Ülkemizde çözüm bekleyen birçok sorundan biri de sokak köpekleri diğer tabir ile evsiz köpekler. Sayılarının kontrolsüzce artması, iyi örnekler olsa da hayvan barınaklarındaki refahın yanlış uygulamalar sonucu azalması bu sorunu derinleştiriyor. Köpekler tarafından saldırıya uğrayan veya uğradığını iddia eden insanların sayısı da her geçen gün artınca, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kutuplaşıyoruz.
Yıllardır köpek etolojisi yani köpek davranışlarıyla ile ilgilenen ve köpek eğitmenliği yapan biri olarak benim baktığım yerden sorun şöyle gözüküyor:
“Davul belediyelerin omzunda, tokmak Tarım Bakanlığı’nda, zurna hayvan severlerde, halay aşağı mahallede, düğün yan sokakta, gelin ile damat aileler arasında çıkan kavgayı ayırmaya çalışıyor.”
Peki, bu sorun nasıl çözülebiliriz? Dünyadaki örnekler neler? Mevcut uygulamada neler değişmeli?
Bütün bu sorulara yanıt vermek ve bu kaotik meseleyi ele almak için önerim şu: Önce sorunun neden bu kadar içinden çıkılmaz bir hal aldığını tartışalım, kavramları yerli yerine oturtalım, çünkü sorunu çözmek için net olarak tanımlamak gerekir, sonra da çözüm önerilerine bakalım.
Kavram kargaşası: Hayvan hakları mı hayvan refahı mı?
Ele almak istediğim ilk kavram, hayvan refahı.
Konu ile ilgili kaynaklarda hayvan refahı, “bir hayvanın fizyolojik ve davranışsal ihtiyaçları ile beklentilerine yönelik tatminiyle ilişkili pozitif ruhsal ve fiziksel durumu” olarak tanımlanıyor. Burada sadece sokak hayvanlarının değil, çiftlik hayvanlarının hatta yaban hayatında doğada yaşayan hayvanların da ele alınması gerekiyor. Ben, sokak köpekleri sorununun hayvan refahı çerçevesinde çözülmesi gerektiğini savunanlardanım.
Diğer kavram ise hayvan hakları. Hayvan refahı ile karıştırılan bu kavram, hayvanların insan amaçlarına uygun düştüğü biçimde kullanılabilecek birer eşya olmadığı, kendi arzuları ve ihtiyaçları olan bireyler olarak muamele görmeleri gerektiği anlamına geliyor.
Bu iki kavram arasındaki ayrım, konuyla ilgilenenleri bölüyor.
Yararcı bakışı savunanlar, hayvanların hakları olmasını reddediyor ama hiçbir hayvanın acı çekmemesi gerektiğini de vurguluyor. İnsanların hayvan kullanırken, hayvanların koşullarını iyileştirilmesi gerektiğine odaklanıyor.
Hak temelli bakışı savunanlarsa, hayvanlara yönelik muameleleri iyileştirmenin yeterli olmayacağını, hayvanları, insan amaçları için kullanmaktan vazgeçilmesi gerektiğini savunuyor.
Ancak her iki akımın da üzerinde hem fikir olduğu bir nokta var: Alman filozof Immanuel Kant’ın da dediği gibi hayvanlara yönelik zulüm içeren davranışlar insanı zalimleştirir ve diğer insanlara yönelik işlenebilecek şiddet eylemlerini kolaylaştırabilir. Eski bir emniyet mensubu olarak mesleki tecrübem ve bir köpek eğitmeni olarak gördüklerim Kant’ın tezini destekliyor.
Yasalar ve uygulamalarda da kavram kargaşası
Meseleye ait yasalarımızda ve onların uygulanmasında da kavram kargaşası var.
2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununun çıkmasında ve 2021 yılında revize edilmesinde sokak hayvanları ile ilgilenen gönüllülerin etkisi çok büyük.
Ancak hayvan severlerin ve kanun yapıcının özellikle etoloji ve köpekleri inceleyen multi-disipliner bir bilim dalı olan, köpek ırkları, davranışları, bakımı, eğitimi ve hastalıkları ile ilgilenen kinolojiden yoksun bakış açısı ile revize edilen kanun, bırakın sokak köpekleri sorununu ortadan kaldırmasını, bence çok daha karmaşık ve içinden çıkılamaz hale getirdi.
