Tayvan sorunu hakkında bilmeniz gereken her şey

Asya-Pasifik’de ABD-Çin gerilimi yükseliyor. Bunun son halkası Çin’in Tayvan’ı kuşatan dev askerî tatbikatı. Çin, Tayvan’ı işgal edecek mi? Gerilim nasıl tırmandı? Bundan sonra ne olabilir? Diren Doğan yazdı.

Çin’in Nisan ayı başında 71 askerî hava aracı ve 9 savaş gemisiyle Tayvan’ın etrafını kuşatması, özellikle Batı dünyasında tedirginlik yarattı. Çin’in bu hareketinin Müşterek Kılıç askerî tatbikatı olduğunun anlaşılması bir süre için rahat nefes almaya yol açsa da Tayvan sorununun giderek dünya dengelerini etkileyecek bir gerilim yarattığı tescillenmiş oldu.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in bu tatbikatla ilgili olarak Çinli mevkidaşlarıyla temasa geçmek istemeleri, Pekin yönetimi tarafından reddedildi. Her ne kadar Çin’in bu tarz saldırgan refleksini tetikleyen gelişmenin Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-wen’in 5 Nisan’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ve partiler arası Kongre heyetiyle görüşmesi olduğu öne sürülse de, bir süreden beri ABD-Tayvan-Çin eksenindeki ilişkilerde tansiyon adım adım yükseliyor.

Bugüne nasıl gelindiğini ve bundan sonra ne olacağını anlamak içinse tarihi biraz geriye sarmamız gerekiyor.

İlişkilerin tarihine küçük bir pencere

Komünist Çinliler ile Milliyetçi Çinliler arasında 1927’de başlayan ve binlerce insanın ölümüne neden olan iç savaş, Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri Mao Zedong önderliğindeki kuvvetlerin, Kuomintang Partisi (KMT) lideri Çan Kay Şek önderliğindeki milliyetçileri yenmesiyle 1949 yılında sonuçlandı.

Savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını fark eden Çan Kay Şek, gücünü toplayıp uygun vakitte yeniden mücadele etmek üzere Çin medeniyetine ait hanedanlık hazineleri ve yaklaşık iki milyon kişilik bir orduyla Tayvan adasına çekildi. Burada Çin Cumhuriyeti’nin varlığını devam ettirdi. Anakara Çin’de ise Mao Zedong liderliğinde 1 Ekim 1949 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu.

1950 yılında, uluslararası sistemde Çin’i temsil ettiğini iddia eden iki taraf vardı; biri Tayvan’da bulunan Çin Cumhuriyeti’nin lideri Çan Kay Şek, diğeri ise anakara da bulunan Çin Halk Cumhuriyeti’nin lideri Mao Zedong.

Tayvan’ın stratejik konumu

Dönemin konjonktürünü düşündüğümüz zaman, Tayvan’ın Kore ve Vietnam’a eşit uzaklıktaki stratejik konumu ve “komünizme karşı savaş” mottosunun da etkisiyle 1970’lere kadar ABD’nin Tayvan’a yönelik koşulsuz şartsız ciddi bir desteği olduğunu söylemek mümkün. Hatta Çan Kay Şek ve taraftarlarının anakara Çin’den tahliyesinin ABD’nin 7. Filosu tarafından gerçekleştirildiği biliniyor. Benzer şekilde 1954 yılında ABD ve Tayvan arasında imzalanan karşılıklı savunma anlaşması, Tayvan’ın üzerine açılan ABD koruma şemsiyesinin ilk ibarelerinden.

Bu süreçte uluslararası toplumda, Birleşmiş Milletler’de ve diğer uluslararası örgütlerde Çin toplumunun temsiliyeti Çin Cumhuriyeti tarafından yapıldı. Çin Halk Cumhuriyeti ise anakaradaki Çin’in meşru hükümeti sıfatıyla Çin halkının asıl temsiliyet hakkının kendisinde olduğunu SSCB, Hindistan vb. birkaç ülkenin desteğiyle BM üyelerine ve dünyaya duyurmaya çalıştı.

Küresel sistemde Tayvan lehine esen bu rüzgâr, 1969 yılındaki SSCB-Çin sınır çatışması ile tersine dönmeye başladı. Moskova, Çin’in en büyük tehdidi olarak Washington’un yerini aldı. Çin-SSCB arasındaki ayrışma, Çin-ABD yakınlaşmasına zemin hazırladı. Tarihler 1971’i gösterdiğinde ABD’li masa tenisi takımının Pekin ziyareti “Pinpon diplomasisi” adıyla iki ülke arasındaki havayı yumuşattı. Aynı yıl ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Pekin’e gerçekleştirdiği gizli ziyaret Birleşmiş Milletler’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin tanınması ve Tayvan’ın oturmakta olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi koltuğundan kaldırılarak yerine Çin Halk Cumhuriyeti’nin oturtulmasıyla sonuçlandı. 1972 yılındaki dönemin ABD Başkanı Nixon’un Çin ziyareti, Çin ve ABD arasında imzalanan Şanghay Bildirisi’ni getirdi. Bu bildiriyle ABD, “Tayvan Boğazı’nın her iki yakasındaki tüm Çinlilerin tek bir Çin olduğunu ve Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu” ilan etti.

