ABD Başkanlık Seçimleri için saat işlemeye başladı. Kasım ayındaki seçimlere daha aylar var diyebiliriz ama gerçekte ABD’de seçim saati bir buçuk yıl önce işlemeye başlamıştı bile. Bütün dünya Başkanlık Seçimleri için tartışmaya giredursun ABD seçimlerinde aslında Temsilciler Meclisi, Senato ve yerel yöneticiler (mesela Eyalet Başsavcılık Makamı) için rekabet çok daha canlı ve gerçektir.
Ama bu yazının konusu yine de Başkanlık Seçimleri olacak. Neredeyse 16 sene önce ABD’ye Washington Temsilcisi olarak gittiğimde Barack Obama’nın Başkanlık ihtimali vardı ama çok da yüksek görünmüyordu. Oğul Bush’un Irak Savaşı’nın verdiği bezginlik, Ebu Gureyb Skandalı gibi utanç lekeleri ABD’yi temiz ve en azından daha az yıpranmış bir sayfa açmaya zorluyordu. Obama işte bu konjonktürde, ibre tam da Hillary Clinton’a doğru giderken, ama kimsenin de içine fazlaca sinmezken, yarışa dahil oldu. Bir gecede resme girmedi, Senato’da 4 sene görev yaptı, Chicago’da yerelde önemli işler yürüttü. Harvard Hukuk Fakültesi diploması onu bir yere kadar taşımıştı ama ABD siyasetini sokakta yapmazsanız kimse sizi orada tutmaz. Obama adaylığını tescil eden iki önemli eyalet ön seçimi geçirdi. Orta sınıf ve beyaz nüfusun ağırlıkta olduğu Iowa’dan galip çıktı. Seçim takviminde ön seçim kurallarının ilk uygulandığı ve seçmenin o sabah bile gidip kaydolabildiği için ülke barometresini yansıttığı kabul edilen, bu nedenle de ayrı bir önemi olan New Hampshire ön seçiminde ikinci geldi. Kampanya da ondan sonra başladı.
2024’teki seçimleri ilginç kılan ne?
Bugün geldiğimiz seçimleri daha ilginç kılan birkaç faktör var.
- Pek nadir görülen bir şekilde bir dönem başkanlık yapmış bir isim, Donald Trump yeniden aday. Üstelik o dönem dalga geçilen bu adayın bu sefer seçilme ihtimali çok yüksek.
- Pandemide iktidarı bırakan Trump’un ABD’nin ekonomisi yeniden yükselişe geçerken geri gelme ihtimali çok manalı.
- Sanki neredeyse bir güç, o dönem bozulan sosyal dengeleri Demokratlara düzelttirip, “evet tamam şimdi kaldığımız yerden Çin’le rekabete dönebiliriz” diyor.
- Başkan Joe Biden ve başkan yardımcısı Kamala Harris’in yönetimindeki Beyaz Sarayı’da bir dizi Obama danışmanı, Clinton ekibinden bazı kurmaylar var. Demokratların içinden Trump’a karşı aday çıkarma iştahı, merakı, hırsı hatta aciliyeti/paniği bile görünmüyor.
- Avrupa siyaseti gençleşebilirken, ABD müesses nizam siyaseti giderek daha yaşlı hale geliyor. Joe Biden 81, Donald Trump 77 yaşında. Genç seçmenin sandığa nasıl gideceği konusunda kimsenin bir tahmini yok. Galiba iki parti de genç seçmeni çok istemiyor.
Dört yılda bir Başkanlık seçimlerine yeni bir kuşak dahil oluyor. Özellikle “ilk kez oy verecek” genç seçmeni ikna etmek, kazanmanın en önemli kriteri haline geldi. Nitekim Demokrat Parti sadece bunun için Pop/Folk starı fenomen Taylor Swift’in gücünü arkasına almaya çalışıyor. Tufts College’in hesaplamasına göre sadece 2024 seçiminde oy kullanabilecek Z Kuşağı (18-28) seçmen sayısı 40 milyon gibi büyük bir güç. İlk kez oy verme bandına girecek seçmen sayısı ise 8.3 milyon. Teknik olarak da bu kitle seçmenin beşte birini oluşturuyor.
