Büyük Amerika’yı bizzat Trump yok ediyor

Sivri çıkışlarıyla Amerikalı seçmenlerinden alkış alan Donald Trump dünyaya zorbalığını dayatırken, ülkeler daha istikrarlı ittifaklar kuruyor. ABD izole oluyor. Trumpizm ABD’nin daha güçlü değil, daha zayıf hale getiriyor. Onunla birlikte “tarihin sonu” tezi de çöpe atılıyor.

ABD başkanlık koltuğuna ikinci kez oturan Donald Trump, bir ay bile geçmeden dünyanın bam teline basacak onlarca adım attı. Grönland ve Gazze’yi satın almayı veya devralmayı önerirken, yeni vergilerle Kanada, Meksika ve Çin’i öfkelendirdi. Gazzelileri kabul etmezlerse Mısır ve Ürdün’e yardımları keseceğini söyledi. Ukrayna’ya “doğal kaynaklarını vermezsen yardımı keserim” tehdidini savurdu. Önceki döneminden miras kalan “Önce Amerika” politikasında seviye atlayan Trump, Amerikan futbolu final maçı Super Bowl’da görüldüğü gibi ülkedeki taraftarlarından alkış alıyor. Ancak ülkesinin dünyadaki konumunun altını oyuyor olabilir.

Guardian köşe yazarı Nesrine Malik’in bu konuya dikkat çeken yazısından öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Donald Trump rejiminin olayları örtbas etme ve dikkat dağıtma yollarından biri, gözlerimizi sürekli olarak ABD’nin ham gücüne, USAID gibi örgütler aracılığıyla kullandığı yumuşak gücüne ya da büyük finansal ağırlığına çekmektir. Trump bunları kullanarak diğer ülkelere gözdağı veriyor ya da doğrudan zorbalık yapıyor.

İzolasyonizm değil tek taraflılık

Ancak Trump kendi gündemini dünya sahnesine dayatırken, aynı zamanda ABD’yi emperyal bir güç olarak uluslararası alandan geri çekiyor. Ona göre Amerikan vergi mükelleflerinin parası çok değerliyken, aynı parayı Gazze’yi ilhak etmek veya İsrail’e milyarlarca dolar yardım göndermek için savurganca harcayabiliyor. Bu, kimilerinin ileri sürdüğü gibi bir izolasyonizm değil, tek taraflılıktır.

ABD’nin tek güç olduğu tarihin sonu

Trump bu tavrıyla ABD’de manşetlere çıkıyor, ancak ülke, ahlaki, askeri ve ekonomik bir güç olarak dünya sahnesinden çekiliyor. Bu gerileme uzun zamandır sürüyor. Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa’daki otokrasilerin çökmesiyle Soğuk Savaş’ın sona erdiği 90’lı yılların başında “tarihin sonunun” geldiği ilan edilmiş, demokrasinin geliştiği, küreselleşme ve serbest ticaret altında liberal kapitalist değerlerin hâkim olduğu bir dünyaya ulaşılacağı iddia edilmişti. Ancak aradan geçen otuz yılda ABD önce açıldı, sonra da kendi içine kapandı.

Ülke, o dönemde Ortadoğu ve Güney Asya’da güvenlik ve demokratik haklar tesis etme iddiasıyla yürüttüğü bir dizi askeri harekâtın yanı sıra, sapkın taraflara karşı geniş çapta yaptırımlar uygulamaya başladı. Ancak sonrasında Afganistan’dan hiçbir hedefine ulaşamadan aceleyle çekildi, Irak’taki askerlerini geri çekti ve dünyanın dört bir yanındaki birçok büyükelçiliğini boş bıraktı. 7 Ekim 2023’te ABD’nin İsrail, Mısır ya da Lübnan’da büyükelçisi yoktu. Bunun başlıca nedenlerinden biri, ABD’nin o zamanki yönetiminin ifadesiyle “yönetimin dış politika gündeminin oksijenini emen” Irak savaşıydı. Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesinden birkaç ay önce Washington’daki bir dış politika uzmanı bana, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geçmişe takılıp kaldığını, dünyadaki yeni rolünü değiştirip geliştiremediğini ve nostaljiye dalıp “eski kovboy filmlerini tekrar tekrar izlediğini” söylemişti.

