Asya için yeni güç mücadelesi: Büyük oyun

Ortadoğu kaynaklarını ele geçirmek için 19. Yüzyılda başlayan mücadele oyuncular değişse de devam ediyor, hedef artık çip üretecek minareller, sahne de Asya-Pasifik. Yeni oyunun ikinci perdesi de dünya savaşına yol açacak mı? Mehmet Kancı yazdı.

19’uncu yüzyılın başında buhar makinesinin icadıyla ifadesini bulan endüstri devrimi, emperyalist devletlerin ucuz hammaddeye ve daha büyük pazarlara ulaşma ihtiyacını da beraberinde getirdi. Dönemin iki büyük süper gücü Rus Çarlığı ile Britanya İmparatorluğu, hammadde ve pazarlara ulaşımı sağlayan en büyük ticaret yolunu ele geçirmek için harekete geçtiklerinde henüz Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası”[efn_note]ABD eski güvenlik danışmanı ve önemli stratejisti Zbigniew Brzezinski’i 1997 yılında ‘Büyük Satranç Tahtası’ adlı kitabında Avrasya’yı küresel mücadelenin yapıldığı satranç tahtasına benzetmiş ve bu bölgede ABD’nin üstünlüğünü savunmuştu.[/efn_note] icat olmamıştı.

Jeopolitik mücadelelere tüm yer küreyi kapsayacak çapta bir bakış da sunulmadığı için dönemin oyun kurucuları, İran, Afganistan, Hindistan, İran Körfezi ve Hint Okyanusu’nu hâkimiyet altına almayı hedefleyen bu mücadeleye “Büyük Oyun – The Great Game” adını verdiler. Kimi tarihçiler bu oyunun 1830’larda başlayıp 20’inci yüzyılın ilk yıllarında varılan anlaşmalarla sona erdiğini iddia ederler. Ancak İran’ın Abadan bölgesindeki petrol yataklarına hâkim olmak için bugün dahi devam eden mücadele, Hindistan’ı kendi taraflarına çekmek için ABD ve Rusya’nın sergilediği rekabet, Taliban’ın ve Pakistan’ın Çin Halk Cumhuriyeti ile kurduğu ilişkilere karşı Washington’dan yükselen tepkiler, bahsi geçen coğrafi alanda “Büyük Oyun”un, “Sonsuz Oyun”a terfi ettiğine işaret ediyor.

Endüstri devriminin imkânlarını sonuna kadar sömüren, beraberinde inşa ettiği kapitalist düzenin sınırlarına dayanan dünyamız, dijital devrime geçişte bocalayıp patinaj yapsa da “Büyük Oyun”lar bitmiyor. Amerika Birleşik Devletleri içerisinde yaklaşık 20 yıldır devam eden ve jeopolitik mücadelede, merkezin Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e kaydırılmasını savunanların ağırlıklarını koydukları anlaşılan bir süreç kendisini daha fazla hissettiriyor. Washington için artık öncelik petrol bulunan topraklardan ziyade ısı ile elektriği çok iyi ileten metal ya da yarı metallerin çıkarıldığı ve çip üretilen ülkelerin topraklarında hakimiyeti tesis etmek.

Peki bu ülkeler nerede?

Listeye baktığımızda Zirconium, Nikel, Palladium ve Kobalt gibi birkaç istisna haricinde Çin Halk Cumhuriyeti hammadde üretiminde hep ilk üçte yer alıyor. Onu Avustralya, Şili, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Endonezya izliyor. Bu hammaddelerin çipe dönüştürülmesinde başrolü oynayan ülkenin Tayvan olduğunu ise 2017 yılından bu yana yaşanan krizler sayesinde ilkokul çocukları dahi öğrendi.

“Yeni Büyük Oyun”un yani paylaşım mücadelesinin 20’inci yüzyıla oranla farklılaşan ihtiyaçları Asya-Pasifik bölgesini beklenen çatışmaların merkezi haline getiriyor.

Peki, büyük oyun nasıl sahnelenecek?