Mesela bu yasada köpek dövüşlerini engellemek gibi iyi bir niyetle yola çıkılsa da, bazı köpek ırklarının yasaklanması, köpeğin gücünü istismar eden insanlardan ziyade köpek ırklarına odaklanılması sonucunu doğurdu. Haberlerde her ısıran, havlayan köpeği Pitbull diye yaftalama geleneği de ne yazık ki bu kanunla başladı.
“Tehlikeli ırk” bir safsata mı?
2004 yılında çıkan kanunda Pitbullterrrier ve Japanes tosa ırkı köpekler, dövüşlerde kullanıldıkları ve tehlikeli oldukları alt gerekçesiyle yasaklandı. Ancak hayvanları bu amaçla eğitip dövüşleri yaptıranlar cezasız kalmanın yolunu buldu.
Hayvanların dövüştürülmesine verilen ceza idari ve hukuki olarak çok az; sadece dövüşler üzerinden kumar oynatılması nedeniyle cezalar verilmiş; bu vahşi organizasyonları yapanlar ise bir süre sonra, köpek dövüşlerini deve güreşleri misali “folklorik” olarak nitelendirerek kanundan kaçış noktası bulmuşlar.
Üstelik ülkemizde köpek dövüşlerinde bu yasaklanan ırklar değil, daha çok yerel çoban köpeği ırkları kullanılıyor. Kanunun bazı ırkları yasaklamasıyla bu daha da arttı. Bu durum iskambil kâğıtlarıyla kumar oynandığı için oyun kâğıtlarının yasaklanması, ancak kumarbazların zar ile kumar oynamaya devam etmesi hikâyesini anımsatıyor.
Irk yasaklama bununla da kalmadı, İngiltere’den alınan bir mevzuatta da olduğu öne sürülerek genelgeyle Dogo argentino ırkı da yasaklandı. Oysa İngiltere’deki yasağın sebebi, Arjantin ile yaşanan Falkland Adaları krizi sonrası oluşan siyasi baskıydı.
Kanun revize edilirken, American bully ve American stafforshire terrier cinsi köpekler de yasaklandı.
Yasa, “türlerini veya bunların melezlerini üreten, sergileyen, takas eden, ülkeye girişini, satışını, reklamını yani bu hayvanların ticaretini yapanlara” ceza getirdi. Onların kayıt altına alınmasını ve kısırlaştırılmasını, çip takılmasını şart koştu. Kayıt belgesiz, ağızlıksız ve tasmasız dolaştırılmalarını da yasakladı. Sahiplerinin, bakamamaları halinde bu ırktan hayvanları başka kimseye de veremeyeceği, belediyeye ait en yakın bakımevine bırakması zorunlu hale getirildi. Barınakların onları sahiplendirmesi de yasaklandı.
Genelgeyle de bütün bunların yapılması için 14 Ocak 2022 ye kadar süre tanındı. O tarihte kayıt altına alınan ve ‘tehlikeli ırk’ diye tanımlanan köpeklerin sayısı neredeyse 12 bindi. Çip taktırma, kısırlaştırma gibi masrafları ödemeyecek sahipler, onları ya barınaklara ya da yine yasa ceza gerektirse de sokağa terk etti. Bu düzenleme nedeniyle sokaktaki hayvan sayısı, bu ırklarla meydana gelen çiftleşmelerle birlikte arttı.
Ama bu arada, bazı ırkların, yasaklanmayı gerektirecek kadar tehlikeli olduğu, ne yapılırsa yapılsın doğalarının saldırgan olduğu ve değişmeyeceği gibi gerçekle ilgisi olmayan şehir efsaneleri, konuyla ilgili yapılan haberlerin de yardımıyla toplum bilincine yerleşti. Irkları ayırt edecek bilgiye sahip olmayan birçok kişi de, genel olarak köpekleri, tehlikeli canlılar olarak görmeye başladı.
Ama gerçekte durum böyle değil. Köpekler bütüncül bakıldığında aslında tehlikeli canlılar değil. Onları bu hale sokan, yanlış yetiştirme, ehil olmayan art niyetli kişilerin eline geçmiş olmaları ve bu yönde eğitilmeleri. Yani yapılması gereken, ırkları yasaklamak değil köpeklerin sağlıklı bir ortamda üremelerini, yetişmelerini ve büyümelerini sağlamak…
Sokak köpeği sorununun temelinde köpek üretimi mi var?
