Batı Balkanlar Ukrayna’dan sonra kendisini Batı-Rusya mücadelesinin Avrupa’daki yeni sahasına dönüştürebilecek gerilimi bünyesinde bir süredir üretiyor ve biriktiriyor.
Bir tarafta mütemadiyen “Sırp Dünyası”nı ihya etmekten bahseden, bu uğurda bölgede ayrılıkçılıkları örgütleyen, Rusya’nın ordusunu silahlandırdığı, Çin’in ekonomisini beslediği ve Avrupa liberal-demokrasisinin tüm boşluklarından (ve boşluğundan) faydalanarak şoven milliyetçiliğini dayatan bir Sırp gerçeği var. Bu, birinci sorun.
İkinci sorun, kendi kendisini yönetme iradesini gösteremeyen, gösterir gibi olduğu anda tırpanlanan, siyasetçi sınıfı içindeki düşmanlıklarda kaybolan ve kapsamlı yozlaş(tır)ma-yolsuzlaş(tır)ma-yoksullaş(tır)ma hareketleriyle Batı’nın mutlak kumandasına dâhil edilmek istenen parçalı Arnavut âlemi.
Nihayet üçüncü sorun, berbatça tasarlanmış bir Bosna-Hersek devlet gerçeğinin Boşnakları bu yapıyı tek başlarına ayakta tutmaktan alıkoyucu bir noktaya savurması.
İç içe geçmiş bu sorunlar manzumesi hem uluslararası plandaki Batı-Rusya çelişkilerini hem de bölgesel plandaki ulusal çelişkileri kamçılıyor.
Husumetin Batı Balkanlar’a fiilen taşınması, bölge uluslarını zora düşürmenin ötesinde maalesef henüz kabuk bağlamamış yaraları tekrardan kanatacak nitelikte bir potansiyeli tetikleyebilir.
Peki, ama süreci hangi dinamikler nasıl kavuruyor? Sırp şovenizminin resmî anlatısı hangi siyasî kurguya dayanıyor? Arnavut âlemi ve Boşnaklar, Batı’nın “destek” sözlerine güvenebilir mi? Türkiye’nin Batı Balkanlar’a bakışı nasıl şekillenmeli?
Batı-Rusya husumeti Batı Balkanlar’a neden ve nasıl taşınıyor?
Bugün Batı Balkanlar 1914 öncesini andırıyor.
O dönemlerde bölge “özel yetkili” Büyükelçiler geçidinin ve entrikaların sahnesiydi. Bugün ise perde kudretli “Özel Temsilciler” zümresi için kalktı.
Kâh üst üste biniyor, kâh cepheden çelişiyor menfaatler. Üstelik sadece Batı ile Rusya arasında değil, kimi zaman bizzat Batı sıralarında.
Mesela bugün yeniden canlanan geleneksel Almanya-Birleşik Krallık rekabetini görmezden gelemeyiz. Keza Washington ile Brüksel arasında da “kırıksız bir mutabakat”tan söz edilemez.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Birleşik Krallık ikilisi Asya-Pasifik’e yönelmeden Avrupa Birliği’ni (AB) görece zayıflatıp kendi liderliği arkasında – çatlak ses çıkmayacak kıvam ve şekilde – firesiz seferber etmek istiyor.
AB kendi varlık sebebini, meşruiyetini ve işlevselliğini gözetmenin peşinde.
Rusya, sıklaşan tehditlerin yanı sıra tehditlere eşlik eden bölünmüşlüğün ve “yeniden yapılanma”nın doğurduğu zafiyetin farkında ve ulusal çıkarlarıyla uyumlu olarak kendine maksimum alanı açmayı deniyor.
Bu keşmekeşin içinde Avrupa’daki fay hatlarının en belirleyicisi Batı Balkanlar.
Batı Balkanlar ABD açısından bir “kambur” ama bu kamburun Avrupa’da kendisine lütfettiği “oportünist şık” için de müteşekkirdir. Neticede ABD, Batı Balkanlar’daki varlığı üzerinden Avrupa’nın içlerine bir kanca daha atabiliyor. Dolayısıyla bu imtiyazından feragat etmez. Birleşik Krallık ise – anlaşıldığı kadarıyla – burayı üzerine yapışmış “yaşlı ve ham kuvvet” yaftasından özgürleşebileceği bir “kaldıraç” addediyor.
Brüksel açısından “kangrenleşmiş” bir çıkmaz. Birliği kendi içinde ortadan yaran bir etkiye de sahip. Gerçekten de AB içinde Kosova’yı tanımamakta diretenlerden Batı Balkanlar’a dair diğer üyelere nispetle heterodoks bir davranış sergileyen Orta Avrupa’ya kadar muazzam bir “pozisyon çeşitliliği” mevcut.
