2024 Berlin Uluslararası Film Festivali, Gazze Savaşı’nda Filistinlilerin maruz kaldığı insani dram ile ilgili tartışmaların gölgesinde geçti. Berlinale galasında çok sayıda jüri üyesi ve ödül sahibi ateşkes çağrısında bulundu. “Doğrudan Eylem” belgeseliyle ödül kazanan ABD’li yönetmen Ben Russell, kabul konuşmasında Gazze’de yaşananlardan “soykırım” diye söz ederken, İsrailli yönetmen ve film yapımcısı Yuval Abraham, Batı Şeria’da Filistinliler ve İsrailliler arasındaki ayrımcı muameleden yakınarak “apartheid” terimini kullandı:
“İki gün sonra eşit olmadığımız bir ülkeye geri döneceğiz. Benim ülkede özgürce hareket etmeme izin veriliyor, Basel ise Batı Şeria’daki milyonlarca Filistinli gibi gözetim altında tutuluyor. Aramızdaki bu apartheid durumu, bu eşitsizlik sona ermelidir.”
Yuval Abraham galadaki eleştirel tutumu ve alıntıladığımız bu sözlerinden dolayı Alman politikacıların ve ana akım medyasının yoğun eleştirilerine ve antisemitizm suçlamalarına maruz kaldı.
Berlin Belediye Başkanı, Hristiyan Demokratik Birlik (CDU) partili politikacı Kai Wegner, bu tür “nefret ve ajitasyonun” Berlinale’de yerinin olmadığı uyarısında bulundu. Berlin eyaletinin Kültür ve Sosyal Uyum Senatörü Joe Chialo (CDU), Abraham’ın yorumları nedeniyle kültür fonları için antisemitizm maddesi getirilmesi çağrısında bulundu. Yayıncı ve Almanya’daki Yahudilerin Merkez Konseyi’nin eski Başkan Yardımcısı Michel Friedman ise, Yuval’ın açıklamasının ardından daha fazla muhalefet ve tepki çağrısında bulundu. Friedman geçtiğimiz günlerde Süddeutsche Zeitung gazetesindeki yorumunda, Hamas saldırısı sonrasında büyük bir antisemitizm dalgası yaşandığını yazdı. Federal Hükümet Kültür ve Medyadan Sorumlu Komisyon Üyesi Claudia Roth, Der Spiegel dergisi ile yaptığı mülakatta, Abraham’ı İsrail’e yönelik kullandığı “ırk ayrımcılığı” (Apartheid) tanımlaması, Basel Adra’yı ise İsrail’i Filistinlileri katletmekle suçlamasından dolayı eleştirdi ve kendisini galada bundan dolayı alkışlamadığını açıkladı.
Yuval Abraham ise Alman politikacılarının kendisine yönelik eleştirilerine sert tepki gösterdi. Holokost’tan kurtulan bir ailenin çocuğunun Alman topraklarında antisemit olarak yaftalanmasının sadece çirkin değil, aynı zamanda Yahudiler için ciddi bir tehlike teşkil ettiğini öne sürdü. Abraham’a göre, Almanya antisemitizm kavramını sadece Filistinlileri değil, Filistin topraklarının işgalini eleştiren ve bunu tanımlamak için de apartheid kelimesini kullanan Yahudileri ve İsraillileri de susturmaya yönelik bir silah gibi kullanarak değersizleştiriyor.
Bu noktada antisemitizm kavramının neye işaret ettiği sorusu ortaya çıkıyor. “Antisemitizm” Almanya’daki kullanımında neyi içeriyor, ne tür tavır, tutum ve davranışları kavrıyor? Bu sorunsalın mülahazasına girmeden önce yukarıda örneklerle özetlediğimiz antisemitizm tartışmalarını ve İsrail’i savunma reflekslerini anlamanın ve anlamlandırmanın yolunun – aşağıda çabalayacağımız gibi – Almanya’nın tarihsel serüvenini ve günümüzde içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal ikilemi anlamaktan geçtiğini belirtelim. Anlamanın onaylama anlamına gelmediğini ise peşinen vurgulamış olalım.
Antisemitizm nedir, ne değildir?
