Avrupa’da aşırı sağ: Almanya için Alternatif Partisi hangi çizgide duruyor?

Almanya’da aşırı sağcı AfD’nin oyları yüzde 25’e dayanmışken yeni bir göçmen karşıtı parti daha kuruldu. AfD göçmen karşıtlığının yanı sıra, sisteme itirazı, çevre ve ekonomi politikalarıyla da destek topluyor. AfD’nin portresini Doç. Dr. E. Alper Yılmaz yazdı.

Nazi dönemi bir daha yaşanmasın diye kurulan ve görevlerinden biri de aşırılıkçıları izlemek olan Federal Anayasa Koruma Dairesi Başkanlığı’nın eski başkanlarından Hans Georg Maassen, şubat ayında Değerler Birliği adı altında sağ popülist bir parti kurduğunu duyurdu.

Bu tip aşırı sağ partiler, temel olarak göçmen karşıtlığıyla ön plana çıkıyorlarsa da AB’ye karşı olmak, fosil yakıtlara geri dönmek, Euro’ya güvenmemek, anayasayı referanduma sunmak gibi fikirleri de savunuyorlar.

Bu partilerin temelindeyse küreselleşmenin yarattığı ekonomik, kültürel ve politik güvensizlik var.

Mevcut durumundan şikayetçi olan ve gelecek kaygısı içinde yaşayan yerel halkın değişim arzusundan yararlanarak desteklerini artıran partiler, “öteki” olarak gördükleri toplumlara karşı nefret söylemlerini artırdılar, hatta bu tutumlarını bir adım daha ileri götürerek toplumsal şiddet boyutuna ulaşan eylemleri organize ettiler veya dolaylı yoldan desteklediler.

Ülkelerine gelen yabancı göçmenlerin, kendi ulusal refah, ekonomi ve güvenliklerine yönelik potansiyel birer tehdit unsuru olarak görülmesi, aşırı sağ partilerin güç kazanmaları sürecinde kilit bir dinamik oluşturdu.

2017 başında Almanya’nın Koblenz kentinde yapılan “Ulusların ve Avrupa’nın Özgürlüğü” (ENF) grubuna ait toplantı, oldukça ilginç buluşmalara ve ifadelere tanıklık etti. Avrupa Parlamentosu’nda yer alan aşırı sağ partilerden temsilcisi bulunan 9 ülkeden 40’a yakın aşırı sağ temsilcisi bu buluşmaya katıldı. Başını Fransız Front National’den Marie Le Pen’in çektiği toplantıya, Hollanda’dan Geert Wilders, Almanya’dan AfD yönetiminden Frauke Petry ve İtalya’dan Lega Nord’u temsilen Matteo Salvini konuşmacı olarak yer aldılar. Buluşmada varılan sonuç; Avrupa Birliği’nin, Avrupa halkları için baskıcı bir yönetim olduğu, mevcut AB düzeninde artık nihayete gelindiği ve böylece Le Pen önderliğinde yeni bir Avrupa inşasının başlaması yönünde adımların atılmasıydı.[1]

Alman ırkçı partinin yüzde 20-25’e dayanan oyu

Son yıllarda Alman siyasetinin aşırı milliyetçi kanadında da yeni bir siyasi hareket oluşturma çabası ağırlık kazandı, bunun üzerine 2013 yılında “AfD (Almanya için Alternatif Parti)” kuruldu. İlk kurulduğunda ekonomik liberal bir çizgide duran ve Avrupa Birliği karşıtı görünüm veren AfD, süreç içerisinde Neo-nazi söylemleri düstur edinerek ırkçı, radikal ve popülist bir noktaya geldi.

2014 yılında kurulan “PEGIDA” Hareketi (Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) ile de çok sıkı dirsek temasında bulunan AfD, 2013 seçimlerinde %4,7 gibi ciddi bir oy alarak adeta “Aşırı sağ daha ölmedi” mesajı verdi.

2017’de %12,6, 2021’de ise %10,3 oy alarak parlamentoda kendi açısından yüksek sayılabilecek bir sandalye sayısına sahip olan AfD, son kamuoyu yoklamalarında ise %20-25 bandında bir oy oranına erişerek rakiplerinin gözünde epey korku yarattı.

