Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Ermenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biridir. Tanımanın yürürlüğe girmesi için imzalanması gereken protokolün müzakerelerine de hemen başlamıştır. Ancak Yukarı Karabağ’ın ve etrafındaki Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali protokolün imzasını engellemiş, Türkiye, misilleme olarak da Kars Sınır Kapısı’nı kapatmıştır.
Ermeni vatandaşlarının Türkiye’de çalışmalarına göz yumulması/izin verilmesi, İstanbul-Erivan havayolunun açık tutulması gibi Türkiye’nin yaptığı jestler Ermenistan’ın tutumunda bir değişiklik yaratmamıştır. Aradaki müzakereler zaman zaman kesilse de Türkiye’nin gayreti ile gayriresmî olarak sürdürülmeye çalışılmış, ancak gene de tatmin edici bir sonuç alınamamıştır. Türk yöneticileri buna rağmen Türkiye ile Ermenistan ilişkilerini normalleştirme yolundaki gayretlerini sürdürmüşler hatta bunu kişisel mesele, amaç olarak görmüşlerdir.
2009 Protokolleri niye yürürlüğe giremedi?
İlişkilerin normalleşmesi için 2009 yılında yeni bir hamle yapılmış, İsviçre’nin arabuluculuğunda ve Rusya ile Amerika Birleşik Devletleri’nin himayesinde, gizli müzakere edilen bir süreç yürütülmüştür. Bu müzakerelerin sonucunda diplomatik ilişki kurulması ve ilişkilerin geliştirilmesini öngören iki Protokol 10 Ekim 2009 tarihinde Zürih’de imzalanmıştır.
Daha imzalar atılmadan müzakerelerin seyri hakkında haberdar olan bazı Türk diplomatları protokollerin zamanlamasına ve amacına karşı çıkmışlarsa da bir etkileri olmamış, imzalar atılmıştır.
Türkiye’nin beklentisinin ikili ilişkileri düzenleyen protokollerin sonuçlandırılması ile Karabağ ve işgal altındaki Azerbaycan toprakları sorununun çözümü yolunda adım atılması olmasına rağmen, bu konuda bir ilerleme kaydedilememiştir. Eleştirenler ise kendini güçlü hisseden Ermenistan’ın arazide hiçbir taviz vermeyeceğini, bölgede çözüm sürecinin ancak Azerbaycan’ın askerî bir galibiyetinden sonra başlayabileceğini öne sürmüşlerdir. Dolayısı ile imzalanan 2009 Zürih protokolleri de ölü doğmuştur.
Burada bir parantez açarak protokollere ilişkin Türkiye’nin politikasından söz etmek gerekir. Azerbaycan ile Ermenistan ilişkilerinde bir ilerleme -yani toprak iadesi- olduğu takdirde Türkiye sınırı açacak ve normalleşme başlayacak. Bunun da diasporanın aleyhimizdeki faaliyetlerini önlemekte olumlu etkisi olacak.
Bu yaklaşımın zayıf noktaları ise şöyle özetlenebilir: Diaspora ile Ermenistan’ın dinamikleri ayrıdır. Ermenistan, Türkiye’den gelen her teşebbüsü zaaf olarak görür. Tarihi toprakları saydığı ve kolayca elde ettiği araziyi terk etmez.
Karabağ zaferinden sonra
30 yıldan fazla ateşkes halinde devam eden Ermenistan – Azerbaycan Savaşı, 2020 ve 2023 Ekim askerî harekatları ile Azerbaycan’ın zaferi ile sonuçlanmıştır. Şu anda iki devlet arasında oluşan sınır 1991 Aralık ayında tüm yeni bağımsız Sovyet Cumhuriyetleri tarafından Almatı’da kabul edilen SSCB “Federe Cumhuriyet sınırları bir değişikliğe uğramadan yeni bağımsız devlet sınırlarını teşkil edecektir” ilkesine uygundur. Dolayısıyla meşru hukuki dayanağı vardır. Bu ilke zaten Gürcistan ve Ukrayna hariç bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri için hâlâ geçerlidir. Ermenistan’ın mevcut liderliği de bu sınırları yeniden tanıyarak barışa hazır olduğunu ifade etmiştir. İki ülke tarihlerinde barışa bu kadar yakın olmamışlardır.
Ermenistan Başbakanı Paşinyan, kendisinden önce barışa en yakın Ermeni lider olan Der Petrosyan’dan farklı olarak barış sürecinde Türkiye ile Azerbaycan’ı tek muhatap olarak görmektedir. Bu isabetli bir yaklaşımdır. Zira bazıları ne kadar ayırmaya çalışırsa çalışsın Azerbaycan- Ermenistan ilişkileri 200 yıla yakındır süren Türk-Ermeni sorununun ayrılmaz parçasıdır.
Türkiye’nin kendisini bu süreçten soyutlaması mümkün değildir. Dolayısı ile Türkiye barışın sağlanması ve kalıcı olması için Azerbaycan ile birlikte ön almalı üzerine düşeni yapmalıdır.