Sokak köpeği sorununun ana sebebinin köpek üretimi olduğunu savunan ve köpek üretiminin yasaklanması gerektiğini önerenler de var.
Bu öneriyi tartışmadan önce köpek ırklarının nasıl ortaya çıktığını, nasıl belirlendiğini ve hangi şartlarda üreyebildiklerini biraz açmakta fayda var.
İnsanlar, köpekleri 10-15 bin yıl önce ihtiyaçlarına göre evcilleştirdiler. Örneğin kuzeyde yaşayan insanlar köpeklerinden kızak çekmesini, ormanlık alanlarda yaşayanlar köpeklerinden avcılık ve koruma beklediler. İnsanların köpeklerden beklentileri ve köpeklerin yetenekleri ölçüsünde yapay bir seleksiyon sistemi oluştu. Sanayi devrimiyle de şehir hayatına uygun köpek ırkları gelişti.
Üniter devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, insanlar kendi coğrafyalarındaki köpeklerin ırklarını korumaya ve geliştirmeye başladı. Zamanla ülkelere ait köpek ırklarının tescil edilmesi, köpeklerin insanla birlikte yaşama kriterleri başta olmak üzere uluslararası üretim kriterleri merkezi Belçika’da bulunan Uluslararası Kinoloji Federasyonu (Federation Kynology International – FCI) çatısı altında kurallara bağlandı.
Şu an FCI’ya kayıtlı 100 ülke (Türkiye’yi de Köpek Irkları ve Kinoloji Federasyonu temsil eder) ve toplam 345 tescilli köpek ırkı bulunuyor.
Irk standartları arasında da yalnızca dış görünüş yok, kafasından başlayarak kuyruğuna kadar bacak ve beden yapısından, yani fizyolojik, anatomik ve morfolojik özelliklerinden davranışlarına kadar pek çok standart göz önüne alınıyor. Bu standartlar, o köpek ırkının tarihsel geçmişinden geliyor ve bunların kapsamında örneğin dişleri eksik veya çene yapısı bozuk köpeklerin beslenme zorluğu çekebileceği düşüncesiyle üremelerine izin verilmiyor. Benzer bir biçimde aşırı korkak veya ırkına göre kontrolsüz saldırganlık gösteren köpeklerin de.
Sorunu çözmüş toplumlarda köpek yetiştiriciliği
Kinolojik yapılar ve etolojik bakış açısı, sokak hayvanları sorununu çözmüş ya da köpeklerle yaşam konusunda belli standartları yakalamış toplumlarda, köpeklerin bir amaç için üretilmesi ve yetiştirilmesi anlamına gelir: Avcı, bekçi, iş köpeği, görev köpeği, eşlik köpeği gibi.
Bu toplumlarda köpeğini çiftleştirmek isteyen kişiler, köpeklerini ırk derneklerine veya ülkelerindeki kinolojik yapıya kayıt ettirmek durumundalar. Hatta birçok ülkede zorunlular. Akabinde ırk değerlendirme etkinliğine ve ırk standartları yarışmalarına katılarak köpeklerinin ırk standartlarına ne kadar uygun olduğunun uzman hakemlerce tespit edilme süreci başlar. Örneğin bazı ırklarda beş ata nesli gösteren şecereye sahip olmayan köpeklerin üretimine izin verilmez. Köpek ırklarının korunması ancak bu sayede mümkün olabilir.
Bu sebeple köpeklerin eğitilmeleri veya belirlenen standartlar çerçevesinde üretilmelerinin hayvan haklarına aykırı olduğunu iddia etmek veya bunu istismar kabul etmek doğru değil. Burada sorun, köpeklerin üretilmeleri değil, hayvan refahı çerçevesinde ve kinolojik yapı içerisinde üretilmemeleri, yani merdiven altı tabir edilen sistem.
Oysa Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi, 5.maddesinde geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan türden olan bütün hayvanlar, türüne özgü koşullar ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir, diyor. Yani ırkı yasaklamak veya bilimsel üretimi durdurmak o ırkı ortadan kaldıracağı için bu beyanname ile ters düşüyor.
Ayrıca Avrupa Konseyi üyesi devletler tarafından imzalanan Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi de bu konuda referans alınacak önemli bir doküman.
