10 yıldır yaşanan çatışmalar nedeniyle büyük kayıplar veren Suriye’de 26 Mayıs’ta devlet başkanlığı seçimi yapılacak. Beşar Esed’ın yeniden aday olacağı seçimlerden zaferle çıkması bekleniyor. Nael Shama, Carnigie’nin Ortadoğu meselelerini ele aldığı Diwan’da yayımlanan yazısında, Esed rejiminin Kuzey Afrika’dan 2011 yılında Suriye’ye sıçrayan ayaklanmalara neden hazırlıksız yakalandığını üç nedenle açıklıyor: Aşırı kontrol, korku rejimi ve gerçeklikten kopuş.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed galip gelmiş görünüyor. İktidarda kalıyor, Suriye çatışması bitmek üzere ve Arap dünyasında Esed rejimi ile ilişkileri normalleştirme çabaları sürüyor. 10 yıllık yıkımın ardından şiddet düzeyi düşmüş olsa da Esed’ın iktidar yöntemini değiştirdiği söylenebilir mi? Suriye deneyimi, siyasetin özüne ilişkin görüşlerini değiştirdi mi?
Bu soruları yanıtlamak için Arap ayaklanmalarının başlangıcında neler olup bittiğini hatırlamamız gerek. 2011 yılının başlarında, kitlesel toplumsal seferberliğin birkaç hafta içinde uzun süredir hüküm süren iki güçlü adamı devirmesinden sonra bile Esed, bu olayların Suriye ile hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyordu. Wall Street Journal’a ‘Suriye’nin istikrarlı olduğunu’ söylemişti.
Tunus ve Mısır’da yaşananlara atıfta bulunarak, ülkesinin ‘bunun dışında’ olduğunu belirtiyordu.
Esed’ın birkaç hafta sonra kendisine yönelik bir isyanla karşı karşıya kalması ise onun gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu ortaya çıkardı. 10 yıl sonra, Suriye diktatörünün kendi kırılganlığının habercilerini neden görmezden geldiğini sormak hâlâ mümkün. Üç mekanizma, bu kopukluğu açıklıyor.
Kontrol ve itaat
Birincisi, Esed ailesi aşırı kontrolün Suriye toplumunun gerçek işleyişini görme kabiliyetini azalttığının farkında değildi. Siyaset; ifade, müzakere ve çatışmayı içeren dinamik bir süreçtir. 2011 yılına gelindiğinde Esed rejimi, 40 yıldan fazla bir süredir toplumun her kesimi üzerinde sıkı ve ayrıntılı bir kontrol sistemi kurmuştu. Rejim; güç yapıları, güvenlik kurumları, siyasi partiler ve kamusal alan üzerindeki kontrolünü sıkılaştırarak, siyasetin neredeyse tüm görünür yönlerini katı otoritesi altına almıştı.
Buradaki mesele Esedlerin, siyaseti bir deli gömleğine sokarak onu daha karanlık oluklara ittiklerini, böylece siyasi görüş ve çekişmenin parti siyasetinden, meclis tartışmalarından ve medya kuruluşlarından özel konuşmalara ve ince muhalefet biçimlerine dönüştüğünü fark edememeleridir. Küçük gerçekler büyük meselelere işaret eder. (…) Esed rejiminde, üç noktalı konuşmalar, alegorik ifadeler, çaresizlikle başını sallama, öfke nefesleri ve hatta sessizlik, halkı neyin öfkelendirdiği hakkında çok şey söylüyordu.”
Yazar, Esed’in Şam manzaralı sarayından farklı bir resim gördüğünü belirtiyor: “Sessizlik ona göre sadakat, rıza gösterilmiş bir otosansür anlamına geliyordu. Mart 2011’deki ayaklanma, gerçeği ne kadar yanlış okuduğunu gösterdi.
İkinci mekanizma, Esed’ın ülkesindeki havayı neden koklayamadığını açıklıyor. Suriyeliler yalnızca siyasi baskılara tepki olarak gerçek tercihlerini gizlemekle kalmamışlardı, rejime verdikleri tepkilerin ve desteklerin çoğu da sahteydi. İktisatçı Timur Kuran buna ‘tercih çarptırması’ diyor. Özel hayatta bu, bir toplantıda gülümseme veya numaradan iltifat etmek anlamına gelebilir. Otoriter rejimler söz konusu olduğunda davranışın sonuçları daha büyüktür.
Korku cumhuriyeti
Suriye rejiminin alameti farikasının hem Esed’i destekleyenler hem de onları eleştirenler için korku olduğu söyleniyor. Eleştirenler onu bir ‘korku cumhuriyeti’ olarak adlandırırken rejim, korku ve dehşetle harmanlanmış olsa da ‘devletin itibarını’ sürdürmekten memnundu. 1970 ile 2011 yılları arasında Suriye’de terör siyaseti kurumsallaşmıştı. İnsanlar da hayatta kalmanın sırrını çözmüştü. Rüzgarla eğilecekler, kabuklarına çekilecekler, zihinsel sürgüne gidecekler ya da sadakat taklidi yapacaklardı.” (…)
Yazar 2011’den önce Suriye’nin bir sessizlik sarmalında yer aldığını ancak sessizliğin bir sadakat belirtisinden çok bir sabır işareti olduğunu vurguluyor: Bu durum “kişiler üzerinde için bir yük oluşturduğu için sonsuza kadar sürmez.
Esed rejimi, sessizliğin satır aralarını okumak yerine, liderinin etrafında bir kişilik kültü oluşturmakla ve ebedi yönetimi arzulamakla meşguldü: En sevdiği sloganı ‘Esed, sonsuza kadar Esed’ idi. Ancak dalkavukluğun küstahlığı beslediğini görme yönünde büyük bir kavrayış geliştirmediler.
Gerçeklikten kopuş
Üçüncü olarak, zaman, gerçeklik ile fantezi arasındaki ayrımı büyütür. Esed rejimi uzun ömürlülüğünden çok çekti, zaman onu kafese kapattı. Genellikle bir otokrat iktidarda ne kadar uzun süre kalırsa, fikirlerini ve hayallerini paylaşan küçük bir sırdaşlar zümresine güvenme eğilimi de o kadar artar. Liderin iç kutsallığı, açığa çıkmasını sınırlar; böylece gerçeklik, Alman filozof Hegel’in ifadesiyle, ‘bütün ineklerin kara olduğu bir gece gibi’ olur.
Hafız ve Beşar Esed, 2011 yılının başına kadar 40 yılı fildişi bir kulede geçirmişlerdi. Beşar Esed’in eski bir danışmanı, cumhurbaşkanının ‘kozada yaşadığını’ söylüyordu. Aslında Beşar Esed, kendi devlet organlarının, özellikle de başıboş güvenlik teşkilatlarının iç işleyişinden muhtemelen hiçbir zaman tam olarak haberdar olmadı. Bir aile yadigârı haline gelmek Suriye’yi, içinde kişisel derebeyliklerin çoğaldığı ve kamu kurumlarının boşaltıldığı bölümlenmiş bir diktatörlüğe dönüştürmüştü.
Suriye ayaklanması diktatörü şaşırttı, aurasından sıyrıldı ve siyasetin ortadan kaldırılamayacağını veya sonsuza dek toprağa gömülemeyeceğini gösterdi. Ancak rejim, ayaklanmanın bitmesinin ardından hatalarını yinelerse son 10 yılın karanlık olayları kesinlikle yeniden ortaya çıkacaktır.”
Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2021’de yayımlanmıştır.