Rusya açısından Batı Balkanlar evvelâ Sırbistan aracılığıyla Avrupa’ya gölgesini yansıtabileceği bir pencere. Elbette Adriyatik ile Akdeniz’e erişim yolları da kurulan denklemin vazgeçilmez ağırlıklarından. Keza kadim Ortodoks pan-Slav dürtülerinin de karşılık bulduğu bir mevzi.
Son olarak Çin, geniş altyapı yatırımları ve “borçlandırma” endeksli kredi sistemiyle Batı Balkanlar’da konumlanan bir diğer aktör.
Bu kadar fazla “merkezî” öznenin “yerleştiği” bir jeo-politik kazanın er geç “sıkışma” deneyimleyeceği zaten öngörülüyordu. Ancak sıkışmanın “sıcak çatışma” zeminine evrilme riskinin bu denli süratli bir biçimde tırmanabileceği sezilemedi.
Ukrayna meselesinin ulaştığı boyut, bu anlamda Batı Balkanlar’daki statükonun değişim olasılığına ilişkin bir “katalizör” vazifesi görebilir.
Nitekim Birleşik Krallık 2021 Aralık’ında “Batı Balkanlar Özel Temsilciliği” görevine NATO Askerî Komite eski Başkanı Orgeneral Stuart Peach’i atamıştı. Arkasından Almanya 2022 Şubat’ında Manuel Sarrazin’i aynı göreve getirdi.
ABD’nin Büyükelçileri ile Özel Temsilcisi Gabriel Escobar zaten “rahat durmuyorlar”.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin “Yugoslavya” referanslarını katlayarak artırıyor. Yine Ukrayna harekâtıyla “Ukrayna-Kosova” analojisini (gayet hatalı bir tarzda) yapmaktan imtina etmedi.
Dahası, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov harekâtın arifesinde “Donbass bölgesinde Arnavutluk, Kosova ve Bosna’dan gelen paralı askerler var” iddiasıyla aslında bir “işaretleme” yapmış sayılabilir.
Ukrayna harekâtının ilk 24 saati bile dolmadan Kremlin’in yaptığı açıklamada Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Nikolay Patruşev’in yakın tarihte Belgrad’ı ziyaret edeceğinin ifadesi ise “Balkan yapbozu”nu tamamlar cinstendi.
Propaganda ile eylem arasında Sırp şovenizmi
Sırbistan, “Yugoslavya” fikrinin son demlerinde tüttürdüğü “Büyük Sırbistan” ülküsünün bastırılmasını kabullenemiyor.
Söz konusu “kötürümlük” hâli beraberinde reaksiyoner, “kurgusal” ve şoven bir milliyetçiliği getirdi.
Sırp şovenizmi yeni bir olgu değil, köklü bir tarihi ve gelişim merhaleleri var.
6’ncı ve 7’nci yüzyıllardaki Slav göçünden 14’üncü yüzyıl civarında tebarüz eden Sırp aristokrasisine ve Sırp Ortodoks Kilisesi’nin (daha sonralar Rusya’nın da) mihmandarlığında büyütülen “Güney pan-Slavizm” hareketine değin kaydedilmiş bir birikim mevcut.
Modern Sırp milliyetçiliği bu tarihsel kesitin devamında katı bir anti-Türk (daha etraflı bir tanımla anti-İslâm), anti-Arnavut ve anti-Katolik bir hâlet-i ruhiyeye büründü.
Bugün Sırp şovenizmi, 1990’ların sonunda giriştiği Boşnak ve Arnavut soykırımlarını müteakip yediği sillelerin izlerini silmeye ve unutturmaya çalışırken, bölgesel konjonktürden nemalanmaya yönelik de inisiyatifler kullanıyor.
Sırbistan’ın günümüzdeki stratejisinin sütunlarını silahlanma, kalkınma, etnik ayrılıkçılık ve AB’deki güç dengelerinin manipülasyonu teşkil ediyor.
Gerçekten de Sırbistan – ağırlıkla Rusya tarafından – dehşetengiz derecelerde silahlandırılıyor. 2018’de 700 milyon dolar bandında seyreden Sırbistan savunma bütçesi 2021 itibarıyla 1,5 milyarı bulmuştu.
Aynı Sırbistan’ın ekonomisi muhtelif sektörlerde dış yatırımla şişiriliyor. Bugün Çin’in Sırbistan’da 7 milyar dolarlık bir “borçlandırma” hacmi var.
Sırbistan Avrupa liberalizmin çürüdüğünün farkında ve bu çürümeyi kendi yayılmacı-şoven ajandasını yükseltmek için maharetle sömürüyor.
