Avrupa’da sağ popülist partiler neden durdurulamıyor?

Sosyal demokrat partilerin boşalttığı ve çekildiği alanlara, radikal sağ popülist partiler nasıl yerleşti? Neleri vaat ettiler, işçi sınıfı arasında nasıl güçlendiler? Buradan geri dönüş mümkün mü? Prof. Dr. Acar Kutay yazdı.

2023 yılının sürprizlerinden biri de Hollanda’da Kasım ayının sonlarındaki seçimlerde aşırı sağ popülist Geert Wilders’ın seçim zaferiydi, herkeste, her yerde şaşkınlık yarattı.[efn_note]Wilders ve siyasi söylemi üzerine gerek yerel gündemi takip eden yazarlar, gerekse de akademisyenler tarafında kapsamlı analizler yapıldı. Bunlar arasında, Yenal Bilgici’nin yazısı, Kiminin parası kiminin DNA’sı ya da Hollanda Geert Wilders’i neden seçti? (gazeteduvar.com.tr) ve Prof. Dr. Ayhan Kaya’nın analizi Geert Wilders: Seçkinlerin hegemonik iktidarına karşı sıradan insanların sözcüsü olma iddiası – Ayhan Kaya (yeniarayis.com) öne çıkıyor.[/efn_note] Bu seçimler Hollanda dışında da takip ediliyordu; böyle bir partinin seçimlerde en yüksek oyu alması, bu tarz partilerin son dönemde önlenemeyen yükselişiyle ilgili kaygıları da yeniden gündeme getirdi.

Bu kaygıyı paylaşanların aklındaki soruysa ortak: Avrupa’da sağ popülist partiler neden durdurulamıyor?

Zira, bazı yazarlar popülizmin demokrasi için ciddi bir tehdit olduğunu hatta diktatörlüklerin ötesinde ciddi bir sorun oluşturduğunu iddia eder.[efn_note]Nadia Urbinati, Jens-Werner Mueller, ve Andrew Arato ve Jean Cohen popülizmi demokrasi için ciddi bir tehlike olarak tanımlar.[/efn_note] Onlara göre popülizm çağındayız.

Popülizm çağının siyasete üç etkisi

Popülizm çağının siyasete etkisini üç alanda görebiliriz.

İlki, aşırı sağ partilerin seçimlerde oylarını arttırması.

Avrupa genelinde, özellikle Fransa’da Rassemblement National (RN), Avusturya’da Özgürlük Partisi (FPÖ) ve Almanya’da Almanya için Alnernatif (AfD) gibi sağ popülist partiler, seçimlerde önemli bir başarı elde etti. Ayrıca, daha önce sağ popülizmin güçlü olmadığı Portekiz’de Chega ve İspanya’da Voxgibi partilerin ortaya çıkışı, popülizm üzerinden kendini yeniden üreten aşırı sağın yayılma hızı ve potansiyeli ile ilgili endişeleri arttırdı.

Popülizm çağının siyasete ikinci etkisi de sağ popülist partilerin iktidara gelmesi, iktidarlara ortak olması veya hükümetleri dışardan desteklemelerinin yaygınlaşması oldu.

İtalya’da Lega Nord, Avusturya’da FPÖ, Polonya’da Hukuk ve Adalet (PiS), Macaristan’da Fidesz, Danimarka’da Halk Partisi (DF) ve Letonya’da Ulusal İttifak (NA) partileri hükümet kurdu ya da iktidara ortak oldu, veya sağcı azınlık hükümetlerinde resmî işbirliği ortakları olarak yer aldı. İsveç gibi aşırı sağ partilere karşı sert bir izolasyon uygulayan (cordon sanitaire) ana akım siyasi partiler dahi İsveç Demokratları (SD) ile işbirliğine giderek bu uygulamayı terketti.

Bu gelişmelere ek olarak, popülizm çağının üçüncü göstergesi, sağ popülist partilerin göç ve kimlik konuları başta olmak üzere temel siyasi sorunlarla ilgili gündemi ve siyasi karar alma süreçlerini belirlemede etkili olmaya başlaması. Bu partiler göç, milliyetçilik, yerli ve milli kültürün erozyonu ve ekonomik sorunlar gibi meseleleri öne çıkararak siyasette etkili bir rol oynamaya başladı.

Neden destek buluyorlar?

Peki, aşırı sağ popülist partiler neden destek buluyor?

Bu soruyu yanıtlamak için siyaset bilimcilerin öne sürdüğü talep ve arz temelli açıklamalara bakalım.

Talep temelli yaklaşım, halkın beklentileri ya da talepleri çerçevesinde popülizmin yükselişini açıklar. Bu bağlamdaki “talep” terimi, nüfusun önemli bir bölümünün kolektif arzularını, şikâyetlerini ve beklentilerini ifade eder. Ekonomik anlamda bir talebi ima etmez, ancak değişim isteği ve algılanan adaletsizliklere karşı bir tepkiyi ifade eder.