ABD yönetiminde 1970’li yıllarda Nixon-Kissinger ikilisi komünist kampı bölmek için Pekin ile yakınlaşma politikasını benimsemiş, akabinde Tayvan’ın Çin Halk Cumhuriyeti’ne ait olduğu kabul edilmişti. 1980’li yıllarda ise Çin’in ekonomik büyümesine destek olunması halinde bu ülkenin liberalleşeceğine dair Beyaz Saray çevrelerinde sağlam bir inanç vardı. Hatta bu uğurda 1989’da Moskova’dan Pekin’e ulaşan değişim rüzgârı ile Tiananmen Meydanı’ndan yükselen “daha fazla demokrasi” talepleri tanklarla ezilirken, Bush yönetimi yüzünü başka tarafa çevirmeyi tercih etmişti.

2008 yılındaki küresel ekonomik kriz ABD ile Çin arasındaki ekonomik ve jeopolitik rekabeti alevlendirirken bir anda Pekin’deki yönetimin hiçbir şart altında liberal bir demokrasiye evrilmeyeceği fikri Washington’da hâkim oldu. Bunu Obama’nın başkanlık, Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanlığı döneminde tehdit sıralamasında Çin’in ilk sıraya yerleşmesi izledi.

Amerika Birleşik Devletleri, 2017 yılından itibaren Tayvan Boğazı’ndan savaş gemilerini daha sık geçirmeye başlarken, 2018’de bölgedeki oyunun büyüdüğüne dair ilk işaret geldi. Dönemin ABD Savunma Bakanı Jim Mattis’in Pearl Harbor deniz üssünü ziyareti sırasında “Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı”nın ismi “Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirildi. Bu basit bir tabela değişikliği değildi. Artık ABD donanması Çin’in dış ticareti için önemi haiz Malakka Boğazı’ndan, Doğu Afrika kıyıları, Kızıldeniz ve Umman Denizi’ne kadar uzanan alanı kontrol etmek için organize oluyordu. Hedef, Çin’in “İnci Kolyesi Stratejisi” olarak tanımlanan, denizde inşa etmeye çalıştığı “İpek Yolu”nu ve ona bağlı limanlar ile deniz üslerini kontrol altına almaktı.

Bu adım 2021 yılının Eylül ayında görünürde Avustralya’ya nükleer denizaltı teknolojisi temin etmeyi hedefleyen ancak arka planında Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in kuşatılmasına yönelik bir ittifak oluşturulmasını öngören AUKUS ile ivme kazandı. ABD, Avustralya ve İngiltere’yi bir araya getiren AUKUS ittifakı, Ukrayna-Rusya savaşının küresel jeopolitik dengelerde yarattığı kararsızlığın da etkisiyle Asya-Pasifik bölgesini hızla askerîleştiren süreci de başlattı. Kanada, Yeni Zelanda ve Japonya bu ittifakın potansiyel yeni üyeleri olarak değerlendirilirken, Hindistan’ı Rusya’dan ayırmaya yönelik olarak Avustralya merkezli bir süreç devreye sokuldu. Japonya helikopter gemisi olarak denize indirdiği Izumo sınıfı çok amaçlı destroyerlerini F-35 savaş uçaklarını konuşlandırdığı uçak gemilerine dönüştürürken bir yandan da balistik füze saldırılarını önleyecek sistemler taşıyan Maya sınıfı muhriplerinin sayısını 8’e yükseltti. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris 15 Kasım’da Filipinler’i ziyaret ederken, ABD ordusunun bu ülkede 5 yeni üs kuracağı haberleri de basına yansıdı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2-3 Ağustos tarihlerinde Tayvan’a yaptığı ziyaret ise gerek Çin gerek ABD cephesinden sahaya yeni ve yoğun şekilde askerî unsurların sürülmesini beraberinde getirdi.

ABD her ne kadar 1970’lerde benimsediği “Tek Çin Politikasının” yürürlükte olduğunu iddia etse de 22 Kasım’da Kamboçya’da ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Çin Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Wei Fenghe arasında bu yıl gerçekleşen ikinci yüz yüze görüşmenin satır aralarında gidişata dair önemli mesajlar vardı. General Wei’nin 90 dakika süren görüşmede: “ABD, Tek Çin ilkesini iğdiş ediyor, sulandırıyor ve çarpıtıyor” ifadesini kullanması, Pekin yönetiminin ABD’nin eylemleri ve söylemleri arasındaki uçurumun bilinciyle hamlelerini yaptığına işaret ediyor.

