Suriye’de yürüttüğü politikayla artık Doğu Akdeniz’in en güçlü ülkelerinden biri haline gelen Rusya, etki alanını ABD aleyhine bütün Ortadoğu’ya yaymak istiyor. Şimdiki hedefinde de Körfez ülkeleri var.
Bölge ülkeleri de, artık ne yapacağından pek emin olamadıkları ABD’ye çok bağımlı olmak yerine, Rusya’nın bu rekabetinden faydalanarak uluslararası ilişkilerde kendileri için çeşitlilik yaratmaya çalışıyorlar. Bu durum da Moskova’nın rekabet isteğini daha da kamçılıyor.
Bu mücadeleyi, Rusya’daki Kommersant yayın grubunun kıdemli uzmanlarından Marianna Belenkaya, Moskova Times’da yayınlanan makalesinde mercek altına aldı.
Belenkaya, Körfez’deki petrol tankerlerine İran kaynaklı saldırılar düzenlendiği bir dönemde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 12 yıl aradan sonra ilk kez 14 Ekim’de, Suudi Arabistan’ı ziyaret ettiğini anımsatıyor. Bu ziyaret, askerlerini Suriye’den çeken ABD’nin dikkatini Körfez’e yönelttiği bir zamana da denk geldi:
“Ekonomik açıdan bakılacak olursa, Rusya’nın bölgede Amerika Birleşik Devletleri ile rekabet etmesi zor, ancak Moskova’nın ABD’nin çıkar alanındaki faaliyetlerinin artması, Washington tarafında şüphe uyandırıyor.”
ABD’nin şüphesi: Körfez ülkelerini Rusya’ya mı kaptırıyoruz?
Belenkaya, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinden sonra, ABD Başkanı Donald Trump’ın ABD Kongresine ve kendi vatandaşlarına Riyad ile ilişkileri konusunda hesap vermek zorunda kaldığını, kendisini savunmak için de, “Biz Suudi Arabistan ile ilişkileri bitirirsek, Ruslar ile askeri ve teknolojik işbirliğine giderler. Biz silah satmazsak, Ruslar ve Çinliler satar” gibi argümanlar kullandığını hatırlatıyor:
Amerikalı diplomatları ciddi şekilde şüphelendiren bir diğer konu da, Rusya’nın Körfez’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) benzeri bir oluşum kurma önerisi. Rusya geçmişte de benzer öneriler ortaya atmış, ancak hayata geçirememişti. Bu kez Körfez ülkelerinin yanı sıra ABD, Çin ve AB’nin de katılımını istiyor.
“Amerikalı diplomatları ciddi şekilde şüphelendiren bir diğer konu da, Rusya’nın Körfez’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) benzeri bir oluşum kurma önerisini Temmuz ayında yeniden gündeme getirmesiydi. Moskova 1990’larda ve 2000’lerde de benzer öneriler ortaya atmış, ancak hayata geçirememişti.
Moskova bu kez Körfez ülkelerinin yanı sıra ABD, Çin ve AB’nin de katılımını istiyor. Eylül ayında yapılan ilk istişare toplantılarında ana tartışma konusu, İran Körfez’indeki faaliyetlerin izlenmesine yönelik bir mekanizma idi.
Moskova’nın düşüncesine göre, hâlihazırda böyle bir mekanizma olsaydı, Umman Körfezi’ndeki petrol tanklarına yönelik esrarengiz saldırının ya da Suudi Arabistan’daki petrol tesislerini hedef alan hava saldırılarının arkasında kimlerin olduğu şüpheye yer kalmayacak şekilde biliniyor olacaktı. Yapılan istişare toplantılarına Amerikalılar katılmadı. ABD’li bir diplomata göre, Washington’ın konuyla ilgili görüşü, ‘Rusların kuracağı bir plana ne gerek var ki? Bizim Körfez ülkeleriyle kendimize ait, oturmuş bir ilişkiler sistemimiz zaten var,’ şeklinde.”
Yazara göre Washington, Rusya’nın ABD’yi bölgeden çıkarmak istediğinden şüpheleniyor. Peki, bu endişelerde haklılık payı var mı?
Rus-Suudi ilişkilerinin özeti: Yatırım ve petrol
Belenkeya, Rusya-Suudi Arabistan ilişkilerinin son dört yılını iki kelimeyle özetlemenin mümkün olduğunu düşünüyor: Yatırım ve petrol.