Tersine göç ettirme planı

25 Kasım 2023 tarihinde başkent Berlin yakınlarında bulunan Potsdam kentinde göçmen karşıtı AfD’nin organize ettiği, Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) aşırı sağ kanadından da bazı üst düzey isimlerin, ülkenin ileri gelen doktor, avukat ve iş insanlarının da katıldığı gizli toplantıda, AfD’nin iktidara gelmesi halinde milyonlarca göçmeni sınır dışı etme planları tartışılmıştı.

“Tersine Göç (Remigration) için Ana Plan” temalı toplantıda Avusturyalı aşırı sağcı Martin Sellner’in konuşmasında, Almanya’yı terk etmesi gereken üç göçmen grubu olduğu iddia edilerek bu kişilerin; “sığınmacılar, oturma hakkına sahip olanlar ve asimile olmamış Alman vatandaşları” olduğu vurgulanmıştı. Toplantıda ayrıca Kuzey Afrika’daki isimsiz bir ülkeye 2 milyon göçmeni sınır dışı etme önerisinin tartışılması geniş yankı uyandırmıştı.

Görüşmenin basına sızdırılması üzerine ülkede tartışmalar alevlendi. Berlin başta olmak üzere Köln, Leipzig, Rostock, Essen ve Potsdam kentlerinde sokağa çıkan protestocular ellerindeki pankartlarla ve attıkları sloganlarla AfD politikalarına karşı çıktı. Irkçılığa ve aşırı sağa karşı duruşun bir tezahürü olarak sokaklara dökülen yerli Alman halkı ve göçmenler kol kola girerek, göçmenlerin Almanya’nın çok kültürlü yapısına bir tehdit oluşturmadığının ve karşılıklı uyum içinde yaşanabileceğinin yanı sıra Almanya’nın demokratik ve insan haklarına saygılı bir ülke olmaktan geri adım atmayacağının mesajını tüm dünyaya vermiş oldu.

Peki bu kadar çok tartışılan AfD aslında neyi savunuyor? Neden bu kadar çok tartışılıyor?

Arap Baharı etkisi

AfD’nin son yıllarda en çok üzerinde durduğu konu “göçmen karşıtlığı”. Eski şansölye Angela Merkel’in Arap Baharı sonrası Ortadoğu’dan gelen 1 milyonun üzerinde sığınmacıya kapılarını açması ve “Hoş geldin” politikası yürütmesi, AfD’ye göç konusunda büyük bir koz verdi.

Bu çerçevede Almanya’nın bir göçmen deposuna dönüşmesine şiddetle karşı çıkan parti, genel olarak Avrupa dış sınırlarının tamamen kapatılması, düzensiz göçle mücadelede Almanya’nın sınır kontrollerinin sıklaştırılması, göçmen kamplarının Almanya dışında kurulması, yabancıların ülkelerine dönmesi için finansal yardımların yapılması, İslam’ın Alman toplumunun bir parçası olmasının reddedilmesi ve Müslümanların bazı haklardan mahrum bırakılması gibi politikaları savunuyor.

Kültürel kimlik odaklı endişeler

Almanya’nın nüfusunun halihazırda 22 milyondan fazla göçmene ev sahipliği yapıyor olması ve bu nüfusun her geçen gün artması, AfD üyelerinde Alman kimliğinin, kültürünün ve dilinin bozulacağı endişesi yaratıyor, bu da göçmenleri AfD nezdinde adeta bir nefret objesi haline getiriyor.

AfD, Alman kültürel kimliğinin güvenle korunması ve başka kültürlere karışarak bozulmamasının, ulus devletin en önemli görevi olduğunu savunuyor. Daha önceki dönemlerde “Farklı kültürden yabancıların Almanya’yı istila etmesini istemiyoruz” minvalinde açıklama yapan AfD milletvekilleri, Almanya’nın heterojen yapısının Alman kültürü için ciddi bir tehlike yaratabileceği hususunda kaygılılar. Bu bağlamda AfD, merkezî bir unsur olarak Alman kimliği, Alman dili ve Alman kültürünün muhafaza edilmesi, bu süreçte hükümetin Goethe Enstitüsü gibi kurumlara daha fazla yatırım yapması, Almanya’ya sığınacak kişilerin de Almancayı çok iyi bilmesi ve kamusal alanda yalnızca Almanca konuşması gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla partiye göre göç, sadece Almanya’nın çıkarlarına uygunsa izne tabi olmalı, aksi takdirde yasaklanmalı.