Bosna-Hersek’in sakat yapısından çıkarılan “Republika Srpska” (her ne kadar bugün bu antite Sırbistan’dan çok Rusya’nın aparatı olsa da) gibi Kosova’da “Sırp Belediyeleri Birliği” projeksiyonu kanalıyla etnik ayrılıkçılık körükleniyor.
İşin ilginç tarafı, ayrılıkçılıkların AB mercilerince “tahammülle” karşılanması, hatta el altından bizzat desteklenmesidir.
Bilhassa Kosova örneği çarpıcıdır.
“Kosova Sırbistan’ın beşiğidir” ninnisiyle – ki tarihin nesnel verilerini hunharca katleden bir “ninnidir” bu – kendi şovenizmini kışkırtırken, Brüksel’i letarjiye sevk etmesi manidardır.
AB Kosova’nın toprak bütünlüğünü hiçe sayacak ve ülkeyi “ebedî bir Bosnalaşma sarmalına” duçâr edecek “Sırp Belediyeler Birliği” projesine omuz verirken, eşzamanlı olarak “istikrar” sponsorluğuna soyunabiliyor.
Yine 16 Ocak 2022’de Sırbistan’da düzenlenen anayasa referandumu için Kosova’da sandık kurulması için Kosova Başbakanı Albin Kurti’ye baskı kuran AB’ydi.
Sırbistan’ın AB’de birçok dostu ve müttefiki var. Macaristan, bunların en cüsselisi. Dahası, Avrupa’daki sağ-popülist vb. çevreler de bölgede Sırbistan’ın ve Sırpların çıkarlarını üst perdeden dillendiren siyasî odaklar.
“Müslüman Kosova” ile “Müslüman Bosna”ya karşı “Hristiyan Avrupa medeniyetinin savunusu” kılıfıyla icra edilen ahtapotvârî kampanyanın Avrupa içlerinde yankılanmayacağını zannetmek elbette inandırıcı olmaz.
Hâl böyleyken gerek Sırbistan gerekse Sırbistan’la birlikte Rusya böylesi bir AB’den (ve daha makro planda Batı’dan) koparabildiğini koparmak isteyecektir.
Peki, ama Arnavut âlemi ve Boşnaklar ne durumda?
Arnavut âlemi ve Boşnaklar Batı’nın destek sözüne güvenebilir mi?
Bosna-Hersek, Batı Balkanlar’daki en hassas ve en karmaşık ülke. Etnik temeldeki sonsuz hizipleşmeler Bosna-Hersek’e dair bütüncül bir nazarı engeller mahiyette.
Dahası, Bosna-Hersek AB içinde bile komplo konusu. Macaristan-Hırvatistan-Slovenya üçlüsünün Bosna-Hersek’in tasfiyesini “planladığı” ayyuka çıkmış bir gerçek.
Her şeye rağmen aldığım intiba, Boşnakların bugün AB’ye yahut “Batı’ya güven” hususunda Arnavutlara göre daha “uyanmış” oldukları istikametinde.
Arnavut âlemi epey dalgın. Her ne kadar AB’nin sabitleşmiş “çifte standartlılığı” Arnavutlarca da teşhir ediliyor ise de, Anglosakson bloğuna ve NATO’ya güven arşa değici bir irtifada çivili.
Öyle ki, Albin Kurti bile, 17 Şubat’ta, “Arab News”da yayımlanan röportajında, NATO’nun ve ABD’nin bölgede “kalıcı olduğunu samimiyetle düşündüğünü” ancak işler karışırsa Kosova’nın “kendi kendisini koruyabileceğini” söyledi.
“Bile” diyorum zira Kurti bugün Kosova’da topyekûn Arnavut âleminin milliyetçilik bayrağını dalgalandırmaya çabalayan bir isim. Üstelik bunu çok kısıtlı ve dar imkânlarına rağmen “ulusal egemenlik” tabanına taşımak suretiyle, Batı’ya eleştirel bir tutum takınarak yapıyor.
Albin Kurti; milliyetçi ve kamucu yaklaşımını Batı’nın “benimsemekte zorlandığı” bir şahsiyet.
Örneğin Ocak 2022’de Amerikan düşünce kuruluşu SAIS FPI’nin yayımladığı raporda Arnavutluk ile Kosova’nın olası bir siyasî birliğini içselleştiren Arnavut aktörlerin (başta Kurti) yaptırıma tâbi tutulmasını talep edilmişti.
Yani Arnavut âleminde “Amerikan müsaadesi dışına taşacak” herhangi bir egemenlik istenilmiyor.