Merdiven altı sistemin zararı
Türkiye’de özellikle büyük şehirlerdeki barınaklarda ya sokaklarda yaşayan köpeklerin neredeyse tamamı işte bu merdiven altı üretimlerin sonucu. Buralarda üretilen köpeklerin görünümleri belli bir ırk olsa da ve onları satın almak için epey paralar dökülse de, bu köpeklerin göründükleri ırka ait olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Dolayısıyla sokak köpekleri meselesinde kalıcı ve kökten çözüm de, safkan köpek yetiştirilmesini yasaklamaktan değil, merdiven altı üretimini engellemekten geçiyor.
Köpekleri kim yetiştirmeli?
Sokak köpeklerinin görülmediği toplumlarda üç tip köpek yetiştiricisi var; hobi yetiştiricisi, mikro yetiştirici ve ticari yetiştirici.
Hobi yetiştiricileri, standartlara uygun tek bir ırktan köpeğe sahip olan aileler veya bireylerdir. Önemli bir kısmı kadınlardan oluşur. Kinolojik sistemin oturtulduğu toplumlarda, hobi yetiştiricileri aynı zamanda ev ekonomisine de büyük katkı sağlıyor.
Mikro yetiştiricilerse, aynı ırkta 3-4 köpeği olan aileler veya bireylerdir. Standartlara en yakın köpek yetiştirilmesi konusunda kinolojiye ciddi değer katarlar. Mikro ve hobi yetiştiricileri için köpekleri ailelerinin bir parçasıdır.
Ticari yetiştiricilikse, şeceresi olsa bile birçok ırktan farklı köpeğin üretildiği yerlerdir. Ticari yetiştiriciler için popüler ırkların üretiminin yapılıp kâr amaçlı satışının yapılması önceliklidir. Tabii ki işini oldukça iyi yapan ticari yetiştiriciler de yok değil, ancak aile içinde büyüyen bir köpek ile çiftlik ortamında büyüyen köpek arasında davranışsal açıdan ciddi farklar olabilir.
Türkiye’de köpekleri kim yetiştiriyor?
Avrupa’da gittikçe azalan ticari yetiştiricilik, Hayvan Hakları Kanunu ile köpek satışı konusunda tek yetkili haline getirildi. Oysa yapılması gereken, mikro yetiştiricilerin ve hobi yetiştiricilerin kayıt altına alınması, belgelendirilmesi ve yetkilendirilmesi. Yetiştirme kriterlerinin, şartlarının, standartlarının belirlenmesi, köpek hareketliliğinin süreçlere bağlanması ve tabii ki denetimin de düzenli ve sürekli yapılması da önemli.
Özetle, sokak köpeği sorununun çözümü için atılması gereken ilk adımlardan biri, merdiven altı, kayıt dışı üretimlerin engellenmesi; bazılarının savunduğu gibi köpek üretiminin tamamıyla yasaklanması değil.
Sorunun köküne, köpek üretimine standart getirmedikçe, köpek popülasyonun artması da kontrol altına alınamaz.
Sokak köpekleri popülasyonu
Mevcut durumda sokak köpekleri popülasyonu, kendi aralarındaki çiftleşmeler ve sahipli olduğu halde, kısırlaştırılmamış köpeklerle çiftleşmelerden kaynaklanıyor.
Bu hızlı üreme, kısırlaştırma konusunda harcanan çabaların da boşa gitmesine de neden oluyor. Özellikle kırsal bölgelerde kontrol dışı üreme, kentlerin hemen dışında, ormanlık alanlara ya da arazilere “nasılsa bakılır” diyerek bırakılan ve buralarda üreyip, sürüleşen köpekler ciddi anlamda tehlike yaratıyor.
Köpekler adı üzerinde evcil hayvan. Yerleri yarı vahşi yaşamın olduğu ormanlar, çöplükler veya hücre hapsi verilmiş mahkumlarınkine benzer barınaklar değil, insanın yanı başı.
Bu sürüleşmelerin önüne geçilmesi gerek. Ayrıca toplumsal hayata yani insan ve diğer hayvanlara zarar veren köpeklerin de davranış rehabilitasyon uygulamalarına tabi tutulması da zorunlu olmalı. Bunların detaylarını birazdan anlatacağım ama yeri gelmişken mahalle sakini olarak kabul ettiğimiz sokak köpeklerine de değinmek istiyorum. Onların, istisnalar olmakla birlikte, insanlarla iç içe oldukları ölçüde, iyi huylu olduklarını görmek mümkün.