ABD her ne kadar 1970’lerde benimsediği “Tek Çin Politikasının” yürürlükte olduğunu iddia etse de 22 Kasım’da Kamboçya’da ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Çin Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Wei Fenghe arasında bu yıl gerçekleşen ikinci yüz yüze görüşmenin satır aralarında gidişata dair önemli mesajlar vardı. General Wei’nin 90 dakika süren görüşmede: “ABD, Tek Çin ilkesini iğdiş ediyor, sulandırıyor ve çarpıtıyor” ifadesini kullanması, Pekin yönetiminin ABD’nin eylemleri ve söylemleri arasındaki uçurumun bilinciyle hamlelerini yaptığına işaret ediyor.

Kuzey Kore Amerikan müdahalesi için zemin oluşturuyor

Bu esnada Kuzey Kore de boş durmadı. 2022 yılı boyunca ABD topraklarına ulaşma kapasitesine de sahip çok sayıda balistik ve güdümlü füzenin denemesini yaptı. Askeri uzmanlara göre henüz Kasım ayının sonuna gelmeden Kuzey Kore 2022 yılının 33 gününde füze denemesi yapmış oldu, fırlatılan füze sayısı 70’e yaklaştı. Bu neredeyse her 10 günde bir Japonya üzerinden uçan ya da Güney Kore karasularına düşen bir füze anlamına geliyor.

Kuzey Kore’nin 2017’den sonraki ilk, toplamda ise yedinci nükleer silah denemesini yapması ise an meselesi olarak değerlendiriliyor. 2017 yılında Punggye-ri test alanında denenen son silahın gücünün en az 140 kiloton olduğu tahmin ediliyor. 6,3 büyüklüğünde yer sarsıntısına yol açan testte kullanılan nükleer silah, ABD’nin 1945’te Hiroşima’ya attığı atom bombasının en az 7-8 kat yıkım gücüne sahip. Dahası, ülkesinin nükleer silah kullanma doktrinini değiştiren Devlet Başkanı Kim Yong-un, Kuzey Kore’yi “mutlak ve geri dönülemez” şekilde nükleer bir güç yapmak için nükleer silahlanmayı olağanüstü bir şekilde hızlandırmaya karar verdiğini duyurdu. Kim bu açıklamayı, kızı Ju-ae ile 27 Kasım’da katıldığı, 15 bin kilometrenin üzerinde menzile sahip yeni kıtalararası balistik füze Hwasong-17’nin basına tanıtımı sırasında yaptı.

ABD Savunma Bakanlığı tarafından 29 Kasım’da basınla paylaşılan bir rapordaysa Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2035 yılına kadar nükleer savaş başlığı sayısının bugünkünün üç katından daha fazla sayıya ulaşacağına işaret ediliyor. ABD’nin bugün ordu envanterinde kullanıma hazır 3 bin 708 nükleer savaş başlığı olduğu düşünüldüğünde Çin’in 13 yıl sonra bin 500 başlığa ulaşacak olması aradaki farkın kapanmasının kolay olmadığını gösteriyor. Ancak şurası kesin ki, Ortadoğu’da yıkılan rejimlerden ders alan Asya-Pasifik ülkeleri, ABD’ye karşı kendilerini korumanın yolunun nükleer caydırıcılıktan geçtiğine ikna olmuşlar. Unutulmamalı ki Irak, Suriye ve Libya ya da başka bir deyişle Saddam Hüseyin, Esad ailesi ve Muammer Kaddafi’nin sonlarını getiren nükleer silah edinme girişimleriydi.

Abluka ve çatışma için ilk şart: Gri bölge gerekliliği

Nihai hedef Çin’e yönelik tam bir deniz ablukası ise bunun için gereken ittifaklar düzeyindeki unsurların ve gerekçelerin (Kuzey Kore’nin nükleer programı) bir araya geldiği görülüyor. Şimdi ABD’nin askeri anlamda bölgeye ayağını daha etkili bir şekilde basması için bir “gri bölge” inşası gerekiyor.

