1955 yapımı Asi Gençlik filminde, Jim ve Buzz isimli iki delikanlı, bir gece arabalarına atlayıp uçuruma doğru yarışa girişirler. Bu tehlikeli oyun, aslında sadece bir hız yarışı değil; cesaretin, gururun ve korkunun sınandığı bir meydan okumadır. Uluslararası ilişkilerde “Korkak Tavuk Oyunu” olarak anılan bu tür karşılaşmalar, genellikle üç farklı şekilde sonuçlanır: Eğer iki taraf da sonuna kadar gitmekte ısrar ederse, birlikte felakete sürüklenirler. Eğer biri vazgeçerse, “korkak” damgasını yer. Ama ikisi de zamanında geri adım atarsa, büyük bir yıkım önlenmiş olur.
Jim, bu oyunda sadece cesur değil, aynı zamanda akıllıdır. Uçuruma doğru ilerlerken tam zamanında kapıyı açar ve kendini dışarı atar. Araç kontrolden çıkıp uçuruma yuvarlanırken, o çoktan hayatta kalmanın bir yolunu bulmuştur. Buzz ise ceketi kapı koluna sıkıştığı için vaktinde arabadan atlayamaz. O gece uçurum, genç bir hayatı sessizce yutar.
Jim-Buzz ikilisi gibi ABD Başkanı Trump ve Çin Devlet Başkanı Xi de tavuk oyununa kilitlenmiş durumda. Neredeyse her gün gümrük tarifelerini karşılıklı olarak yükseltiyorlar.
Aslında dünyanın herhangi iki ülkesi arasında benzer bir kriz çıksa bu kadar önemsenmezdi. Fakat dünya ekonomisinin yüzde 40’ını oluşturan iki devletin krizine şahit oluyoruz. Yazımı kaleme aldığım sırada dünyanın en büyük limanlarından Şanghay Limanı’nda daha yüksek tarifelere takılmamak için yükünü bir an önce almak isteyen gemiler sıra olmuş durumda. Muhtemelen önümüzdeki günlerde ABD ya da Çin tarafından krizi yatıştırıcı yeni bir açıklama gelmezse Şanghay Limanı ve diğer Çin limanlarındakilerin iş yükü büyük oranda azalacak.
Trump ve Xi ne yapmaya çalışıyor?
Korkak tavuk olmak istemeyen Trump ve Xi karşılıklı restleşme üzerinden birbirlerine diz çöktürerek antlaşma teklif ettirmeye çalışıyor. Medyaya yansıyan haberlere göre, Trump, Xi’nin kendisinden görüşme talep etmesini istese de anlaşılan Çin tarafından henüz olumlu bir dönüş yok.
Ne Trump ne de Xi taviz vererek zayıf görünmek istemiyor. Ancak iki taraf da ısrar ederse ABD ile Çin arasındaki bu oyun kontrolden çıkabilir. Bankacılık, teknoloji, Tayvan gibi diğer rekabet alanlarındaki var olan gerilimleri alevlendirebilir.
Açıkçası, Trump için bu durum siyasi bir kampanya olarak görülebilecekken, Xi için Çin’in siyasi yapısı nedeniyle daha zor bir durum söz konusu. Çin’in mevcut stratejisinin, Trump’ın iç baskılara boyun eğerek geri atmasını beklemek olduğu söylenebilir. Xi yönetimi Trump’ın baskılarına boyun eğmeleri durumunda ileriki süreçte daha fazla baskıya maruz kalacaklarını düşünüyor.
Peki bu durumda Çin ne kadar acıya dayanabilecek?
Dört temel kırılma
Aslında genel bir çerçeveden bakıldığında Trump’ın agresif politikalarının bu süreçte temelde dört noktada derin kırılma yarattığından bahsedebiliriz.
Bunlardan ilki, Batı sistemi içerisinde; telafisi zor bir güven bunalımının ortaya çıkması muhtemel. İkincisi, daha önceleri hem Çin hem de ABD tarafında uzlaşma beklentisi vardı fakat artık her iki taraf da bir uzlaşı olsa bile bunun bir barış değil, ateşkes olacağının farkında. Üçüncü kırılma Çin’de toplumsal düzeyde yaşanabilir. Trump’ın bu politikasından ABD’nin tahminlerin üzerinde zarar görmesi durumunda muhtemelen bir dördüncü kırılma da gerçekleşecek. Bu süreç ağır aksak devam eden uluslararası sistemde geri dönülemez yaralar açabilir ve ABD’nin küresel hegemonyasındaki[1] etki kaybı daha da derinleşir. Özellikle belirtmek gerekir ki, Batı sistemi içerisindeki kırılma Çin için ‘göreceli’ bir avantaj. Batı ülkeleri için Çin büyük bir pazarsa, gelişmiş Batı ülkeleri de Çin için büyük bir pazar.