Barış anlaşması hızlandırılmalı
Üç ülkenin de idrak etmesi gereken başlıca husus, bölge dışı bazı yabancı ülkelerin barışı sağlama konusunda ne hevesli ne de aceleci olduklarıdır. Aksine bölgedeki varlık ve nüfuzlarını korumalarının Türk -Ermeni uyuşmazlığının devamına bağlı olduğunun bilincindedirler. Bu tip üçüncü ülkelerde yaşayan Ermeni asıllı vatandaş/seçmenlerin Ermeni Kilisesi’nin etkisi altında biçimlenen kimlikleri Türk düşmanlığı temeline dayanmaktadır. Geçmiş olaylar canlı tutulmakta, bu düşmanlık gençlere de aşılanmaktadır. Bu zihniyetteki seçmen topluluklarının ülke seçimlerinde ağırlıkları, siyasi liderlerin görüşlerini etkilemektedir. Nitekim Azerbaycan – Ermenistan uyuşmazlığının BM ve AGİT kararları uyarınca çözümü için arabuluculukla görevlendirilen ABD, Fransa ve Rusya eş başkanlıklarındaki MINSK grubu mesaisini bir çözüm bulmaya değil, işi uzatarak arazide üstün durumda olan Ermenistan’ın çıkarlarını korumaya harcamıştır.
Diğer yandan hem Azerbaycan hem de Ermenistan’ın meşru sınırlar temelinde bir barış antlaşması imzalama iradesine sahip oldukları görülmektedir. Bu iradenin dış etkilerle zaman içinde zayıflaması veya yok olması ise hiç ihtimal dışı değildir.
Bu ihtimalin yanı sıra barış antlaşmasının sonuçlandırılması diğer bazı sebeplerden dolayı acil bir meseledir. Bu sebepler şöyle sıralanabilir:
- Batı ve Doğu şu anda Ukrayna ve İsrail-Gazze meseleleri ile uğraşmaktadır. Dolayısı ile ortak olumsuz etkide bulunabilmeleri zordur. Konjonktür değişirse yeni bir MINSK grubu ile karşı karşıya kalabiliriz.
- AB Gürcistan’ı aday ülke olarak kabul etmiştir. Bunu Ermenistan’ın adaylığı da izleyebilir. O zaman Türkiye ve Azerbaycan sadece Ermenistan’la değil aynı zamanda AB ile muhatap olacaktır.
- ABD sadece sağlık personelini kapsasa da yakın zamanda Ermenistan’la ortak askerî tatbikat yapmıştır. Fransa Ermenistan’ı açıkça barış antlaşması imzalamamaya teşvik etmektedir.
- Yunanistan, Fransa ve hatta Hindistan talep etsin etmesin Ermenistan’a silah yağdırmaktadırlar. Ne Türkiye’nin ne de Azerbaycan’ın Ermenistan’dan, toprak dahil, talepleri olmadığına göre bu Ermenistan’ı yeni bir savaşa teşvik gibi görülmelidir.
- Diaspora kendi dinamiği gereği barışı engellemeye yönelmiş durumda beklemektedir. Asıl meşguliyetleri Türk düşmanlığını tahrik ve bunu diğer halklara da yaymaktır. Somut bir örnek: Ermenistan’ın bağımsızlıktan sonraki ilk Dışişleri Bakanı olan Raffi Hovanisyan’ın[1] 1992 İstanbul Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi sırasındaki davranışıdır. Kaliforniya’ dan gelip 1990’da Ermenistan’a yerleşen ancak Amerikan vatandaşlığını da koruyan Hovanisyan, Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkin protokol görüşmelerinde ilerleme kaydedildiğini “hisseder hissetmez” üstelik İstanbul’da basına olumsuz beyanlarda bulunmuştur.
Ermenistan nüfus kaybeden, ekonomik durumu parlak olmayan bir ülkedir. Ekonomik kalkınması için Diaspora’nın yardımına güvenmesi son yılların gösterdiği gibi gerçekçi değildir. Özellikle Ermeni Diasporası’nın, Yahudi Diasporası gibi olmadığı açıktır. Diaspora’dan kimse gelip Ermenistan’da askerlik yapmadığı gibi zengin Ermeniler de Erivan’a para yağdırmamaktadırlar.
Paşinyan gerçekçi bir politikacı olarak bu durumun farkında ve ülkesinin geleceğinin Azerbaycan ve Türkiye ile barış içinde yaşamaya bağlı olduğunun bilincinde görünmektedir.
Öte yandan bölgede barış ve istikrarın korunmasının ülkelerin refahıyla ilgisi gözden kaçırılmamalıdır.
Güney Kafkasya’nın en büyük ekonomisi olan Türkiye bu konuda ön almalıdır. Her üç ülkenin de refahına katkıda bulunacak politikaları, Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış antlaşmasının imzalanmasını takiben her üç ülkenin mutabakatı ile yürürlüğe koyacağını vakit geçirmeden açıklamalıdır.