Talep temelli açıklamalar iki ana nedene işaret eder: sosyo-ekonomik sorunlar ve kültürel endişeler.

Bu açıklamalara göre, sosyo-ekonomik sorunlardan kaynaklanan tepkiler, küreselleşme süreci ve refah devletinin neoliberal politikalar sonucunda dönüşümünden olumsuz etkilenen sosyal sınıfların endişelenmeleri sonucu ortaya çıktı.[efn_note]Rodrik, Dani. (2021). “Why does globalization fuel populism? Economics, culture, and the rise of right-wing populism.” Annual Review of Economics 13: 133-170.[/efn_note]

Ekonomik nedenlere odaklanan yazarlara göre serbest ticaret anlaşmaları, sermayenin hareketliliği nedeniyle imalat sektörünün gelişmekte olan ülkelere taşınması ve 2008 finansal krizi gelir ve servet eşitsizliğini derinleştirdi. Bu gelişmelerden olumsuz etkilenen gruplar da tepkilerini kanalize edecek siyasi temsil mekanizmaları arayışına girdi. Eğitim düzeyi, coğrafi dağılım (büyük şehir, kırsal alan, şehir merkezi, kenar mahelleler gibi) ve sosyo-ekonomik durum temelindeki farklılıklar siyasal tutumlar üzerinde etkili oldu. Bazı durumlarda gelecek korkusu, siyasal tutumlar üzerinde mevcut ekonomik durumdan daha etkili oldu.

Kültür temelli yaklaşımlar ise sağ popülizmi çoğunluğun, kültürlerini tehdit altında hissetmesi algısıyla açıklar.[efn_note]Inglehart, Ronald, and Pippa Norris. (2017). “Trump and the populist authoritarian parties: The silent revolution in reverse.” Perspectives on Politics 15, no. 2: 443-454.[/efn_note] Bu görüşe göre, farklı kültürlerden gelen göçmenler ve kozmopolit, çok-kültürcü ve feminist değerlerin yaygınlaşması geleneksel değerleri aşındırır. Dolayısıyla, halk liberal kozmopolit elitleri kültürel değişimin merkezinde gördüğünden, sorunlarını anlayabilen ve kendisini temsil edebilecek siyasi hareketlere ihtiyaç duyar.

Küresel kapitalizmin etkisi

Ne var ki, ekonomi ve kültür temelli açıklamalar birbirinden bağımsız düşünülmemelidir.[efn_note]Berman, Sheri. (2021). “The causes of populism in the west.” Annual Review of Political Science 24: 71-88.[/efn_note] Ekonomik sorunlar doğrudan toplumdaki popülist talebi etkileyebileceği gibi kültür ve kimlik endişelerinin arka planındaki yapısal neden olarak da düşünülebilir.

Popülist tepkiler sosyokültürel şikâyetler yoluyla ifade edilse de kültür bazlı tepkiler artan ekonomik güvensizliğin yansımasıdır. Neoliberalizmin toplumun birçok alanında yol açtığı tahribat, küresel kapitalizmin meşruiyet krizi ve toplumsal dönüşümlerin sınıflar üzerindeki etkisi göze alınmadan yapılan analizler eksik kalır.

Tam istihdam sağlamaya odaklı ekonomik politikalar işçi sınıfının alım gücünü güçlendirmiş ve güvenceli istihdam olanakları yaratmıştı. Neoliberal politalar sonucunda ise işçi sınıfının alım gücü giderek zayıfladı ve emek piyasasında güvenceli sözleşmelerin yerine esnek, geçici ve kısa dönemli istihdam modelleri hâkim olmaya başladı. İşçi sınıfı çocuklarına daha iyi bir gelecek sunma umudunu yitirdi.

Öte yandan, bu süreç kamu hizmetlerini de olumsuz etkiledi. Yakın dönemde yapılan araştırmalar, sosyal yardımlarda ve kamu hizmetlerinde kesintiye gidilen yerlerde sağ popülist partilerin desteklerini arttırdığını gözlemledi.[efn_note]Bu sonuçlar, Catherine de Vries’in araştırma sonuçlarına link de yer alan şu yazısında (https://www.ft.com/content/6b3e2ee0-189e-47f4-95df-375d79dd6266) ve Charlotte Cavaille’in araştırması ile ilgili blog yazısında yer alıyor. (Cavaillé: Far-right parties find favor where immigrants, citizens vie for same public housing in Europe | Gerald R. Ford School of Public Policy (umich.edu).)[/efn_note] Bunun nedeni olarak da sosyal konut gibi desteklere muhtaç olan kesimlerin göçmenleri kamu hizmetlerine erişimde bir tehdit unsuru olarak algıladığını gösterdi. Bu tespit, radikal sağ popülist partilerin refah devletindeki dönüşümü kendi lehlerine çevirmeye başardığını ortaya koyması açısından önemli. Diğer bir ifadeyle, sağ popülist partiler sorunların temeline inmeden kitlelerin öfkesini sorunların kaynağı olarak gördükleri elitlere ve tehdit olarak algıladıkları göçmenlere yöneltir.