Bunların yanı sıra Almanya’da doğan yabancı uyruklu çocuklara Alman vatandaşlığı verilmemesi, bu sayede suç odaklı çetelerin çocuklarının Alman vatandaşlığını alması engellenmesi, çifte vatandaşlık kanununun değiştirilmesi ve sadece özel durumlarda verilmesi, ülkelerine gelen her bir göçmenin yaşayacağı yere adapte olma ve “öncü kültür”e uyum sağlama sorumluluğu taşıması, mültecilerin oturum izinlerinin kaldırılması ve bu kişilerin geri dönmelerinin sağlanması, aile birleşiminin yasaklanması gibi politikaları savunuyor. Frauke Petry’nin başkan seçilmesiyle birlikte yapmış olduğu, “Alman polisinin ülkeye girmeye çalışan mültecilere gerekirse ateş açabileceği” şeklindeki açıklaması da partinin mültecilere olan acımasız bakış açısını ortaya koyuyor.

Sistem eleştirisi

AfD’nin ön plana çıktığı başat konu göç gibi görünse de, ekonomik ve siyasal konularda da sistem eleştirisi getiriyor.

Parti kurulduğu 2013 yılında Yunanistan gibi borcu yüksek AB üyelerine finansal yardım yapılmasına karşı çıkıyordu. Bu çerçevede AfD’nin yükselişinin en temel nedenlerinden birisi, Alman toplumunda Yunanistan ile ilgili olarak planlanan kurtarma planları ve Euro’ya olan güvenin azalması. Euro ortak para biriminin Almanya içinde ekonomik sorunları tetiklediğini savunan parti, 2021 yılında Euro para biriminden vazgeçilip Alman Markı’na geri dönülmesi yönünde bir önerge vermişti.

Parti, yalnızca parasal anlamda bir kopuşu savunmuyor, aynı zamanda AB’den tamamen ayrılmak yönünde de baskın görüşlere sahip.  Alternatif olarak Almanya’nın ulusal menfaatlerini ön planda tutan ve egemenlik haklarını kısıtlamayacak yeni bir “Avrupa Ekonomik ve Çıkar Topluluğu’ kurulmasından yana tavır alıyor.

Bunun yanı sıra Almanya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde gücü doğrultusunda yer almadığını iddia ederek burada kalıcı koltuğa sahip olması gerektiğini vurguluyor.

Herkes eşit ama Almanlar daha eşit

Evrensel insan hakları noktasında da AfD, tüm insanların eşit olduğu fakat Almanların daha eşit olduğu teorisine inanıyor, bu noktada Hollandalı siyaset bilimci Cas Mudde’nin tanımladığı “yerlicilik” (nativism) kavramı ortaya çıkıyor[2]. Yerlicilik kavramında yerli olmak ırk, etnik grup veya din gibi kültürel unsurlara indirgeniyor.

Parti ileri gelenleri de her ne kadar insan hakları ve demokrasiyi savunduğunu belirtse de çokkültürlülük karşıtı politikaların savunulması partiyi eşitsizlikçi ve yerlici bir temele oturtuyor. Böylelikle manifestosunda da belirtildiği üzere AfD; barışçıl, demokratik ve egemen bir devlette Alman halkı için Batılı Hıristiyan değerlerini, dillerini ve geleneklerini koruyarak egemen ulus devlet olabilmenin gereğini yerine getirmeyi amaçlıyor. Üyelerin her seferinde dile getirdikleri “Almanya, Almanlarındır” söylemleri bu teoriyi bariz biçimde perçinliyor.

Anayasayı referanduma açmak

AfD’nin iç siyasette savunduğu en radikal değişiklik ise önemli kararlarda ve anayasa değişikliğinde referandum yolunu açmak ve katılımcılığı artırmak.

Anayasanın değiştirilemez ilkeleri dışında kalan bütün maddelerinin referandumla değiştirilebilmesini savunan parti, karar vericilerin siyasi elitler değil, bizzat halk olması gerektiği yönünde bir düşünceye sahip. Bu da AfD’nin halkın çıkarlarını önceleyen popülist bir parti olmasından kaynaklanıyor.