ABD-Tayvan-Çin ilişkilerinde iki ayrı kanal

Bu noktadan itibaren ABD-Tayvan-Çin ilişkilerinin temel olarak iki ayrı kanaldan ilerlediğini söylemek mümkün; ABD-Çin ilişkileri ve ABD-Tayvan ilişkileri.

Bu iki aktörle yürütülen ilişkiler bizzat ABD tarafından birbirine paralel adımları içeren farklı diplomatik süreçler olarak gerçekleştirildi. Bu doğrultuda örneğin bir taraftan 1979 yılında ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında resmî diplomatik bağları kuran “Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına İlişkin Ortak Bildiri” imzalandı ve Çin toplumunun meşru temsilcisinin Çin Halk Cumhuriyeti olduğu kabul edildi. Diğer taraftan aynı yıl “Tayvan İlişkiler Yasası” Kongreden geçti; ABD, Tayvan’ın öz savunmasını korumak için adayı silahlandırmaya devam edeceğini teyit etti.

Aynı şekilde 1982 yılında Ronald Reagan yönetimindeki ABD, bir taraftan “Altı Güvence” ile Tayvan ile Çin arasında arabuluculuk yapmayacağını ve Tayvan’a silah satışına devam edeceğini taahhüt etti. Diğer taraftan aynı yıl Çin ile imzaladığı üçüncü bildiride, Tek Çin politikası gölgesinde Çin’in egemenliğine saygı gösterme ve Tayvan’a silah satışını kademeli olarak azaltma sözü verdi.

ABD’nin stratejik belirsizlik politikası

Birbiriyle çelişen adımlar bütünü olarak görülse de Tayvan meselesinde ABD’nin tutumunu tanımlamak için kullanılan temel kavramın “Stratejik Belirsizlik” politikası olduğunu söylemek, meselenin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olabilir.

ABD 1949’dan itibaren bu politika paralelinde Pekin ve Taipei ile ilişkilerini yönetmeye çalıştı. Bir nevi bölgede iki ülke arasındaki dengeyi kuran el olma rolünü üstlenmek istedi. ABD’nin Tayvan ve Çin ile yürüttüğü diplomatik ilişkiler dönemin konjonktüründen etkilenerek inişli çıkışlı bir seyir izlese de Tayvan konusu günümüze kadar ABD’nin belirlediği stratejik belirsizlik politikası ekseninde devam etti.

Çin açısından bu belirsizlik durumunun ABD ile ilişkilerinde önemli bir sorun olduğunu belirtmek gerek. Ortada net olan bir şey varsa o da Çin’in anladığı anlamda “Tek Çin” politikasıyla, ABD’nin daha önce imzalanan üç bildiride (Three Communiqués) kabul ettiği “Tek Çin”in en azından uygulamada aynı olmadığı. Diğer taraftan Tayvan konusu Çin için egemenliğinden taviz verilmesi mümkün olmayan tartışmaya kapalı bir kırmızı çizgi.

Çin’e göre, uluslararası sistemdeki herhangi bir ülke Çin ile diplomatik ilişkilere başlamak istiyorsa öncelikle Tek Çin’i, yani Tayvan’ın Çin’e ait olduğunu kabul etmeli. Zira Tayvan, Çin perspektifinden şu an ayrılıkçıların elinde olan, Çin’in tabiriyle “dönek” bir eyalet. Pekin’in anlayışına göre, Çin Rüyası’nın alt unsuru olan ulusal gençleşmenin sağlanabilmesi için Tayvan ile birleşme bir ön şart. Bu nedenle Tayvan ile direkt diplomatik bağ kuran hangi ülke olursa olsun Pekin’e göre bir bakıma ateşle oynuyor demektir. O yüzden de aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülke, Tayvan’ı siyasal olarak tanımasa da kültürel ve ticari ilişkiler kurmakla yetiniyor.

Durum Çin açısından bu kadar keskinken ABD’nin Tayvan’a gerçekleştirdiği silah satışları, üst düzey diplomatik ve askerî yetkililerin Tayvan’a yaptığı ziyaretler, ABD Kongre üyelerinin Tayvan’ın uluslararası toplum tarafından yeniden kabulü için yürüttüğü çalışmalar, Çin’in sert refleksleriyle karşılaşıyor. ABD’nin ağır bir dille eleştirildiği ve savaşçı kurt olarak tanımlanan Çin diplomatik söylemlerine neden oluyor.

Tayvan neden gündemde?

Bu soruya kısaca ‘satranç tahtasında Tayvan’ın yeniden öne sürülme zamanı geldi’ şeklinde yanıt verebiliriz.

1970’lerde ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile başlattığı diplomatik ilişkiler paralelinde uluslararası toplum tarafından gölgede bırakılan Tayvan, günümüzde yükselen Çin’in yarattığı tehdit algısı nedeniyle ABD liderliğindeki Batı için önemli ve stratejik bir ortak. Tayvan’ın demokratik değerleri ve kadın bir liderle otokratik bir yönetime karşı yürüttüğü mücadele, liberal ve demokratik uluslararası sistemi aşındırmak isteyen ülkeler karşısında Tayvan’a önemli bir model rolü veriyor.

