Küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırma hedefiyle Aralık 2015’te gündeme gelen Paris Anlaşması’nı Türkiye 22 Nisan 2016’da 175 ülkeyle birlikte imzaladı. Ancak Türkiye, bu anlaşmada içinde bulunduğu gelişmiş ülkeler kategorisinden çıkarılarak, gelişmekte olan ülkeler listesine alınmayı talep etti. Bu talebi yerine getirilmeyince de anlaşmayı Meclis’te onaylamadı. Böylece İran, Irak, Eritre, Libya ve Yemen ile birlikte anlaşmayı onaylamayan 6 ülkeden biri olarak anılmaya başlandı.
Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kasım ayında Glasgow’da yapılacak İklim Değişikliği Zirvesi’ne kadar onay sürecinin tamamlanacağını açıkladı. Bundan sonra, Türkiye’nin orta ve uzun vadeli tüm kalkınma programlarının yeşil kalkınma devriminin gerektirdiği yapısal dönüşümün rehberliğinde hazırlanacağına ve yürütüleceğine de söz verdi.
Paris Anlaşması uyarınca söz vermek
Paris Anlaşması’na taraf olan ülkeler kendi belirledikleri ulusal katkı beyanları ile emisyon azaltım hedefleri koyarak bütün dünyanın gözetimi altında bu hedeflere ulaşmak için çaba sarf ediyor.
Türkiye, 2015 yılında Birleşmiş Milletler’e sunduğu ulusal katkı beyanında emisyon artışını 2030 yılı itibarıyla yüzde 21 azaltma sözü vermişti. Anlaşmanın ekim ayında Meclis’ten geçmesi durumunda, Türkiye 30 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenecek olan İklim Değişikliği Zirvesi’nin 26. Taraflar Konferansı’nda (COP26) masaya oturabilecek.
COP26, Paris Anlaşması sonrasında genel değerlendirmenin yapılacağı ilk zirve olması bakımından önem taşıyor. Türkiye, anlaşmada her ne kadar gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almasa ve gelişmekte olan ülkelere verilecek olan Yeşil İklim Fonu’ndan faydalanamayacak olsa da, anlaşmaya taraf olduğu için iklim finansmanı sağlayan diğer fonlardan yararlanabilecek.
Türkiye’nin sorumlulukları ne olacak?
Mevcut durumda Türkiye küresel emisyonun yüzde 1’nden sorumlu. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı rapora göre dünyanın en büyük kömür üreticisi ve tüketicisi olan Çin, 2020 yılındaki küresel emisyonların yüzde 26,9’una neden oldu. Küresel emisyonun yaklaşık yüzde 64’ünü üreten ilk on ülke de sırayla şunlar:
Çin (26,9), ABD (12,2), Hindistan (7,35), Rusya (4,8), Endonezya (2,8), Japonya (2,6), Brezilya (2,4), Almanya (1,65), İran (1,63) ve Kanada (1,52).
1751-2017 dönemindeki birikimli emisyonların yüzde 25’ini ABD, yüzde 22’sini Avrupa Birliği ülkeleri ve yüzde 12,5’ini Çin üretmişti.
Paris Anlaşması ne kadar bağlayıcı?
Ülkelerin Paris Anlaşması kapsamında kendi belirledikleri hedeflere ulaşmaları bekleniyor. Ancak anlaşmanın herhangi bir yaptırım uygulama veya belirli bir emisyon azaltım miktarını empoze etme mekanizması yok. Küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmak veya 1,5 derece ile sınırlandırmak için her ülkenin emisyon azaltım hedefi belirlemesi ve bunu gerçekleştirmesi gerekiyor.
Her beş yılda bir ülkelerin daha iddialı bir emisyon azaltımını hedeflemesi tavsiye ediliyor. Ayrıca ülkelerin uzun dönemli emisyon azaltımı stratejileri belirleyip ulusal katkı beyanlarını bu uzun vadeli hedefin içinde konumlandırması da Paris Anlaşması çerçevesinde -zorunlu olmasa da- tavsiye edilen bir yaklaşım.
Birleşmiş Milletlerin Şubat 2021 raporuna göre 1,5 derece hedefine ulaşmak için ülkelerin iklim çabalarını acilen iki katına çıkarması gerekiyor.
T.C. Meclis Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu Başkanı Veysel Eroğlu’na göre 2100 yılına gelindiğinde en iyimser tabloya göre sıcaklık 1,8 derece, en kötümser tabloya göre ise 4 santigrat derece artmış olacak. Bu bulgular BM raporunu destekler mahiyette.