Güney yarı küre Çin ile birlikte yükseliyor

Bu arada dünya değişti. Amerika’nın süper güç olarak konumunu sürdürmesi için diğer ulusların kendi tek taraflılıklarını geliştirmemesi veya Amerika’nın etkisini zayıflatan çok kutuplu bir düzen oluşturacak kadar ekonomik ve stratejik ağırlık kazanmaması gerektiğine inanılıyor. Ancak şu verilere bir bakın: Çin, Afrika’nın en büyük ticaret ortağı ve alacaklısı; kıtanın ihracatının yüzde 20’si Çin’e gidiyor ve ithalatının yüzde 16’sı Çin’den geliyor. Çin’in, ulaşım, madencilik, enerji ve altyapıya doğrudan yatırım yapması, bölgenin kalkınmasında önemli bir rol oynuyor. Küresel mali krizden bu yana kuzey-kuzey ticareti azalırken, güney-güney ticareti arttı. Ekvatorun güneyinde ve Atlantik’in doğusunda daha entegre ve karşılıklı bağımlı bir dünya ortaya çıkarken, Çin bu büyük değişimin itici gücü haline geldi.

Körfez ülkeler ve Türkiye’nin rolü artıyor

Bana göre, küresel politik ekonominin nasıl değiştiğine dair en gözden kaçan hikâyelerden biri Ortadoğu’nun güç merkezlerindeki değişimdir. Bölgenin zengin ülkeleri artık hazinelerini ekonomik ve siyasi küresel oyuncular haline gelmek için kullanıyor. Trump, yarım trilyon dolarlık ABD malı satın alma sözünü yerine getirmesi halinde ilk dış ziyaretini Riyad’a yapacağını söyleyerek Suudi Arabistan’a kur yapıyor. Katar, ABD’ye milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin varlık fonu da ABD’yi en önemli yatırım hedeflerinden biri olarak belirledi. Aynı devletler, bölgesel olarak da etkilerini artırıyor. Atlantik Konseyi’ne göre bu devletler, “Batı’dan stratejik olarak özerklik kazanmak ve ABD’nin Türkiye ve Körfez bölgesine yönelik politikasındaki değişikliklerine karşı önlem alarak riskleri dağıtmak” amacıyla Türkiye ile bağlar kuruyor. Bu durum, küresel ekonominin ağırlık merkezinin Hint-Pasifik bölgesine doğru kaymasıyla ilişkilendiriliyor. Bu da gerçek siyasi güce dönüşüyor.

Bu değişen güç dengesi ve siyasi ile ekonomik gücün daha geniş bir alana yayılması, ABD’nin dış politika gündemi üzerinde domino etkisi yaratıyor. Rusya’nın yaptırımlardan kaçınabilmesi kısmen Çin, BAE ve Türkiye ile yürüttüğü ticaret sayesinde mümkün oldu. Bu üç ülke artık küresel ekonomiye fazlasıyla entegre olmuş ve yeterince güçlü hale gelmiş durumda. Bu da onları, Rusya’yı izole etme çabalarını baltalamaktan caydıracak etkili ikincil yaptırımlarla hedef almayı zorlaştırıyor. Örneğin Biden yönetiminin kısa süre önce Sudan’da soykırım ilan etmesi ve savaşan taraflara yaptırım uygulaması, İran’dan BAE’ye kadar ABD’nin yaptırım alanının dışında kalan ya da baskı yapamayacağı kadar güçlü müttefiklerinin silah tedarik etmesini engelleyemeyeceği için çok az etki yaratacak.

ABD kendisinin dayattığı küreselleşmenin kurbanı mı olacak?

