7 Ekim 2023’ten bir yıl sonra: Bir istihbarat analizi ve çıkan dersler

İsrail 7 Ekim saldırısını biliyor muydu? İran ve Hizbullah, İsrail’in Lübnan’daki operasyonunun geleceğini göremedi mi? 7 Ekim’den beri istihbarat dünyasında neler oldu? Hangi dersleri çıkarmak gerekiyor? Prof. Serhat Erkmen yazdı.

Bir yıl önce bugün Orta Doğu tarihinin en ilginç günlerinden birisi yaşandı. Yıllarca Filistin’de militan gruplara ve sivillere karşı tek taraflı askerî güç gösterisi yapan İsrail kurulduğu tarihten beri en zor günlerinden birisiyle yüzleşti. Yüzlerce Hamas militanı İsrail’in milyarlarca dolar harcayarak inşa ettiği, yapay zeka ve bilgisayar sistemleri destekli koruma duvarını havadan ve karadan kolayca aştı. Hamas militanları neredeyse bir gün boyunca İsrail’in içlerine kadar ilerledi. O gün çok sayıda İsrail vatandaşı hayatını kaybetti, onlarcası  Gazze’ye kaçırıldı. 7 Ekim günü, Körfez Savaşı ve Irak’ın İşgali gibi büyük savaşları televizyonlardan izleyen nesil için bile çatışmanın yeni bir yüzü vardı karşımızda, bu kez yaşananlar sosyal medyada, cep telefonlarının ekranlarındaydı.

Yerli ve yabancı tüm kanallarda aynı şey konuşuluyordu. İsrail bu saldırıyı nasıl öngöremedi?

İlk günün odağı saldırının nasıl gerçekleştiğiydi. Birçok yerde konunun uzmanları meselenin askerî ve istihbari boyutunu mantıklı ve aklıselimle açıklarken arada komplo teorilerine başvuranların sayısı da az değildi. İsrail’in bu saldırıyı kendisinin yaptığından tutun da Büyük İsrail’in kurulması için bu saldırının gerekliliğine kadar türlü türlü saçmalıklar duyduk.

Ne oldu? Neden oldu?

Bir yıl önce bugünlerde olayın sıcaklığı içinde olup bitenleri sakin bir biçimde değerlendirmemiz gerektiğini yazmıştım. Temel argümanım; 7 Ekim saldırısının İsrail açısından bir istihbarat başarısızlığı iken Hamas açısından başarılı bir istihbarat operasyonuna dayalı sürpriz bir saldırı olduğuydu.

Hamas’ın nasıl “başarılı” olduğu İsrail’inse neden “başarısız” olduğuna ilişkin öne sürdüğüm noktalar daha sonra birer birer konunun önde gelen uzmanlarının uluslararası basında yayımlanan yorumlarında doğrulandı. Detayları okumak isteyenler İsrail’in nerede yanlış yaptığı ve Hamas’ın bu eylemi nasıl başardığına ilişkin detayları haberleri ve akademik çalışmaları bulabilir.

Uzun uzun okumak istemeyenler için birkaç cümleyle özetleyeyim: 7 Ekim’de İsrail’i ağır bir bilançoya sürükleyen başarısızlık bilgi toplayamamasından değil gelen bilgiyi analiz edememesinden; uyarılara kulak asmamasından; kendi gücüne aşırı güven duymasından; analiz yaparken kemikleşmiş varsayımlara aşırı derecede yaslanmasından; büyük bir caydırıcılığa sahip olduğuna inanmasından kaynaklandı. Hamas’ı İsrail karşısında üstün kılan ise sabır, gizleme, aldatma ve sürpriz faktörlerini doğru kullanmasıydı.

7 Ekim’i takip eden haftalarda İsrail’in sivil katliamları gündemin ilk sırasındayken aslında Hamas’ın eyleminin önceden fark edilebilir olduğuna ilişkin birçok haber çıktı. Bunlar arasında en dikkat çekicileri şunlardı: İsrail’in sinyal istihbaratından sorumlu birimdeki bir analizci Hamas’ın hazırlıklarını önceden tespit etmiş, üstlerini bir saldırı olacağı konusunda uyarmış, ancak komutanını dahi ikna edememişti. Bir başka haber ise analiz eksikliğini şöyle aktarıyordu: Saldırıdan bir gün önce İsrail’in tüm önemli istihbarat kurumlarının şefleri bir araya gelerek bir toplantı yapmış; teknik takip, elektronik ortamda veri toplama, görüntü elde etme gibi pek çok farklı toplama biçimiyle elde edilmiş olan bilgiler tartışılmış; sonuçta ekip bir saldırı gerçekleşse bile bunun büyük çaplı bir eylem olmayacağına bu nedenle alarm seviyesinin yükseltilmesine gerek olmadığı sonucuna varmıştı. Hadi bir tane daha yazayım. Saldırıdan 10 gün kadar önce Mısır İstihbarat Bakanı’nın İsrail Başbakanı’na özel olarak telefon açtığı ve “Gazzelilerin daha önce görülmemiş ve feci bir saldırı planladığını” söylediği ancak Netanyahu’nun bu uyarıyı tamamen göz ardı ettiği de uluslararası medyada yayımlandı.

Şimdi bu kadar şeyi yazdıktan sonra şöyle diyebilirsiniz; “Bak işte biliyormuş. İsrail, Gazze’yi yıkmak için önce kendisine saldırılmasına izin verdi; şimdi de her tarafa saldırıyor. Bu komplo teorisi değil, gerçeğin ta kendisi.”