Yani Paris Anlaşması küresel ısınmaya karşı hep birlikte atılan çok gerekli ancak yetersiz bir adım. Ülkelerin ulusal katkı beyanlarında belirttikleri hedeflerde çıtayı daha çok yükseltmesi ve özellikle emisyon şampiyonu ülkelerin ulusal katkı beyanlarına çok iddialı hedefler koyması gerekiyor. Paris Anlaşması kapsamında sunulan niyet beyanları tamamen yerine getirilse bile sera gazı salınımlarının 2030 yılında yüzde 10-15 dolayında artış göstermesi bekleniyor, bu da hedeflenen orandan çok yüksek.
Türkiye 2015 yılında Birleşmiş Milletlere sunduğu Ulusal Katkı Beyanı’nda 2030 yılında 1175 milyon ton sera gazı salacağını ve uluslararası finans kaynaklarından faydalanabildiği takdirde bu miktarı yüzde 21 oranında azaltabileceğini beyan etti. Uzmanlara göre Türkiye şu an taahhüdünü iyi bir şekilde yerine getiriyor ve herhangi bir ek tedbir almadan yüzde 21 azaltım hedefini tutturabilir, ancak Paris Anlaşmasını mecliste onayladığı zaman yeni ve daha yüksek bir hedef belirlemek zorunda.
Türkiye şimdiye kadar anlaşmayı neden onaylamadı?
Paris Anlaşması’na taraf olan ülkelerin yükümlülükleri ile ilgili adaletsizlikler Türkiye’nin şimdiye kadar bu anlaşmayı meclisten geçirmesine engel oldu.
Türkiye şu an içinde bulunduğu gelişmiş ülkeler kategorisinde kalmaya devam ederse gelişmekte olan ülkelerin emisyon azaltıcı politikalarını finanse etmesi gerekiyor. Oysa Türkiye kendisi gelişmekte olan ve yeşil dönüşüm konusunda finansmana ihtiyacı olan bir ülke. İşte bu durum Türkiye’nin şimdiye kadar masaya oturmasına engel olmuştu. Bu her ne kadar çok haklı bir talep olsa da anlaşmayı imzalamayan ülkelerle aynı kategoride anılmak da Türkiye’ye yakışan bir durum değildi. Görünen o ki, Türkiye bundan böyle masaya oturarak haklarını savunacak, sürecin dışında kalma dezavantajını bertaraf edecek.
Ayrıca Paris Anlaşması’na taraf olduğu için çok taraflı veya ikili finansman kaynakları bulabilecek. Türkiye Paris Anlaşması’nda gelişmiş ülke sınıfında olduğu için Yeşil İklim Fonu’ndan faydalanamıyor, ancak son zamanlarda Dünya Bankası, Almanya ve Fransa’nın Kalkınma Bankaları ile yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya taraf olunursa iklim konusunda farklı finansman kaynakları bulunabileceği görülüyor.
Türkiye Paris Anlaşması çerçevesinde yeni Ulusal Katkı Beyanı’nı yakın zamanda açıklamakla kalmayacak, anlaşma metninde tavsiye edildiği şekilde uzun dönemli emisyon azaltıcı politikalar da belirleyecek. Bu sürecin 2053 vizyonunun ana unsurlarından biri olacağı belirtilirken, yatırım, istihdam ve üretim politikalarında da köklü değişiklikler yapması bekleniyor.
Anlaşma hangi değişiklikleri getirecek?
Türkiye’nin en büyük ticaret partneri olan Avrupa Birliği, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na göre sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar -1990 yılındaki seviyelerine kıyasla- en az yüzde 50 azaltmayı ve 2050 yılında karbon nötr bir kıta olmayı hedefliyor. AB hem Paris İklim Anlaşması’nı hem de Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı ticaretin yeni kurallarını belirlemek için kullanıyor. Bu nedenle Türkiye’nin ne AB Yeşil Mutabakatı’nı ne de Paris Anlaşması’nı dikkate almama lüksü yok. Türkiye AB ile ticarete devam etmek istiyorsa yeşil dönüşüm ve karbon ayak izi gibi konularda belirlenen standartlara ulaşmak zorunda.
Yeşil dönüşümün hem daha temiz bir dünya için hem de mevcut ticaretimizin artarak devam etmesi için başarılması gerekiyor. AB’de ikiz dönüşümler olarak adlandırılan yeşil ve dijital dönüşüm geleceğin en büyük iki pazarı.
Bu pazarların kendine has ürün ve hizmetleri olacak. Bu dönüşüm için gerekli adımları en erken atan ülkeler, hem kendini dönüştürecek hem de diğer ülkelerin bu dönüşümü başarması için onlara mal ve hizmet satacak. Bu nedenle Türkiye’nin yeşil dönüşümü gerçekleştirmesi, üretim ve istihdam alanında açılım yapmasını ve ekonomisini karbon nötr hedefe uygun olarak büyütmesini sağlayacak büyük bir potansiyel barındırıyor.