ABD’nin zorlama ve ikna kabiliyetindeki bu azalmanın başlıca sorumlusu, ABD’yi “Küresel Şirket”in CEO’su olarak atayıp kendi ekonomik ve siyasi ahlakını yayan küreselleşmenin ta kendisidir. Sermayenin serbest dolaşımı, ticaretin önündeki engellerin azaltılması, ucuz işgücünün serbestleştirilmesi ve ulusal gelir akışlarının çeşitlendirilmesi, artık izole edilmiş yasadışı “şer eksenleri” ve uysal rejimler olarak bölünemeyecek bir dünya ortaya çıkardı. Uluslararası toplum artık ekonomik gücü ve küresel ticaret ittifakları olanlar ve her ikisine de sahip olmayan ancak ABD’nin etki alanından uzakta müşteri devletler olmak için daha fazla seçeneğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılıyor. Trump iktidardayken, yönetiminin değişken ve güvenilmez politikalarından uzaklaşmak ve daha istikrarlı müttefiklere yönelmek, “riskten korunma” kabiliyetine sahip her hükümet için akıllıca bir seçim olacaktır. Çok hızlı hareket ediyor, çok fazla şeyi kırıyor ve öylesine gerici güçleri serbest bırakıyor ki, dört yıl sonraki görünüm, yeniden dirilen bir Demokrat partinin başarılı bir meydan okuma ve restorasyon gerçekleştirdiği bir görünümden ziyade, Trumpizmin başka yollarla devam edeceği bir görünüm gibi görünüyor.

Ve böylece ABD’yi de beraberinde, sarsılmış ve istikrarsızlaşmış bir şekilde, istediği zaman istediği gündemi ilerletme kabiliyetinin kendi ahlaki ve siyasi çöküşü ve küresel düzeni yeniden yazan diğer ulusların ve düzenlemelerin yükselişiyle giderek zayıfladığı bir dünyaya götürüyor. Bu, tarihin sonunun sonudur. Siyasi gücün çok daha fazla kapışıldığı, daha kalabalık, çıplak bir şekilde işlemsel yeni bir dönem başlıyor. Trump, bazı alanlarda geri çekilip bazı alanlarda agresif bir şekilde öne çıkarak hem bir boşluk hem de bu süreci hızlandırabilecek bir provokasyon yaratabilir. İronik olan şu ki, Trump büyük ve karanlık bir gölge oluştururken, dünyanın giderek daha büyük bir kısmı ABD’nin gölgesinden çıkıyor.”

Bu yazı ilk kez 14 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

Nesrine Malik’in Guardian’da yayınlanan “Donald Trump is remaking the world. But he really won’t like the result” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.theguardian.com/commentisfree/2025/feb/10/donald-trump-remaking-world-international-doctrinehttps://www.theguardian.com/commentisfree/2025/feb/10/donald-trump-remaking-world-international-doctrine

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Büyük Amerika’yı bizzat Trump yok ediyor

Sivri çıkışlarıyla Amerikalı seçmenlerinden alkış alan Donald Trump dünyaya zorbalığını dayatırken, ülkeler daha istikrarlı ittifaklar kuruyor. ABD izole oluyor. Trumpizm ABD’nin daha güçlü değil, daha zayıf hale getiriyor. Onunla birlikte “tarihin sonu” tezi de çöpe atılıyor.

ABD başkanlık koltuğuna ikinci kez oturan Donald Trump, bir ay bile geçmeden dünyanın bam teline basacak onlarca adım attı. Grönland ve Gazze’yi satın almayı veya devralmayı önerirken, yeni vergilerle Kanada, Meksika ve Çin’i öfkelendirdi. Gazzelileri kabul etmezlerse Mısır ve Ürdün’e yardımları keseceğini söyledi. Ukrayna’ya “doğal kaynaklarını vermezsen yardımı keserim” tehdidini savurdu. Önceki döneminden miras kalan “Önce Amerika” politikasında seviye atlayan Trump, Amerikan futbolu final maçı Super Bowl’da görüldüğü gibi ülkedeki taraftarlarından alkış alıyor. Ancak ülkesinin dünyadaki konumunun altını oyuyor olabilir.

Guardian köşe yazarı Nesrine Malik’in bu konuya dikkat çeken yazısından öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Donald Trump rejiminin olayları örtbas etme ve dikkat dağıtma yollarından biri, gözlerimizi sürekli olarak ABD’nin ham gücüne, USAID gibi örgütler aracılığıyla kullandığı yumuşak gücüne ya da büyük finansal ağırlığına çekmektir. Trump bunları kullanarak diğer ülkelere gözdağı veriyor ya da doğrudan zorbalık yapıyor.

İzolasyonizm değil tek taraflılık

Ancak Trump kendi gündemini dünya sahnesine dayatırken, aynı zamanda ABD’yi emperyal bir güç olarak uluslararası alandan geri çekiyor. Ona göre Amerikan vergi mükelleflerinin parası çok değerliyken, aynı parayı Gazze’yi ilhak etmek veya İsrail’e milyarlarca dolar yardım göndermek için savurganca harcayabiliyor. Bu, kimilerinin ileri sürdüğü gibi bir izolasyonizm değil, tek taraflılıktır.