Seçkinlere de göçmenler gibi “ötekiler” muamelesi yapıyor ve onları devlet/halk için bir tehdit olarak algılıyor.

Aşırı sağın enerji politikaları

Parti’nin üzerinde ciddiyetle durduğu bir başka konu ise çevresel politikalar. İklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın tek nedeninin karbon emisyonları ve sanayi üretimi olmadığının savunulduğu seçim programında, iktidar olunması durumunda Paris İklim Anlaşması’ndan çıkılacağı beyan ediliyor. Almanya’nın enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için fosil enerji taşıyıcılarına destek verileceği ve nükleer enerjiden de feragat edilmeyeceği açıkça ifade ediliyor.

Sonuç olarak AfD’nin son yıllardaki göçmen karşıtı, Avrupa şüphecisi, popülist halkçı ve üstün Alman kültürü odaklı nativist politikaları ve söylemleri, yalnızca ülkede yaşayan ve mevcut çokkültürlü sistemde siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda geniş haklar elde etmiş milyonlarca göçmene değil, Alman demokrasisi ve hukukuna da zarar verme potansiyeline sahip.

Ancak II. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeler, AB’nin kurucu ülkelerinden olan Almanya’da demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve evrensel insan haklarının devamlılığı için gerekli anayasal güvencelerin oluşturulmasına zemin hazırladı. Bu sebeple ülke içindeki hâlihazırdaki denge ve denetleme mekanizmaları, AfD gibi aşırı sağcı, ırkçı ve popülist tehditleri bertaraf edebilme güç ve kapasitesine sahip, ya da öyle ummak istiyoruz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Für Europas Rechte ist EU die „Unterdrückung derVölker“ https://www.welt.de/politik/deutschland/ article161389721/Fuer-Europas-Rechte-ist-EU-die-Unterdrueckung-der-Voelker.html

[2] Mudde, Cas (2007). Populist Radical Right Parties in Europe, Cambridge: Cambridge University Press.

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Avrupa’da aşırı sağ: Almanya için Alternatif Partisi hangi çizgide duruyor?

Almanya’da aşırı sağcı AfD’nin oyları yüzde 25’e dayanmışken yeni bir göçmen karşıtı parti daha kuruldu. AfD göçmen karşıtlığının yanı sıra, sisteme itirazı, çevre ve ekonomi politikalarıyla da destek topluyor. AfD’nin portresini Doç. Dr. E. Alper Yılmaz yazdı.

Nazi dönemi bir daha yaşanmasın diye kurulan ve görevlerinden biri de aşırılıkçıları izlemek olan Federal Anayasa Koruma Dairesi Başkanlığı’nın eski başkanlarından Hans Georg Maassen, şubat ayında Değerler Birliği adı altında sağ popülist bir parti kurduğunu duyurdu.

Bu tip aşırı sağ partiler, temel olarak göçmen karşıtlığıyla ön plana çıkıyorlarsa da AB’ye karşı olmak, fosil yakıtlara geri dönmek, Euro’ya güvenmemek, anayasayı referanduma sunmak gibi fikirleri de savunuyorlar.

Bu partilerin temelindeyse küreselleşmenin yarattığı ekonomik, kültürel ve politik güvensizlik var.

Mevcut durumundan şikayetçi olan ve gelecek kaygısı içinde yaşayan yerel halkın değişim arzusundan yararlanarak desteklerini artıran partiler, “öteki” olarak gördükleri toplumlara karşı nefret söylemlerini artırdılar, hatta bu tutumlarını bir adım daha ileri götürerek toplumsal şiddet boyutuna ulaşan eylemleri organize ettiler veya dolaylı yoldan desteklediler.

Ülkelerine gelen yabancı göçmenlerin, kendi ulusal refah, ekonomi ve güvenliklerine yönelik potansiyel birer tehdit unsuru olarak görülmesi, aşırı sağ partilerin güç kazanmaları sürecinde kilit bir dinamik oluşturdu.

