Başlık, 2025 sonbaharında Beyaz Saray’da başlatılan renovasyon projesine ithafen yazıldı. Yaklaşık 5 bin 100 m2 toplam kapalı alanı olan bir Beyaz Saray’a ‘ek’ bir balo salonu yapılmak isteniyor. Bunun için başkan eşlerinin ofislerinin de yer aldığı tarihi Doğu Kanadı yıkıldı. Yapılacak ek balo salonu, ana binanın neredeyse iki katı büyüklükte olacak!

Tarihi eser kategorisindeki binalarda oturanlar bilirler. Eskiyen, yıpranan bir kapı ya da pencereyi değiştirmek için bile dünya kadar izin almak zorundasınızdır. Her türlü renovasyon için çeşitli mercilerden izin almak, planları askıya çıkarmak, vs. gerekir. Bunun sebebi, tarihi yapıların yasal koruma altında olmasıdır.
Ekim 2025 tarihinde başlayan inşaat için herhangi bir komisyon onayı alma gereği duymamış Başkan Donald Trump. ‘Halkın Evi’ olarak görülen, mütevaziliği ile tanınan bir tarihi yapıda 4 yıl ikamet etme hakkı var. Ancak seçimleri kazanmak, bu kadar tarihi önemi olan bir mekânı hiçbir yetkili merciye sorup danışmadan istediği firmaya verip kalıcı olarak değiştirme hakkını vermiyor kimseye. Başkan Trump bu büyük ölçekteki restorasyonu özel sektörden temin ettiği 300 milyon dolarlık bağış ile yapacağı için ayrıca hesap verme gereği duymadığını ifade ediyor. Tavır şu şekilde özetlenebilir: Burada ben oturuyorum, yerim dar, balo salonu için de dışarıdan para buldum, kamu bütçesini harcamıyorum, istediğimi yaparım!
İşte bu restorasyon olayı, Trump’ın kural ve kurum tanımaz yönetim tarzını ortaya koyan örneklerden sadece biri. Keza daha kepçeler çalışırken, Steve Bannon -ki ilk döneminde Trump’a en yakın danışmanlardan biriydi – Trump’ın halihazırda 3. dönem iktidar olma planları yaptığını duyurdu.
Trump’ın yarattığı siyasi türbülans ve radikal değişim rüzgarı
Donald Trump’ın 2024 genel seçimlerinde ikinci kez Amerika Birleşik Devletleri Başkanı seçilmesi ile başlayan siyasi türbülans sürekli artan hızda devam ediyor. Başkan Trump ve ikinci dönem seçtiği sadık ekibi, sağlıktan güvenliğe, sınır kontrolünden göçmen politikalarına, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim ve bilime, dünya ticaretinden dünya barışına her konuya el atıp bunları radikal bir şekilde değiştirip dönüştürme hakkını kendilerinde görüyor. Tıpkı Beyaz Saray’a yaptıkları gibi.
Bu radikal dönüşümün pek çok sembolik anını sosyal bilimciler olarak gözlemledik. İlk olarak, başkanlık yemin töreninde baş köşeyi kaplayan milyarderleri gördük. ABD tarihinde ilk kez bir avuç ultra zengin, yasama, yargı ve hatta ordunun önüne geçip, kendilerine yakın bir başkanın yemin törenini keyifle seyrettiler. Trump iktidarında sadece parayı verenin düdüğü çalacağının ilk aleni ifadesi bu yemin töreni oldu.
Devlet kurumlarına ve kamu sektörüne açık ve net savaş açan yeni yönetim, iktidarın ilk aylarında Elon Musk’ın taşkın üslubu ile, o gittikten sonra ise daha az medyatik yöntemlerle devletin belkemiğini oluşturan federal bürokrasiyi tarumar etti, etmeye de devam ediyor. Devletin her kademesinde hissedilen bu ağır yıpranma, son olarak sonbaharda bütçe tartışmalarında uzlaşılamaması ve federal hükümetin dükkân kapatması ile sonuçlandı. Bu ne demek? Çalışması elzem az sayıda memur dışında kalanların maaş alamaması ve hizmetlerin askıya alınması demek. Bu kategoriye ordunun büyük bir kısmı da dahil.
Bütçe kördüğümünü çözüp sistemi açmak yerine, Trump yönetimi özel sektörden 130 milyon dolarlık bağış bulduklarını, bunu da askere vereceklerini söylüyor. Yaklaşık 1 milyon 300 bin kişilik orduya bu 130 milyon doları bölüştürdüğümüzde, her bir asker ve komutana düşen 100 dolar! Kaldı ki, askerin maaşı için özel sektöre el açmak nasıl bir başarıdır, o da ayrı bir konu.