ABD’nin tek güç olduğu tarihin sonu

Trump bu tavrıyla ABD’de manşetlere çıkıyor, ancak ülke, ahlaki, askeri ve ekonomik bir güç olarak dünya sahnesinden çekiliyor. Bu gerileme uzun zamandır sürüyor. Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa’daki otokrasilerin çökmesiyle Soğuk Savaş’ın sona erdiği 90’lı yılların başında “tarihin sonunun” geldiği ilan edilmiş, demokrasinin geliştiği, küreselleşme ve serbest ticaret altında liberal kapitalist değerlerin hâkim olduğu bir dünyaya ulaşılacağı iddia edilmişti. Ancak aradan geçen otuz yılda ABD önce açıldı, sonra da kendi içine kapandı.

Ülke, o dönemde Ortadoğu ve Güney Asya’da güvenlik ve demokratik haklar tesis etme iddiasıyla yürüttüğü bir dizi askeri harekâtın yanı sıra, sapkın taraflara karşı geniş çapta yaptırımlar uygulamaya başladı. Ancak sonrasında Afganistan’dan hiçbir hedefine ulaşamadan aceleyle çekildi, Irak’taki askerlerini geri çekti ve dünyanın dört bir yanındaki birçok büyükelçiliğini boş bıraktı. 7 Ekim 2023’te ABD’nin İsrail, Mısır ya da Lübnan’da büyükelçisi yoktu. Bunun başlıca nedenlerinden biri, ABD’nin o zamanki yönetiminin ifadesiyle “yönetimin dış politika gündeminin oksijenini emen” Irak savaşıydı. Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesinden birkaç ay önce Washington’daki bir dış politika uzmanı bana, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geçmişe takılıp kaldığını, dünyadaki yeni rolünü değiştirip geliştiremediğini ve nostaljiye dalıp “eski kovboy filmlerini tekrar tekrar izlediğini” söylemişti.

Güney yarı küre Çin ile birlikte yükseliyor

Bu arada dünya değişti. Amerika’nın süper güç olarak konumunu sürdürmesi için diğer ulusların kendi tek taraflılıklarını geliştirmemesi veya Amerika’nın etkisini zayıflatan çok kutuplu bir düzen oluşturacak kadar ekonomik ve stratejik ağırlık kazanmaması gerektiğine inanılıyor. Ancak şu verilere bir bakın: Çin, Afrika’nın en büyük ticaret ortağı ve alacaklısı; kıtanın ihracatının yüzde 20’si Çin’e gidiyor ve ithalatının yüzde 16’sı Çin’den geliyor. Çin’in, ulaşım, madencilik, enerji ve altyapıya doğrudan yatırım yapması, bölgenin kalkınmasında önemli bir rol oynuyor. Küresel mali krizden bu yana kuzey-kuzey ticareti azalırken, güney-güney ticareti arttı. Ekvatorun güneyinde ve Atlantik’in doğusunda daha entegre ve karşılıklı bağımlı bir dünya ortaya çıkarken, Çin bu büyük değişimin itici gücü haline geldi.

Körfez ülkeler ve Türkiye’nin rolü artıyor

Bana göre, küresel politik ekonominin nasıl değiştiğine dair en gözden kaçan hikâyelerden biri Ortadoğu’nun güç merkezlerindeki değişimdir. Bölgenin zengin ülkeleri artık hazinelerini ekonomik ve siyasi küresel oyuncular haline gelmek için kullanıyor. Trump, yarım trilyon dolarlık ABD malı satın alma sözünü yerine getirmesi halinde ilk dış ziyaretini Riyad’a yapacağını söyleyerek Suudi Arabistan’a kur yapıyor. Katar, ABD’ye milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin varlık fonu da ABD’yi en önemli yatırım hedeflerinden biri olarak belirledi. Aynı devletler, bölgesel olarak da etkilerini artırıyor. Atlantik Konseyi’ne göre bu devletler, “Batı’dan stratejik olarak özerklik kazanmak ve ABD’nin Türkiye ve Körfez bölgesine yönelik politikasındaki değişikliklerine karşı önlem alarak riskleri dağıtmak” amacıyla Türkiye ile bağlar kuruyor. Bu durum, küresel ekonominin ağırlık merkezinin Hint-Pasifik bölgesine doğru kaymasıyla ilişkilendiriliyor. Bu da gerçek siyasi güce dönüşüyor.