Doğrusu bu tür bir yaklaşımdaysanız zaten benim yazdıklarımı ciddiye almazsınız. Fakat küçük bir hatırlatma yapayım. Devletler arası ilişkilerde komplo, ilişkilerin doğası gereği vardır. Kimse komploların olduğunu inkâr edemez. Üstelik Orta Doğu tarihi İsrail’in dahil olduğu pek çok komplo örneğiyle doludur. Fakat istihbarat söz konusu olduğunda komplo faktörünü göz ardı etmemek farklı bir şey, komplo teorilerinin yanlış rehberliğinde dünyayı anlamaya çalışmak başka. Sağlıklı bir analiz nedenden sonuca giderek yapılır; komplo teorileri sonuçtan nedene gider. Nadiren bu yöntem doğru bir çözümleme yapmanızı sağlar. Olup biteni nedenden sonuca çözümlerseniz, karşınızdaki olguyu daha iyi anlayabilirsiniz. Ben öyle yapmaya çalışıyorum, elbette tercih sizin.

Sürpriz ile başarısızlık kesiştiğinde…

İstihbarat teşkilatlarının en önemli sorunlarından birisi kendilerinden beklenen şeyin büyüklüğüdür. Karar vericiler, siyasetçiler, gazeteciler ve halk istihbarat dünyasının gizemi nedeniyle teşkilatların her şeyi herkesten önce bildiğini varsayar. Aslında bu kötü bir şey değildir. Çünkü zaman zaman kötü adamları korkutur ve yapmak istedikleri bazı şeyleri yapmaktan alıkoyar. Fakat gerçek dünyada hiçbir devlet ve teşkilat yeryüzündeki tüm önemli şeyleri olmadan önce bilemez.

Yapay zekanın muhteşem fırsatlar sunduğu ve gelişmiş bilgisayarların insanlardan çok daha hızlı biçimde bilgi arşivlediği, sınıflandırdığı, değerlendirdiği ve olasılık hesapları yaptığı günümüzde dahi insanların bir dakikada üretebildiği bilgi tüketebildiğinden çok daha fazla. Yani her şeyin önceden bilinir olması henüz mümkün değil.

Bu yüzden 20. yüzyıl boyunca defalarca beklenmedik büyük olaylar yaşandı. 1940’larda Barbarossa Harekatı ve Pearl Harbor Baskını, Soğuk Savaş boyunca Yom Kippur Savaşı ve İran Devrimi, 2000’lerde 11 Eylül ilk akla gelen ve stratejik sonuçlar yaratan sürpriz gelişmelerdi. Biliyorum her biri hakkında farklı açıklamalar getirebilirsiniz; ancak bir kez devletlerin her şeyi bilemeyeceğini ya da bazen gözünün önündekini bile farklı nedenlerle yanlış analiz edebileceğini gördüğünüzde sürpriz ile başarısızlık arasındaki ilişkiyi anlamanız çok daha kolay hale geliyor.

7 Ekim’den önce Hamas birkaç yıllık bir hazırlık sonucunda başarılı bir gizleme ve aldatma operasyonu yürüttü. Hamas İsrail’in örgütlenmenin içine sızdırdığı ajanları fark edip, bunları ikili ajana dönüştürdü. Böylece sadece örgütün içine sızmayı engellemedi aynı zamanda niyetleri konusunda İsrail’i yanlış yönlendirdi. Elektronik çağının en büyük zaafı devlet dışı aktörlerin gelişmiş teknolojiyi devre dışı bırakan eski uygulamaları tekrar hayata geçirebilmesidir. Zamanında ABD Usame Bin Ladin’i bulmakta büyük güçlük çektiğinden yakınıyordu. Teknoloji kullanmayan bir kişiyi sinyalle bulabilmek güçtür. Mutlaka insan kaynağı gerekir. İşte Hamas da benzer bir biçimde “Gazze’deki uçan kuşun kanat çırpışını dinleyen” İsrail’in kulağına gidebilecek şeyleri söyledi. Lider kadronun civarını güvenli tutabilince içeriden dışarı insanlar üzerinden bilgi sızmadı. Teknik takip ve izlemeyle noktalar birleştirilip Hamas’ın niyeti anlaşılabilirdi. Fakat İsrail’in “…böylesine bir saldırının sonuçları ağır olur, Hamas altından kalkamaz, zaten dünya değişiyor, Gazze’yi yönetmek istiyorsa sonuçta doğrudan Arap devletleriyle dolaylı olarak bizimle oyunun kuralına uygun davranmalı…” düşüncesine kapılması ağır bir hata oldu.

Yakın zamana kadar İsrail’in anahtar kavramı caydırıcılıktı. Devasa askerî gücünü rakiplerinin yaşamını zorlaştırmak üzere inşa ederken, karşı tarafı savunmaya itiyordu. Tehdit dengesini askerî üstünlüğü çerçevesinde kurguluyor ve rakiplerinin tehdit kapasitesini sınırlı askerî operasyonlarla sınırlandırabileceğini düşünüyordu. Üstelik sivillere karşı fütursuzca şiddet kullanımı İsrail devletinin politikalarının uluslararası zeminde meşruiyeti sorgulanır hale getirmişti.

Bu yüzden İsrailli yetkililerin “zayıf sinyal” olarak yorumladığı ve farklı kaynaklardan ellerine ulaşsa da önyargı ve kibir duvarlarına çarpan bilgiler Hamas’ın İsrail’e unutamayacağı bir gün yaşatmasına neden oldu. İsrail, sürpriz saldırı ve istihbarat başarısızlığının kesişiminin bedelini yüzlerce vatandaşını kaybederek ödedi.