Bütçede sorun ne?
Peki neden bütçede anlaşılamıyor ve federal devlet kepenk kapattı?
Trump iktidara gelmeden önce kamu sektörünü küçülteceğini, israf ve yolsuzluğu önleyeceğini söyleyerek 70 milyondan fazla seçmenin oyunu aldı. ABD ekonomisini 30 trilyonluk bir pasta olarak düşünürsek, kamu sektörünün yıllık maliyeti yaklaşık 7 trilyon. Son 10 yılda, devlet harcamalarının oranı Gayri Safi Milli Hasılanın %20’sinden %23’üne yükselmiş.
Bütçe hesapları çoğu vatandaşın sıkıcı bulduğu bir konudur ama işte tam da bu yüzden seçmenleri de mali konularda manipüle etmek çok kolaydır. Ne diyor iktidar? Devlet kontrolsüz büyüyor, adeta dipsiz kuyu gibi bizden topladığı vergileri har vurup harman savuruyor, işte biz buna son vermeye geliyoruz! Ne güzel.
Ancak şeytan özellikle bütçe söz konusu olunca ayrıntıda gizli. ABD bütçesinin büyük çoğunluğu (%60) iktidara kim gelirse gelsin yapması gereken zorunlu harcamalardan oluşuyor. Ayrıca %13’lük kısım da faiz ödemeleri. Geriye kalıyor iktidarın tasarrufunda olan %27. Yani kamunun harcadığı her 100 doların 73 dolarının nereye gideceği baştan belli. Sosyal güvenlik, sağlık ve askeriye en önemli sabit gider kategorilerini oluşturuyor. İnsanlar yıllarca çalışıp maaşlarından yapılan kesintilerle sosyal güvenceye sahip olmaya çalışmış. Emeklilik maaşı, emeklilerin sağlık sigortası gibi kamu harcamaları, vatandaşların kazanılmış hakları kategorisinde. Yani yıllarca askerlik yapıp emekli olmuş birine “bütçe disiplini sebebiyle emekli maaşı politikasına son verdik, geçmiş olsun, bundan sonra maaşınız yok, sağlık giderlerini de cebinizden karşılayın’’ diyemezsiniz.
Sağlık sisteminin anormal yapısı
Devletin yaptığı zorunlu harcamalara baktığımızda, ABD’deki sağlık sisteminin anormal yapısı ister istemez su yüzüne çıkıyor. Çeşitli gelişmişlik düzeyindeki 7 ülkenin sağlık harcamalarını ve bunların karşılığında elde ettiği sağlık çıktılarını tabloda görmek mümkün. Bu tablonun en önemli verilerinden biri, neresinden bakarsanız bakın ABD’nin herkesten fazla sağlık harcaması yapıyor olması.
ABD’de 2023 yılında ortalama kişi başına düşen sağlık harcaması 14 bin 500 dolar civarında. Bu rakam açık kalp ameliyatı, kanser tedavisi vs. gibi çok masraflı tedaviler sebebiyle yüksek görünüyor diyebilirsiniz. Ancak unutmayalım ki bu tedaviler Fransa’dan Küba’ya, dünyanın pek çok ülkesinde yapılıyor ve bu ülkelerin hiçbirinde toplam sağlığa harcanan para bu kadar yüksek değil.

Belki daha kolay fikir vermesi açısından tek bir prosedürün ABD’deki maliyetini örnek vermek yerinde olur. Ortalama bir sezaryen doğumun maliyeti yaklaşık 29 bin dolar ve bunun yaklaşık 3000 dolarını sigortalı cebinden ödüyor, kalan 26 bin doları da sigorta ödüyor. Çok pahalıymış sezaryen, normal doğum yapalım derseniz, yine ortalama 15 bin dolar fatura ve bunu yaklaşık 2500 dolarını cebinizden ödüyorsunuz. Sigorta yok mu, niye bu kadar çok ödeme yapıyorum diye sorabilirsiniz. İşte bir başka acı gerçek: ABD’de nüfusun büyük kısmı özel sigorta kapsamında. Bu modelde sigortanızı yapan işveren çalışanlarına özel sigorta satın alıyor. Şirket belli bir miktar, siz de maaşınızdan belli bir miktar prim ödüyorsunuz. Yetmiyor, hemen her prosedür için ayrıca yaklaşık %20 oranında cepten katkıda bulunuyorsunuz.