ABD, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından küresel düzeydeki askerî varlığını devam ettirmek için Irak ve Afganistan savaşlarını neredeyse icat edip bu ülkeleri işgal etti. Bu ülkelerdeki askerî varlığını meşrulaştırıp yarattığı kaoslarla kendisine farklı fırsatlar ve avantajlar elde etti. Yönetimlerin yıkılıp, uluslararası yasaların işlemez hale getirildiği bu “gri bölge” inşaatlarından biri de son 7 yılda Suriye topraklarında, Fırat Nehri’nin doğusunda sürmekte. ABD yalnızca bu bölgenin yer altı kaynaklarını yağmalamakla kalmıyor, Ortadoğu’daki askerî varlığını meşru kılacak eylemlere de kapı aralıyor.

Şimdi ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde Irak, Afganistan ve Fırat’ın doğusu gibi en az 10 yıl yerleşebileceği ve mümkünse yeraltı kaynakları ile askerî operasyonlarını finanse edebileceği bir kara parçasına, yeni bir gri bölgeye ihtiyacı var. Tabi bu gri bölgenin oluşumu için önce bir çatışma gerekiyor.

Bugün yeni büyük oyunun tasarlandığı coğrafyada potansiyel gri bölge adaylarını şu şekilde sayabiliriz: Kuzey Kore (nükleer silah ve kıtalararası füze programı nedeniyle), Tayvan (Tek Çin politikasına aykırı tutumuna karşı Pekin’in göstereceği askeri tepkinin tahrik edilmesiyle), Güney Çin Denizi Adaları (Tabanındaki zengin doğalgaz ve petrol yatakları nedeniyle) ve Doğu Çin Denizi (Çin ve Japonya arasında ihtilaf yaratan adalar ve kayalıklar nedeniyle). Bunlara bölgede bir istikrarsızlık kaynağı yaratmak adına “özgür seyir hakkını” engelleyecek şekilde stratejik deniz geçitlerinden birine düzenlenecek “sürpriz” bir terörist saldırı ihtimalini de ekleyebiliriz.

ABD ve Çin’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nı bitirmek üzere arka kapı diplomasisi yürüttüğüne dair haberler gelse de Washington’ın, Pekin’in boynundaki ilmeği daraltmak için sistematik bir yol haritası izlediği bölgedeki askerî yapılanmanın gelişmesine bakarak anlaşılabilir.

Şarampole yuvarlanan Çin

Şanghay kentinde salgın önlemlerine karşı “Kahrolsun Çin Komünist Partisi” ve “Kahrolsun Şi Cingping” sloganlarının yankılanmaya başladığı, büyüme hızının yüzde 5’in altında seyrettiği bir iklimde, dünyanın görmediği bir hızda donanma inşa etmek Pekin’deki yönetimin ayakta kalmasını sağlayacak mı?

ABD, Çin ile sıcak çatışma riskini göze alarak dünyayı daha derin bir ekonomik krize itmeyi göze alabilecek mi?

ABD’nin son 30 yıldaki irrasyonel davranış eğilimleri Washington’daki karar vericilere dünyanın ortak iyiliği için güvenmeyi mümkün kılmıyor. Kim bilir, Pentagon’da İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer generali Douglas MacArthur’un dünyaya erken geldiğini düşünenler olabilir. Malum, MacArthur Kore Savaşı sırasında Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı nükleer silah kullanmayı gündeme getirmiş ve bu onun kariyerine mal olmuştu.

Büyük oyunda Batı’nın paradoksu

Bir yandan da Asya-Pasifik bölgesinde kurgulanan “Yeni Büyük Oyunu” değerlendirirken Batı dünyasının yaşadığı bir paradoksu da dikkate almak lazım.

Batı’nın Asya ve Afrika’yı paylaşmak için kurguladığı planlar, 1853’ten bugüne, sonunda Avrupa topraklarında yaşanacak bir savaşa evrilen döngülerle noktalandı. Nitekim bugün süren Rusya-Ukrayna Savaşı’nın özünde Almanya’nın Çin’in enerji ve endüstriyel kaynaklarına doğrudan erişiminin engellenmesinin yattığını söylemek herhalde abartılı olmayacaktır.