Derinleşen bir savaşın çok katmanlı etkileri
Trump tarifeleri ilk açıkladığında Batı sistemi içerisindeki ülkeler de dahil neredeyse bütün dünyayı hedef aldı. AB, Vietnam, Bangladeş, Tayland gibi ülkelere karşı tarifeleri yükseltmesi, Çin’den uzak durulması yönünde Trumpvari bir tehdit olarak görülebilir. Ama günün sonunda Trump’ın hedefinde sadece Çin kaldı. Bunun temel nedeni, ABD ile Çin arasındaki rekabetin -çatışma demek de mümkün- artık geçici bir gerginlik ya da dönemsel bir çekişme olmaktan çıkarak sistemik, yapısal ve çok boyutlu bir stratejik çatışmaya dönüşmesi.
Bugün gelinen noktada, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında Çin’e yönelik yaklaşım farkları daha çok üslup ve yöntemle sınırlı, Pekin’in Vaşington’un sistemik bir rakibi hatta düşmanı olduğu fikrinde ABD siyasetinde geniş bir mutabakat var. 2017’den itibaren ara ara harareti yükselerek süren ticaret savaşları da bu dönüşümün en görünür alanlarından biri.
Ticaret savaşları başlamadan önce ABD’de temel iki görüş vardı. Realistlerin savunduğu birinci görüş, Çin’in ABD’nin küresel ekonomik, politik ve askerî hegemonyasına meydan okuyacağı, dolayısıyla Çin’le başından beri mücadele edilmesi gerektiği yönündeydi. Liberallerin savunduğu ikinci görüş ise Çin’le angajmanın artmasıyla Pekin’in mevcut uluslararası sistemde uysal bir güç olacağını savunuyordu. Geldiğimiz noktada realistlerin haklı çıktığını söylemek mümkün. Zira Çin tarihteki yükselen güçler gibi hegemon güce geleneksel yöntemlerle meydan okumadı. Pekin, Çin karakteristiğiyle devlet yönetimiyle Taoculuğu karıştıran Sun Zi’nin stratejisine uygun bir şekilde savaşmadan küresel sistemde etkin olmaya çalıştı.
ABD küresel düzeyde azalan hegemonik gücünü artırmanın derdinde. Mevcut koşullarda ABD’nin Çin’e karşı çok bir seçeneği yok. ABD borsalarının da gösterdiği gibi bu süreç muhtemelen Trump açısından da istenildiği gibi sonuçlanmayacak. Trump selefi Biden’dan farklı olarak agresif bir siyasetçi. Muhtemelen en iyi savunmanın saldırı olduğunu düşünüyor. Kaybedecekse bile savaşarak kaybetmeyi tercih ediyor. Fakat en büyük stratejik hatası müttefiklerini küstürmek ve ürkütmek.
Diğer yandan Batı ittifakının gelişmiş ülkeleri, Almanya, Fransa, Japonya ve Güney Kore de Çin’in yaklaşımlarından özellikle elektrikli araçlar konusundaki agresif politikalarından ve üretkenliğinden uzun zamandır şikayetçi. Örneğin, otomotiv sektöründe Çin markaları her sene yeni bir modelle piyasaya araç sürebilirken, yukarıda saydığımız ülkelerin piyasaya yeni bir model sürmelerinin ortalama süresi 2 yıldan fazla. Çin çok hızlı ve kısa bir sürede neredeyse Batı ülkelerinin kontrolünde olan otomotiv sektörünü sarstı. Bahsettiğimiz ülkeler Çin’deki pazarlarını kaybetmemek için açık bir meydan okunmadan kaçındılar. Muhtemelen sadece Çin’e uygulanacak yüksek gümrük vergilerinden çok da şikayetçi değiller. Bu noktada 2018’de Vaşington’daki 28 AB Büyükelçisinin Trump’ın demir-çelik sektöründe arttırdığı gümrük tarifelerini eleştirmek için yazdıkları açık mektupta Çin’i hedef gösterdiklerini hatırlamakta fayda var.