2017 başında Almanya’nın Koblenz kentinde yapılan “Ulusların ve Avrupa’nın Özgürlüğü” (ENF) grubuna ait toplantı, oldukça ilginç buluşmalara ve ifadelere tanıklık etti. Avrupa Parlamentosu’nda yer alan aşırı sağ partilerden temsilcisi bulunan 9 ülkeden 40’a yakın aşırı sağ temsilcisi bu buluşmaya katıldı. Başını Fransız Front National’den Marie Le Pen’in çektiği toplantıya, Hollanda’dan Geert Wilders, Almanya’dan AfD yönetiminden Frauke Petry ve İtalya’dan Lega Nord’u temsilen Matteo Salvini konuşmacı olarak yer aldılar. Buluşmada varılan sonuç; Avrupa Birliği’nin, Avrupa halkları için baskıcı bir yönetim olduğu, mevcut AB düzeninde artık nihayete gelindiği ve böylece Le Pen önderliğinde yeni bir Avrupa inşasının başlaması yönünde adımların atılmasıydı.[1]

Alman ırkçı partinin yüzde 20-25’e dayanan oyu

Son yıllarda Alman siyasetinin aşırı milliyetçi kanadında da yeni bir siyasi hareket oluşturma çabası ağırlık kazandı, bunun üzerine 2013 yılında “AfD (Almanya için Alternatif Parti)” kuruldu. İlk kurulduğunda ekonomik liberal bir çizgide duran ve Avrupa Birliği karşıtı görünüm veren AfD, süreç içerisinde Neo-nazi söylemleri düstur edinerek ırkçı, radikal ve popülist bir noktaya geldi.

2014 yılında kurulan “PEGIDA” Hareketi (Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) ile de çok sıkı dirsek temasında bulunan AfD, 2013 seçimlerinde %4,7 gibi ciddi bir oy alarak adeta “Aşırı sağ daha ölmedi” mesajı verdi.

2017’de %12,6, 2021’de ise %10,3 oy alarak parlamentoda kendi açısından yüksek sayılabilecek bir sandalye sayısına sahip olan AfD, son kamuoyu yoklamalarında ise %20-25 bandında bir oy oranına erişerek rakiplerinin gözünde epey korku yarattı.

Tersine göç ettirme planı

25 Kasım 2023 tarihinde başkent Berlin yakınlarında bulunan Potsdam kentinde göçmen karşıtı AfD’nin organize ettiği, Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) aşırı sağ kanadından da bazı üst düzey isimlerin, ülkenin ileri gelen doktor, avukat ve iş insanlarının da katıldığı gizli toplantıda, AfD’nin iktidara gelmesi halinde milyonlarca göçmeni sınır dışı etme planları tartışılmıştı.

“Tersine Göç (Remigration) için Ana Plan” temalı toplantıda Avusturyalı aşırı sağcı Martin Sellner’in konuşmasında, Almanya’yı terk etmesi gereken üç göçmen grubu olduğu iddia edilerek bu kişilerin; “sığınmacılar, oturma hakkına sahip olanlar ve asimile olmamış Alman vatandaşları” olduğu vurgulanmıştı. Toplantıda ayrıca Kuzey Afrika’daki isimsiz bir ülkeye 2 milyon göçmeni sınır dışı etme önerisinin tartışılması geniş yankı uyandırmıştı.

Görüşmenin basına sızdırılması üzerine ülkede tartışmalar alevlendi. Berlin başta olmak üzere Köln, Leipzig, Rostock, Essen ve Potsdam kentlerinde sokağa çıkan protestocular ellerindeki pankartlarla ve attıkları sloganlarla AfD politikalarına karşı çıktı. Irkçılığa ve aşırı sağa karşı duruşun bir tezahürü olarak sokaklara dökülen yerli Alman halkı ve göçmenler kol kola girerek, göçmenlerin Almanya’nın çok kültürlü yapısına bir tehdit oluşturmadığının ve karşılıklı uyum içinde yaşanabileceğinin yanı sıra Almanya’nın demokratik ve insan haklarına saygılı bir ülke olmaktan geri adım atmayacağının mesajını tüm dünyaya vermiş oldu.

Peki bu kadar çok tartışılan AfD aslında neyi savunuyor? Neden bu kadar çok tartışılıyor?