Kurumsal yapıların çöküşü

Talep temelli yaklaşımlardan arz temelli açıklamalara geçersek, bu yaklaşıma göre popülist hareketler kurumsal yapının çöküşü veya dönüşümünün emaresi olarak görülür. Bunun nedenleri arasında Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin demokratik katılıma etkisi, teknokrasinin güçlenmesi ve ana akım kitle partilerinin gerilemesi gibi faktörler bulunur.

Arz odaklı açıklamalar, merkez partiler ve siyasi kurumların vatandaşlardan gelen tepkilere ve taleplere yanıt verme konusundaki isteksizliğini veya yetersizliğini vurgular.

Açacak olursak, ana akım partiler halkın taleplerini tanımada yetersiz kaldı. Bu yüzden seçmen kitleleri, seslerinin yeterince duyulmadığını ve temel sorunlara çare olamayacağını düşündü. Sorunların temel kaynağı olarak gördüğü liberal elitleri karşısına aldı ve halkın gerçek sorunlarını göz ardı ettiklerini düşündüğü ana akım ve merkezi partilerden umudu kesti. Bu durum temsiliyet sorununa neden oldu. Sonuçta statüko karşıtı veya sistem karşıtı partiler ya da akımlar cazibe merkezi oldu.

Batı Avrupa’daki popülist partilerin statüko karşıtlığının önemli bir unsuru, Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin ulusal demokrasileri olumsuz etkilemesidir. Popülistler, AB derinleşme sürecini ulusal egemenliğin ya da kontrolün AB’ye ve ulusustü güç odaklarına kaybedilmesi olarak tanımlar.

Siyasal partilerin dönüşümü

Bu çerçevede siyasal partilerin dönüşümü ve kitleler ile bağlantısının kopmasının popülizme etkisine de değinmeliyiz.

Siyaset bilimin önemli isimlerinden Peter Mair, Avrupa’daki siyasal partilerin kitle partisinden kartel partisine dönüştüğünü öne sürer.[efn_note]Mair, Peter. (2013). Ruling the void: The hollowing of Western democracy. New York: Verso.[/efn_note] Bunun en önemli nedenlerinden biri, partilerin siyasi sistemden nemalandıkları için kitlelerin talep ve tepkilerini organize etmek yerine kurumsal yapıyla özdeşleşmesidir. Kartelleşen partiler, 1990 sonrasında temsil kabiliyetlerini kaybettiğinden, parti üyelikleri ve siyası katılım giderek azalır.

Kitle partilerinin işlevini yitirmesi ve siyasi temsil krizine ek olarak, siyasi karar alma ve uygulama süreçleri uzmanlar tarafından idare edilebilecek teknokratik bir eyleme dönüşür. Bazı yazarlar bu durumu post-demokrasi (Colin Crouch) veya post-politikanın (Chantal Mouffe) yaygınlaşması olarak açıklar. Bu kavramların işaret ettiği sorun şudur: Demokrasinin önemli ve gerekli unsurları vardır. Bunların başında, kitlesel partiler, ideolojik rekabet ve farklı grupların çıkar ve taleplerinin siyasal partiler ve örgütler vasıtasıyla temsili gelir. Ancak, 1990 sonrasında siyaset farklı bir politik rasyoneliteye ve organizyon modeline göre şekillenir. Neoliberalizm ve teknokratik yönetim modelleri karar alma ve uygulama süreçlerini dönüştürür. Siyasal hareketlerin rekabeti ve siyasi mücadelesi yerine uzman görüşü, kamusal yarar yerine de piyasa mantığı hâkim olmaya başlar.

Sosyal demokrat partiler neoliberal politikaların bizzat uygulayıcısı (Tony Blair örneği) ya da destekçisi olduklarından, bu politikalar yüzünden olumsuz etkilenen işçi sınıfını ve küreselleşme sürecinin kaybedenlerini organize etmekte zorlanır. Bu kesimler de başka adres aramaya başlar.

Sağ popülist partilerin stratejileri

Yapısal dönüşümler sırasında aşırı sağ popülist partilerin stratejileri de desteklerinin arttırmasında etkilidir.

Bir yandan neo-faşist partiler biyolojik hiyerarşiye dayanan ırkçılık anlayışından yabancı düşmanlığı ve milliyetçiliğe yöneldiler. Öte yandan, 1970 ve 1980’de neoliberal politikaları savunan partiler, refah devletini ve gelir dağıtımında adaleti savunmaya başladı. Ancak, altını çizmemiz gereken, sağ popülist partilerin, refahı milletin ana unsuru olarak gördükleri hâkim etnik gruba dağıtmayı savunmaları. Diğer bir ifadeyle, refah devleti şovenizmi diye de tanımlanan bu tutum sosyal taleplerle milliyetçi tepkileri bir araya getirir. Sosyal demokrat partilerin boşalttığı ve çekildiği alanlara, radikal sağ popülist partiler yerleşir.