Tayvan’ın stratejik konumu, ona olası bir Çin-ABD mücadelesinde değerli bir askerî üs görevi yüklüyor. Jeopolitik rekabet açısından baktığımızda, ABD ile Çin arasında günümüzde büyük güç mücadelesi olarak adlandırılan bir rekabet olduğu aşikâr. ABD bu mücadelede elini güçlendirmek ve Çin’in yükselişini dizginlemek amacıyla Çin’e yönelik bir çevreleme stratejisi uyguluyor. Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki müttefikleriyle savunma bağlarını güçlendiriyor, bölge ülkeleriyle ilişkilerini sağlamlaştırmak üzere adımlar atıyor. Avusturalya, İngiltere ve ABD’nin oluşturduğu AUKUS ile ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan’ın bir araya geldiği QUAD gibi stratejik iş birliğini amaçlayan paktları aktifleştiriyor.

Çin’e yönelik uygulanan bu çevreleme stratejisinin en önemli paydaşlarının başında Japonya, Avustralya ve elbette Tayvan geliyor. Çin’in Pasifik Okyanusu’na erişiminin engellenmesi, yani bir bakıma nefesinin kesilmesi için birinci ve ikinci ada zinciri olarak adlandırılan alanların kapatılması oldukça elzem. Tayvan ise tam birinci ada zincirinin ortasında yüzen uçak gemisini andıran stratejik bir konuma sahip. Bu durum Tayvan’a vazgeçilemeyecek bir potansiyel daha yüklüyor.

Batı’nın Tayvan açılımı

Tüm bu gelişmeler ve Tayvan’ın sahip olduğu potansiyeller başta ABD olmak üzere Batı dünyasında yeni bir Tayvan açılımını doğurdu. Bu kapsamda Baltık ülkeleri başta olmak üzere AB ülkeleri arasında yükselen bir Tayvan farkındalığı ortaya çıktı. Bu farkındalık Çin’in ekonomik sopalarına rağmen AB ülkelerinin Tayvan ile angaje olmak üzere çeşitli ziyaretler düzenlemesini getirdi. Bu doğrultuda ülkelerin parlamentolarındaki çeşitli grupların ve ticari heyetlerin Tayvan’ı ziyaretleriyle başlayan Tayvan ile ilişkilerin desteklenmesi süreci AB Parlamentosu’nda Tayvan’a yönelik yayınlanan olumlu raporlarla devam etti. Bu gelişmelerin en önemlilerinden biri neredeyse tüm dünyada “Taipei Ekonomik ve Kültürel Misyonu” adıyla temsil edilen Tayvan’ın Litvanya’da Tayvan Diplomatik Temsilciliği’ni açması oldu. Bu gelişmeye Çin’den yanıt gecikmedi. Ciddi ekonomik yaptırımlar nedeniyle Litvanya’nın aldığı kararı sorgulayan ifadeleri kamuoyu ile paylaştı.

AB tarafında bu tür açılımlarla ilerleyen Tayvan-AB ilişkileri ABD tarafında ise çok daha tempolu gelişmelere sahne oluyor. Kuşkusuz bunların başında 2022 yılının Ağustos ayında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’a gerçekleştirdiği ziyaret geliyor. Ziyaret öncesinde Çin’in kuvvet kullanımı dâhil her yöntemi uygulayacağına dair tehditleri düşündüğümüzde bu ziyaretin Tayvan farkındalığını ülkeler ve örgütler özelinden çıkartarak uluslararası kamuoyunun geneline yaydığını söylemek mümkün. Nitekim Çin’in ikazlarına rağmen Pelosi adayı ziyaret etti. Tayvan Devlet Başkanı Tsa-ing wen başta olmak üzere pek çok üst düzey yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi.

Adım adım gerginlik

Pelosi’nin Tayvan’dan ayrılmasının ardından, etkilerini bugün dahi gördüğümüz bir gelişme yaşandı; Çin, o zamana kadarki en geniş çaplı askerî tatbikatını başlatarak Tayvan’ın etrafını günlerce hava ve deniz unsurlarıyla sardı. Çin’in yansıttığı sert refleks o kadar keskin oldu ki tatbikat esnasında yalnızca Tayvan’ın Hava Tanımlama Bölgesini (ADIZ) veya Orta Hattı’nı (Median line) geçmekle kalmadı, aynı zamanda Japonya ile ihtilafa düştüğü deniz yetki sınırlarını bir bakıma kevgire çevirdi.