7 Ekim’den sonrası

Hamas’ın saldırısından birkaç gün sonra İsrail, Filistin’de tam bir katliama girişti. Bugüne değin 40 binden fazla sivilin ölümüne, on binlerce kişinin yaralanmasına,  bir milyondan fazla insanın evini kaybetmesine ve yerinden olmasına neden olan bir katliam süreci başladı. Bu süreçte Hamas, İsrail Ordusu’nu bir süreliğine yavaşlattı. Fakat dünyanın bir kısmının desteğini arkasına alan, uluslararası hukuku çiğnemeyi rutine bindiren İsrail Ordusu Gazze’nin büyük bir kısmını kontrol altına aldı. Bu süreçte kanlı çatışmalar da yaşandı. Fakat aylar geçtikçe en büyük endişe kaynağı Lübnan ve İran’ı içine alan bir bölgesel savaş ihtimali oldu.

Bu süreçte istihbarat ve çatışma süreçleri bağlamında en dikkat çekici şey, İsrail’in karşılaştığı sorunlardan ders çıkardığını görmek oldu.

Örneğin, tüneller ve meskun mahalde operasyonun getirebileceği ağır kayıplar nedeniyle İsrail Gazze’de tuzağa düşmemek için azami çaba harcadı. Bu yüzden on binlerce sivilin hayatını mahvetti. Fakat geçmişteki deneyimleri ve istihbarat servislerinin yaptığı analizler Gazze’ye apar topar asker göndermenin neden olabileceği hezimet konusunda İsrail Ordusu’nu uyarmış gibi görünüyor. Benzer bir biçimde İsrail Lübnan’da uzun süre bir kara harekatından da uzak durdu. 2006’da Hizbullah’a karşı Lübnan’ın güneyinde giriştiği operasyondaki başarısızlıktan sonra Hizbullah ile çatışmak için aylarca hazırlık yaptı ve bu sefer sürpriz faktörünü İsrail devreye soktu. Hatta şunu söylemek mümkün: İsrail, 7 Ekim öncesinde Hamas konusunda nasıl hata yaptıysa, İran ve Hizbullah da İsrail’in kapasitesi ve niyetleri konusunda aynı hatayı yaptı.

İsrail’in 2006’daki aceleciliği ile Lübnan’a yöneleceği beklentisi ile Hizbullah İsrail’in kuzeyine sıklıkla roket ve füze saldırıları düzenledi. İsrail bölgeyi savunamayacağını anlayınca 60 bin kadar vatandaşını daha iç bölgelere yerleştirdi. Bir yönüyle baktığınızda bu iç politikada kolaylıkla eleştirilebilecek önemli bir zaaf gibi görülebilir. Devletler vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Eğer sınırlarınızı ve ülkenizde yaşayanları savunamazsanız, bu siyaseten bir başarısızlığa işaret eder. Başlangıçta İran ve Hizbullah, çatışmayı yaymadan Gazze ile sınırlı tutmaya ve İsrail’i Lübnan’dan uzak tutmaya yarayan bir strateji izledi. Fakat bu sefer İsrail’in, Hizbullah ve İran’ın beklentilerine yanıt veriyor görüntüsü altında bir sürpriz operasyon hazırlığını perdelediğini gördük.

Anlayabildiğim kadarıyla durum şu: İsrail, Hizbullah’ı tehdit olmaktan çıkarmak istiyor. Fakat sınırlı bir hava operasyonu ile Hizbullah’ın cephanesini azaltsa bile kaybettiklerini yerine koymasını engelleyemiyor. Çünkü Hamas’ı Gazze’de abluka altında tutabiliyor olsa da Hizbullah-İran bağlantısı kesilmediği sürece Lübnan’da yaptığı tüm operasyonlar sonuçta boşa çıkacaktı. Bu nedenle bu sefer sürpriz faktörünü İsrail devreye soktu.

16 Eylül 2024 sabahı erken saatlerde İsrail Savunma Bakanı Yaov Gallant, İsrail’in kuzeyinde evlerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların geri dönmesini sağlamanın tek yolunun askerî operasyon olduğunu söylediğinde pek çoğumuz bunun olası anlamını tam idrak edememiş olabiliriz. Aynı gece İsrail Güvenlik Kabinesi’nden de Hizbullah’a yönelik savaşın amacının vatandaşları evlerine döndürmek olduğu ilan edildi. İsrail bugüne dek o kadar çok benzer söylem kullandı ve Hizbullah’ı tehdit etti ki; bu açıklamaların da bir farkı olmadığını düşündük. Oysa, İsrail Hizbullah’a açık açık savaş ilan etmişti. Nitekim ertesi gün ayın 17’sinde çağrı cihazları saldırısı yaşandı. Aynı anda Hizbullah militanlarının (ve çok sayıda sivilin) kullandığı binlerce çağrı cihazı patladı.

Pek çoğumuz bu operasyonun nasıl yapıldığını tartışır ve gizemlerini çözmeye çalışırken 3 gün sonra 20 Eylül’de İsrail Lübnan’da tarihin en koordineli hava operasyonlarından birisini gerçekleştirdi. Onlarca sivilin de hayatını kaybettiği saldırıda Hizbullah’ın en üst düzeydeki lider kadrosunun dörtte üçünden fazlası bir günde öldürüldü. Bundan 8 gün sonra ise Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah yine benzer bir şekilde öldürüldü. O günden beri Hizbullah’ın geride kalan liderleri hedef alınmaya devam ediyor.