ABD ekonomisindeki her 100 doların 17 doları sağlık harcaması
Başkan Barack Obama işte bu korkunç fahiş, hem kamu, hem de özel sektöre büyük yük olan sağlık sisteminde bir reform yapmaya çalıştı. Düşünün, tüm ABD ekonomisindeki her 100 doların 17 doları sağlığa gidiyor. Özel ve kamu sektöründen bunca harcamaya rağmen yaklaşık 30 milyonluk hiçbir sağlık güvencesi olmayan bir nüfus var. Ayrıca kişisel iflas sebepleri arasında sağlık faturaları sebebiyle iflas edenler ilk sıralarda. Hem sigortalılar hem de sigortasızlar büyük bir baskı altında, finansal belirsizlik içinde.
Pek çok uzmanın ortak tespiti şu yönde: Problem, ABD’de sağlık hizmetlerinin ağırlıklı olarak özel sektörün elinde olmasından kaynaklı. Devlet, evet, sağlık için büyük miktarlarda para harcıyor ama bunu hizmet alımı olarak yapıyor. 65 yaşının üzerindeki nüfusun sağlık harcamasını devlet yüklenmiş (Medicare). Ancak devlet bu nüfusa hastane, eczane, bakım evi, vs. sağlıyor mu? Hayır. 65 yaşın üzerindeki vatandaşlar özel sektörden ihtiyaçları olan sağlık hizmetlerini satın alıyor, bu özel sağlık kuruluşları devlete fatura kesiyor. Geliri düşük kesimlerin de acil ve zorunlu sağlık hizmetleri (doğum, vs.) devlete fatura ediliyor (Medicaid). Özel sektörün varoluş amacı kâr etmek. Dolayısıyla hastaneden sigorta şirketine, oradan ilaç firmalarına, bütün bir sağlık sektörü tamamen kâr amaçlı çalışıyor ve son derece yüksek oranlarda kâr marjları var.
Obama dönemindeki sağlık reformu, gerek sigortasız kesimlere, gerekse yüksek fiyattan özel sağlık sigortası ödeyenlere nefes aldırma çabasıydı. Bu reform devlet çatısı altında sağlık sigortasının arz ve talep ayaklarını bir araya getirip toptan alımla sigortanın fiyatını düşürürken, geliri düşük vatandaşlara da sigortayı satın alabilmesi için kredi sağlıyor.
‘İşte bakın, Obama komünizm getirdi!’ şeklinde kampanyalara maruz kalan bu sağlık reformu şu anda 24 milyon vatandaşı kapsıyor. Ancak bu mali yıl sonunda, bu vatandaşlara sağlanan kredinin süresi dolacak. Kredi olmaksızın bu hanelerin sigorta primlerini ödemeleri çok zor, hatta imkânsız. İşte Demokratlar yeni bütçede bu kredilerin uzatılmasını şart koşuyor. Trump ve Cumhuriyetçi cephe ise böyle bir şartı kabul etmiyorlar. İki taraf da asgari sayı olan 60 senatörü toplayamıyor.
İşte ABD tarihindeki ikinci en uzun federal hükümetin kapanmasına sebep veren sorunun özü bu. Bir tarafta en az 24 milyon insanın sağlık sigortası kapsamından düşme tehlikesi var. Diğer taraf ise “Bizim önceliğimiz zaten devlet harcamasını kesmek, dediğimiz dedik” diyerek uzlaşmaya yanaşmıyor.
İşin acı tarafı, Obama reformlarının kurduğu Marketplace sisteminden en fazla istifade eden eyaletler Texas, Mississippi, Georgia, Tennessee ve Güney Carolina. Yani esasen Cumhuriyetçilerin yoğun olduğu eyaletler bu sistemden fazlasıyla istifade ediyorlar ancak onların seçtiği iktidar bu sistemi alaşağı etmekte kararlı.
Üniversitelere baskı, kesilen fonlar, araştırma bütçeleri
Son düzlükte şunu söyleyerek bitirmek isterim: Fikirturu için kaleme aldığım bu yazıda esasen üniversitelerde neler olup bitiyor, ifade özgürlüğü, anti-semitizm suçlamaları, açılan davalar, Utah’da bir üniversitede gerçekleşen trajik suikast, vize süreçlerinden etkilenen uluslararası öğrenciler ve akademisyenler, akademinin özerkliği ve geleceği konularına değinecektim. Ancak üniversitelere gelene kadar, Beyaz Saray’ın yıkılmasından devletin kepenk kapatmasına, pek çok tatsız olay gündemi doldurdu.