Pelosi’nin ziyaretinden itibaren Tayvan Boğazı’nda başlayan Çin’in saldırgan eylemleri veya ani tatbikatları bölgedeki “yeni normal” olarak tanımlanmaya başladı. Bu yeni normalin bölgede tansiyonu sürekli yüksek tutması, ABD’nin Tayvan stratejisini de etkiliyor. Örneğin, Pelosi’nin yerine 2023 yılında Temsilciler Meclisi Başkanı seçilen Kevin McCarthy’nin Tayvan’ı ziyaret etmesi gündeme geldi, ancak bölgedeki Çin gerilimi nedeniyle bu ziyaret revize edildi. ABD’den Tayvan’a bu üst düzey ziyaret yerine Tayvan Devlet Başkanı Tsa-ing wen’in Orta Amerika turu esnasında transit geçiş için ABD’ye uğraması planlandı. Bu doğrultuda, 5 Nisan’da Kaliforniya eyaletinin Simi Valley şehrinde Tsa-ing wen ile ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ve beraberindeki Kongre Heyeti bir araya geldi. Bu görüşme yeni bir saldırgan Çin refleksini doğurdu. Tayvan Boğazı’nda 8-11 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen askerî tatbikatlar bugüne kadarki en yüksek hava ve deniz unsurunun Tayvan Boğazı’ndaki orta hattı geçmesiyle sonuçlandı. Çin devlet medyası tarafından yayınlanan tatbikat klibinde, Tayvan adasının simülasyonla bombalandığı görüntüler, Tayvan meselesi ekseninde Çin saldırganlığının gün geçtikçe arttığını gözler önüne serdi.

Elbette bunca gelişmenin ardından ABD-Tayvan-Çin arasındaki ilişkilerin geleceğine değinmek önemli.

Çin, Tayvan’ı işgal eder mi?

“Çin Tayvan’ı işgal eder mi ?” akla gelen ilk soru. Çin’in, her ne kadar barışçıl birleşme temasını öne çıkarsa da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere Tayvan’ın anakaraya katılması yönünde net bir kararlılığı mevcut. Bu kararlılık, içinde bulunduğumuz yıl gerçekleştirilen Çin Komünist Parti kongresinde bizzat Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından dile getirildi.

Aynı şekilde Çin tarafından yayınlanan raporlarda, Tayvan’ın anakaraya katılması noktasında azalan tahammül seviyesini gösteren ibareler de mevcut. Ek olarak Xi Jinping’in üçüncü dönemini garanti etmesiyle birlikte 2023 yılından itibaren yürüttüğü stratejilerin daha atılgan olduğu dikkat çekiyor.

Yine de bu noktada Çin’in en azından Tayvan’daki 2024 genel seçimlerini beklemesi muhtemel, çünkü tek devlet iki sistem formülünün uygulanmasına daha sıcak bakan Tayvan’daki KMT partisinin iktidara gelme olasılığı var. Ancak KMT’nin iktidar olduğu son dönemden bugüne baktığımızda, Tayvan’ın daha fazla bağımsızlık yanlısı ve sosyolojik olarak Tayvanlılık kimliğini ön plana alan genç bir kitleye sahip olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Aynı zamanda Çin’in askerî modernizasyonunun henüz tamamlanmadığını ve 2049 yılına kadar dünya standartlarına sahip bir ordu hedefine daha 26 yıl olduğunu hatırlamak önemli. Olası bir Tayvan müdahalesinde Çin’in ABD’yi karşısında bulup-bulmayacağı önemli bir risk. Böyle bir durumda Çin, ABD ile mücadele edebilecek kuvvet çarpanına henüz sahip değil.

Sürece ABD perspektifinden bakıldığında ise Tayvan ile ilişkiler her geçen gün daha fazla kuvvetlendiriliyor. Bu kapsamda ilerleyen süreçte ABD öncülüğünde Tayvan’ın Dünya Sağlık Örgütü gibi çeşitli uluslararası örgütlere yeniden katılımının desteklenmesi muhtemel. Bu noktada Batı’nın kendi içindeki ayrışma ayrı bir analiz konusu. AB’nin ABD ve Çin arasındaki dilemması ve en son Macron’un Çin ziyaretinde ‘AB’nin stratejik özerkliği temasını vurgulayıp, Tek Çin politikasını desteklemesi, Tayvan ilişkilerinin geleceği için de önemli.

Tüm bu görüşlerin ötesinde ortada net bir gerçeklik var: Tayvan meselesi, Güney Çin Denizi ihtilafı, Doğu Çin Denizi ihtilafı, Kuril Adaları sorunu, Senkaku- Diaoyu Adaları ihtilafı derken bunca uyuşmazlığın yer aldığı Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki sular, özellikle büyük güçlerin bölgeye daha fazla entegre olmasıyla, ilerleyen süreçte her zamankinden daha fazla kaynayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

Diren Doğan
Diren Doğan
Diren Doğan - Lisans derecesini 2016’da Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. 2019 yılında Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’ndan “Bölgesel İhtilaflar Bakımından Güney Çin Denizi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Bölge Politikaları” başlıklı tez çalışmasıyla mezun oldu. Doktora eğitimi esnasında Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından verilen “MOFA Taiwan Fellowship”i kazanarak 2021’de Tayvan’da araştırmalar yapmak üzere National Chengchi Üniversitesi’nin Tayvan Güvenlik Araştırmaları Merkezi’nde (TCSS) misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Aynı yıl Uluslararası İlişkilerde Kaynayan Sular: Güney Çin Denizi başlıklı kitabını yayımladı. 2020’den itibaren Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi’nde görev yapmakta olan Doğan aynı zamanda NATO-AB ortaklığında kurulan Finlandiya merkezli Hibrit Tehditlerle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nin (Hybrid-CoE) Çin uzman havuzunun bir üyesidir. Çalışma alanları Asya Pasifik bölgesindeki güvenlik kompleksleri, Güney Çin Denizi ihtilafı, gri bölge stratejileri ve hibrit tehditlerdir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Tayvan sorunu hakkında bilmeniz gereken her şey

Asya-Pasifik’de ABD-Çin gerilimi yükseliyor. Bunun son halkası Çin’in Tayvan’ı kuşatan dev askerî tatbikatı. Çin, Tayvan’ı işgal edecek mi? Gerilim nasıl tırmandı? Bundan sonra ne olabilir? Diren Doğan yazdı.