Peki bu olaylar öngörülemez miydi?

Bu örneklerde de Hizbullah ve İran açısından bir istihbarat başarısızlığı, İsrail açısından gizleme, planlama ve sürpriz faktörünü kullanma olguları yok mu? Bence var. İsrail, Hizbullah ve İran’ı kendisine karşı kullanılan silahla vurdu.

Denilebilir ki; İsrail’in ne yapacağını Hizbullah ve İran nasıl öngörebilsin. Olup bitenden sonra geriye dönüp bakmak çok zor değil. İsrail’in şubat ayından bu yana Hizbullah’ın üst düzey kadrosunu hedef aldığı görülüyordu. Hatta Nasrallah’tan sonra en önemli isimlerden bazıları yaz aylarında hedef alınmıştı. Ayrıca Hizbullah’ın kendisine derinlik alanı olarak kullandığı Suriye toprakları İsrail tarafından daha önce hiç olmadığı kadar hedef alınıyordu. İsrail’in 8 Eylül’ü ertesi güne bağlayan gece Suriye’de Hizbullah’ın en büyük füze üretim tesislerinden birisini barındıran Masyaf’ta tepeleri yerle bir edecek şekilde yaptığı ağır bombardımandan 3 gün sonra ayın 12’sinde aynı yerdeki Hizbullah uzmanlarını kara operasyonuyla kaçırması daha büyük bir şeyin geldiğinin habercisi olarak okunabilirdi. Ayrıca İsrail aylardır Suriye’de İran’ın önde gelen isimlerini hedef alıp, İran’ın Suriye’deki milis teşkilatının sinir uçlarını etkisiz hale getirecek operasyonlar yürütüyordu. Tüm bunlara bakıp geleni görmemek, İsrail’in sadece stratejik hedeflerini değil taktik anlamda yürütebileceği operasyonu anlamamak da İran ve müttefiklerinin istihbarat başarısızlığı gibi görünüyor.

Bu sefer İsrail kendisinden beklenenin ötesine geçti, geçiyor. 2006’daki gibi tankları Hizbullah’ın denetimi arasındaki köylere sürerek roket ve füze saldırısı altında çakılıp kalmak yerine örgütün karar verme mekanizmasını ve lojistik hatlarını yıkıma sürüklemek üzere hareket ediyor. Sürpriz saldırı ile istediği sonucu aldı; şimdi stratejinin geri kalanı için Lübnan ve Suriye’de İran destekli yapıları hedef almaya devam ediyor. Sanırım bu sürecin ilerleyen aşaması Hizbullah’ın kaybettiklerini yerine koymasını engellemek için Suriye’de saldırılar düzenlemek. Önümüzdeki günlerde Lübnan’dan ziyade kuzeyinden güneyine Suriye konuşmaya başlarsak şaşırmayın. Hizbullah’ın aldığı darbe ve İran’ın Suriye’deki hatlarının kesilmesine yönelik operasyonlar çatışmayı bir süre sonra eş zamanlı olarak Lübnan ve Suriye’de birlikte izlememize neden olabilir.

Bir yıldan çıkarılması gereken dersler

Geçen yıl aynı konuda yazdığım yazıyı bitirirken çıkarılabilecek dersleri özetlemiştim. Daha kısa ölçekte olsa da benzerini tekrarlayacağım.

Günümüzde bilgi edinme vasıtalarındaki tüm gelişmelere rağmen sürpriz mümkün. Gizleme ve aldatma faaliyetleri istihbarat teşkilatlarının en çok önem verdiği konuların başında gelir. Fakat bu faaliyetler bir teşkilatı ya da örgütü bir dereceye kadar korur. Bence asıl dikkat edilmesi gereken zihin duvarlarımız. Çoğunlukla bilgiyi edinmede değil onu anlamlandırmakta güçlük çekiliyor. O yüzden analiz, analiz, analiz diyorum.

İkinci ders, hatalardan ders çıkarmakla ilişkili. Geçmişte yapılan hataların incelenmesi kurumların en önemli öğrenme yollarından birisidir. Görünüyor ki; İsrail istihbaratı sürpriz saldırılara maruz kalma konusunda kabarık bir sicile sahip. 7 Ekim 1973’den tam 50 yıl sonra ikinci bir istihbarat başarısızlığı İsrail’e öncekinden daha ağır bir bedel ödetti. Fakat yapılan her hatayı komisyonlar kurup çalışarak, geçmişten ders çıkarıyor. Savunma konusunda tekrarladığı hataları saldırı konusunda tekrarlamıyor.

Üçüncü ders ise taktik başarı ile stratejik başarı arasındaki ilişkiye dair. Hamas’ın İsrail’i beklenmedik bir biçimde alt üst ettiği saldırı büyük bir taktik başarıya dayanıyordu. Fakat bu başarı Hamas’ın üst düzey kadrosuna ve kontrol ettiği alanı neredeyse kaybetme noktasına gelmesine neden oldu. Analiz yaparken bir hamlenin operasyonel ve taktik boyutları ile stratejik boyutlarının birlikte düşünülmesi gerektiği bir kez daha ortaya çıktı. Şimdi bu dersleri Lübnan ve Suriye boyutlarında değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü muhtemelen kısa vadede olup biteni anlamak için ihtiyacımız olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

7 Ekim 2023’ten bir yıl sonra: Bir istihbarat analizi ve çıkan dersler

İsrail 7 Ekim saldırısını biliyor muydu? İran ve Hizbullah, İsrail’in Lübnan’daki operasyonunun geleceğini göremedi mi? 7 Ekim’den beri istihbarat dünyasında neler oldu? Hangi dersleri çıkarmak gerekiyor? Prof. Serhat Erkmen yazdı.