Her ülkede olduğu gibi, ABD’de de üniversiteler, özellikle de öğrenciler, adeta ülkenin vicdanı. İsrail’in 2 yıldır Gazze’de izlediği politikalar, ABD üniversitelerinde binaların işgali, kampüslerde çadır ve barikatlar kurulması gibi çok çeşitli şiddette protestolara sebep olmuştu. Biden yönetimi üniversitelerin eğitim ve araştırma kurumları olarak özerk statülerine, öğrencilerin de anayasal hakları olan ifade, toplantı ve protesto haklarına saygı duyarak sert bir müdahalede bulunmadı.
Ancak Trump yönetimi iktidara gelir gelmez üniversitelerin devletten aldığı araştırma fonlarını askıya alarak veya büsbütün keserek işe başladı. Uluslararası öğrenciler, ifade özgürlüğü hakları hiçe sayılarak gözaltına alındı, sınır dışı edildi. Sadece benim kurumumda ziraat fakültesinden bir yılda 90 milyon dolarlık araştırma bütçesi yok oldu. Bu araştırma fonları ile desteklenen öğrenciler, akademisyenler ve teknik ekipler bir anda bütçe yok olunca işlerini kaybetti.
Beyaz Saray’ı bile yıkacak kadar hukuk-kanun-nizam-yönetmelik-içtihat tanımayan bu iktidar, üniversiteler söz konusu olduğunda taksimetreyi ne yazık ki en yüksekten açıyor. Dünyada bilimsel araştırma ve eğitimin başat kurumları olan Amerikan üniversiteleri bu saldırılar karşısında temel değerlerini ne kadar koruyabilecekler, beraber göreceğiz.
Kıssadan hisseler
Demokrasilerde seçmenlerin kendi çıkarları ve mümkünse kamu yararı gözeterek oy vermesi beklenir. Oysa son dönemlerde seçmenler gerek gelir, gerekse sosyal haklar açısından sürekli geriliyor. Ekonomik koşulları kötüleşse bile, gerek milliyetçilik, gerekse yabancı düşmanlığı gibi kimliksel ve ideolojik tercihlerle ağzı çok kolay laf yapan, popülist liderlere oy vermeye devam ediyorlar. Kimse oturup yarım saat “Yahu şu koca bütçe nereye gitmiş?” diye sormaya vakit ayırmıyor. Bazı siyasetçiler alenen eğitim sektörüne savaş açmışlar. Savunma Bakanı çıkıp “Çocuklarınızı ilkokula bile göndermeyin, evde kendiniz eğitin!” diyor. Aynı bakan yaklaşık %17’si kadın olan bir ordunun tüm üst kademesini toplayıp “Kadınları atacağız, işe yaramıyorlar, siz generaller de şişkosunuz, düzgün tıraş bile olamamışsınız!” diye azarlıyor. Seçmen “Acaba nerede yanlış yaptık da bu alkol ve kadına şiddet problemleri ayyuka çıkmış, yolsuzluğa bulaşmış adamın bakan olduğu düzeni seçtik” demiyor henüz. Hâlâ yumruk vurup bağıran, çağıran, tehditler savuran, iktidarı kamu yararına değil kendisine servet ve taht inşasına kullanan siyasetçilerin peşinden koşuyor.
Dünya ekonomisinin %25’ini elinde tutan hegemonik güç böylesi siyasi savrulmalar yaşadığında, bunun dünyada ister istemez etkisi oluyor. ABD’de yürütmenin başının gücü paylaşmak zorunda olduğu yasama ve yargı organlarını hiçe sayması, hukukun üstünlüğüne meydan okuması, şüphesiz küresel ölçekte yankılar yaratacak. Bakınız, Arjantin ara seçimlerini Trump’ın 40 milyar dolarla desteklediği testereli Başkan Milei kazandı.
Demokratik hak ve özgürlükleri, hukuk devletini baş ağrısı olarak gören otoriter eğilimli siyasetçiler şüphesiz Trump yönetiminin icraatlarını ve 3. dönem başkanlık hayallerini keyifle izliyorlar.
*Yazarın şahsi görüşleridir, çalıştığı kurumu bağlamaz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 28 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.



