi” kurmayı hedefliyor.

Bir büyük güzel yasa bir büyük güzel sonuç getirecek mi?

Bu model, devletin aktif biçimde piyasaya yön verdiği, stratejik sektörleri önceliklendirdiği ve ulusal çıkarları ticari serbestliğin önüne koyduğu yeni bir dönemin habercisi. Amerika’yı yatırım için cazip hâle getirip kısa vadede sermaye birikimini artıracağa benziyor. Ancak bu yasa, gelir eşitsizliğini yapısallaştırabilir ve sosyal refah sistemlerini zayıflatabilir.

ABD’nin radikal dönüşümü, OECD gibi uluslararası platformlarda daha adil ve kapsayıcı vergi düzenlemeleri için iş birliğini teşvik eden yeni bir sürecin tetikleyicisi hâline gelebilir.

Modelin başarısı, hem içerideki ekonomik aktörlerin bu dönüşüme ne kadar uyum sağlayabileceğine hem de küresel ekonomideki rakiplerin nasıl yanıt vereceğine bağlı. Bu bağlamda önümüzdeki yıllar hem Amerikan ekonomisi hem de dünya ticaret sistemi açısından kritik bir eşik olacak.

Eğer bu strateji başarıyla uygulanır ve içeride sürdürülebilir büyüme ile toplumsal refah birlikte sağlanabilirse, “Bir Büyük Güzel Vergi Yasası” gerçekten de adının hakkını veren tarihi bir dönüm noktası olarak anılabilir.

Aksi halde bu yasa, küreselleşmeye karşı milliyetçi bir tepkiden öteye geçemeyen, kısa vadeli faydalar uğruna uzun vadeli istikrarsızlıklara kapı aralayan bir girişim olarak tarihe yazılacak.

Şimdilik net olan tek gerçek, ABD’nin ekonomik sularını kendi güvenli limanlarına doğru çektiği.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Ahmet Ziya Gökalp
Ahmet Ziya Gökalp
Ahmet Ziya Gökalp - 1997 Safranbolu doğumlu. 2017'de Karabük Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu'nu tamamladı. 2019 yılında Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden lisans derecesini aldı. Hâlihazırda Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (ULESAM) yönetim kurulu üyesi. Politik Stratejiler Araştırma Merkezi’nde (POLSAM) siyaset bilimi uzmanı olarak görev yapan Gökalp aynı zamanda TUDPAM’ın dijital yayın organı Dış Bakış dergisinin editörlüğünü de yürütüyor. Transatlantik ilişkiler, yapay zekâ politikaları ve kripto paralar üzerine uzmanlaşan Gökalp’in çalışmaları Fokus+, Yeni Arayış gibi muhtelif yayın organlarında yayımlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x