Ayrıca, 1990 sonrasında neoliberal hegemonya altında muhafazakâr sağ ve merkez partiler aşırı sağın söylemlerini devşirmeye başlayınca aralarındaki ideolojik makas kapandı. Sınıf çatışmasını ve sağ-sol arasındaki ideolojik mücadeleyi inkâr eden, dolaysıyla siyasetin temel yapı taşlarını yok sayan radikal bir merkez ortaya çıktı.  Zira, popülist partiler radikal merkezin pasifize ettiği siyasal alanı ve siyasal çatışma hatlarını (antagonizma) yabancı düşmanlığı ve refah şovenizmi üzerinden aktive etti. Bu da demokrasiler için tehdit oluşturmaya başladı.

İyi halk yozlaşmış elit mi?

Bazı yazarlar, popülizmi iyi halk ve yozlaşmış elit arasındaki çatışma üzerinden kurulan ‘zayıf’ bir ideolji olarak görse de asıl tehlike aşırı sağın mobilize ettiği otoriter, çoğulculuk karşıtı ve toplum içindeki hiyerarşileri yeniden üreten ‘güçlü’ ideolojilerdir.

Bu yüzden zayıf ideoloji tanımı merkez partiler ve aşırı sağın birbirine söylemsel düzlemde yakınlaşması göz ardı edebilir. Nitekim, muhafazakâr elitler popülist partilerle işbirliği yaparak ve onların politika pozisyonlarını benimseyerek sağ popülist partilerin savunduğu söylemleri meşrulaştırdı. Merkez partilerin popülist söylemi benimsemesi de radikal fikirlerin toplumda yaygınlaşmasına ve daha geniş bir destek bulmasına neden oldu.

Popülizm demokrasi düzeltebilir mi?

Buraya kadar aşırı sağ popülizmine değindim. Eleştirel teori içinden popülizmi değerlendiren yazarlar ise popülizmi “demokrasi için düzeltici bir güç” olarak görüyor. Yazıyı bu tartışmalara değinerek bitirmek istiyorum.

Sağ ve sol popülist hareketler, özellikle Batı Avrupa’da ve ABD’de küreselleşme ve neoliberalizmin yıkıcı etkilerinin teşhisinde benzer faktörlere işaret eder. Ayrıca ulus ötesi kurumlarla paylaşılan popüler egemenliğin geri kazanılması ve sosyal devlet mekanizmaları ve kamu hizmetlerinin ihyası taahhüdünde benzerlikler olabilir. Ancak, sağ popülist hareketler bu talepleri çatışan değerler ve yerlicilik süzgecinden geçirir. Bu nedenle sağ popülist hareketler, işçi sınıfını ve kürelleşme mağdurlarını mobilize edebilmek için sosyal demokrasi ve sol hareketlerin değerlerine atıfta bulunsa da sağ popülizmin sosyal adalet tahayyülü refah şovenizmine takabül eder.

Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Nancy Fraser ve Anton Jæger & Arthur Boriello gibi yazarlar ise popülist hareketleri güç yapılarına meydan okuyan, bu sayede özgürleştirici toplumsal değişim getirebilecek bir potansiyel olarak görür. Ancak bu yazarlar radikal sağ ve demokratik sol popülist hareketler arasında ayrım yapar.

Ortak olarak popülist hareketler, elitler ve halk arasındaki ayrışma, çatışmaya işaret etse de, sağ ve sol popülizmin tahayyül ettiği halk kavramı farklıdır. Sağ popülist hareketler; yabancı düşmanlığı, otoriter toplum, göç karşıtlığı ve kültürel homojenlik üzerinden etno-milliyetçi bir etno-demokrasi (çoğunluğu oluşturan etnik grubun hâkimiyeti) taahhüdünde bulunur.

Sol popülist hareketler ise daha kapsayıcı bir halk tanımı öne sürer; farklı grupların demokratik taleplerini halk kavramı etrafında demokratik özneye dönüştürmeye odaklanır. Sol hareketlerin demokratik popülizmi işçi sınıfının, azınlıkların ve feminist grupların farklı demokratik taleplerini halk kavramı içerisinde ortak sosyo politik değişim hedefine yönlendirmeye çalışır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

Acar Kutay
Acar Kutay
Prof. Dr. Acar Kutay – Norveç Molde Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak çalışıyor. Öncesinde, Norveç, İsveç, KKTC ve Danimarka’da araştırmacı olarak çalıştı. Kutay, 2020’de ailesi ile birlikte Türkiye’ye dönüş yapmaya karar verdi. Ancak, kadro bulmakta zorlandı. Toplum ve siyaset kuramları üzerine çalışan Kutay’ın sivil toplum örgütleri ve yönetişim üzerine yayınlanmış eserleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Avrupa’da sağ popülist partiler neden durdurulamıyor?