Almanya’da siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi alanında ve pedagojik çevrelerde hâkim olan tanıma göre, antisemitizm; Yahudilere ya da İsrail’e duyulan kendiliğinden bir öfke, kızgınlık ya da anlık gösterilen bir tepkiye indirgenemez. Aksine, Yahudilerin temelde değersiz olduğu iddiasına dayanan, saldırgan, güçlü bir siyasi boyutu olan kapsamlı ve düşmanca bir tutumdur, antisemitizm.[1]
Bununla birlikte, antisemitizm, taşıyıcıları, yani antisemitler tarafından her zaman bu radikal biçimde ortaya konmaz. Daha çok kasıtlı bir tabuları yıkma veya İsrail devletini “eleştirme” gibi jestlerle ifade edilir. Dahası, antisemitizm, örneğin 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi artık bir öz imaj değildir, yani kimse kolay kolay kendisini antisemit olarak tanımlamaz. Antisemitizmin Almanya’da lanetlenmiş ve söz konusu kişi için siyasal hukuki sonuçlarının olması, Yahudi karşıtlığının bastırılmasının yanı sıra taşıyıcıları tarafından kamufle edilmesine de yol açıyor.
Antisemit kişiler – ideal-tipik olarak – Yahudileri doğaları itibariyle kötü, iflah olmaz ve toplum için olumsuz “varlıklar” olarak görürler. Değişmez bir Yahudi karakterinin olduğunu varsayar, Yahudilerin her şeye gücünün yettiğini ve her yerde var olduğunu düşünürler. Antisemitizm, Holokost’un inkâr edilmesi ve görecelileştirilmesi veya Yahudilerin kendilerinin antisemitizmden sorumlu tutulması gibi yaklaşımlarda açığa çıkar çoğunlukla.
Almanya’da günümüzde “ikincil antisemitizm”, yani Holokost sonrası antisemitizm yaygın olmakla birlikte, klasik antisemitizm de – siyasette ve medyada – tahripkâr varlığını sürdürüyor. Yahudi düşmanı imalar, kodlar ve şifrelerle hâlâ birçok mecrada karşılaşılabiliyor. Yahudilere yönelik gizli intikam arzusu, para hırsı ve güç arayışı gibi önyargılı, tarihten gelen atıflara da yer yer rastlıyoruz. Holokost’un mağdurlarının çektiği acıların, Yahudi soykırımının vahşetinin ve faillerinin sinsi bir şekilde göreceleştirilmesi, Almanya’da hâkim olan sorgulayıcı hafıza politikasının reddedilmesi, Almanya’daki temel kitlesel antisemit meydan okumayı oluşturur.
Almanya’da herkesin kesin kabul ettiği, bağlayıcı bir antisemitizm kavramı olmamakla birlikte, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Bağımsız Uzmanlar Grubu’nun tanımı, geniş – özellikle resmî kurumlarca – kabul görmesi itibariyle, temel alınabilir:
“Antisemitizm, Yahudilere karşı nefret olarak kendini ifade eden belirli bir Yahudi algısıdır. Antisemitizm, Yahudi veya ve/veya onların mülklerini, Yahudi cemaat kurumlarını veya dinî örgütleri söz veya eylemle hedef alır.”[2]
Bu tanımın, antisemitizmin sınırlarının belirlenmesinde nefret söylemini ve şiddeti öne çıkarması bakımından son derece rasyonel ve kullanışlı olduğunu söyleyebiliriz.
Antisemitizmde ölçü: 3D kuralı
Antisemitizmin kapsamını belirlemede kullanılan bir başka yöntem ise 3-D kuralıdır. 3-D, double standards, (çifte standart) delegitimization (gayri meşrulaştırma) ve demonization (şeytanlaştırma) kelimelerinin kısaltılışıdır.
3-D kuralı, bir ifadenin ve söylemin sadece İsrail’in politikalarının eleştirisinin ötesine geçip geçmediğini belirlemek için kullanılır. Buna göre, antisemitizm, İsrail ve Yahudilere yönelik çifte standart, İsrail’in gayri meşrulaştırılması ya da şeytanlaştırılması söz konusu olduğunda geçerlidir. Bu hızlı test 2004 yılında İsrailli politikacı ve akademisyen Nathan Sharansky tarafından metin ve ifadelerin antisemitik olup olmadığını sistematik olarak kontrol etmek amacıyla geliştirilmiştir.