ABD liderliğindeki Batı dünyasının bir kısmının “Büyük Oyunu” takip edecek “Büyük Savaşı” Asya topraklarına yıkıp yıkamayacağının cevabını fazla beklemeyeceğimiz hızda bir akış içerisindeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Asya için yeni güç mücadelesi: Büyük oyun

Ortadoğu kaynaklarını ele geçirmek için 19. Yüzyılda başlayan mücadele oyuncular değişse de devam ediyor, hedef artık çip üretecek minareller, sahne de Asya-Pasifik. Yeni oyunun ikinci perdesi de dünya savaşına yol açacak mı? Mehmet Kancı yazdı.

19’uncu yüzyılın başında buhar makinesinin icadıyla ifadesini bulan endüstri devrimi, emperyalist devletlerin ucuz hammaddeye ve daha büyük pazarlara ulaşma ihtiyacını da beraberinde getirdi. Dönemin iki büyük süper gücü Rus Çarlığı ile Britanya İmparatorluğu, hammadde ve pazarlara ulaşımı sağlayan en büyük ticaret yolunu ele geçirmek için harekete geçtiklerinde henüz Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası”[efn_note]ABD eski güvenlik danışmanı ve önemli stratejisti Zbigniew Brzezinski’i 1997 yılında ‘Büyük Satranç Tahtası’ adlı kitabında Avrasya’yı küresel mücadelenin yapıldığı satranç tahtasına benzetmiş ve bu bölgede ABD’nin üstünlüğünü savunmuştu.[/efn_note] icat olmamıştı.

Jeopolitik mücadelelere tüm yer küreyi kapsayacak çapta bir bakış da sunulmadığı için dönemin oyun kurucuları, İran, Afganistan, Hindistan, İran Körfezi ve Hint Okyanusu’nu hâkimiyet altına almayı hedefleyen bu mücadeleye “Büyük Oyun – The Great Game” adını verdiler. Kimi tarihçiler bu oyunun 1830’larda başlayıp 20’inci yüzyılın ilk yıllarında varılan anlaşmalarla sona erdiğini iddia ederler. Ancak İran’ın Abadan bölgesindeki petrol yataklarına hâkim olmak için bugün dahi devam eden mücadele, Hindistan’ı kendi taraflarına çekmek için ABD ve Rusya’nın sergilediği rekabet, Taliban’ın ve Pakistan’ın Çin Halk Cumhuriyeti ile kurduğu ilişkilere karşı Washington’dan yükselen tepkiler, bahsi geçen coğrafi alanda “Büyük Oyun”un, “Sonsuz Oyun”a terfi ettiğine işaret ediyor.

Endüstri devriminin imkânlarını sonuna kadar sömüren, beraberinde inşa ettiği kapitalist düzenin sınırlarına dayanan dünyamız, dijital devrime geçişte bocalayıp patinaj yapsa da “Büyük Oyun”lar bitmiyor. Amerika Birleşik Devletleri içerisinde yaklaşık 20 yıldır devam eden ve jeopolitik mücadelede, merkezin Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e kaydırılmasını savunanların ağırlıklarını koydukları anlaşılan bir süreç kendisini daha fazla hissettiriyor. Washington için artık öncelik petrol bulunan topraklardan ziyade ısı ile elektriği çok iyi ileten metal ya da yarı metallerin çıkarıldığı ve çip üretilen ülkelerin topraklarında hakimiyeti tesis etmek.

Peki bu ülkeler nerede?

Listeye baktığımızda Zirconium, Nikel, Palladium ve Kobalt gibi birkaç istisna haricinde Çin Halk Cumhuriyeti hammadde üretiminde hep ilk üçte yer alıyor. Onu Avustralya, Şili, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Endonezya izliyor. Bu hammaddelerin çipe dönüştürülmesinde başrolü oynayan ülkenin Tayvan olduğunu ise 2017 yılından bu yana yaşanan krizler sayesinde ilkokul çocukları dahi öğrendi.

“Yeni Büyük Oyun”un yani paylaşım mücadelesinin 20’inci yüzyıla oranla farklılaşan ihtiyaçları Asya-Pasifik bölgesini beklenen çatışmaların merkezi haline getiriyor.

Peki, büyük oyun nasıl sahnelenecek?