Arnavutluk’ta ise Edi Rama bölgede “normalleşme”nin “Open Balkan” girişimi ve zamanı belirsiz bir AB entegrasyonuyla sağlanabileceğine güveniyor. “İyi niyetin” doruklarını zorlayıcı böylesi bir siyaset kovalanması ABD nezdinde önemli bir artı.
Ancak Irak’ta 20 yıldır kendi bataklığında debelenen, Afganistan’dan rezilliklerle “kaçırılan”, Ukrayna’yı sonrasında terk edeceği bir kurtlar sofrasına oturtan bir ABD’nin (müttefiki Birleşik Krallık vd.) Bosna’daki yahut Kosova’daki bir çatallaşmada gövdesini fedakârca siper edeceğine inanılabilir mi?
AB’nin ikircikli yaklaşımı ve zayıflığı bu “sallantılı” manzaranın tuzu biberi.
Sırp şovenizmi karşısında “yutkunan” Avrupa liberalizmi, mesele Boşnaklarda yahut Arnavut âlemindeki “savunmacı milliyetçilik” dokusunda düğümlendiğinde ise kendi tarihsel/ideolojik komplekslerini dışa vuruyor ve saldırganlaşıyor.
Velhâsıl Boşnaklar ve parçalı Arnavut âlemi 21’inci yüzyılın başındaki gibi monoblok, tavizsiz ve güçlü bir Batı’yla muhatap olmadığını idrâk etmeli.
Bugün adeta “mutlak teslimiyet” ve “kör itaat” talep eden Batı’nın siyasetine (olası tezgâhlarına ve tuzaklarına) karşı tüm boyutlarıyla “ulusal omurga”yı önceleyici bir “alternatif şablon”un irdelenmesi hayatîdir.
Sonuç: Batı Balkanlar’ın geleceği ve Türkiye ne yapabilir?
“Emperyalist paylaşım” pörsümez bir hakikat.
Kendi mecrasında çözüme kavuşmamış jeo-politik sorunlar bu etkeni sürekli canlı tutar.
“Paylaşım” aynı zamanda “dizayn”dır. Yeni bir statüko inşasına matuftur. Oysa bu denklemden damlayan hiçbir statüko “doğal” ve “nihai” değildir; ileri tarihe ertelenmiş paylaşımların tohumlarını içerir.
Batı Balkanlar’da AB’nin sıskalığı, Rusya’nın Ortodoks pan-Slav dürtüsünün uyanmasında vesile oldu. Sırp şovenizminin yeniden dirilmesi ise ABD ile Birleşik Krallık’ın başta Arnavut âlemi olmak üzere Batı Balkanlar’daki ortaklarını “total” bir tahakküme rıza göstermeye zorluyor.
Böylelikle Boşnaklar ve Arnavut âlemi karşılıklı saygıya dayalı bir “müttefiklik” ilişkisinden “can havliyle” Batı’nın şemsiyesi altına sığınmış birer “kart” olma yoluna giriyor.
Bilhassa Arnavutların önümüzdeki sürece dair ihtiyat prensibini elden bırakmayan bir zindelikle hareket etmesi kabildir.
Arnavut tarihinin sayfaları “dışarıya haddinden fazla güvenmemek gerekliliği” üzerine sayısız bölümle dolup taşar. Koşullar elverdikçe “kendi” korumacı/egemenlikçi alternatiflerini de derinleştirmek mecburiyetinde.
Batı Balkanlar’ın “kilit” aktörü Türkiye ise hem Boşnaklar ve Arnavutlarla hem de Sırbistan’la müspet ilişkiler tesis etti. Bu vaziyet kimilerince tenkit edilse de bence faydalı.
Devlerin tepişmesine beş kala, Türkiye’nin Belgrad’la ilişkisini Sırbistan’ın anti-Müslüman ve anti-Arnavut karakterdeki şoven milliyetçiliğinin bölgede ikinci kez yıkıcı neticeler doğurmasını mümkün ölçüde frenlemeye yönelik diplomasi izlemesi ilk adımdır.
İkinci adım ise Balkan ufkundaki savaş tehditlerine karşı barış diplomasisinin yanında vuku bulabilecek talihsiz bir “ân” ve sonrası için hazırlıktır.
Bölgede millî çıkarlarımızın sırtlayıcı unsurları olan yerli Türklüğü, Boşnakları ve Arnavut âlemini eşgüdümlü kavrayacak bir doktriner mimâri muhakkak düşünülmeli.
Bu vesileyle Türkiye Batı Balkanlar’daki nüfuzunu yeniden inşa ve tahkim edebilir ve belki Batı ile Rusya’nın tatbik ettiği çift-yönlü “sıkıştırma” politikalarının arasından bir “kaçış” yolu açabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Mart 2022’de yayımlanmıştır.