Doğru ya da yanlış tartışmasına girmeden bu strateji anlaşılabilir. Fakat Çin için durum bir farklı. Çin’in özellikle ekonomik beklentileri ABD’ye oranla olumlu, bu nedenler küresel ticareti için hâlâ istikrara ve küresel barışa ihtiyacı var.
Tabii ki günümüz koşullarında küresel güç rekabetine geleneksel jeopolitik, askerî, kültürel, ekonomik unsurların yanı sıra sürdürülebilir teknolojik inovasyon da eklendi. Muhtemelen Trump yönetimi Çin’in teknolojik inovasyon kapasitesini tehlikeli boyutlarda görüyor. Trump yönetimi, Çin’le ticareti onların bu inovasyon kapasitesinin kendileri tarafından fonlanması olarak görüyor. Çin’de devasa yatırımları olan Elon Musk’ın Trump kabinesinden dışlanmasında bu yaklaşım farkının etkili olduğu söylenebilir.
Çin’in karşısındaki riskler
Bu savaşın uluslararası boyutu dikkate alınırken toplumsal boyutu da göz ardı edilmemeli.
Çin-ABD arasındaki restleşmenin devam etmesi durumunda, Çin ekonomisini ve toplumunu etkileyen en önemli risklerden birisi, istihdam baskısının artması olacak.
Çin her yıl 12 milyondan fazla üniversite mezunu veriyor. Bu durum, iş piyasasında ciddi bir rekabet doğuruyor. Ayrıca uluslararası pazarda zorlanan ihracatçı firmaların rotalarını iç pazara çevirmelerinin içerideki rekabeti arttırması ve fiyatları aşağıya çekmesi muhtemeldir.
Öte yandan ABD ekonomisinin bazı konularda Çin’den daha iyi durumda olmadığını, hatta yüksek enflasyon ve stagflasyon[2] riski olduğunu biliyoruz. Fakat yine de bir avantajı var; ABD’nin daha güvenilir olan finansal sistemi ve küresel finansı kontrol edebilme gücü nedeniyle kriz dönemlerinde dahi sermaye akışının ABD’ye yönelmesi mümkün.
Çin’in bu süreçteki en büyük silahlarından biri, iç tüketimi arttırmak olarak görünüyor. Xi sıklıkla iç tüketimin arttırılması konusunda çağrıda bulunuyor. Fakat 1.4 milyar insanın harcama davranışlarını topluca ve kolayca değiştirmek kolay değil. Xi’nin pandemi döneminde yaklaşık dört yıl sıkı sıkıya uyguladığı kapanma Çin halkının tüketim alışkanlıklarını derinden etkiledi.
Pandemi öncesi Çin’in ve Çin halkının gelecekten ekonomik ve güvenlik beklentisi olumluydu. Yaklaşık 40 yıl boyunca yoksulluk, yokluk görmüş bir toplumun sürekli ve istikrarlı bir şekilde her anlamda refahının artışına şahit olduk. Artık Çin, hem yokluk görmüş ve refahı artmış hem de refah içerisinde doğmuş bir toplumdan oluşuyor. Yani günümüzde Çin eskiye oranla toplumsal olarak daha karmaşık bir yapıda. Hem refahı hem de yokluğu deneyimlemiş bir toplumsal yapıdan söz ediyoruz. Yokluğu bilip de refaha ulaşmış toplumların kazanımlarını kaybetmek istememesi ciddi bir durumdur. Bu bahsettiğimiz özellik, Çin toplumunun kriz durumunda temkinli karakteristiğini özellikle pandemi döneminde somut bir şekilde gösterdi.
Dolayısıyla daha pandeminin Çin toplumundaki etkileri geçmeden ABD-Çin arasındaki ekonomik, siyasi ve askerî gerilimin artması, muhtemelen Çin halkının temkinlilik seviyesini arttıracak ve artırılması hedeflenen iç tüketimde beklenen etkiyi yaratmayacak. Ayrıca yaşlanan ve azalan nüfus aslında Xi’nin beklediği tüketimin arttırılmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak duruyor.
Yukarıda bahsettiğimiz sorunlara ek olarak bu savaşın uzaması ve derinleşmesi halinde, Pekin kazansa bile aslında bu, kazananın da ağır bedeller ödediği bir Pirus Zaferi olabilir. Çinli stratejist Sun Zi (M.Ö. 544-49) der ki, “Savaşta zafer olsa bile uzaması bıkkınlığa neden olur. 100 savaşta 100 zafer kazanmak en mükemmeli değildir. En iyisi savaşmadan baş eğdirmektir.”