Ona göre, petrol fiyatlarıyla dünya siyasetini yönlendirebildikleri dönemlerin çok geride kaldığının farkında olan Arap ülkeleri, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) yapısının değişmesi gerektiğini de görüyorlar. OPEC’e üye olmayan Rusya gibi petrol ihracatçısı ülkeler ile işbirliğinin arttırılmasının öneminin de farkındalar:
“Bu düşünceden hareket eden Moskova ve Riyad, petrol üretiminin azaltılmasına yönelik OPEC+ anlaşması üzerinde çalışırken iki ülke arasında gelişen güvene dayalı olarak, 2016’da ikili işbirliklerini yeni bir seviyeye taşıdı.
Putin’in ziyareti öncesinde, Rus liderle Suudi Arabistan Kralı Selman tarafından imzalanmak üzere, OPEC üyeleri ile üye olmayan ülkeler arasında uzun süreli işbirliğinin tesisine yönelik bir bildirge hazırlandı.”
Yazar, Rus-Suudi işbirliğinin ikinci bileşenin de yatırım olduğunu vurguluyor:
“Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın 2015 yılındaki ilk Rusya ziyareti sırasında, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) ile Suudi varlık fonu, Rus ekonomisine 10 milyar dolarlık ortak yatırım yapma kararı aldı. Bir Suudi kralının Moskova’yı ilk kez ziyaret ettiği 2017’deki tarihi gezide ise, birer milyar dolar değerinde bir Enerji Yatırım Fonu ile bir Yüksek Teknoloji Yatırım Fonu için anlaşmalar imzalandı.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın 2015 yılındaki ilk Rusya ziyareti sırasında, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) ile Suudi varlık fonu, Rus ekonomisine 10 milyar dolarlık ortak yatırım yapma kararı aldı.
O dönem söz konusu anlaşmalar muazzam bir başarı olarak değerlendirilse de, RDIF’nin şirket raporlarına göre, şu ana kadar anlaşmalar kapsamında vadedilen 10 milyar doların henüz sadece 2,5 milyar doları yatırıma dönüştü. Putin’in kısa süre önce gerçekleştirdiği Riyad ziyaretinde de 2 milyar dolar değerinde on yeni anlaşmaya daha imza atıldı.”
Makalede görüşüne başvurulan bazı uzmanlar, yatırım alanındaki işbirliğinin çok yavaş ilerlediği görüşünde. Zira genel olarak tutucu bir bakış açısına sahip olan Körfezli yatırımcılar için Rusya hem yüksek getiri potansiyeli hem de yüksek risk taşıyan bir pazar.
Ticaret hacminde Rusya, ABD ile yarışabilir mi?
İki ülke arasındaki ticaret hacmi son yıllarda artsa da ABD veya AB ülkeleriyle kıyaslandığında hâlâ yetersiz. Belenkaya da yazısında, rakamları karşılaştırmalarla anlamlandırıyor:
“Rusya ile Suudi Arabistan arasındaki ticaret hacmi, 2005’te 235 milyon dolar seviyesindeyken 2012’de bir milyar dolara çıktı ve petrol fiyatlarının gerilemesiyle yarıya düştüğü 2015-2016’ya kadar iki yıl daha bu seviyede kaldı. Ticaret hacminde milyar dolar eşiği ancak geçen yıl yeniden aşılabildi. Putin’in Riyad gezisine katılan Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanı Maksim Oreşkin, Suudi başkentinde verdiği bir demeçte, iki ülkenin bu rakamı 2024 yılı itibarıyla 5 milyar dolara, 2030 itibarıyla da çift haneli sayılara çıkarmayı planladıklarını ifade etti. ABD-Suudi Arabistan arasındaki 50 milyar doları bulan ticaret hacmine ya da krallığın Avrupalı ve Asyalı ülkelerle kazandığı milyarlarca dolara kıyasla bu pek de etkileyici bir rakam sayılmasa da, Rusya, diğer ülkelerle yakalanan seviyelere ulaşmak için hazır görünüyor.
Rusya ile Arap ülkeleri arasındaki ticaret, genel olarak tarım ürünleri ve silaha dayanıyor. Riyad ile ilişkilerde ise ağırlık tarımsal ürünlerde. Suudi Arabistan, yıllık 20 milyar dolarlık ithalatıyla bölgenin en büyük tarım ürünleri alıcılarından biri.”
“Hâlihazırda krallığın ana arpa tedarikçisi konumunda olan Rusya, Ağustos ayı sonunda buğday ihracatı için de yeşil ışığı aldı. İki ülkenin Putin’in ziyareti sırasında imzaladıkları bir anlaşma ile Rusya, Suudi Arabistan’a et, süt ürünleri ve şekerleme ihracatına da başlayacak. Rusya Tarım Bakanı Dimitri Patruşev, Moskova’nın Riyad’a gıda ihracatının birkaç yıl gibi kısa bir süre içerisinde 1-2 milyar dolar seviyelerine ulaşmasının hiç de uzak bir hayal olmadığı görüşünde.”