Ancak bu test, son derece pratik ve kullanışlı olmakla birlikte, antisemitizmin kapsamını bir hayli genişletmesi ve İsrail’in sorgulanmasını da antisemitizme dahil etmesi gibi olumsuzlukları da içeriyor. Örneğin Uluslararası Holokost Anma Birliği (International Holocaust Rememberance Alliance) antisemitizm kavramına şöyle bir tanım daha ekler:
“Yahudi vatandaşları İsrail’e ya da dünya çapındaki Yahudilerin sözde önceliklerine kendi uluslarının çıkarlarından daha sadık olmakla suçlamak. […] Günümüz İsrail politikasını Nazilerinkiyle karşılaştırmak.”
Böylece sadece somut kişilere (Yahudilere) yönelik nefret söylemi ve şiddeti değil, aynı zamanda tüzel bir kişiliğe (İsrail devletine) yönelik radikal eleştiriler de – çifte standart taşıyor ve İsrail’in meşruiyetini sorguluyor gerekçesiyle – antisemitizmin kapsamına dahil edilmiş oluyor. Dolayısıyla, İsrail’e hiçbir devlete sağlanmayan bir koruma kalkanı sağlanmış oluyor ve bu devlete yöneltilen radikal eleştirilerin peşinen değersizleştirilmesine ve gayri meşrulaştırılmasına yol açıyor.
Örneğin, Putin’e ya da Trump’a Hitler benzetmesinde bulunmak Nazizmi göreceleştirmek olarak değerlendirilmezken, İsrailli bir politikacıya yönelik Hitler benzetmesi hem Nazizmin göreceleştirilmesi hem de antisemitizm olarak yargılanıyor. Siyonizmin radikal bir eleştirisi dahi birçok çevrede ve bağlamda antisemit bir yaklaşım olarak değerlendirilir oldu. Bu durum ise özellikle “kültür dünyasında bir korku ve (oto)sansür iklimine” ve Almanların “çoğunluğunun fikirlerini ifade etmekte özgür” olmadıklarına inanmalarına yol açıyor.[3]
İsrail’in güvenliği ve Siyonizm meselesi
Almanya’da yaşanan yoğun antisemitizm tartışmasının Yahudiler için meşru bir koruma kalkanı olmanın yanı sıra, İsrail’e yönelik eleştirileri bastırıcı, örneğin Filistin ile dayanışmayı engellemeye yönelik bir işlev üstlendiğine dair bir görüş oluştu.
Almanya’nın antisemitizm konusundaki “teyakkuz hali” yeni değil, uzun yıllar öncesine dayanıyor. Ancak son dönemde “antisemitizm” kavramının özellikle medya ve siyasetteki tartışmalarda bir hayli esnetildiğini, genişletildiğini, bir hayli dikkatsizce ve dışlayıcı amaçlarla kullanılmakta olduğunu gözlemliyoruz.[4]
Bunda tabii ki Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa Yahudilerine karşı “rasyonel”, soğukkanlı ve sanayi yöntemlerini kullanarak 20. yüzyılın en korkunç ve dehşet verici olayını, Yahudi soykırımını gerçekleştirmiş ülke olmanın payı yadsınamaz. Altı milyondan fazla, ezici çoğunluğu Yahudi olmak üzere, Roman, bedensel ve zihinsel engelli insan Nazilerin ırkçı çılgınlığının kurbanı oldu.
Bugün Holokost, Alman hafıza politikalarının merkezi bir bileşeni ve ulusal kimliğinin referans noktasıdır. Almanya ile İsrail ise yoğun ikili ilişkiler ve ulus ötesi bağlarla birbirine bağlıdır. Bu tarihsel arka plan, Almanya’daki bu antisemitizm, Yahudiler ve İsrail ile ilgili “teyakkuz halinin” bir nedenidir. Bir başka neden ise, Almanya’nın dış politikasında belki de kendi vicdanını rahatlatmak arzusuyla “miyop bir hiper-Siyonizme”[5] kayarak İsrail’e tikelci bir şekilde odaklanmasıdır.