Sosyal demokrat partilerin boşalttığı ve çekildiği alanlara, radikal sağ popülist partiler nasıl yerleşti? Neleri vaat ettiler, işçi sınıfı arasında nasıl güçlendiler? Buradan geri dönüş mümkün mü? Prof. Dr. Acar Kutay yazdı.

2023 yılının sürprizlerinden biri de Hollanda’da Kasım ayının sonlarındaki seçimlerde aşırı sağ popülist Geert Wilders’ın seçim zaferiydi, herkeste, her yerde şaşkınlık yarattı.[efn_note]Wilders ve siyasi söylemi üzerine gerek yerel gündemi takip eden yazarlar, gerekse de akademisyenler tarafında kapsamlı analizler yapıldı. Bunlar arasında, Yenal Bilgici’nin yazısı, Kiminin parası kiminin DNA’sı ya da Hollanda Geert Wilders’i neden seçti? (gazeteduvar.com.tr) ve Prof. Dr. Ayhan Kaya’nın analizi Geert Wilders: Seçkinlerin hegemonik iktidarına karşı sıradan insanların sözcüsü olma iddiası – Ayhan Kaya (yeniarayis.com) öne çıkıyor.[/efn_note] Bu seçimler Hollanda dışında da takip ediliyordu; böyle bir partinin seçimlerde en yüksek oyu alması, bu tarz partilerin son dönemde önlenemeyen yükselişiyle ilgili kaygıları da yeniden gündeme getirdi.

Bu kaygıyı paylaşanların aklındaki soruysa ortak: Avrupa’da sağ popülist partiler neden durdurulamıyor?

Zira, bazı yazarlar popülizmin demokrasi için ciddi bir tehdit olduğunu hatta diktatörlüklerin ötesinde ciddi bir sorun oluşturduğunu iddia eder.[efn_note]Nadia Urbinati, Jens-Werner Mueller, ve Andrew Arato ve Jean Cohen popülizmi demokrasi için ciddi bir tehlike olarak tanımlar.[/efn_note] Onlara göre popülizm çağındayız.

Popülizm çağının siyasete üç etkisi

Popülizm çağının siyasete etkisini üç alanda görebiliriz.

İlki, aşırı sağ partilerin seçimlerde oylarını arttırması.

Avrupa genelinde, özellikle Fransa’da Rassemblement National (RN), Avusturya’da Özgürlük Partisi (FPÖ) ve Almanya’da Almanya için Alnernatif (AfD) gibi sağ popülist partiler, seçimlerde önemli bir başarı elde etti. Ayrıca, daha önce sağ popülizmin güçlü olmadığı Portekiz’de Chega ve İspanya’da Voxgibi partilerin ortaya çıkışı, popülizm üzerinden kendini yeniden üreten aşırı sağın yayılma hızı ve potansiyeli ile ilgili endişeleri arttırdı.

Popülizm çağının siyasete ikinci etkisi de sağ popülist partilerin iktidara gelmesi, iktidarlara ortak olması veya hükümetleri dışardan desteklemelerinin yaygınlaşması oldu.

İtalya’da Lega Nord, Avusturya’da FPÖ, Polonya’da Hukuk ve Adalet (PiS), Macaristan’da Fidesz, Danimarka’da Halk Partisi (DF) ve Letonya’da Ulusal İttifak (NA) partileri hükümet kurdu ya da iktidara ortak oldu, veya sağcı azınlık hükümetlerinde resmî işbirliği ortakları olarak yer aldı. İsveç gibi aşırı sağ partilere karşı sert bir izolasyon uygulayan (cordon sanitaire) ana akım siyasi partiler dahi İsveç Demokratları (SD) ile işbirliğine giderek bu uygulamayı terketti.

Bu gelişmelere ek olarak, popülizm çağının üçüncü göstergesi, sağ popülist partilerin göç ve kimlik konuları başta olmak üzere temel siyasi sorunlarla ilgili gündemi ve siyasi karar alma süreçlerini belirlemede etkili olmaya başlaması. Bu partiler göç, milliyetçilik, yerli ve milli kültürün erozyonu ve ekonomik sorunlar gibi meseleleri öne çıkararak siyasette etkili bir rol oynamaya başladı.

Neden destek buluyorlar?

Peki, aşırı sağ popülist partiler neden destek buluyor?

Bu soruyu yanıtlamak için siyaset bilimcilerin öne sürdüğü talep ve arz temelli açıklamalara bakalım.

Talep temelli yaklaşım, halkın beklentileri ya da talepleri çerçevesinde popülizmin yükselişini açıklar. Bu bağlamdaki “talep” terimi, nüfusun önemli bir bölümünün kolektif arzularını, şikâyetlerini ve beklentilerini ifade eder. Ekonomik anlamda bir talebi ima etmez, ancak değişim isteği ve algılanan adaletsizliklere karşı bir tepkiyi ifade eder.