Çin’in Nisan ayı başında 71 askerî hava aracı ve 9 savaş gemisiyle Tayvan’ın etrafını kuşatması, özellikle Batı dünyasında tedirginlik yarattı. Çin’in bu hareketinin Müşterek Kılıç askerî tatbikatı olduğunun anlaşılması bir süre için rahat nefes almaya yol açsa da Tayvan sorununun giderek dünya dengelerini etkileyecek bir gerilim yarattığı tescillenmiş oldu.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in bu tatbikatla ilgili olarak Çinli mevkidaşlarıyla temasa geçmek istemeleri, Pekin yönetimi tarafından reddedildi. Her ne kadar Çin’in bu tarz saldırgan refleksini tetikleyen gelişmenin Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-wen’in 5 Nisan’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ve partiler arası Kongre heyetiyle görüşmesi olduğu öne sürülse de, bir süreden beri ABD-Tayvan-Çin eksenindeki ilişkilerde tansiyon adım adım yükseliyor.

Bugüne nasıl gelindiğini ve bundan sonra ne olacağını anlamak içinse tarihi biraz geriye sarmamız gerekiyor.

İlişkilerin tarihine küçük bir pencere

Komünist Çinliler ile Milliyetçi Çinliler arasında 1927’de başlayan ve binlerce insanın ölümüne neden olan iç savaş, Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri Mao Zedong önderliğindeki kuvvetlerin, Kuomintang Partisi (KMT) lideri Çan Kay Şek önderliğindeki milliyetçileri yenmesiyle 1949 yılında sonuçlandı.

Savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını fark eden Çan Kay Şek, gücünü toplayıp uygun vakitte yeniden mücadele etmek üzere Çin medeniyetine ait hanedanlık hazineleri ve yaklaşık iki milyon kişilik bir orduyla Tayvan adasına çekildi. Burada Çin Cumhuriyeti’nin varlığını devam ettirdi. Anakara Çin’de ise Mao Zedong liderliğinde 1 Ekim 1949 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu.

1950 yılında, uluslararası sistemde Çin’i temsil ettiğini iddia eden iki taraf vardı; biri Tayvan’da bulunan Çin Cumhuriyeti’nin lideri Çan Kay Şek, diğeri ise anakara da bulunan Çin Halk Cumhuriyeti’nin lideri Mao Zedong.

Tayvan’ın stratejik konumu

Dönemin konjonktürünü düşündüğümüz zaman, Tayvan’ın Kore ve Vietnam’a eşit uzaklıktaki stratejik konumu ve “komünizme karşı savaş” mottosunun da etkisiyle 1970’lere kadar ABD’nin Tayvan’a yönelik koşulsuz şartsız ciddi bir desteği olduğunu söylemek mümkün. Hatta Çan Kay Şek ve taraftarlarının anakara Çin’den tahliyesinin ABD’nin 7. Filosu tarafından gerçekleştirildiği biliniyor. Benzer şekilde 1954 yılında ABD ve Tayvan arasında imzalanan karşılıklı savunma anlaşması, Tayvan’ın üzerine açılan ABD koruma şemsiyesinin ilk ibarelerinden.

Bu süreçte uluslararası toplumda, Birleşmiş Milletler’de ve diğer uluslararası örgütlerde Çin toplumunun temsiliyeti Çin Cumhuriyeti tarafından yapıldı. Çin Halk Cumhuriyeti ise anakaradaki Çin’in meşru hükümeti sıfatıyla Çin halkının asıl temsiliyet hakkının kendisinde olduğunu SSCB, Hindistan vb. birkaç ülkenin desteğiyle BM üyelerine ve dünyaya duyurmaya çalıştı.

Küresel sistemde Tayvan lehine esen bu rüzgâr, 1969 yılındaki SSCB-Çin sınır çatışması ile tersine dönmeye başladı. Moskova, Çin’in en büyük tehdidi olarak Washington’un yerini aldı. Çin-SSCB arasındaki ayrışma, Çin-ABD yakınlaşmasına zemin hazırladı. Tarihler 1971’i gösterdiğinde ABD’li masa tenisi takımının Pekin ziyareti “Pinpon diplomasisi” adıyla iki ülke arasındaki havayı yumuşattı. Aynı yıl ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Pekin’e gerçekleştirdiği gizli ziyaret Birleşmiş Milletler’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin tanınması ve Tayvan’ın oturmakta olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi koltuğundan kaldırılarak yerine Çin Halk Cumhuriyeti’nin oturtulmasıyla sonuçlandı. 1972 yılındaki dönemin ABD Başkanı Nixon’un Çin ziyareti, Çin ve ABD arasında imzalanan Şanghay Bildirisi’ni getirdi. Bu bildiriyle ABD, “Tayvan Boğazı’nın her iki yakasındaki tüm Çinlilerin tek bir Çin olduğunu ve Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu” ilan etti.