Yapay zekanın ABD seçimlerine etkisi ne olacak?
İşte bütün bu insani dinamiklerin içine bu kez bir de yapay zeka etkisi girdi. Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarından, ABD’deki düşünce kuruluşu çalışmalarına kadar her yerde aynı soru var: “Yapay zekânın ABD seçimlerine etkisi nasıl olacak? Dış müdahale, manipülasyon ihtimalleri varken, elektronik oylama yapmak sağlıklı mı?” Ama bunun için de erken.
Hatırlayalım, Trump’un Hillary Clinton ile yarıştığı seçimde, Cambridge Analytica şirketi üzerinden, özellikle Facebook kullanılarak merkez sağ ve yaşlı seçmenlerin manipüle edildiği, yalan bilgilerin özellikle yaşlı seçmenlerin çok kullandığı Facebook üzerinden yayıldığı, bunda kısmen Rus istihbaratının da izi olduğu ortaya çıkmıştı. Trump’a o seçimi kazandıran sosyal medya manipülasyonu muydu bilemiyoruz ama çok belirgin bir dış müdahale vardı.
Hani aday bile olamazdı? Ön seçimleri nasıl kazandı?
Ama bunun üzerinden çok sular aktı. Trump tutuksuz yargılandı, sabıkalı o meşhur resmi çekildi. 2020 Seçim sonuçlarını onaylamak için toplanan ABD Kongresini basan bir dizi Trump sempatizanı bir güvenlik görevlisini öldürdü. Olaylara Trump’un direkt dahli hâlâ yargı konusu. Peki ama bütün bunlara karışan Trump oy tabanını nasıl hâlâ tutabildi? Dahası, köleliği kaldıran Abraham Lincoln’ün partisi Cumhuriyetçi Parti nasıl oldu da Trump ideolojisine resmen anahtarı teslim etti? Bunun için değişen seçmen kitlesine dikkatle bakmak gerekiyor.
2016 seçimlerindeki yakın rakiplerinin Evanjelik, kırsal seçmeni artık Trump’a oy vermekte tereddüt etmiyor. Kimse Trump’u “Zengin emlak milyarderi, yolsuz, TV yıldızı, egosu patlak” adam olarak tanımlamıyor. Garip bir biçimde Trump’un aleyhinde açılan davalar, devlet sırlarını Mar-A-Lago’daki evinde banyo küvetinde saklaması bile seçmenin umurunda değil gibi görünüyor. Az konuşuyor ama aşırı sağ grupları harekete geçirebiliyor. Neo-Nazi sempatizanları kadar ABD’deki kuvvetli sağcı İsrail lobisi bile Trump’un gelişinin daha mantıklı olabileceğini düşünüyor.
ABD ekonomisi özellikle orta ve alt sınıflar ve siyahiler için durmaksızın istihdam yaratıyor; küçük işletmeler güçleniyor. Şeker hastaları için ilaç fiyatları düşüyor. Ama bunların hiçbiri Demokratlara oy olarak dönemiyor. Bunda Biden’ın yaşlılığı kadar Harris ve ekibinin de tabana enerji verememesi etkili görünüyor. Her ay elektronik posta kutumuza, “ABD ekonomisi bu kadar iyiyken, neden herkesin morali bozuk?” başlıklı analizler düşüyor.
“Trump’cılar” ile “Daha az Trumpcılar” arasında seçim yarışı
Görünen o ki, ABD Başkanlık yarışı “Trump’cılar” ile “Daha az Trumpcılar” arasında geçecek. Biden’ın hâlâ merkez seçmende bir karşılığı var ama Trump’ın oralara bile el atabildiğini gösteren New Hampshire ön seçimi, Nikki Haley gibi iddialı ve başarılı görünen bir adayın bile “merkez” seçmeni ikna edemediğini gösteriyor.