Bir yıl önce bugün Orta Doğu tarihinin en ilginç günlerinden birisi yaşandı. Yıllarca Filistin’de militan gruplara ve sivillere karşı tek taraflı askerî güç gösterisi yapan İsrail kurulduğu tarihten beri en zor günlerinden birisiyle yüzleşti. Yüzlerce Hamas militanı İsrail’in milyarlarca dolar harcayarak inşa ettiği, yapay zeka ve bilgisayar sistemleri destekli koruma duvarını havadan ve karadan kolayca aştı. Hamas militanları neredeyse bir gün boyunca İsrail’in içlerine kadar ilerledi. O gün çok sayıda İsrail vatandaşı hayatını kaybetti, onlarcası  Gazze’ye kaçırıldı. 7 Ekim günü, Körfez Savaşı ve Irak’ın İşgali gibi büyük savaşları televizyonlardan izleyen nesil için bile çatışmanın yeni bir yüzü vardı karşımızda, bu kez yaşananlar sosyal medyada, cep telefonlarının ekranlarındaydı.

Yerli ve yabancı tüm kanallarda aynı şey konuşuluyordu. İsrail bu saldırıyı nasıl öngöremedi?

İlk günün odağı saldırının nasıl gerçekleştiğiydi. Birçok yerde konunun uzmanları meselenin askerî ve istihbari boyutunu mantıklı ve aklıselimle açıklarken arada komplo teorilerine başvuranların sayısı da az değildi. İsrail’in bu saldırıyı kendisinin yaptığından tutun da Büyük İsrail’in kurulması için bu saldırının gerekliliğine kadar türlü türlü saçmalıklar duyduk.

Ne oldu? Neden oldu?

Bir yıl önce bugünlerde olayın sıcaklığı içinde olup bitenleri sakin bir biçimde değerlendirmemiz gerektiğini yazmıştım. Temel argümanım; 7 Ekim saldırısının İsrail açısından bir istihbarat başarısızlığı iken Hamas açısından başarılı bir istihbarat operasyonuna dayalı sürpriz bir saldırı olduğuydu.

Hamas’ın nasıl “başarılı” olduğu İsrail’inse neden “başarısız” olduğuna ilişkin öne sürdüğüm noktalar daha sonra birer birer konunun önde gelen uzmanlarının uluslararası basında yayımlanan yorumlarında doğrulandı. Detayları okumak isteyenler İsrail’in nerede yanlış yaptığı ve Hamas’ın bu eylemi nasıl başardığına ilişkin detayları haberleri ve akademik çalışmaları bulabilir.

Uzun uzun okumak istemeyenler için birkaç cümleyle özetleyeyim: 7 Ekim’de İsrail’i ağır bir bilançoya sürükleyen başarısızlık bilgi toplayamamasından değil gelen bilgiyi analiz edememesinden; uyarılara kulak asmamasından; kendi gücüne aşırı güven duymasından; analiz yaparken kemikleşmiş varsayımlara aşırı derecede yaslanmasından; büyük bir caydırıcılığa sahip olduğuna inanmasından kaynaklandı. Hamas’ı İsrail karşısında üstün kılan ise sabır, gizleme, aldatma ve sürpriz faktörlerini doğru kullanmasıydı.

7 Ekim’i takip eden haftalarda İsrail’in sivil katliamları gündemin ilk sırasındayken aslında Hamas’ın eyleminin önceden fark edilebilir olduğuna ilişkin birçok haber çıktı. Bunlar arasında en dikkat çekicileri şunlardı: İsrail’in sinyal istihbaratından sorumlu birimdeki bir analizci Hamas’ın hazırlıklarını önceden tespit etmiş, üstlerini bir saldırı olacağı konusunda uyarmış, ancak komutanını dahi ikna edememişti. Bir başka haber ise analiz eksikliğini şöyle aktarıyordu: Saldırıdan bir gün önce İsrail’in tüm önemli istihbarat kurumlarının şefleri bir araya gelerek bir toplantı yapmış; teknik takip, elektronik ortamda veri toplama, görüntü elde etme gibi pek çok farklı toplama biçimiyle elde edilmiş olan bilgiler tartışılmış; sonuçta ekip bir saldırı gerçekleşse bile bunun büyük çaplı bir eylem olmayacağına bu nedenle alarm seviyesinin yükseltilmesine gerek olmadığı sonucuna varmıştı. Hadi bir tane daha yazayım. Saldırıdan 10 gün kadar önce Mısır İstihbarat Bakanı’nın İsrail Başbakanı’na özel olarak telefon açtığı ve “Gazzelilerin daha önce görülmemiş ve feci bir saldırı planladığını” söylediği ancak Netanyahu’nun bu uyarıyı tamamen göz ardı ettiği de uluslararası medyada yayımlandı.

Şimdi bu kadar şeyi yazdıktan sonra şöyle diyebilirsiniz; “Bak işte biliyormuş. İsrail, Gazze’yi yıkmak için önce kendisine saldırılmasına izin verdi; şimdi de her tarafa saldırıyor. Bu komplo teorisi değil, gerçeğin ta kendisi.”