ABD-Tayvan-Çin ilişkilerinde iki ayrı kanal

Bu noktadan itibaren ABD-Tayvan-Çin ilişkilerinin temel olarak iki ayrı kanaldan ilerlediğini söylemek mümkün; ABD-Çin ilişkileri ve ABD-Tayvan ilişkileri.

Bu iki aktörle yürütülen ilişkiler bizzat ABD tarafından birbirine paralel adımları içeren farklı diplomatik süreçler olarak gerçekleştirildi. Bu doğrultuda örneğin bir taraftan 1979 yılında ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında resmî diplomatik bağları kuran “Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına İlişkin Ortak Bildiri” imzalandı ve Çin toplumunun meşru temsilcisinin Çin Halk Cumhuriyeti olduğu kabul edildi. Diğer taraftan aynı yıl “Tayvan İlişkiler Yasası” Kongreden geçti; ABD, Tayvan’ın öz savunmasını korumak için adayı silahlandırmaya devam edeceğini teyit etti.

Aynı şekilde 1982 yılında Ronald Reagan yönetimindeki ABD, bir taraftan “Altı Güvence” ile Tayvan ile Çin arasında arabuluculuk yapmayacağını ve Tayvan’a silah satışına devam edeceğini taahhüt etti. Diğer taraftan aynı yıl Çin ile imzaladığı üçüncü bildiride, Tek Çin politikası gölgesinde Çin’in egemenliğine saygı gösterme ve Tayvan’a silah satışını kademeli olarak azaltma sözü verdi.

ABD’nin stratejik belirsizlik politikası

Birbiriyle çelişen adımlar bütünü olarak görülse de Tayvan meselesinde ABD’nin tutumunu tanımlamak için kullanılan temel kavramın “Stratejik Belirsizlik” politikası olduğunu söylemek, meselenin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olabilir.

ABD 1949’dan itibaren bu politika paralelinde Pekin ve Taipei ile ilişkilerini yönetmeye çalıştı. Bir nevi bölgede iki ülke arasındaki dengeyi kuran el olma rolünü üstlenmek istedi. ABD’nin Tayvan ve Çin ile yürüttüğü diplomatik ilişkiler dönemin konjonktüründen etkilenerek inişli çıkışlı bir seyir izlese de Tayvan konusu günümüze kadar ABD’nin belirlediği stratejik belirsizlik politikası ekseninde devam etti.

Çin açısından bu belirsizlik durumunun ABD ile ilişkilerinde önemli bir sorun olduğunu belirtmek gerek. Ortada net olan bir şey varsa o da Çin’in anladığı anlamda “Tek Çin” politikasıyla, ABD’nin daha önce imzalanan üç bildiride (Three Communiqués) kabul ettiği “Tek Çin”in en azından uygulamada aynı olmadığı. Diğer taraftan Tayvan konusu Çin için egemenliğinden taviz verilmesi mümkün olmayan tartışmaya kapalı bir kırmızı çizgi.

Çin’e göre, uluslararası sistemdeki herhangi bir ülke Çin ile diplomatik ilişkilere başlamak istiyorsa öncelikle Tek Çin’i, yani Tayvan’ın Çin’e ait olduğunu kabul etmeli. Zira Tayvan, Çin perspektifinden şu an ayrılıkçıların elinde olan, Çin’in tabiriyle “dönek” bir eyalet. Pekin’in anlayışına göre, Çin Rüyası’nın alt unsuru olan ulusal gençleşmenin sağlanabilmesi için Tayvan ile birleşme bir ön şart. Bu nedenle Tayvan ile direkt diplomatik bağ kuran hangi ülke olursa olsun Pekin’e göre bir bakıma ateşle oynuyor demektir. O yüzden de aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülke, Tayvan’ı siyasal olarak tanımasa da kültürel ve ticari ilişkiler kurmakla yetiniyor.

Durum Çin açısından bu kadar keskinken ABD’nin Tayvan’a gerçekleştirdiği silah satışları, üst düzey diplomatik ve askerî yetkililerin Tayvan’a yaptığı ziyaretler, ABD Kongre üyelerinin Tayvan’ın uluslararası toplum tarafından yeniden kabulü için yürüttüğü çalışmalar, Çin’in sert refleksleriyle karşılaşıyor. ABD’nin ağır bir dille eleştirildiği ve savaşçı kurt olarak tanımlanan Çin diplomatik söylemlerine neden oluyor.

Tayvan neden gündemde?

Bu soruya kısaca ‘satranç tahtasında Tayvan’ın yeniden öne sürülme zamanı geldi’ şeklinde yanıt verebiliriz.

1970’lerde ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile başlattığı diplomatik ilişkiler paralelinde uluslararası toplum tarafından gölgede bırakılan Tayvan, günümüzde yükselen Çin’in yarattığı tehdit algısı nedeniyle ABD liderliğindeki Batı için önemli ve stratejik bir ortak. Tayvan’ın demokratik değerleri ve kadın bir liderle otokratik bir yönetime karşı yürüttüğü mücadele, liberal ve demokratik uluslararası sistemi aşındırmak isteyen ülkeler karşısında Tayvan’a önemli bir model rolü veriyor.