Sınır aşan iş birliği anlaşması
Yıllarca önce öne sürülen ancak uygulamaya konmayan, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin kararlarına uygun “sınır aşan iş birliği anlaşması” bu konuda ilk adımı teşkil edebilir.
Türkiye, Nahçıvan ve Ermenistan arasında başlayıp daha sonra ana ülkeler Azerbaycan’la Ermenistan arasında bir sınır aşan ticarete imkân tanınması sınır illerinin refahını arttıracaktır. Türkiye’nin sınır illeri olan Kars ve Iğdır da doğal “hinterland”larına kavuşacaklardır.
Bu refah artışının barışın kalıcı olmasına katkısı bulunacağı muhakkaktır. Daha sonra bu ekonomik iş birliği bütün veçheleri ile üç ülkenin tüm topraklarını kapsayacak daha ileri düzeylere çıkarılabilir. Böylelikle her üç ülke de coğrafi yakınlığın sağladığı avantajla ekonomik potansiyellerini daha rasyonel kullanma imkanına kavuşacaktır.
Yıllarca birbirinden kopuk ve düşman kamplarda yaşayan sınır boyu halklarının sınır aşan ticarete karşı başlangıçta çekingen davranacakları muhakkaktır. Ancak bu çekingenlik, devletlerin bu sürecin destekleyicisi olduklarının görülmesi ile zamanla ortadan kaldırabilecektir.
İki halkın tarihi de acılarla doludur. Hatta meşhur Azerbaycanlı şair ve mizah yazarı Mirza Ali Ekber Sabir[2] 20.yüzyılun başlarında iki halkın da çatışmadan kaçınmalarını telkin eden “Müselman ve Ermeni vatandaşlarıma” diye bir şiir kaleme almak gereğini hissetmiştir. Üç ülke, iki halk da geçmiş acıların bugünün barışını engellemesine izin vermemelidir.
Barış her üç ülkenin de halklarına olan borcudur. Ekonomik iş birliği yolu ile sağlanacak refah artışı da barışı perçinleyecektir. Ancak, barış antlaşmasının imzası, güvenlik ve istikrarın kalıcı kılınması refahın arttırılması bu sürecin üç ülke arasında herhangi bir dış müdahaleye katkıya fırsat ve imkân tanımadan yürütülmesine bağlıdır. Tarihi hatırlamamız dış müdahalenin ne sonuç doğurduğunu bize tekrar gösterecektir. Ermeniler kendilerini önce isyana daha sonra da toprak genişletmeye yönlendiren Batılı ve Doğulu devletlerin çıkarları gerektirdiği zaman kendilerini nasıl ortada bıraktıklarını herhalde unutmamışlardır.
Türk – Ermeni meselesinin bölgesel ayağının çözümü için ortak irade mevcutken başkasının ne gibi sonuç vereceği belli olmayan amaçla yapıldığı kestirilemeyen, aracılığına ihtiyaç yoktur.
Nitekim Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlarının iki ülke arasında imzalanacak Barış Antlaşması müzakereleri için arada hiçbir aracı olmaksızın, Kazakistan’da toplanacak olmaları son derecede olumlu bir gelişmedir.
Bu görüşmenin dağılan Sovyetler Birliği’nin Federe Cumhuriyet sınırlarının bağımsız devlet sınırı olarak onaylandığı Almatı şehrinde olması da ayrı anlam taşımaktadır.
Antlaşma savaş halini sona erdirecek ve üç ülke arasında da iyi komşuluk ilişkilerinin tesisini sağlayacaktır.
Öte yandan her iki milletin de duygusal bagajları doludur. Yüzyılların hafızalara yerleştirdiği acıların bir antlaşmanın sonuçlandırılması ile etkisiz kılınabileceği beklenmemelidir. Ama iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması ilişkilerin zamanla dostluğa dönüşmesi için önemli bir adımdır. Önümüzdeki ilk görevimiz budur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Mayıs 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Zira o zamanki Ermenistan Devlet Başkanı Der Petrosyan bu görüşmeleri bir müşaviri vasıtası ile Dışişleri Bakanı’nı işin dışında tutarak yürütüyordu.
[2] Mirza Ali Ekber Sabir – 30 Mayıs 1862de Şamahı’da (Kuzey Azerbaycan) doğmuş, 12 temmuz 1911’de aynı yerde ölmüştür. Daha çok mizahla eleştiri yapmasıyla tanınır. En meşhur şiiri “Harda müselman görürem korkirem” başlıklı olanıdır. “Müselman ve Ermeni vatandaşlarımıza” şiirini Azerbaycan’da 1905 yılında kışkırtma ile meydana gelen Türk Ermeni çatışmaları üzerine yazmıştır. Bu şiire ölümünden sonra 1912 yılında yayınlanan Hophopname kitabında yer verilmiştir. Sanatı hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler Dergi Park’da çıkan makalelere bakabilir.