Orta sınıf ABD seçmeni, Demokratları artık “göçmen yanlısı, marjinal güçlere teslim olmuş, LGBT hareketinin kontrolünde, siyahi ve Latin kökenlilere gereksiz ayrıcalıklar tanıyan, Protestan ABD’nin çıkarlarını gözetmeyen” bir parti olarak görmeye başladı. Üstelik ekonomi büyürken, istihdam verileri çılgınca artarken bile böyle düşünmeye devam ediyor. Biden kürsüden umut vermediği gibi yardımcısı eski Savcı Kamala Harris de sadece kadın hakları ve üreme sağlığı konusunu kendisinin “davası” haline getirmiş durumda. Okullara silahlı baskınlar, aşırı sağcı grupların silahlanması, sosyal medyada artan şiddet, kontrolsüz göç (Texas Eyalet Valisi’nin tek başına aldığı sınırı koruma kararı gibi) en fazla konuşulan konular. San Fransisco gibi bir dönemin cazibe merkezi şehirler kötü yerel yönetim nedeniyle artık çöplük ve bakımsızlıktan kırılıyor. Evsizlik, uyuşturucu kullanımı oranı yükseliyor. Teknoloji şirketleri bile yüksek vergiler nedeniyle Silikon Vadisi’nden Florida ya da Teksas’a taşınıyor. Veriler “işler iyiye gidiyor” dese de seçmenin sokakta içine sinmeyen bir şeyler var.
Bütün bunlar da Trump’un yolundaki taşları yavaş yavaş temizliyor.
“Değiştim, bana güvenin” diyebilir mi?
The Economist’in son haftalardaki bir kapağında “Geliyor, iş dünyası sıkı tutunun” diye yazdığı, CNN International yayınlarında DAVOS elitlerinin bile “Eh madem seçilecek biz de kendimizi ona göre konumlayalım” dediği Donald Trump belki de bu sefer ilk döneminde olduğu kadar radikal olmayabilir.
Çin’in gücü yükseliyor ama ABD ile ticari savaşa girmek istemeyeceğini açıkça gösteriyor. Rusya Ukrayna’dan almak istediğini neredeyse aldı ve daha da fazla savaşmaya niyetli görünmüyor. Zelensky’nin resimden çıkması Putin için yeterli olabilir. Bu durumda Trump yine “Make America Great Again” sloganı ile geri dönebilir ve belki bu sefer Ortadoğu’ya el atabilir.
Filmi başa sarıp hatırlayalım. Trump’un son Başkanlık “mirası” İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) adı verilen ve bütün Körfez’in İsrail ile barışmasını, ticaret anlaşmaları; insani ve kültürel bağların güçlenmesini merkeze alan bir uzlaşıydı. İsrail Netenyahu sonrasında bu formata hızlıca geri dönmeye hazır görünüyor. Suudi Arabistan; Mısır ve Ürdün, Gazze trajedisi sonrası artık münhasır ve bağımsız bir Filistin devleti için hazırlık yapıyor. Biden’ın G8 Toplantısı sonrası açıkladığı Hindistan’dan Avrupa’ya büyük ekonomik köprü bile bunun bir nebze parçası.
Eğer seçilemezse Joe Biden’ın bu tabloda bırakacağı büyük miras ise NATO’yu Rusya’nın kapısına getirmiş, 1991’de ABD ile yıkılmakta olan SSCB arasında Avrupa’nın sınırının nereden çizileceğine dair yarım bırakılan pazarlığı tamamlamış (Meraklıları için tavsiye kitap: The Man Who Ran Washington: Life and Times of James A. Baker) ve hattı neredeyse Kutup Dairesi’ne kadar çekmiş bir Başkanlık olacaktır. Çin ile kısmi sulh hali, Asya’da büyüyen askerî ittifak AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD) ve etrafında şekillenen G. Kore, Hindistan; Tayvan ticari ve teknoloji aksı da Çin’i dengelemeye yetecektir. En azından şimdilik. İran faktörü ise her zaman sürpriz yaratmaya aday.
Ama ABD’de seçim söz konusu olduğunda asıl soru hep iç politikadır.
Genç seçmen Demokratlara kızgın, merkez Cumhuriyetçileri Trump’a tepkili.
Bütün kamuoyu araştırmacılarının yanıtını aradığı soru şu: Seçimde kim oy verecek? Hangi parti kimi sandığa getirebilecek?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.