Silah meselesi: Niyet var eylem yok
İki ülkenin ticaretindeki en önemli ikinci kalem ise silah. Ancak bu konuda durum tarım ürünlerindeki kadar net değil, hatta oldukça karışık. Yazar da bu karmaşık tabloya ışık tutuyor:
Rusya ile Arap ülkeleri arasındaki ticaret, genel olarak tarım ürünleri ve silaha dayanıyor. Riyad ile ilişkilerde ise ağırlık tarımsal ürünlerde. Suudi Arabistan, yıllık 20 milyar dolarlık ithalatıyla bölgenin en büyük tarım ürünleri alıcılarından biri.
“Her ne kadar Suudi Arabistan bugüne kadar bu konuda milyarlarca dolarlık niyet mektubu imzalamış olsa da, henüz bu anlaşmalardan bir şey çıktığını söylemek zor. Kral Selman’ın 2017’deki Rusya gezisinde, Rus devletinin silah ihracat şirketi Rosoboronexport ile Suudilerin askeri sanayi şirketi arasında, askeri ekipman alımı ve yerel bazda üretimini öngören bir protokol ve yanı sıra krallık bünyesinde AK-103 Kalaşnikov tüfek ve muhtelif ebatlarda mermi üretimine ilişkin genel koşulları belirleyen bir anlaşma imzalandı.
Basında çıkan haberlere göre, söz konusu protokol, TOS-1A Solntsepek çok namlulu roketatar sistemlerinin, Kornet-EM tanksavar güdümlü füzelerinin ve AGS-30 otomatik bomba atarların yerel üretimini de kapsıyor. Rus Interfax haber ajansının Nisan ayında duyurduğu bir haberde, Suudi Arabistan’a Solntsepek teslimatının başladığı belirtilirken, Rusya Federal Askeri İşbirliği Servisi Başkanı Dimitri Şugaev, Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada, yerel üretime henüz geçilmemekle birlikte, Kalaşnikov teslimatlarının da başladığını doğruladı.
Rusya, bir yandan da 2017 yılında Suudi Arabistan’la S-400 füze sistemi satışı ile ilgili bir anlaşma yaptıklarını sık sık gündeme getiriyor. Şubat ayında, Rusya ve Suudi Arabistan’ın sözleşmeyi devreye almanın şartları üzerinde görüşmekte oldukları açıklandı. Ancak konuyu dillendirmekten kaçınıyor gibi bir tablo çizen Riyad, Putin ‘ülkedeki petrol tesislerinin korunması için size S-300 ve S-400 verelim’ teklifini bir kez daha gündeme getirdiğinde de sessizliğini korudu. Washington ile Riyad’ın savunma alanında aralarında tesis ettikleri güçlü ilişkileri düşünecek olursak, ABD krallıkla olan bağını aniden koparmaya karar vermediği müddetçe, bu alanda herhangi bir değişiklik olmayacağını söyleyebiliriz.”
Rekabet nereye gider?
Rusya- Suudi Arabistan ilişkilerini sadece ticari perspektiften ele aldığımızda, ABD’nin Körfez’de artan Rus nüfuzu ile ilgili henüz kaygı duymasını gerektirecek bir durum yok. Ancak yazar Belenkaya, konu dış politika perspektifine geldiğinde, üzerinde düşünülmesi gereken farklı bir tablo olduğunu belirtiyor:
“Arap ülkelerinin, dış bağlantılarını çeşitlendirme gayretlerinin artmakta olduğu ve Moskova’nın da bu eğilimi ekonomik ve siyasi açıdan kendi avantajına çevirmeye çalıştığı ortada. Rusya ve Suudi Arabistan’ın İran meselesinde farklı görüşlere sahip olmaları, iki ülkeyi karşılıklı faydaya dayalı bir ilişki kurmaktan geri bırakmadı. Petrol üretimi konusundaki işbirliğinden doğan güven, Moskova’nın Suriye meselesinin çözümü konusunda Riyad ile etkili bir şekilde çalışabilmesine imkân verdi. Sonuçta, Suudilerin yardımı olmasaydı, Rusya’nın Riyad’da konuşlanan Suriye muhalefeti ile anlaşmaya varması mümkün olmazdı.”
Bu yazı ilk kez 7 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.