Ülkemizde 1800’lü yıllarda ortaya çıkan, neredeyse 1970’lere kadar devam eden, sokak hayvanlarını beslemeleri için halkın mancacı denilen kişilere para vermesi, yardım etmesi gibi bir uygulamanın bugüne de yansıması, bu köpeklerin mahalle sakini olmasının önünü açıyor.
Fakat bu köpeklere karşı özellikle bilinçsiz insanlar ve bilinçsiz çocuklar tarafından yapılan yanlış davranışlar bazen bu köpeklerin de saldırganlaşmasına sebep olabiliyor. Alanını korumaya çalışan veya defansif saldırı yapan köpeklerin hamlelerinden kaçmaya çalışan insanların yaşadığı kazalar da tehlikeli olabiliyor.
Bir köpek size saldırırsa ne yapmalısınız?
Eğer köpekle mücadeleye girmemiz kaçınılmaz ise çığlık atmak, bağırmak, kaçmak o köpeğin av güdüsünü daha fazla tetikler. Köpeğin doğrudan gözüne bakmak da tetikleyici olabilir çünkü köpeklerin dünyasında bu, ‘ona meydan okuma’ anlamına gelebilir.
Saldırı durumunda da kaçmamak, sabit durmak, köpekleri yok saymak, onları tehdit etmiyormuş gibi yavaşça yürümek aslında saldırılardan korunmanın temel niteliği.
Ama köpek bize saldırıyorsa elimizdeki eşyayla – çanta, şemsiye vb – bariyer yaparak ve sakin vücut dili kullanarak yavaş yavaş ilerlemek işe yarar. Vurmak, fiziksel temas köpeği daha da agresif hale getirebilir. Bununla birlikte deodorant veya benzeri sprey kokularla, köpek ile aranıza koku bariyeri oluşturmanız da işe yarayabilir.
Sürüleşmenin önüne nasıl geçilir?
Popülasyon kontrolü, sadece kısırlaştırma ile değil, kırsal bölgeler ve şehirlerin dış alanlarından başlayarak köpeklerin sahipleri ile ilintilenmesi, ilintisi olmayan köpeklerin kısırlaştırılmasıyla başlamalı. Yani öncelikli olarak kırsaldan başlayarak tüm köpekler bir sahip ile ilintilenmeli.
Sahipli köpeklerin de üretim yeterliliği yoksa, çiftleşmesine ve üremesine cezai müeyyide getirilmeli.
Son yasayla birlikte, köpek ve sahibi arasında bir ilinti kurulmaya çalışılmış olsa da ülkenin ihtiyacı olan düzenleme ve uygulama ne yazık ki hâlâ kurulamadı.
Köpek almak isteyenler sahiplik eğitimine tabi tutulmalı
Öte yandan, köpek almak da belli süreçlere tabi olmalı.
Köpek almak isteyenler, bakanlıkça yetkilendirilen kişi ya da kurumların veya bizzat bakanlık tarafından sahiplik eğitimine ve sınavına tabi tutulmalı. Bu eğitimi tamamlayanların yine bakanlıkça kayıt altına alınmış resmî yetiştiricilerden köpek alarak sertifikalarının numarası ile köpek sahibi olabilmeleri sağlanmalı. Bu eğitimler, barınaklardan köpek sahiplenenler için ücretsiz, diğerleri için ücretli olmalı.
Bu sistem ile artık köpeklerin kâr maksimizasyonu güden sistem tarafından bir ürün çeşidi olarak görülmesinin önüne geçebilir, marketten domates alır gibi köpek sahibi olunması engellenebilir. Yaratılan bütçe, hayvanların refahı ve kısırlaştırma için gerekli masraflar için pekâlâ kullanılabilir.
“Satın alma sahiplen” sloganının da altı doldurulmalı, bu slogan mahalle baskısına dönmekten ziyade teşvik edici uygulamalar içermeli. Mesela, Almanya, Fransa gibi ülkelerde olduğu gibi barınaktan sahiplenildiğinde şehir hizmetlerinde (yol, su, elektrik, vergi vb) indirimler yapılabilir. Belediyelerin, sahipsiz hayvanların masraflarını ödedikleri düşünüldüğünde, bu tür indirimlerin aslında kârlı olduğu da görülecektir.