Doğrusu bu tür bir yaklaşımdaysanız zaten benim yazdıklarımı ciddiye almazsınız. Fakat küçük bir hatırlatma yapayım. Devletler arası ilişkilerde komplo, ilişkilerin doğası gereği vardır. Kimse komploların olduğunu inkâr edemez. Üstelik Orta Doğu tarihi İsrail’in dahil olduğu pek çok komplo örneğiyle doludur. Fakat istihbarat söz konusu olduğunda komplo faktörünü göz ardı etmemek farklı bir şey, komplo teorilerinin yanlış rehberliğinde dünyayı anlamaya çalışmak başka. Sağlıklı bir analiz nedenden sonuca giderek yapılır; komplo teorileri sonuçtan nedene gider. Nadiren bu yöntem doğru bir çözümleme yapmanızı sağlar. Olup biteni nedenden sonuca çözümlerseniz, karşınızdaki olguyu daha iyi anlayabilirsiniz. Ben öyle yapmaya çalışıyorum, elbette tercih sizin.

Sürpriz ile başarısızlık kesiştiğinde…

İstihbarat teşkilatlarının en önemli sorunlarından birisi kendilerinden beklenen şeyin büyüklüğüdür. Karar vericiler, siyasetçiler, gazeteciler ve halk istihbarat dünyasının gizemi nedeniyle teşkilatların her şeyi herkesten önce bildiğini varsayar. Aslında bu kötü bir şey değildir. Çünkü zaman zaman kötü adamları korkutur ve yapmak istedikleri bazı şeyleri yapmaktan alıkoyar. Fakat gerçek dünyada hiçbir devlet ve teşkilat yeryüzündeki tüm önemli şeyleri olmadan önce bilemez.

Yapay zekanın muhteşem fırsatlar sunduğu ve gelişmiş bilgisayarların insanlardan çok daha hızlı biçimde bilgi arşivlediği, sınıflandırdığı, değerlendirdiği ve olasılık hesapları yaptığı günümüzde dahi insanların bir dakikada üretebildiği bilgi tüketebildiğinden çok daha fazla. Yani her şeyin önceden bilinir olması henüz mümkün değil.

Bu yüzden 20. yüzyıl boyunca defalarca beklenmedik büyük olaylar yaşandı. 1940’larda Barbarossa Harekatı ve Pearl Harbor Baskını, Soğuk Savaş boyunca Yom Kippur Savaşı ve İran Devrimi, 2000’lerde 11 Eylül ilk akla gelen ve stratejik sonuçlar yaratan sürpriz gelişmelerdi. Biliyorum her biri hakkında farklı açıklamalar getirebilirsiniz; ancak bir kez devletlerin her şeyi bilemeyeceğini ya da bazen gözünün önündekini bile farklı nedenlerle yanlış analiz edebileceğini gördüğünüzde sürpriz ile başarısızlık arasındaki ilişkiyi anlamanız çok daha kolay hale geliyor.

7 Ekim’den önce Hamas birkaç yıllık bir hazırlık sonucunda başarılı bir gizleme ve aldatma operasyonu yürüttü. Hamas İsrail’in örgütlenmenin içine sızdırdığı ajanları fark edip, bunları ikili ajana dönüştürdü. Böylece sadece örgütün içine sızmayı engellemedi aynı zamanda niyetleri konusunda İsrail’i yanlış yönlendirdi. Elektronik çağının en büyük zaafı devlet dışı aktörlerin gelişmiş teknolojiyi devre dışı bırakan eski uygulamaları tekrar hayata geçirebilmesidir. Zamanında ABD Usame Bin Ladin’i bulmakta büyük güçlük çektiğinden yakınıyordu. Teknoloji kullanmayan bir kişiyi sinyalle bulabilmek güçtür. Mutlaka insan kaynağı gerekir. İşte Hamas da benzer bir biçimde “Gazze’deki uçan kuşun kanat çırpışını dinleyen” İsrail’in kulağına gidebilecek şeyleri söyledi. Lider kadronun civarını güvenli tutabilince içeriden dışarı insanlar üzerinden bilgi sızmadı. Teknik takip ve izlemeyle noktalar birleştirilip Hamas’ın niyeti anlaşılabilirdi. Fakat İsrail’in “…böylesine bir saldırının sonuçları ağır olur, Hamas altından kalkamaz, zaten dünya değişiyor, Gazze’yi yönetmek istiyorsa sonuçta doğrudan Arap devletleriyle dolaylı olarak bizimle oyunun kuralına uygun davranmalı…” düşüncesine kapılması ağır bir hata oldu.

Yakın zamana kadar İsrail’in anahtar kavramı caydırıcılıktı. Devasa askerî gücünü rakiplerinin yaşamını zorlaştırmak üzere inşa ederken, karşı tarafı savunmaya itiyordu. Tehdit dengesini askerî üstünlüğü çerçevesinde kurguluyor ve rakiplerinin tehdit kapasitesini sınırlı askerî operasyonlarla sınırlandırabileceğini düşünüyordu. Üstelik sivillere karşı fütursuzca şiddet kullanımı İsrail devletinin politikalarının uluslararası zeminde meşruiyeti sorgulanır hale getirmişti.

Bu yüzden İsrailli yetkililerin “zayıf sinyal” olarak yorumladığı ve farklı kaynaklardan ellerine ulaşsa da önyargı ve kibir duvarlarına çarpan bilgiler Hamas’ın İsrail’e unutamayacağı bir gün yaşatmasına neden oldu. İsrail, sürpriz saldırı ve istihbarat başarısızlığının kesişiminin bedelini yüzlerce vatandaşını kaybederek ödedi.