Tayvan’ın stratejik konumu, ona olası bir Çin-ABD mücadelesinde değerli bir askerî üs görevi yüklüyor. Jeopolitik rekabet açısından baktığımızda, ABD ile Çin arasında günümüzde büyük güç mücadelesi olarak adlandırılan bir rekabet olduğu aşikâr. ABD bu mücadelede elini güçlendirmek ve Çin’in yükselişini dizginlemek amacıyla Çin’e yönelik bir çevreleme stratejisi uyguluyor. Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki müttefikleriyle savunma bağlarını güçlendiriyor, bölge ülkeleriyle ilişkilerini sağlamlaştırmak üzere adımlar atıyor. Avusturalya, İngiltere ve ABD’nin oluşturduğu AUKUS ile ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan’ın bir araya geldiği QUAD gibi stratejik iş birliğini amaçlayan paktları aktifleştiriyor.

Çin’e yönelik uygulanan bu çevreleme stratejisinin en önemli paydaşlarının başında Japonya, Avustralya ve elbette Tayvan geliyor. Çin’in Pasifik Okyanusu’na erişiminin engellenmesi, yani bir bakıma nefesinin kesilmesi için birinci ve ikinci ada zinciri olarak adlandırılan alanların kapatılması oldukça elzem. Tayvan ise tam birinci ada zincirinin ortasında yüzen uçak gemisini andıran stratejik bir konuma sahip. Bu durum Tayvan’a vazgeçilemeyecek bir potansiyel daha yüklüyor.

Batı’nın Tayvan açılımı

Tüm bu gelişmeler ve Tayvan’ın sahip olduğu potansiyeller başta ABD olmak üzere Batı dünyasında yeni bir Tayvan açılımını doğurdu. Bu kapsamda Baltık ülkeleri başta olmak üzere AB ülkeleri arasında yükselen bir Tayvan farkındalığı ortaya çıktı. Bu farkındalık Çin’in ekonomik sopalarına rağmen AB ülkelerinin Tayvan ile angaje olmak üzere çeşitli ziyaretler düzenlemesini getirdi. Bu doğrultuda ülkelerin parlamentolarındaki çeşitli grupların ve ticari heyetlerin Tayvan’ı ziyaretleriyle başlayan Tayvan ile ilişkilerin desteklenmesi süreci AB Parlamentosu’nda Tayvan’a yönelik yayınlanan olumlu raporlarla devam etti. Bu gelişmelerin en önemlilerinden biri neredeyse tüm dünyada “Taipei Ekonomik ve Kültürel Misyonu” adıyla temsil edilen Tayvan’ın Litvanya’da Tayvan Diplomatik Temsilciliği’ni açması oldu. Bu gelişmeye Çin’den yanıt gecikmedi. Ciddi ekonomik yaptırımlar nedeniyle Litvanya’nın aldığı kararı sorgulayan ifadeleri kamuoyu ile paylaştı.

AB tarafında bu tür açılımlarla ilerleyen Tayvan-AB ilişkileri ABD tarafında ise çok daha tempolu gelişmelere sahne oluyor. Kuşkusuz bunların başında 2022 yılının Ağustos ayında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’a gerçekleştirdiği ziyaret geliyor. Ziyaret öncesinde Çin’in kuvvet kullanımı dâhil her yöntemi uygulayacağına dair tehditleri düşündüğümüzde bu ziyaretin Tayvan farkındalığını ülkeler ve örgütler özelinden çıkartarak uluslararası kamuoyunun geneline yaydığını söylemek mümkün. Nitekim Çin’in ikazlarına rağmen Pelosi adayı ziyaret etti. Tayvan Devlet Başkanı Tsa-ing wen başta olmak üzere pek çok üst düzey yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi.

Adım adım gerginlik

Pelosi’nin Tayvan’dan ayrılmasının ardından, etkilerini bugün dahi gördüğümüz bir gelişme yaşandı; Çin, o zamana kadarki en geniş çaplı askerî tatbikatını başlatarak Tayvan’ın etrafını günlerce hava ve deniz unsurlarıyla sardı. Çin’in yansıttığı sert refleks o kadar keskin oldu ki tatbikat esnasında yalnızca Tayvan’ın Hava Tanımlama Bölgesini (ADIZ) veya Orta Hattı’nı (Median line) geçmekle kalmadı, aynı zamanda Japonya ile ihtilafa düştüğü deniz yetki sınırlarını bir bakıma kevgire çevirdi.