Belirli kilo üzerinde köpeklere kesinlikle sosyal köpek sınavı, toplumsal yaşama uyum sınavı, itaat ve refakat sınavı gibi sınavlardan başarılı olma zorunluluğu da getirilmeli. Gücü istismara açık olan ırkları sahiplenecek kişiler için de sahiplerinden söz gelimi psikoteknik raporu ve ruhsatlandırma gibi ekstra uygulamalar talep edilebilir.
Bu öneriler, sahipli köpeklerin karıştığı saldırma olaylarını da engelleyecektir. Aynı zamanda ülkedeki köpek yetiştiricisinden üreticisine, eğitmeninden gezdiricisine, bakıcısına kadar sürecin tüm insan kaynaklarının kayıt ve kontrol altında, yani denetime alınacağı bir sistem de sorunları çözecektir.
Sahipli köpeklerin sokaklara bırakılması nasıl önlenir?
Bir diğer sorun ise sokaklara terk edilen köpekler… Sosyal hayattaki herhangi bir değişiklikten ötürü (iş kaybı, hastalık, taşınma vb) hayvanlarını bırakma halinde, barınma masrafları karşılığı beyanlı terk sistemi Amerika gibi birçok ülkede uygulanıyor.
Bu kişilerden alınacak aylık düzenli meblağ, barınakların kapasitesi başta olmak üzere refahının arttırılması için de kullanılabilir. Bu durum, nasılsa bakılıyor diye köpeklerin sokaklara salınmasını engelleyecektir.
Köpek – sahip ilintisinin doğru bir şekilde kurulması durumunda mazeretsiz terk etmeler muhakkak cezalandırılmalı.
Nasıl bir rehabilitasyon olmalı?
Ülkemizde ne yazık ki rehabilitasyon merkezi adı altında yapılanan barınaklarda, rehabilitasyon kelimesi sadece sağlık uygulamalarını içeriyor. Oysa sokaklara atılmış veya orda doğmuş köpeklerin ciddi travmaları olabiliyor. Travmaları olmasa bile insan ile birlikte yaşamaya hazırlanmaları önemli bir süreç.
Özellikle belediye barınaklarında ve gönüllü barınaklarında davranış rehabilitasyonu ile ilgili de birimler kurulmalı ve bu birimlere insan kaynağı sağlanmalı. Zira bir köpeğin insan ile birlikte yaşamaya alışması için öncelikle travmalarından arındıracak rehabilitasyon uygulamalarına daha sonra eğitim uygulamalarına ihtiyaç var.
Sokaklarda veya barınaklarda onlarca yetenekli köpeğin heba olduğunu görmek acı verici. Zira arama kurtarma faaliyetlerinden terapi yapabilecek köpeklere kadar birçok köpek yarı aç veya hapsedilmiş durumda. Merkezi bir politika ve kurumsal bir yaklaşımla bu potansiyel de değerlendirilebilir. Mesela biz, bu bağlamda uyguladığımız projemizde şu ana kadar dört terkedilmiş köpeğe arama kurtarma eğitimi verebildik.
Gönüllü barınaklar
Batı’daki birçok ülkede hayvan koruma gönüllülerince açılan barınaklar ruhsatlandırılır. Denetime tabi olur, buralarda rehabilite edilen ve eğitilen köpekler doğru ailelere sahiplendirilir. Sahiplendirme esnasında bazı masraflar talep edilse de genellikle bağışlarla ve gönüllülerle bu barınaklar ayakta durur. Sistemin oturduğu ülkelerde gönüllü barınaklarının standartları ve açılma şekilleri de net bir şekilde bellidir.
Türkiye’de ise gönüllü barınakların kuruluşundan yönetimine kadar birçok konuda devlet desteği alabilmesi gerekliliği bence diğer önemli bir konu.
Bu durum belediyelerin iş yükünü azaltacağı gibi, gerekli koordinasyonun kurulması durumunda köpeklerin bakım beslenme maliyetlerini de düşürür, sahiplendirme hızını artırır.
Modern gönüllü barınaklar, köpeklerin muhtaç hallerini gösterip vicdanlara hitap ederek istismar edenleri de sistem dışına iter hem. Köpeklerin geldikleri andan itibaren hızla sağlıklarına kavuşup rehabilite edildikleri, eğitildikleri ve ne tip insanlarla hangi ortamlarda yaşayacaklarına göre, yetenek ve mizaçlarına doğrultusunda ayrıldıkları bir sistem kurduklarında çok daha etkili olurlar.