ABD yönetiminde 1970’li yıllarda Nixon-Kissinger ikilisi komünist kampı bölmek için Pekin ile yakınlaşma politikasını benimsemiş, akabinde Tayvan’ın Çin Halk Cumhuriyeti’ne ait olduğu kabul edilmişti. 1980’li yıllarda ise Çin’in ekonomik büyümesine destek olunması halinde bu ülkenin liberalleşeceğine dair Beyaz Saray çevrelerinde sağlam bir inanç vardı. Hatta bu uğurda 1989’da Moskova’dan Pekin’e ulaşan değişim rüzgârı ile Tiananmen Meydanı’ndan yükselen “daha fazla demokrasi” talepleri tanklarla ezilirken, Bush yönetimi yüzünü başka tarafa çevirmeyi tercih etmişti.

2008 yılındaki küresel ekonomik kriz ABD ile Çin arasındaki ekonomik ve jeopolitik rekabeti alevlendirirken bir anda Pekin’deki yönetimin hiçbir şart altında liberal bir demokrasiye evrilmeyeceği fikri Washington’da hâkim oldu. Bunu Obama’nın başkanlık, Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanlığı döneminde tehdit sıralamasında Çin’in ilk sıraya yerleşmesi izledi.

Amerika Birleşik Devletleri, 2017 yılından itibaren Tayvan Boğazı’ndan savaş gemilerini daha sık geçirmeye başlarken, 2018’de bölgedeki oyunun büyüdüğüne dair ilk işaret geldi. Dönemin ABD Savunma Bakanı Jim Mattis’in Pearl Harbor deniz üssünü ziyareti sırasında “Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı”nın ismi “Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirildi. Bu basit bir tabela değişikliği değildi. Artık ABD donanması Çin’in dış ticareti için önemi haiz Malakka Boğazı’ndan, Doğu Afrika kıyıları, Kızıldeniz ve Umman Denizi’ne kadar uzanan alanı kontrol etmek için organize oluyordu. Hedef, Çin’in “İnci Kolyesi Stratejisi” olarak tanımlanan, denizde inşa etmeye çalıştığı “İpek Yolu”nu ve ona bağlı limanlar ile deniz üslerini kontrol altına almaktı.

Bu adım 2021 yılının Eylül ayında görünürde Avustralya’ya nükleer denizaltı teknolojisi temin etmeyi hedefleyen ancak arka planında Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in kuşatılmasına yönelik bir ittifak oluşturulmasını öngören AUKUS ile ivme kazandı. ABD, Avustralya ve İngiltere’yi bir araya getiren AUKUS ittifakı, Ukrayna-Rusya savaşının küresel jeopolitik dengelerde yarattığı kararsızlığın da etkisiyle Asya-Pasifik bölgesini hızla askerîleştiren süreci de başlattı. Kanada, Yeni Zelanda ve Japonya bu ittifakın potansiyel yeni üyeleri olarak değerlendirilirken, Hindistan’ı Rusya’dan ayırmaya yönelik olarak Avustralya merkezli bir süreç devreye sokuldu. Japonya helikopter gemisi olarak denize indirdiği Izumo sınıfı çok amaçlı destroyerlerini F-35 savaş uçaklarını konuşlandırdığı uçak gemilerine dönüştürürken bir yandan da balistik füze saldırılarını önleyecek sistemler taşıyan Maya sınıfı muhriplerinin sayısını 8’e yükseltti. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris 15 Kasım’da Filipinler’i ziyaret ederken, ABD ordusunun bu ülkede 5 yeni üs kuracağı haberleri de basına yansıdı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2-3 Ağustos tarihlerinde Tayvan’a yaptığı ziyaret ise gerek Çin gerek ABD cephesinden sahaya yeni ve yoğun şekilde askerî unsurların sürülmesini beraberinde getirdi.

ABD her ne kadar 1970’lerde benimsediği “Tek Çin Politikasının” yürürlükte olduğunu iddia etse de 22 Kasım’da Kamboçya’da ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Çin Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Wei Fenghe arasında bu yıl gerçekleşen ikinci yüz yüze görüşmenin satır aralarında gidişata dair önemli mesajlar vardı. General Wei’nin 90 dakika süren görüşmede: “ABD, Tek Çin ilkesini iğdiş ediyor, sulandırıyor ve çarpıtıyor” ifadesini kullanması, Pekin yönetiminin ABD’nin eylemleri ve söylemleri arasındaki uçurumun bilinciyle hamlelerini yaptığına işaret ediyor.