7 Ekim’den sonrası

Hamas’ın saldırısından birkaç gün sonra İsrail, Filistin’de tam bir katliama girişti. Bugüne değin 40 binden fazla sivilin ölümüne, on binlerce kişinin yaralanmasına,  bir milyondan fazla insanın evini kaybetmesine ve yerinden olmasına neden olan bir katliam süreci başladı. Bu süreçte Hamas, İsrail Ordusu’nu bir süreliğine yavaşlattı. Fakat dünyanın bir kısmının desteğini arkasına alan, uluslararası hukuku çiğnemeyi rutine bindiren İsrail Ordusu Gazze’nin büyük bir kısmını kontrol altına aldı. Bu süreçte kanlı çatışmalar da yaşandı. Fakat aylar geçtikçe en büyük endişe kaynağı Lübnan ve İran’ı içine alan bir bölgesel savaş ihtimali oldu.

Bu süreçte istihbarat ve çatışma süreçleri bağlamında en dikkat çekici şey, İsrail’in karşılaştığı sorunlardan ders çıkardığını görmek oldu.

Örneğin, tüneller ve meskun mahalde operasyonun getirebileceği ağır kayıplar nedeniyle İsrail Gazze’de tuzağa düşmemek için azami çaba harcadı. Bu yüzden on binlerce sivilin hayatını mahvetti. Fakat geçmişteki deneyimleri ve istihbarat servislerinin yaptığı analizler Gazze’ye apar topar asker göndermenin neden olabileceği hezimet konusunda İsrail Ordusu’nu uyarmış gibi görünüyor. Benzer bir biçimde İsrail Lübnan’da uzun süre bir kara harekatından da uzak durdu. 2006’da Hizbullah’a karşı Lübnan’ın güneyinde giriştiği operasyondaki başarısızlıktan sonra Hizbullah ile çatışmak için aylarca hazırlık yaptı ve bu sefer sürpriz faktörünü İsrail devreye soktu. Hatta şunu söylemek mümkün: İsrail, 7 Ekim öncesinde Hamas konusunda nasıl hata yaptıysa, İran ve Hizbullah da İsrail’in kapasitesi ve niyetleri konusunda aynı hatayı yaptı.

İsrail’in 2006’daki aceleciliği ile Lübnan’a yöneleceği beklentisi ile Hizbullah İsrail’in kuzeyine sıklıkla roket ve füze saldırıları düzenledi. İsrail bölgeyi savunamayacağını anlayınca 60 bin kadar vatandaşını daha iç bölgelere yerleştirdi. Bir yönüyle baktığınızda bu iç politikada kolaylıkla eleştirilebilecek önemli bir zaaf gibi görülebilir. Devletler vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Eğer sınırlarınızı ve ülkenizde yaşayanları savunamazsanız, bu siyaseten bir başarısızlığa işaret eder. Başlangıçta İran ve Hizbullah, çatışmayı yaymadan Gazze ile sınırlı tutmaya ve İsrail’i Lübnan’dan uzak tutmaya yarayan bir strateji izledi. Fakat bu sefer İsrail’in, Hizbullah ve İran’ın beklentilerine yanıt veriyor görüntüsü altında bir sürpriz operasyon hazırlığını perdelediğini gördük.

Anlayabildiğim kadarıyla durum şu: İsrail, Hizbullah’ı tehdit olmaktan çıkarmak istiyor. Fakat sınırlı bir hava operasyonu ile Hizbullah’ın cephanesini azaltsa bile kaybettiklerini yerine koymasını engelleyemiyor. Çünkü Hamas’ı Gazze’de abluka altında tutabiliyor olsa da Hizbullah-İran bağlantısı kesilmediği sürece Lübnan’da yaptığı tüm operasyonlar sonuçta boşa çıkacaktı. Bu nedenle bu sefer sürpriz faktörünü İsrail devreye soktu.

16 Eylül 2024 sabahı erken saatlerde İsrail Savunma Bakanı Yaov Gallant, İsrail’in kuzeyinde evlerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların geri dönmesini sağlamanın tek yolunun askerî operasyon olduğunu söylediğinde pek çoğumuz bunun olası anlamını tam idrak edememiş olabiliriz. Aynı gece İsrail Güvenlik Kabinesi’nden de Hizbullah’a yönelik savaşın amacının vatandaşları evlerine döndürmek olduğu ilan edildi. İsrail bugüne dek o kadar çok benzer söylem kullandı ve Hizbullah’ı tehdit etti ki; bu açıklamaların da bir farkı olmadığını düşündük. Oysa, İsrail Hizbullah’a açık açık savaş ilan etmişti. Nitekim ertesi gün ayın 17’sinde çağrı cihazları saldırısı yaşandı. Aynı anda Hizbullah militanlarının (ve çok sayıda sivilin) kullandığı binlerce çağrı cihazı patladı.

Pek çoğumuz bu operasyonun nasıl yapıldığını tartışır ve gizemlerini çözmeye çalışırken 3 gün sonra 20 Eylül’de İsrail Lübnan’da tarihin en koordineli hava operasyonlarından birisini gerçekleştirdi. Onlarca sivilin de hayatını kaybettiği saldırıda Hizbullah’ın en üst düzeydeki lider kadrosunun dörtte üçünden fazlası bir günde öldürüldü. Bundan 8 gün sonra ise Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah yine benzer bir şekilde öldürüldü. O günden beri Hizbullah’ın geride kalan liderleri hedef alınmaya devam ediyor.

