Brezilya, Rusya, Hindistan, Güney Afrika ve Çin’den oluşan BRICS, Ocak ayında yeni üyelerin katılımıyla daha büyük bir blok haline gelecek. Üstelik aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 40 kadar ülke de bu genişlemeye katılmak için sırada.
Dünya, Batı ile Çin-Rusya ekseninde kutuplaşırken, genişlemiş BRICS, her iki kutba da denge unsuru olabilecek, bağımsız bir üçüncü grup olabilecek mi?
Bu sorunun yanıtını ABD’nin MIT Üniversitesi ekonomi profesörlerinden Daron Acemoğlu Project Syndicate için kaleme aldığı makalede tartışıyor.
Acemoğlu, BRICS+ adını verdiği bu yeni oluşumun Çin’in bir diplomasi aracı olarak kalmasından duyduğu endişeyi de dile getiriyor.
Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz.
BRICS’in genişlemesinin anlamı ne?
“BRICS’in genişlemesi birçok açıdan kaçırılmış büyük bir fırsat.
Dünyanın Çin ve Rusya’nın etkisi altına girecek ya da ABD’ye karşı cephe alacak daha fazla ülkeye ihtiyacı yok; aksine hem Çin-Rusya eksenine hem de ABD gücüne karşı bir denge unsuru oluşturacak gerçekten bağımsız bir üçüncü gruba ihtiyacı var.
Genişleme sadece Çin ile dostane ilişkileri olan ülkeleri kapsadığı için BRICS+, Çin diplomasisinin bir başka aracı olarak kalmaya mahkûm görülüyor.
Bu topluluk, gelişmekte olan ekonomilerin çıkarlarını temsil etmekten ziyade, Çin’in bu ekonomilere daha fazla müdahil olmasını sağlayacaktır.
Çinli yabancı yatırımcılar yolsuzluğa, şeffaflığın azalmasına ve kolayca yeniden yapılandırılamayan kredilerle finanse edilen savurgan mega projelere müsamaha göstermeye, hatta bunları teşvik etmeye eğilimli.
Bu yüzden yeni oluşum büyük olasılıkla bu ülkelerin çalışanları ve halklarının zararına olacaktır.
Anti-demokratik kulüp mü?
Dahası, Suudi Arabistan, Etiyopya, Mısır, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin eklenmesi BRICS’i daha da “anti-demokratik” bir kulüp haline getirecektir.
Oysa gelişmekte olan ekonomilerin gelecekteki ekonomik ve sosyal başarılarını güvence altına almak için en çok ihtiyaç duydukları kurumlar arasında demokrasi ilk sıralarda yer alıyor.
Suresh Naidu, Pascual Restrepo ve James Robinson ile birlikte yaptığımız çalışma, demokratikleşmenin tarihsel olarak ülkeleri 5-10 yıl içinde daha hızlı ekonomik büyüme elde edecek şekilde donattığını ve bunun da eğitim, sağlık ve diğer kamu hizmetlerine yapılan yatırımları arttırdığını ortaya koyuyor.
Buna karşılık, Çin’in katılımı demokratikleşmeyi engelleme ve hatta otoriterliği körükleme eğiliminde.
Pek çok yükselen ekonominin bir “demokrasi krizi” ile karşı karşıya olduğu ve demokratik kurumların zayıfladığı ülkelerin sayısının giderek arttığı bir ortamda, yeni BRICS+ yangına körükle gitme anlamına geliyor.
Çin-Amerikan rekabetinin sertleştiği ve muhtemelen dünya düzenini yeniden şekillendirdiği günümüzde, yükselen ekonomilerin kendi bağımsız seslerine giderek daha fazla ihtiyacı var.
Gelişmekte olan ülkeler teknolojiye daha fazla hakim olmalı
Aynı şekilde, gelişmekte olan ekonomilerin yapay zekânın ve hızla gelişen diğer dijital teknolojilerin geleceğini etkileyebilmeleri gerekiyor.
ChatGPT gibi üretken yapay zekâ (YZ) araçları için koparılan gürültü patırtı çoğunlukla aldatmacadan ibaret olsa bile, yapay zeka ve diğer iletişim teknolojilerindeki hızlı ilerlemelerin, yakın vadede küresel iş bölümünü yeniden şekillendirmesi muhtemeldir.
Bu teknolojilerin, özellikle Hindistan gibi ülkelerin halen beyaz yakalı çalışan ihraç ettiği gelişmekte olan ülkelerde, çalışanlar üzerinde büyük olumsuz etkileri olabilir.
Nihayetinde hem beyaz yakalı hem de mavi yakalı çalışanlar, zengin ülkelerdeki yüksek gelirli ve yüksek eğitimli işgücüyle değil, yapay zeka destekli gelişmiş yazılım, makine ve robot teknolojileriyle de rekabet etmek zorunda kalabilir.
YZ destekli sosyal medya, deepfake ve diğer manipülatif teknolojiler kamuoyunu ve seçim politikalarını giderek daha fazla etkilediğinden, aynı teknolojilerin, birçok ülkede siyaseti yeniden inşa etmesi da muhtemel.
Teknoloji sadece baskı aracı mı olacak?
Dahası, yeni teknolojiler hükümetlere halklarını takip etmek ve muhalefeti bastırmak için eşi benzeri görülmemiş derecede güçlü araçlar sunuyor.
Otoriter rejimler teknoloji ve teknikleri birbirleriyle paylaşmaya başladılar bile.
Son araştırmalar, Çin’in takip teknolojilerinin hızla demokratik olmayan diğer ülkelere ihraç edildiğini ve sadece Huawei’nin bu tür ürünleri 50 ülkeye ihraç ettiğini gösteriyor.
Bu haliyle teknolojinin geleceği büyük ölçüde Çinli yetkililer, ABD’li teknoloji devleri ve giderek artan bir şekilde Avrupa Birliği kuralları tarafından şekillendiriliyor.
Bu kutuplaşmaların hiçbiri gelişmekte olan dünyanın çıkarlarını yansıtmadığı gibi büyük olasılıkla Çin’in isteklerini yerine getirecek olan BRICS+ da yansıtmayacak.
Türkiye ve diğerleri dengeleyici olabilir
Neyse ki, Çin’in yeni üyeleri dar bir çerçevede seçmesi BRICS+’a karşı umut verici bir alternatifin ortaya çıkması için bir fırsat yaratmış olabilir.
Endonezya, Türkiye, Meksika, Kolombiya, Malezya, Nijerya, Bangladeş ve Kenya gibi diğer büyük gelişmekte olan ekonomiler, Arjantin, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’nın da katılımıyla, gerçekten bağımsız bir blok oluşturabilirler.
Her ne kadar bu ülkelerin her biri son zamanlarda demokratik süreçlerle ilgili kendi sorunlarını yaşamış olsalar da, ekonomik büyüklükleriyle birlikte demokrasi deneyimleri onlara ortak bir zemin sunuyor.
Daha da önemlisi, bu ülkeler hem Çin’den hem de ABD’den toplu olarak bağımsızlıklarını ilan edebilir ve böylece küreselleşme ve teknolojinin geleceğine ilişkin tartışmalarda gelişmekte olan dünyanın daha geniş bir kesimine ihtiyaç duyulan bir ses getirebilirler.”
Bu yazımızla ilgili, şu makalelerimize de göz atmak isteyebilirsiniz:
Geleceği hangi bloklar yönetecek?
BRICS’in genişlemesi: Yeni dünya düzeni örgütüne kavuştu mu?
Bu yazı ilk kez 8 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.