Şansölye Merkel 18 Mart 2008 tarihinde İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmada Almanya’nın İsrail’e karşı “tarihi sorumluluğunu” vurgulamış, İsrail’in güvenliğini “Almanya’nın Hikmet-i Hükûmetinin” bir parçası olarak tanımlamış ve Almanya Şansölyesi olarak kendisi için İsrail’in güvenliğinin asla “pazarlık konusu” olamayacağını vurgulamıştı. Merkel adeta İsrail’e yönelik Alman politikasını demokratik tartışma alanından çıkarmaya ve “sorgulanamaz, alternatifsiz bir ilke” haline getirmeye çalıştı. Sonraki yıllarda Holokost’un Almanya’ya bütün insanlık yerine sadece İsrail’e karşı bir sorumluluk yüklediği inancının yerleştiği yabana atılamayacak bir tespit.[6]
Hiper-siyonist tutumun bedeli
Bu “hiper-Siyonist” ve “Siyonist McCarthyci” (Susan Neimann, Hans Kundnani) yaklaşım iki farklı kesimden farklı tepki doğurdu.
Birincisi, artan sayıda Alman, bu durumun Alman ulusunu ebedi bir suçluluk duygusu içine hapsettiği, Almanya’nın uluslararası ilişkilerde hareket alanını daralttığı ve buna artık son vermek gerektiğini düşünüyor.
İkincisi, göçmen kökenli Almanlar, Almanya’nın tarihinden gelen, ancak kendilerinin ve atalarının sorumluluğunun olmadığı bir olayla ilgili siyasi sorumluluk duymak istemeyerek ve bunun – Alman vatandaşı olmalarından dolayı – ulusal kimliklerinin bir nirengi taşı olmasına tepki duyuyor.
Sonuç olarak, Alman hafıza politikasının çifte bir sınama ile karşı karşıya olması, yukarıda örneklerle tasvir ettiğimiz teyakkuz halini yeniden üretiyor. Bu kısır döngüyü besleyen bir başka gelişme de Almanya’da antisemitik içerikli vakaların son yıllarda ciddi bir artış içinde olması.
Almanya’da antisemitizm
Ülke yönetiminin soruna ilişkin bu farkındalığına, federal ve eyalet düzeyinde alınan çok sayıda önleyici tedbire ve bu sorunu çevreleyen tabuya rağmen, Yahudilere yönelik düşmanlık bugün de ciddi bir toplumsal sorun olmaya devam ediyor.
Araştırmalar ve gözlemler, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırısı sonrasında Almanya’da antisemit olaylarda ve şiddet eylemlerinde önemli bir artış olduğunu ortaya koyuyor. Almanya Kriminal Dairesi (BKA), bu tarihten 2024 Şubat ortalarına kadar ve Orta Doğu savaşıyla bağlantılı olarak 5.700’den fazla cezai suç kaydederek yaklaşık 4.200 suçu ise siyasi amaçlı olarak sınıflandırmış. Federal Hükümet Antisemitizm Komiserliği’ne göre de, 7 Ekim 2023 ile 25 Ocak 2024 arası doğrudan savaşla ilgili olmayan suçlar da dahil olmak üzere, toplamda yaklaşık 2.250 antisemit suç kaydedilmiş.
Bunların arasında ne kadarının Müslümanlar ya da Türkler tarafından işlendiğine dair bir veri mevcut değil. Ancak Müslümanlarda da antisemitizmin yaygın olduğuna dair veriler mevcut. Sosyal medyada Türkler arasında da antisemitik olarak tanımlanabilecek söylemlerle karşılaşmak mümkün. Dolayısıyla, Alman yetkilerin hem toplumun genelinde hem de Müslüman-Türkler arasındaki antisemit söylem ve tutumları dikkatle izlemesi ve bunlara yönelik karşı söylemler, önlemler ve siyaset geliştirmesi anlaşılması gereken bir tutum.
Irkçılığın olduğu ortamda antisemitizm engellenebilir mi?
Ancak burada iki noktaya dikkat edilmesi gerekiyor.