Çin’in olası iki stratejisi
Çin-ABD arasındaki tarife krizi yatışsa bile bu durum geçici olacaktır. Bundan sonra Çin’in küresel düzeyde iki stratejiye önem vermesi beklenebilir.
Bunlardan ilki, Çin’in gelişmekte olan ülkelere yatırımında ciddi bir artış. Zira muhtemelen Çin, hem ABD hem de ABD’nin zorbalayabileceği pazarlara üçüncü ülkeler üzerinden girme stratejisine özel bir önem verecek. Böylece ABD Çin’i her halükârda dolaylı dengeleme fırsatı yakalamış olacak.
Diğer bir stratejisi de ASEAN, AB, Güney Kore ve Japonya’yla tavizler vererek daha uyumlu bir politika izlemek. Çin, bu stratejisi bağlamında Trump daha gümrük tarifelerini arttırmadan Güney Kore ve Japonya’yla antlaşmaya varmıştı. Çin’in ABD’nin müttefiklerine yönelik politikası biraz da Trump’ın bu ülkelere yönelik baskılarına ve onların bu baskılara dayanabilme kabiliyetine bağlı.
Gelişmekte olan ülkeler için kısmen de olsa bir fırsat kapısı mı?
Aslında bugün tarife krizi olarak yaşanan krizin ilk emareleri 2017’de Trump’ın başlattığı ticaret savaşlarında görülmüştü. Önümüzdeki günlerde gümrük tarifesi restleşmesi yatışsa bile bu durum geçici olacak ve etkileri uluslararası, devlet düzeyinde ve toplumsal düzeyde devam edecek.
Gümrük tarifelerindeki gelişmeler de gösterdi ki, bu savaş artık sadece bir ticaret savaşı değil, aynı zamanda hegemon güçle ona dolaylı meydan okuyan güç arasındaki mücadele. Bu yeni süreç gelişmekte olan ülkeler için kısmen de olsa bir fırsat kapısı, diğer yandan derinleşen uluslararası güç boşluğunda mevcut yerel krizleri derinleştirme potansiyeli de var.
Fakat Trump’ın Amerika’nın gücünü pervasızca, kaprisli, yıkıcı bir şekilde kullanmasının herkes için kaybet-kaybet sonucunu doğurması muhtemel. Daha küçük ölçekli ekonomilere baskısı da uluslararası imajını derinden zedeleyebilir.
Çin’in ABD’ye karşı belirli bir savaşı sürdürebilmesi mümkünse de Pekin açısından bu savaşın politik ve askeri alana da sıçraması ya da derinleşmesi tehlikesi mevcut. Bu durumda yaşadığımız dönem, Çin’in bu sürece dayanma kapasitesinin ne ölçüde olabileceği noktasında bir test niteliği taşıyor. Diğer bir ifadeyle puslu bir hava var. Dolayısıyla derinleşen ticaret savaşlarının yan etkilerinin ne olduğu ve olacağı konusunda belirsizlik sürüyor.
Trump tarifeleri artırdığı açıkladığından beri Çin medyası, Xi’nin 2018’de ekonomilerinin dayanıklılığına ve büyüklüğüne vurgu yapmak için kullandığı ‘Çin ekonomisi bir gölet değil, bir okyanustur’ metaforuna sıklıkla vurgu yapıyor. Evet, artık Çin’in ve Çin ekonomisinin gölet hatta deniz olmadığı herkesin malumu. Güzel Türkçemizde “Usta kaptan dalgalı denizde belli olur” ifadesi vardır. Xi’nin dalgalı okyanuslarda ne kadar usta bir kaptan olacağını bu süreçte göreceğiz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.
[1] Uluslararası ilişkilerde hegemon güç, yalnızca askerî değil, aynı zamanda ekonomik, kültürel ve ideolojik anlamda da üstünlük kurarak küresel düzenin kurallarını belirleyen devlettir. Bu kavram genellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi küresel liderlik iddiasındaki ülkeler için kullanılır. (Bkz. Robert Keohane, After Hegemony, 1984)
[2] “Durgunluk” (stagnation) ile “enflasyon”un (inflation) birleşiminden oluşan bu kavram, bir ekonomide büyümenin durma noktasına gelmesiyle birlikte fiyatların da artmaya devam ettiği çelişkili durumu tanımlar. Özellikle 1970’ler sonrası literatürde öne çıkmıştır. İşsizlik yüksek, talep düşük ama fiyatlar yükselmeye devam eder. Bu durum, ekonomi politikaları açısından ciddi bir açmaz yaratır.