Yeşil dönüşümün temel felsefesini enerjinin temiz kaynaklardan üretilmesi oluşturuyor. 2020 yılında Türkiye elektriğin yüzde 12’sini rüzgar ve güneş enerjisinden elde ederek G-20 ülkeleri arasında 5. sırada yer aldı. Bu oran hem yüzde 9,6 olan dünya ortalamasının hem de ABD ve Fransa’nın üzerinde yer alıyor. Ayrıca Türkiye’de rüzgar ve güneş santrallerinin kurulum masrafının beş yıl öncesine göre sırasıyla yüzde 32 ve yüzde 50 oranında düşmesi de arazi ve iklim şartları açısından çok uygun bir konumda olan Türkiye için büyük bir şans. Bu bakımdan Türkiye’de enerji sektörü yeşil dönüşümden en büyük faydayı elde edecek ve bu faydayı diğer sektörlere de yansıtacak.
Yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi arttıkça daha az fosil kaynak ithal edilecek, enerji daha ucuza üretilmiş olacak ve temiz enerji ile üretilen ürünlerin karbon ayak izi çok düşük olacak. Bu da sınırda karbon düzenlemesinde Türk ihracatçısının ödeyeceği vergiyi azaltacak. Bu avantaj, sektör bazında herhangi bir ayırım olmaksızın temiz enerjiyi girdi olarak kullanan otomotivden turizme kadar her sektör için geçerli olacak. Ancak bu avantaj en çok AB’ye ihracat yapan ve halihazırda karbon emisyonu yüksek olan çimento, demir-çelik, otomotiv, tekstil ve gıda sektörlerine yarayacak.
Paris Anlaşması’nı onaylamak neden bir zorunluluk?
Türkiye’de hem iş dünyası hem de sivil toplum kuruluşları arasında sevinçle karşılanan Paris Anlaşması’nın meclis onayına sunulması haberi uzun vadede hem politika yapıcılar hem de iş dünyası ve yerel yönetimler tarafından desteklenmesi gereken bir adım. 2021 yılı Temmuz ayında açıklanan Türkiye Yeşil Mutabakat Eylem Planı da Paris Anlaşması’na taraf olmak ile aynı amaca hizmet ediyor. Yeşil dönüşümün Türkiye’nin Orta Vadeli Planı’nda yer bulmasını da ekleyecek olursak tüm bu gelişmelerin bir yapbozunun birbirini tamamlayan parçaları olduğu aşikâr.
Türkiye’nin sera gazı salınımının yüzde 72’si sanayi ve enerji sektöründen kaynaklanıyor. Sanayinin gelecekte de ekonominin itici gücü olmaya devam etmesi ancak yeşil dönüşüme ayak uydurabilmesi ve hatta bu dönüşümü yönlendirmesi ile mümkün olabilir. Paris Anlaşması’na taraf olan bir Türkiye sanayicisine yeşil dönüşüm yolculuğunda uluslararası finansman bulmakta zorluk çekmeyecek. Küresel ısınma konusunda atılacak her olumlu adım hem ülke içinde hem de dünya genelinde kuraklık, yangın, sel, sıcak hava dalgaları ve fırtına gibi aşırı hava olaylarının yaşanma riskini azaltacak. Böylece yangın, sel ve kuraklık gibi olayların ekonomiye yaptığı olumsuz etki de azalmış olacak.
Bundan sonra ne yapılmalı?
Yaptığı hamlelerle yeşil dönüşüm konusunda kararlı adımlar atan ve karbon nötr üretime geçebilen bir Türkiye yakın gelecekte AB’ye ihracatta uygulanacak olan sınırda karbon düzenlemesiyle yüklü miktarda karbon vergisi ödemekten kurtulacak. Sahip olduğu güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını daha verimli kullanan bir Türkiye enerji ithalat faturasını da düşürmüş olacak.
Sonuç olarak, Paris Anlaşması’nı meclisinde onaylayan ve böylece küresel ısınma ile yapılan savaşta kendisini doğru yerde konumlandıran Türkiye bir yandan zaten uygulamaya başladığı yeşil politikalarda elini güçlendirmiş oldu, diğer yandan da yeşil dönüşüm konusunda gereken finansmanı bulmak için doğru zamanlı bir hamle yaptı. Şimdi yapılacak olan, bu olumlu adıma iş dünyası, STK’lar, kamu ve yerel yönetimler aracılığıyla tam destek vermek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 29 Eylül 2021’de yayımlanmıştır.