Talep temelli açıklamalar iki ana nedene işaret eder: sosyo-ekonomik sorunlar ve kültürel endişeler.

Bu açıklamalara göre, sosyo-ekonomik sorunlardan kaynaklanan tepkiler, küreselleşme süreci ve refah devletinin neoliberal politikalar sonucunda dönüşümünden olumsuz etkilenen sosyal sınıfların endişelenmeleri sonucu ortaya çıktı.[efn_note]Rodrik, Dani. (2021). “Why does globalization fuel populism? Economics, culture, and the rise of right-wing populism.” Annual Review of Economics 13: 133-170.[/efn_note]

Ekonomik nedenlere odaklanan yazarlara göre serbest ticaret anlaşmaları, sermayenin hareketliliği nedeniyle imalat sektörünün gelişmekte olan ülkelere taşınması ve 2008 finansal krizi gelir ve servet eşitsizliğini derinleştirdi. Bu gelişmelerden olumsuz etkilenen gruplar da tepkilerini kanalize edecek siyasi temsil mekanizmaları arayışına girdi. Eğitim düzeyi, coğrafi dağılım (büyük şehir, kırsal alan, şehir merkezi, kenar mahelleler gibi) ve sosyo-ekonomik durum temelindeki farklılıklar siyasal tutumlar üzerinde etkili oldu. Bazı durumlarda gelecek korkusu, siyasal tutumlar üzerinde mevcut ekonomik durumdan daha etkili oldu.

Kültür temelli yaklaşımlar ise sağ popülizmi çoğunluğun, kültürlerini tehdit altında hissetmesi algısıyla açıklar.[efn_note]Inglehart, Ronald, and Pippa Norris. (2017). “Trump and the populist authoritarian parties: The silent revolution in reverse.” Perspectives on Politics 15, no. 2: 443-454.[/efn_note] Bu görüşe göre, farklı kültürlerden gelen göçmenler ve kozmopolit, çok-kültürcü ve feminist değerlerin yaygınlaşması geleneksel değerleri aşındırır. Dolayısıyla, halk liberal kozmopolit elitleri kültürel değişimin merkezinde gördüğünden, sorunlarını anlayabilen ve kendisini temsil edebilecek siyasi hareketlere ihtiyaç duyar.

Küresel kapitalizmin etkisi

Ne var ki, ekonomi ve kültür temelli açıklamalar birbirinden bağımsız düşünülmemelidir.[efn_note]Berman, Sheri. (2021). “The causes of populism in the west.” Annual Review of Political Science 24: 71-88.[/efn_note] Ekonomik sorunlar doğrudan toplumdaki popülist talebi etkileyebileceği gibi kültür ve kimlik endişelerinin arka planındaki yapısal neden olarak da düşünülebilir.

Popülist tepkiler sosyokültürel şikâyetler yoluyla ifade edilse de kültür bazlı tepkiler artan ekonomik güvensizliğin yansımasıdır. Neoliberalizmin toplumun birçok alanında yol açtığı tahribat, küresel kapitalizmin meşruiyet krizi ve toplumsal dönüşümlerin sınıflar üzerindeki etkisi göze alınmadan yapılan analizler eksik kalır.

Tam istihdam sağlamaya odaklı ekonomik politikalar işçi sınıfının alım gücünü güçlendirmiş ve güvenceli istihdam olanakları yaratmıştı. Neoliberal politalar sonucunda ise işçi sınıfının alım gücü giderek zayıfladı ve emek piyasasında güvenceli sözleşmelerin yerine esnek, geçici ve kısa dönemli istihdam modelleri hâkim olmaya başladı. İşçi sınıfı çocuklarına daha iyi bir gelecek sunma umudunu yitirdi.

Öte yandan, bu süreç kamu hizmetlerini de olumsuz etkiledi. Yakın dönemde yapılan araştırmalar, sosyal yardımlarda ve kamu hizmetlerinde kesintiye gidilen yerlerde sağ popülist partilerin desteklerini arttırdığını gözlemledi.[efn_note]Bu sonuçlar, Catherine de Vries’in araştırma sonuçlarına link de yer alan şu yazısında (https://www.ft.com/content/6b3e2ee0-189e-47f4-95df-375d79dd6266) ve Charlotte Cavaille’in araştırması ile ilgili blog yazısında yer alıyor. (Cavaillé: Far-right parties find favor where immigrants, citizens vie for same public housing in Europe | Gerald R. Ford School of Public Policy (umich.edu).)[/efn_note] Bunun nedeni olarak da sosyal konut gibi desteklere muhtaç olan kesimlerin göçmenleri kamu hizmetlerine erişimde bir tehdit unsuru olarak algıladığını gösterdi. Bu tespit, radikal sağ popülist partilerin refah devletindeki dönüşümü kendi lehlerine çevirmeye başardığını ortaya koyması açısından önemli. Diğer bir ifadeyle, sağ popülist partiler sorunların temeline inmeden kitlelerin öfkesini sorunların kaynağı olarak gördükleri elitlere ve tehdit olarak algıladıkları göçmenlere yöneltir.