Peki bu olaylar öngörülemez miydi?

Bu örneklerde de Hizbullah ve İran açısından bir istihbarat başarısızlığı, İsrail açısından gizleme, planlama ve sürpriz faktörünü kullanma olguları yok mu? Bence var. İsrail, Hizbullah ve İran’ı kendisine karşı kullanılan silahla vurdu.

Denilebilir ki; İsrail’in ne yapacağını Hizbullah ve İran nasıl öngörebilsin. Olup bitenden sonra geriye dönüp bakmak çok zor değil. İsrail’in şubat ayından bu yana Hizbullah’ın üst düzey kadrosunu hedef aldığı görülüyordu. Hatta Nasrallah’tan sonra en önemli isimlerden bazıları yaz aylarında hedef alınmıştı. Ayrıca Hizbullah’ın kendisine derinlik alanı olarak kullandığı Suriye toprakları İsrail tarafından daha önce hiç olmadığı kadar hedef alınıyordu. İsrail’in 8 Eylül’ü ertesi güne bağlayan gece Suriye’de Hizbullah’ın en büyük füze üretim tesislerinden birisini barındıran Masyaf’ta tepeleri yerle bir edecek şekilde yaptığı ağır bombardımandan 3 gün sonra ayın 12’sinde aynı yerdeki Hizbullah uzmanlarını kara operasyonuyla kaçırması daha büyük bir şeyin geldiğinin habercisi olarak okunabilirdi. Ayrıca İsrail aylardır Suriye’de İran’ın önde gelen isimlerini hedef alıp, İran’ın Suriye’deki milis teşkilatının sinir uçlarını etkisiz hale getirecek operasyonlar yürütüyordu. Tüm bunlara bakıp geleni görmemek, İsrail’in sadece stratejik hedeflerini değil taktik anlamda yürütebileceği operasyonu anlamamak da İran ve müttefiklerinin istihbarat başarısızlığı gibi görünüyor.

Bu sefer İsrail kendisinden beklenenin ötesine geçti, geçiyor. 2006’daki gibi tankları Hizbullah’ın denetimi arasındaki köylere sürerek roket ve füze saldırısı altında çakılıp kalmak yerine örgütün karar verme mekanizmasını ve lojistik hatlarını yıkıma sürüklemek üzere hareket ediyor. Sürpriz saldırı ile istediği sonucu aldı; şimdi stratejinin geri kalanı için Lübnan ve Suriye’de İran destekli yapıları hedef almaya devam ediyor. Sanırım bu sürecin ilerleyen aşaması Hizbullah’ın kaybettiklerini yerine koymasını engellemek için Suriye’de saldırılar düzenlemek. Önümüzdeki günlerde Lübnan’dan ziyade kuzeyinden güneyine Suriye konuşmaya başlarsak şaşırmayın. Hizbullah’ın aldığı darbe ve İran’ın Suriye’deki hatlarının kesilmesine yönelik operasyonlar çatışmayı bir süre sonra eş zamanlı olarak Lübnan ve Suriye’de birlikte izlememize neden olabilir.

Bir yıldan çıkarılması gereken dersler

Geçen yıl aynı konuda yazdığım yazıyı bitirirken çıkarılabilecek dersleri özetlemiştim. Daha kısa ölçekte olsa da benzerini tekrarlayacağım.

Günümüzde bilgi edinme vasıtalarındaki tüm gelişmelere rağmen sürpriz mümkün. Gizleme ve aldatma faaliyetleri istihbarat teşkilatlarının en çok önem verdiği konuların başında gelir. Fakat bu faaliyetler bir teşkilatı ya da örgütü bir dereceye kadar korur. Bence asıl dikkat edilmesi gereken zihin duvarlarımız. Çoğunlukla bilgiyi edinmede değil onu anlamlandırmakta güçlük çekiliyor. O yüzden analiz, analiz, analiz diyorum.

İkinci ders, hatalardan ders çıkarmakla ilişkili. Geçmişte yapılan hataların incelenmesi kurumların en önemli öğrenme yollarından birisidir. Görünüyor ki; İsrail istihbaratı sürpriz saldırılara maruz kalma konusunda kabarık bir sicile sahip. 7 Ekim 1973’den tam 50 yıl sonra ikinci bir istihbarat başarısızlığı İsrail’e öncekinden daha ağır bir bedel ödetti. Fakat yapılan her hatayı komisyonlar kurup çalışarak, geçmişten ders çıkarıyor. Savunma konusunda tekrarladığı hataları saldırı konusunda tekrarlamıyor.

Üçüncü ders ise taktik başarı ile stratejik başarı arasındaki ilişkiye dair. Hamas’ın İsrail’i beklenmedik bir biçimde alt üst ettiği saldırı büyük bir taktik başarıya dayanıyordu. Fakat bu başarı Hamas’ın üst düzey kadrosuna ve kontrol ettiği alanı neredeyse kaybetme noktasına gelmesine neden oldu. Analiz yaparken bir hamlenin operasyonel ve taktik boyutları ile stratejik boyutlarının birlikte düşünülmesi gerektiği bir kez daha ortaya çıktı. Şimdi bu dersleri Lübnan ve Suriye boyutlarında değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü muhtemelen kısa vadede olup biteni anlamak için ihtiyacımız olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x