Şehir efsaneleri ve ötenazi
“Batı’da neden sokaklarda sahipsiz hayvan yok? Sahipsiz başıboş hayvanlar bir süre barınaklarda bekletildikten sonra yaşamlarına son veriliyor.” En sık duyduğumuz cümlelerden… Peki, doğru mu?
Geldik zurnanın zırt dediği yere. Amerika’da her ne kadar “no kill shelter” (ötenazi olmayan köpek barınağı) uygulaması giderek yaygınlaşmış olsa da, bu barınaklar dahi saldırganlık eğilimi çok yüksek, bir yabani hayvan gibi aşırı korkak ve sosyal hayata uyum konusunda aşırı çekingen köpekleri kabul etmiyor ve bu köpekleri ötenazi uygulanan barınaklara yönlendiriyorlar. Ötenazinin uygulandığı barınaklarda ise belirli bir süre sahiplenmeyen köpeklerin ya da bu aşırı saldırgan veya aşırı korkak uyutulduğunu biliyoruz.
Benzer bir uygulama Avrupa’da da var. İnsanla birlikte yaşamaya uygun köpeklerin doğru yöntemlerle bilinçli ve eğitimli hayvan severler tarafından rehabilite edilmesi ve eğitilmesi sonucu sahipsiz hayvan sorununu tamamen bitirmiş Hollanda gibi bazı ülkelerde, ötenazi sadece ağır hasta köpek sahiplerinin talep etmesi durumunda, topluma zarar verebilecek aşırı ve kontrolsüz saldırgan köpekler için uygulanıyor.
Ülkemizdeyse barınaklara gelen köpeklerin büyük bir bölümü daha önce bir insanla yaşamış köpekler. Yani sahipli köpekler. Bizde ise başıboş köpeklerin kendi aralarında üremeleri kontrol altına alınmamış olduğu için sahipli olup da sokağa bırakılan köpek sayısı ile sokakta üreyen köpek sayısı konusunda bir ayrım yok.
Ne yapmalı?
Yaklaşık 20 yıldan fazla köpek eğitmenliği ve köpek etolojisi ile ilgilenen eski bir emniyet mensubu olarak öncelikle yaratılan her gri alanın istismara açık olduğunu belirtmeliyim. Hayvan sever arkadaşlarımızın gayretleri, gerekli ve doğru düzenlemelerin olmaması sebebiyle yetersiz kalıyor, belirttiğim bu gri alan giderek büyüyor, adeta herkesin birbirini istismarcılıkla suçlamasına neden oluyor. Devlet ivedilikle gri alanı ortadan kaldıracak önlemler almalı.
Bir devlet, hayvanını da doğasını da çocuğunu da gencini de yaşlısını da kadınını da erkeğini de korumakla mükellef.
Bu gri alan ve hayvan severlerin kendi aralarındaki büyük fikir ayrılığının, ego savaşlarının, “benim dediğim doğru”, “en çok ben kurtarıyorum” narsizminin ve bazen yakışmayan tartışmaların, çatışmaların olması, yıllardır sorunun çözülememesine kendileri gibi düşünmeyenlerin adeta linç edilmesine ve son dönemlerde de toplu itlafı savunan, oldukça aktif, yine linç kültüründen beslenen birtakım insanların türemesine neden oldu.
Oysa makulde buluşmak zorundayız.
Ülkemiz bu sorunu yönetememe konusunda kritik sınıra geldi, giderek derinleşen ekonomik ve sosyolojik sorunlar köpekleri, bizim onlara baktığımız gibi bakmayan insanların hedefi haline getirdi.
Makulu ivedilikle bulmak; dayatma ile değil devletin alacağı önlem ve biz hayvan severlerin bizler gibi sevmeyenlere veya korkanlara da saygı duyacağı bir platformda gerçekleşebilir.
Bu platformun ilk adımı da devletin gri alanı ortadan kaldıracak adımları atması olabilir. Söz gelimi Tarım Bakanlığı bünyesinde bir Evcil Hayvan Genel Müdürlüğü kurulması ve bu yapılanmanın liyakatli kişilere devredilmesiyle etkin ve vicdani bir çözüm mümkün olabilir.
Toplumsal huzur sadece insanların hakkı değil, on binlerce yıldır insanoğluna yol arkadaşlığı yapmış köpeklerin de hakkıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.