Bu değişen güç dengesi ve siyasi ile ekonomik gücün daha geniş bir alana yayılması, ABD’nin dış politika gündemi üzerinde domino etkisi yaratıyor. Rusya’nın yaptırımlardan kaçınabilmesi kısmen Çin, BAE ve Türkiye ile yürüttüğü ticaret sayesinde mümkün oldu. Bu üç ülke artık küresel ekonomiye fazlasıyla entegre olmuş ve yeterince güçlü hale gelmiş durumda. Bu da onları, Rusya’yı izole etme çabalarını baltalamaktan caydıracak etkili ikincil yaptırımlarla hedef almayı zorlaştırıyor. Örneğin Biden yönetiminin kısa süre önce Sudan’da soykırım ilan etmesi ve savaşan taraflara yaptırım uygulaması, İran’dan BAE’ye kadar ABD’nin yaptırım alanının dışında kalan ya da baskı yapamayacağı kadar güçlü müttefiklerinin silah tedarik etmesini engelleyemeyeceği için çok az etki yaratacak.

ABD kendisinin dayattığı küreselleşmenin kurbanı mı olacak?

ABD’nin zorlama ve ikna kabiliyetindeki bu azalmanın başlıca sorumlusu, ABD’yi “Küresel Şirket”in CEO’su olarak atayıp kendi ekonomik ve siyasi ahlakını yayan küreselleşmenin ta kendisidir. Sermayenin serbest dolaşımı, ticaretin önündeki engellerin azaltılması, ucuz işgücünün serbestleştirilmesi ve ulusal gelir akışlarının çeşitlendirilmesi, artık izole edilmiş yasadışı “şer eksenleri” ve uysal rejimler olarak bölünemeyecek bir dünya ortaya çıkardı. Uluslararası toplum artık ekonomik gücü ve küresel ticaret ittifakları olanlar ve her ikisine de sahip olmayan ancak ABD’nin etki alanından uzakta müşteri devletler olmak için daha fazla seçeneğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılıyor. Trump iktidardayken, yönetiminin değişken ve güvenilmez politikalarından uzaklaşmak ve daha istikrarlı müttefiklere yönelmek, “riskten korunma” kabiliyetine sahip her hükümet için akıllıca bir seçim olacaktır. Çok hızlı hareket ediyor, çok fazla şeyi kırıyor ve öylesine gerici güçleri serbest bırakıyor ki, dört yıl sonraki görünüm, yeniden dirilen bir Demokrat partinin başarılı bir meydan okuma ve restorasyon gerçekleştirdiği bir görünümden ziyade, Trumpizmin başka yollarla devam edeceği bir görünüm gibi görünüyor.

Ve böylece ABD’yi de beraberinde, sarsılmış ve istikrarsızlaşmış bir şekilde, istediği zaman istediği gündemi ilerletme kabiliyetinin kendi ahlaki ve siyasi çöküşü ve küresel düzeni yeniden yazan diğer ulusların ve düzenlemelerin yükselişiyle giderek zayıfladığı bir dünyaya götürüyor. Bu, tarihin sonunun sonudur. Siyasi gücün çok daha fazla kapışıldığı, daha kalabalık, çıplak bir şekilde işlemsel yeni bir dönem başlıyor. Trump, bazı alanlarda geri çekilip bazı alanlarda agresif bir şekilde öne çıkarak hem bir boşluk hem de bu süreci hızlandırabilecek bir provokasyon yaratabilir. İronik olan şu ki, Trump büyük ve karanlık bir gölge oluştururken, dünyanın giderek daha büyük bir kısmı ABD’nin gölgesinden çıkıyor.”

Bu yazı ilk kez 14 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

Nesrine Malik’in Guardian’da yayınlanan “Donald Trump is remaking the world. But he really won’t like the result” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.theguardian.com/commentisfree/2025/feb/10/donald-trump-remaking-world-international-doctrinehttps://www.theguardian.com/commentisfree/2025/feb/10/donald-trump-remaking-world-international-doctrine

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x