Arap Baharı etkisi

AfD’nin son yıllarda en çok üzerinde durduğu konu “göçmen karşıtlığı”. Eski şansölye Angela Merkel’in Arap Baharı sonrası Ortadoğu’dan gelen 1 milyonun üzerinde sığınmacıya kapılarını açması ve “Hoş geldin” politikası yürütmesi, AfD’ye göç konusunda büyük bir koz verdi.

Bu çerçevede Almanya’nın bir göçmen deposuna dönüşmesine şiddetle karşı çıkan parti, genel olarak Avrupa dış sınırlarının tamamen kapatılması, düzensiz göçle mücadelede Almanya’nın sınır kontrollerinin sıklaştırılması, göçmen kamplarının Almanya dışında kurulması, yabancıların ülkelerine dönmesi için finansal yardımların yapılması, İslam’ın Alman toplumunun bir parçası olmasının reddedilmesi ve Müslümanların bazı haklardan mahrum bırakılması gibi politikaları savunuyor.

Kültürel kimlik odaklı endişeler

Almanya’nın nüfusunun halihazırda 22 milyondan fazla göçmene ev sahipliği yapıyor olması ve bu nüfusun her geçen gün artması, AfD üyelerinde Alman kimliğinin, kültürünün ve dilinin bozulacağı endişesi yaratıyor, bu da göçmenleri AfD nezdinde adeta bir nefret objesi haline getiriyor.

AfD, Alman kültürel kimliğinin güvenle korunması ve başka kültürlere karışarak bozulmamasının, ulus devletin en önemli görevi olduğunu savunuyor. Daha önceki dönemlerde “Farklı kültürden yabancıların Almanya’yı istila etmesini istemiyoruz” minvalinde açıklama yapan AfD milletvekilleri, Almanya’nın heterojen yapısının Alman kültürü için ciddi bir tehlike yaratabileceği hususunda kaygılılar. Bu bağlamda AfD, merkezî bir unsur olarak Alman kimliği, Alman dili ve Alman kültürünün muhafaza edilmesi, bu süreçte hükümetin Goethe Enstitüsü gibi kurumlara daha fazla yatırım yapması, Almanya’ya sığınacak kişilerin de Almancayı çok iyi bilmesi ve kamusal alanda yalnızca Almanca konuşması gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla partiye göre göç, sadece Almanya’nın çıkarlarına uygunsa izne tabi olmalı, aksi takdirde yasaklanmalı.

Bunların yanı sıra Almanya’da doğan yabancı uyruklu çocuklara Alman vatandaşlığı verilmemesi, bu sayede suç odaklı çetelerin çocuklarının Alman vatandaşlığını alması engellenmesi, çifte vatandaşlık kanununun değiştirilmesi ve sadece özel durumlarda verilmesi, ülkelerine gelen her bir göçmenin yaşayacağı yere adapte olma ve “öncü kültür”e uyum sağlama sorumluluğu taşıması, mültecilerin oturum izinlerinin kaldırılması ve bu kişilerin geri dönmelerinin sağlanması, aile birleşiminin yasaklanması gibi politikaları savunuyor. Frauke Petry’nin başkan seçilmesiyle birlikte yapmış olduğu, “Alman polisinin ülkeye girmeye çalışan mültecilere gerekirse ateş açabileceği” şeklindeki açıklaması da partinin mültecilere olan acımasız bakış açısını ortaya koyuyor.

Sistem eleştirisi

AfD’nin ön plana çıktığı başat konu göç gibi görünse de, ekonomik ve siyasal konularda da sistem eleştirisi getiriyor.

Parti kurulduğu 2013 yılında Yunanistan gibi borcu yüksek AB üyelerine finansal yardım yapılmasına karşı çıkıyordu. Bu çerçevede AfD’nin yükselişinin en temel nedenlerinden birisi, Alman toplumunda Yunanistan ile ilgili olarak planlanan kurtarma planları ve Euro’ya olan güvenin azalması. Euro ortak para biriminin Almanya içinde ekonomik sorunları tetiklediğini savunan parti, 2021 yılında Euro para biriminden vazgeçilip Alman Markı’na geri dönülmesi yönünde bir önerge vermişti.