Pelosi’nin ziyaretinden itibaren Tayvan Boğazı’nda başlayan Çin’in saldırgan eylemleri veya ani tatbikatları bölgedeki “yeni normal” olarak tanımlanmaya başladı. Bu yeni normalin bölgede tansiyonu sürekli yüksek tutması, ABD’nin Tayvan stratejisini de etkiliyor. Örneğin, Pelosi’nin yerine 2023 yılında Temsilciler Meclisi Başkanı seçilen Kevin McCarthy’nin Tayvan’ı ziyaret etmesi gündeme geldi, ancak bölgedeki Çin gerilimi nedeniyle bu ziyaret revize edildi. ABD’den Tayvan’a bu üst düzey ziyaret yerine Tayvan Devlet Başkanı Tsa-ing wen’in Orta Amerika turu esnasında transit geçiş için ABD’ye uğraması planlandı. Bu doğrultuda, 5 Nisan’da Kaliforniya eyaletinin Simi Valley şehrinde Tsa-ing wen ile ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ve beraberindeki Kongre Heyeti bir araya geldi. Bu görüşme yeni bir saldırgan Çin refleksini doğurdu. Tayvan Boğazı’nda 8-11 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen askerî tatbikatlar bugüne kadarki en yüksek hava ve deniz unsurunun Tayvan Boğazı’ndaki orta hattı geçmesiyle sonuçlandı. Çin devlet medyası tarafından yayınlanan tatbikat klibinde, Tayvan adasının simülasyonla bombalandığı görüntüler, Tayvan meselesi ekseninde Çin saldırganlığının gün geçtikçe arttığını gözler önüne serdi.

Elbette bunca gelişmenin ardından ABD-Tayvan-Çin arasındaki ilişkilerin geleceğine değinmek önemli.

Çin, Tayvan’ı işgal eder mi?

“Çin Tayvan’ı işgal eder mi ?” akla gelen ilk soru. Çin’in, her ne kadar barışçıl birleşme temasını öne çıkarsa da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere Tayvan’ın anakaraya katılması yönünde net bir kararlılığı mevcut. Bu kararlılık, içinde bulunduğumuz yıl gerçekleştirilen Çin Komünist Parti kongresinde bizzat Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından dile getirildi.

Aynı şekilde Çin tarafından yayınlanan raporlarda, Tayvan’ın anakaraya katılması noktasında azalan tahammül seviyesini gösteren ibareler de mevcut. Ek olarak Xi Jinping’in üçüncü dönemini garanti etmesiyle birlikte 2023 yılından itibaren yürüttüğü stratejilerin daha atılgan olduğu dikkat çekiyor.

Yine de bu noktada Çin’in en azından Tayvan’daki 2024 genel seçimlerini beklemesi muhtemel, çünkü tek devlet iki sistem formülünün uygulanmasına daha sıcak bakan Tayvan’daki KMT partisinin iktidara gelme olasılığı var. Ancak KMT’nin iktidar olduğu son dönemden bugüne baktığımızda, Tayvan’ın daha fazla bağımsızlık yanlısı ve sosyolojik olarak Tayvanlılık kimliğini ön plana alan genç bir kitleye sahip olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Aynı zamanda Çin’in askerî modernizasyonunun henüz tamamlanmadığını ve 2049 yılına kadar dünya standartlarına sahip bir ordu hedefine daha 26 yıl olduğunu hatırlamak önemli. Olası bir Tayvan müdahalesinde Çin’in ABD’yi karşısında bulup-bulmayacağı önemli bir risk. Böyle bir durumda Çin, ABD ile mücadele edebilecek kuvvet çarpanına henüz sahip değil.

Sürece ABD perspektifinden bakıldığında ise Tayvan ile ilişkiler her geçen gün daha fazla kuvvetlendiriliyor. Bu kapsamda ilerleyen süreçte ABD öncülüğünde Tayvan’ın Dünya Sağlık Örgütü gibi çeşitli uluslararası örgütlere yeniden katılımının desteklenmesi muhtemel. Bu noktada Batı’nın kendi içindeki ayrışma ayrı bir analiz konusu. AB’nin ABD ve Çin arasındaki dilemması ve en son Macron’un Çin ziyaretinde ‘AB’nin stratejik özerkliği temasını vurgulayıp, Tek Çin politikasını desteklemesi, Tayvan ilişkilerinin geleceği için de önemli.

Tüm bu görüşlerin ötesinde ortada net bir gerçeklik var: Tayvan meselesi, Güney Çin Denizi ihtilafı, Doğu Çin Denizi ihtilafı, Kuril Adaları sorunu, Senkaku- Diaoyu Adaları ihtilafı derken bunca uyuşmazlığın yer aldığı Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki sular, özellikle büyük güçlerin bölgeye daha fazla entegre olmasıyla, ilerleyen süreçte her zamankinden daha fazla kaynayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

Diren Doğan
Diren Doğan
Diren Doğan - Lisans derecesini 2016’da Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. 2019 yılında Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’ndan “Bölgesel İhtilaflar Bakımından Güney Çin Denizi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Bölge Politikaları” başlıklı tez çalışmasıyla mezun oldu. Doktora eğitimi esnasında Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından verilen “MOFA Taiwan Fellowship”i kazanarak 2021’de Tayvan’da araştırmalar yapmak üzere National Chengchi Üniversitesi’nin Tayvan Güvenlik Araştırmaları Merkezi’nde (TCSS) misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Aynı yıl Uluslararası İlişkilerde Kaynayan Sular: Güney Çin Denizi başlıklı kitabını yayımladı. 2020’den itibaren Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi’nde görev yapmakta olan Doğan aynı zamanda NATO-AB ortaklığında kurulan Finlandiya merkezli Hibrit Tehditlerle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nin (Hybrid-CoE) Çin uzman havuzunun bir üyesidir. Çalışma alanları Asya Pasifik bölgesindeki güvenlik kompleksleri, Güney Çin Denizi ihtilafı, gri bölge stratejileri ve hibrit tehditlerdir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x