Birincisi, medyada ve kamuoyunda sıkça antisemitizmden özel olarak İslami bir sorun gibi bahsedilmesi, tüm toplumun bir sorunu olduğunun unutulması, antisemitizm eleştirisi kisvesi altında göçmen ve Müslüman karşıtlığına ve ırkçılığa fırsat tanıyor.
İkinci olarak da örneğin gençler arasında İsrail’e yönelik eleştirilerin Filistin’le dayanışmanın bir ifadesi olarak görülmeyerek onların tepkileri antisemitizm olarak itibarsızlaştırılıyor.
Antisemitizm ciddiye alınması gereken bir sorun ve onunla etkili bir mücadele Alman kurumlarının, siyasetinin ve ana akım medyasının, Filistin halkına sempati duyan ve onlarla dayanışma içinde olduğunu ifade eden protestocuları, sanatçıları ve entelektüelleri baskılamayı bırakmaktan geçiyor.
İlk adım, Yahudi soykırımın sorumluluğunun artık bir tür ahlaki otorite olarak kullanılmaması olabilir. Antisemitizmle mücadele ırkçılıkla mücadelenin bir parçası olmak durumundadır. Araştırmacı Wolfgang Benz’in de işaret etmiş olduğu gibi, ırkçılığın olduğu bir ortamda antisemitizm de engellenemez:
“Azınlıklar değiştirilebilir. Diğerleri de dinleri ya da etnik kökenleri nedeniyle zulüm görebilir ya da ayrımcılığa uğrayabilirler – Müslümanları ve mültecileri düşünün. Öldürülen Yahudiler için yas tutan ama Müslümanlara karşı kışkırtıcılık yapanlar hiçbir şey öğrenmemiştir.“
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 28 Mart 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Antisemitizm kavramı için bkz. Micha Brumlik, Antisemitismus [Antisemitizm], Bonn, 2020 ve Werner Bergman, Geschichte des Antisemitismus [Antisemitizmin Tarihi], München 2016.
[2] Bundesministerium des Inneren, »Antisemitismus in Deutschland – aktuelle Entwicklungen« [Almanya’da Antisemitizm – Güncel Gelişmeler] (Unabhängiger Expertenkreis Antisemitismus [Bağımsız Antisemitizm Uzmanlar Grubu]), Berlin, 2018: 23. Bu bağlamda Antisemitizm Uzmanlar Grubu bu tanımı International Holocaust Rememberance Alliance’dan aldığının altını çizmemiz gerekiyor. Bkz. https://tinyurl.com/2mex2jcc (son erişim: 19.3.2024)
[3] Bkz. Daniel Bax, »Ausweitung der Tabuzone: Antisemitismus-Debatte in Deutschland« [Tabu alanını genişletmek: Almanya’da antisemitizm tartışmaları], taz, 19.3.2024, https://tinyurl.com/3jza76hd (son erişim: 19.3.2024).
[4] Hatta Susan Neiman bu bağlamda bir Alman felsefi “McCarthycilik”ten söz ediyor: “Almanların ülkelerinin suç tarihiyle yüzleşme ve antisemitizmin kökünü kazıma çabaları, uyanıklıktan zengin kültürel yaşamlarını tehdit eden filozofik bir McCarthyciliğe dönüştü.” (Susan Neiman, »Historical Reckoning Gone Haywire«, The New York Review, 19.10.2024, https://tinyurl.com/2j3nw5y6 (son erişim: 19.3.2024). Kudnani ise New Yorker yazarı Masha Gessen ve sanatçı Candice Breitz gibi İsrail’i eleştiren Yahudilerin de hedef alındığını hatırlatarak bu durumu “Siyonist McCarthycilik” olarak adlandırmanın daha doğru olduğunu ileri sürüyor. Bkz. Hans Kundnani, »Zionism Über Alles« [Siyonizm Her Şeyin Üstünde], Dissent, 15.3.2024, https://tinyurl.com/mpz4zc7n (son erişim: 19.3.2024).
[5] Bkz. Hans Kundnani, »Zionism Über Alles«.
[6] Bkz. Hans Kundnani, »Zionism Über Alles«.