Parti, yalnızca parasal anlamda bir kopuşu savunmuyor, aynı zamanda AB’den tamamen ayrılmak yönünde de baskın görüşlere sahip.  Alternatif olarak Almanya’nın ulusal menfaatlerini ön planda tutan ve egemenlik haklarını kısıtlamayacak yeni bir “Avrupa Ekonomik ve Çıkar Topluluğu’ kurulmasından yana tavır alıyor.

Bunun yanı sıra Almanya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde gücü doğrultusunda yer almadığını iddia ederek burada kalıcı koltuğa sahip olması gerektiğini vurguluyor.

Herkes eşit ama Almanlar daha eşit

Evrensel insan hakları noktasında da AfD, tüm insanların eşit olduğu fakat Almanların daha eşit olduğu teorisine inanıyor, bu noktada Hollandalı siyaset bilimci Cas Mudde’nin tanımladığı “yerlicilik” (nativism) kavramı ortaya çıkıyor[2]. Yerlicilik kavramında yerli olmak ırk, etnik grup veya din gibi kültürel unsurlara indirgeniyor.

Parti ileri gelenleri de her ne kadar insan hakları ve demokrasiyi savunduğunu belirtse de çokkültürlülük karşıtı politikaların savunulması partiyi eşitsizlikçi ve yerlici bir temele oturtuyor. Böylelikle manifestosunda da belirtildiği üzere AfD; barışçıl, demokratik ve egemen bir devlette Alman halkı için Batılı Hıristiyan değerlerini, dillerini ve geleneklerini koruyarak egemen ulus devlet olabilmenin gereğini yerine getirmeyi amaçlıyor. Üyelerin her seferinde dile getirdikleri “Almanya, Almanlarındır” söylemleri bu teoriyi bariz biçimde perçinliyor.

Anayasayı referanduma açmak

AfD’nin iç siyasette savunduğu en radikal değişiklik ise önemli kararlarda ve anayasa değişikliğinde referandum yolunu açmak ve katılımcılığı artırmak.

Anayasanın değiştirilemez ilkeleri dışında kalan bütün maddelerinin referandumla değiştirilebilmesini savunan parti, karar vericilerin siyasi elitler değil, bizzat halk olması gerektiği yönünde bir düşünceye sahip. Bu da AfD’nin halkın çıkarlarını önceleyen popülist bir parti olmasından kaynaklanıyor.

Seçkinlere de göçmenler gibi “ötekiler” muamelesi yapıyor ve onları devlet/halk için bir tehdit olarak algılıyor.

Aşırı sağın enerji politikaları

Parti’nin üzerinde ciddiyetle durduğu bir başka konu ise çevresel politikalar. İklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın tek nedeninin karbon emisyonları ve sanayi üretimi olmadığının savunulduğu seçim programında, iktidar olunması durumunda Paris İklim Anlaşması’ndan çıkılacağı beyan ediliyor. Almanya’nın enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için fosil enerji taşıyıcılarına destek verileceği ve nükleer enerjiden de feragat edilmeyeceği açıkça ifade ediliyor.

Sonuç olarak AfD’nin son yıllardaki göçmen karşıtı, Avrupa şüphecisi, popülist halkçı ve üstün Alman kültürü odaklı nativist politikaları ve söylemleri, yalnızca ülkede yaşayan ve mevcut çokkültürlü sistemde siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda geniş haklar elde etmiş milyonlarca göçmene değil, Alman demokrasisi ve hukukuna da zarar verme potansiyeline sahip.

Ancak II. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeler, AB’nin kurucu ülkelerinden olan Almanya’da demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve evrensel insan haklarının devamlılığı için gerekli anayasal güvencelerin oluşturulmasına zemin hazırladı. Bu sebeple ülke içindeki hâlihazırdaki denge ve denetleme mekanizmaları, AfD gibi aşırı sağcı, ırkçı ve popülist tehditleri bertaraf edebilme güç ve kapasitesine sahip, ya da öyle ummak istiyoruz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Für Europas Rechte ist EU die „Unterdrückung derVölker“ https://www.welt.de/politik/deutschland/ article161389721/Fuer-Europas-Rechte-ist-EU-die-Unterdrueckung-der-Voelker.html

[2] Mudde, Cas (2007). Populist Radical Right Parties in Europe, Cambridge: Cambridge University Press.

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x