Kurumsal yapıların çöküşü

Talep temelli yaklaşımlardan arz temelli açıklamalara geçersek, bu yaklaşıma göre popülist hareketler kurumsal yapının çöküşü veya dönüşümünün emaresi olarak görülür. Bunun nedenleri arasında Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin demokratik katılıma etkisi, teknokrasinin güçlenmesi ve ana akım kitle partilerinin gerilemesi gibi faktörler bulunur.

Arz odaklı açıklamalar, merkez partiler ve siyasi kurumların vatandaşlardan gelen tepkilere ve taleplere yanıt verme konusundaki isteksizliğini veya yetersizliğini vurgular.

Açacak olursak, ana akım partiler halkın taleplerini tanımada yetersiz kaldı. Bu yüzden seçmen kitleleri, seslerinin yeterince duyulmadığını ve temel sorunlara çare olamayacağını düşündü. Sorunların temel kaynağı olarak gördüğü liberal elitleri karşısına aldı ve halkın gerçek sorunlarını göz ardı ettiklerini düşündüğü ana akım ve merkezi partilerden umudu kesti. Bu durum temsiliyet sorununa neden oldu. Sonuçta statüko karşıtı veya sistem karşıtı partiler ya da akımlar cazibe merkezi oldu.

Batı Avrupa’daki popülist partilerin statüko karşıtlığının önemli bir unsuru, Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin ulusal demokrasileri olumsuz etkilemesidir. Popülistler, AB derinleşme sürecini ulusal egemenliğin ya da kontrolün AB’ye ve ulusustü güç odaklarına kaybedilmesi olarak tanımlar.

Siyasal partilerin dönüşümü

Bu çerçevede siyasal partilerin dönüşümü ve kitleler ile bağlantısının kopmasının popülizme etkisine de değinmeliyiz.

Siyaset bilimin önemli isimlerinden Peter Mair, Avrupa’daki siyasal partilerin kitle partisinden kartel partisine dönüştüğünü öne sürer.[efn_note]Mair, Peter. (2013). Ruling the void: The hollowing of Western democracy. New York: Verso.[/efn_note] Bunun en önemli nedenlerinden biri, partilerin siyasi sistemden nemalandıkları için kitlelerin talep ve tepkilerini organize etmek yerine kurumsal yapıyla özdeşleşmesidir. Kartelleşen partiler, 1990 sonrasında temsil kabiliyetlerini kaybettiğinden, parti üyelikleri ve siyası katılım giderek azalır.

Kitle partilerinin işlevini yitirmesi ve siyasi temsil krizine ek olarak, siyasi karar alma ve uygulama süreçleri uzmanlar tarafından idare edilebilecek teknokratik bir eyleme dönüşür. Bazı yazarlar bu durumu post-demokrasi (Colin Crouch) veya post-politikanın (Chantal Mouffe) yaygınlaşması olarak açıklar. Bu kavramların işaret ettiği sorun şudur: Demokrasinin önemli ve gerekli unsurları vardır. Bunların başında, kitlesel partiler, ideolojik rekabet ve farklı grupların çıkar ve taleplerinin siyasal partiler ve örgütler vasıtasıyla temsili gelir. Ancak, 1990 sonrasında siyaset farklı bir politik rasyoneliteye ve organizyon modeline göre şekillenir. Neoliberalizm ve teknokratik yönetim modelleri karar alma ve uygulama süreçlerini dönüştürür. Siyasal hareketlerin rekabeti ve siyasi mücadelesi yerine uzman görüşü, kamusal yarar yerine de piyasa mantığı hâkim olmaya başlar.

Sosyal demokrat partiler neoliberal politikaların bizzat uygulayıcısı (Tony Blair örneği) ya da destekçisi olduklarından, bu politikalar yüzünden olumsuz etkilenen işçi sınıfını ve küreselleşme sürecinin kaybedenlerini organize etmekte zorlanır. Bu kesimler de başka adres aramaya başlar.

Sağ popülist partilerin stratejileri

Yapısal dönüşümler sırasında aşırı sağ popülist partilerin stratejileri de desteklerinin arttırmasında etkilidir.

Bir yandan neo-faşist partiler biyolojik hiyerarşiye dayanan ırkçılık anlayışından yabancı düşmanlığı ve milliyetçiliğe yöneldiler. Öte yandan, 1970 ve 1980’de neoliberal politikaları savunan partiler, refah devletini ve gelir dağıtımında adaleti savunmaya başladı. Ancak, altını çizmemiz gereken, sağ popülist partilerin, refahı milletin ana unsuru olarak gördükleri hâkim etnik gruba dağıtmayı savunmaları. Diğer bir ifadeyle, refah devleti şovenizmi diye de tanımlanan bu tutum sosyal taleplerle milliyetçi tepkileri bir araya getirir. Sosyal demokrat partilerin boşalttığı ve çekildiği alanlara, radikal sağ popülist partiler yerleşir.