ABD her ne kadar 1970’lerde benimsediği “Tek Çin Politikasının” yürürlükte olduğunu iddia etse de 22 Kasım’da Kamboçya’da ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Çin Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Wei Fenghe arasında bu yıl gerçekleşen ikinci yüz yüze görüşmenin satır aralarında gidişata dair önemli mesajlar vardı. General Wei’nin 90 dakika süren görüşmede: “ABD, Tek Çin ilkesini iğdiş ediyor, sulandırıyor ve çarpıtıyor” ifadesini kullanması, Pekin yönetiminin ABD’nin eylemleri ve söylemleri arasındaki uçurumun bilinciyle hamlelerini yaptığına işaret ediyor.

Kuzey Kore Amerikan müdahalesi için zemin oluşturuyor

Bu esnada Kuzey Kore de boş durmadı. 2022 yılı boyunca ABD topraklarına ulaşma kapasitesine de sahip çok sayıda balistik ve güdümlü füzenin denemesini yaptı. Askeri uzmanlara göre henüz Kasım ayının sonuna gelmeden Kuzey Kore 2022 yılının 33 gününde füze denemesi yapmış oldu, fırlatılan füze sayısı 70’e yaklaştı. Bu neredeyse her 10 günde bir Japonya üzerinden uçan ya da Güney Kore karasularına düşen bir füze anlamına geliyor.

Kuzey Kore’nin 2017’den sonraki ilk, toplamda ise yedinci nükleer silah denemesini yapması ise an meselesi olarak değerlendiriliyor. 2017 yılında Punggye-ri test alanında denenen son silahın gücünün en az 140 kiloton olduğu tahmin ediliyor. 6,3 büyüklüğünde yer sarsıntısına yol açan testte kullanılan nükleer silah, ABD’nin 1945’te Hiroşima’ya attığı atom bombasının en az 7-8 kat yıkım gücüne sahip. Dahası, ülkesinin nükleer silah kullanma doktrinini değiştiren Devlet Başkanı Kim Yong-un, Kuzey Kore’yi “mutlak ve geri dönülemez” şekilde nükleer bir güç yapmak için nükleer silahlanmayı olağanüstü bir şekilde hızlandırmaya karar verdiğini duyurdu. Kim bu açıklamayı, kızı Ju-ae ile 27 Kasım’da katıldığı, 15 bin kilometrenin üzerinde menzile sahip yeni kıtalararası balistik füze Hwasong-17’nin basına tanıtımı sırasında yaptı.

ABD Savunma Bakanlığı tarafından 29 Kasım’da basınla paylaşılan bir rapordaysa Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2035 yılına kadar nükleer savaş başlığı sayısının bugünkünün üç katından daha fazla sayıya ulaşacağına işaret ediliyor. ABD’nin bugün ordu envanterinde kullanıma hazır 3 bin 708 nükleer savaş başlığı olduğu düşünüldüğünde Çin’in 13 yıl sonra bin 500 başlığa ulaşacak olması aradaki farkın kapanmasının kolay olmadığını gösteriyor. Ancak şurası kesin ki, Ortadoğu’da yıkılan rejimlerden ders alan Asya-Pasifik ülkeleri, ABD’ye karşı kendilerini korumanın yolunun nükleer caydırıcılıktan geçtiğine ikna olmuşlar. Unutulmamalı ki Irak, Suriye ve Libya ya da başka bir deyişle Saddam Hüseyin, Esad ailesi ve Muammer Kaddafi’nin sonlarını getiren nükleer silah edinme girişimleriydi.

Abluka ve çatışma için ilk şart: Gri bölge gerekliliği

Nihai hedef Çin’e yönelik tam bir deniz ablukası ise bunun için gereken ittifaklar düzeyindeki unsurların ve gerekçelerin (Kuzey Kore’nin nükleer programı) bir araya geldiği görülüyor. Şimdi ABD’nin askeri anlamda bölgeye ayağını daha etkili bir şekilde basması için bir “gri bölge” inşası gerekiyor.

ABD, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından küresel düzeydeki askerî varlığını devam ettirmek için Irak ve Afganistan savaşlarını neredeyse icat edip bu ülkeleri işgal etti. Bu ülkelerdeki askerî varlığını meşrulaştırıp yarattığı kaoslarla kendisine farklı fırsatlar ve avantajlar elde etti. Yönetimlerin yıkılıp, uluslararası yasaların işlemez hale getirildiği bu “gri bölge” inşaatlarından biri de son 7 yılda Suriye topraklarında, Fırat Nehri’nin doğusunda sürmekte. ABD yalnızca bu bölgenin yer altı kaynaklarını yağmalamakla kalmıyor, Ortadoğu’daki askerî varlığını meşru kılacak eylemlere de kapı aralıyor.

Şimdi ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde Irak, Afganistan ve Fırat’ın doğusu gibi en az 10 yıl yerleşebileceği ve mümkünse yeraltı kaynakları ile askerî operasyonlarını finanse edebileceği bir kara parçasına, yeni bir gri bölgeye ihtiyacı var. Tabi bu gri bölgenin oluşumu için önce bir çatışma gerekiyor.

Bugün yeni büyük oyunun tasarlandığı coğrafyada potansiyel gri bölge adaylarını şu şekilde sayabiliriz: Kuzey Kore (nükleer silah ve kıtalararası füze programı nedeniyle), Tayvan (Tek Çin politikasına aykırı tutumuna karşı Pekin’in göstereceği askeri tepkinin tahrik edilmesiyle), Güney Çin Denizi Adaları (Tabanındaki zengin doğalgaz ve petrol yatakları nedeniyle) ve Doğu Çin Denizi (Çin ve Japonya arasında ihtilaf yaratan adalar ve kayalıklar nedeniyle). Bunlara bölgede bir istikrarsızlık kaynağı yaratmak adına “özgür seyir hakkını” engelleyecek şekilde stratejik deniz geçitlerinden birine düzenlenecek “sürpriz” bir terörist saldırı ihtimalini de ekleyebiliriz.

ABD ve Çin’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nı bitirmek üzere arka kapı diplomasisi yürüttüğüne dair haberler gelse de Washington’ın, Pekin’in boynundaki ilmeği daraltmak için sistematik bir yol haritası izlediği bölgedeki askerî yapılanmanın gelişmesine bakarak anlaşılabilir.

Şarampole yuvarlanan Çin

Şanghay kentinde salgın önlemlerine karşı “Kahrolsun Çin Komünist Partisi” ve “Kahrolsun Şi Cingping” sloganlarının yankılanmaya başladığı, büyüme hızının yüzde 5’in altında seyrettiği bir iklimde, dünyanın görmediği bir hızda donanma inşa etmek Pekin’deki yönetimin ayakta kalmasını sağlayacak mı?

ABD, Çin ile sıcak çatışma riskini göze alarak dünyayı daha derin bir ekonomik krize itmeyi göze alabilecek mi?

ABD’nin son 30 yıldaki irrasyonel davranış eğilimleri Washington’daki karar vericilere dünyanın ortak iyiliği için güvenmeyi mümkün kılmıyor. Kim bilir, Pentagon’da İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer generali Douglas MacArthur’un dünyaya erken geldiğini düşünenler olabilir. Malum, MacArthur Kore Savaşı sırasında Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı nükleer silah kullanmayı gündeme getirmiş ve bu onun kariyerine mal olmuştu.

Büyük oyunda Batı’nın paradoksu

Bir yandan da Asya-Pasifik bölgesinde kurgulanan “Yeni Büyük Oyunu” değerlendirirken Batı dünyasının yaşadığı bir paradoksu da dikkate almak lazım.

Batı’nın Asya ve Afrika’yı paylaşmak için kurguladığı planlar, 1853’ten bugüne, sonunda Avrupa topraklarında yaşanacak bir savaşa evrilen döngülerle noktalandı. Nitekim bugün süren Rusya-Ukrayna Savaşı’nın özünde Almanya’nın Çin’in enerji ve endüstriyel kaynaklarına doğrudan erişiminin engellenmesinin yattığını söylemek herhalde abartılı olmayacaktır.

ABD liderliğindeki Batı dünyasının bir kısmının “Büyük Oyunu” takip edecek “Büyük Savaşı” Asya topraklarına yıkıp yıkamayacağının cevabını fazla beklemeyeceğimiz hızda bir akış içerisindeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x