Ayrıca, 1990 sonrasında neoliberal hegemonya altında muhafazakâr sağ ve merkez partiler aşırı sağın söylemlerini devşirmeye başlayınca aralarındaki ideolojik makas kapandı. Sınıf çatışmasını ve sağ-sol arasındaki ideolojik mücadeleyi inkâr eden, dolaysıyla siyasetin temel yapı taşlarını yok sayan radikal bir merkez ortaya çıktı.  Zira, popülist partiler radikal merkezin pasifize ettiği siyasal alanı ve siyasal çatışma hatlarını (antagonizma) yabancı düşmanlığı ve refah şovenizmi üzerinden aktive etti. Bu da demokrasiler için tehdit oluşturmaya başladı.

İyi halk yozlaşmış elit mi?

Bazı yazarlar, popülizmi iyi halk ve yozlaşmış elit arasındaki çatışma üzerinden kurulan ‘zayıf’ bir ideolji olarak görse de asıl tehlike aşırı sağın mobilize ettiği otoriter, çoğulculuk karşıtı ve toplum içindeki hiyerarşileri yeniden üreten ‘güçlü’ ideolojilerdir.

Bu yüzden zayıf ideoloji tanımı merkez partiler ve aşırı sağın birbirine söylemsel düzlemde yakınlaşması göz ardı edebilir. Nitekim, muhafazakâr elitler popülist partilerle işbirliği yaparak ve onların politika pozisyonlarını benimseyerek sağ popülist partilerin savunduğu söylemleri meşrulaştırdı. Merkez partilerin popülist söylemi benimsemesi de radikal fikirlerin toplumda yaygınlaşmasına ve daha geniş bir destek bulmasına neden oldu.

Popülizm demokrasi düzeltebilir mi?

Buraya kadar aşırı sağ popülizmine değindim. Eleştirel teori içinden popülizmi değerlendiren yazarlar ise popülizmi “demokrasi için düzeltici bir güç” olarak görüyor. Yazıyı bu tartışmalara değinerek bitirmek istiyorum.

Sağ ve sol popülist hareketler, özellikle Batı Avrupa’da ve ABD’de küreselleşme ve neoliberalizmin yıkıcı etkilerinin teşhisinde benzer faktörlere işaret eder. Ayrıca ulus ötesi kurumlarla paylaşılan popüler egemenliğin geri kazanılması ve sosyal devlet mekanizmaları ve kamu hizmetlerinin ihyası taahhüdünde benzerlikler olabilir. Ancak, sağ popülist hareketler bu talepleri çatışan değerler ve yerlicilik süzgecinden geçirir. Bu nedenle sağ popülist hareketler, işçi sınıfını ve kürelleşme mağdurlarını mobilize edebilmek için sosyal demokrasi ve sol hareketlerin değerlerine atıfta bulunsa da sağ popülizmin sosyal adalet tahayyülü refah şovenizmine takabül eder.

Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Nancy Fraser ve Anton Jæger & Arthur Boriello gibi yazarlar ise popülist hareketleri güç yapılarına meydan okuyan, bu sayede özgürleştirici toplumsal değişim getirebilecek bir potansiyel olarak görür. Ancak bu yazarlar radikal sağ ve demokratik sol popülist hareketler arasında ayrım yapar.

Ortak olarak popülist hareketler, elitler ve halk arasındaki ayrışma, çatışmaya işaret etse de, sağ ve sol popülizmin tahayyül ettiği halk kavramı farklıdır. Sağ popülist hareketler; yabancı düşmanlığı, otoriter toplum, göç karşıtlığı ve kültürel homojenlik üzerinden etno-milliyetçi bir etno-demokrasi (çoğunluğu oluşturan etnik grubun hâkimiyeti) taahhüdünde bulunur.

Sol popülist hareketler ise daha kapsayıcı bir halk tanımı öne sürer; farklı grupların demokratik taleplerini halk kavramı etrafında demokratik özneye dönüştürmeye odaklanır. Sol hareketlerin demokratik popülizmi işçi sınıfının, azınlıkların ve feminist grupların farklı demokratik taleplerini halk kavramı içerisinde ortak sosyo politik değişim hedefine yönlendirmeye çalışır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

Acar Kutay
Acar Kutay
Prof. Dr. Acar Kutay – Norveç Molde Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak çalışıyor. Öncesinde, Norveç, İsveç, KKTC ve Danimarka’da araştırmacı olarak çalıştı. Kutay, 2020’de ailesi ile birlikte Türkiye’ye dönüş yapmaya karar verdi. Ancak, kadro bulmakta zorlandı. Toplum ve siyaset kuramları üzerine çalışan Kutay’ın sivil toplum örgütleri ve yönetişim üzerine yayınlanmış eserleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x