Çin, Tayvan, Pasifik’te yeni dengeler, yeni krizler

ABD’nin Pasifik’te artan varlığı, AUKUS ve QUAD gibi ittifak hamleleri Çin’i kaygılandırıyor. Pekin’in yanıtı ABD’nin ileri karakolu olarak gördüğü Tayvan üzerinden geliyor. Peki, bu restleşme nereye varabilir? ABD Tayvan’ı savunur mu? Dr. Ümit Alperen yazdı.

Çin ekonomisiyle, dış politikasıyla, askerî gücüyle, inovasyonlarıyla, bölgesel rakipliğiyle sürekli dünya gündeminde; zaman zaman sıralamada geriye düşse de Çin’in iç ve dış gündeminden eksilmeyen konu ise Tayvan ya da resmî adıyla Çin Cumhuriyeti.

Son günlerde Pasifik’teki küresel rekabette ABD’nin ve Çin’in karşılıklı dikkat çekici hamleleriyle daha da öne çıkan Tayvan meselesini ve ardında yatan krizi daha iyi anlamak için sorunun tarihsel kökenine inmekte fayda var.

Çin Komünist Partisi ile 1911-1949 yılları arasında Çin’i yöneten Milliyetçi Parti (Kuomingdang) arasında 1927’de başlayan iç savaş, 1949 yılında Komünist Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. Çin’de yönetimi kaybeden Milliyetçi Parti Tayvan’a kaçtı ve 1911 yılında kurulan Çin Cumhuriyeti’nin “tüm Çin’in” meşru devleti olarak Tayvan’da devam ettiğini ilan etti. İşte o tarihten beri de bu sorun Çin’in gündeminden düşmüyor.

Pekin ise, Tayvan’ı kendi eyaleti olarak görüyor. Etnik olarak ülkenin yüzde 95-97’si Çinli olsa da Tayvanlılar, bağımsızlıklarının tanınmasını istiyorlar. Tayvan’ı diplomatik olarak tanıyan büyük ülke hiç yok, Türkiye de Tayvan’ı tanımıyor. Ama Tayvan’ı diplomatik olarak tanımayan birçok ülke gibi, Türkiye’nin de Tayvan ile kültürel ve ekonomik ilişkileri var, mesela Türkiye’nin Tayvan’da ticari temsilciliği, Tayvan’ın da Türkiye’de Taipei Ekonomi ve Kültür Misyonu adı altında bir temsilciği bulunuyor.

İşte öteden beri Pasifik’teki en önemli sorunlardan biri olan Tayvan’ın durumu, ABD’nin 2011’de duyurduğu ama bir türlü uygulayamadığı, askerî ve politik odağın Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e kaydırılmasını öngören Asya ekseni stratejisine (The Asia Pivot strategy), Afganistan’dan çekilmesiyle hızlı bir giriş yapması sebebiyle ayrıca hassaslaştı.

Son günlerde yaşanan ve Çin’nin çevrelenme ve tehdit altında olma hissini arttıran başka gelişmeler de uluslararası arenada Tayvan meselesine iyice dikkatleri çekti.

Tayvan meselesi neden yeniden ısındı?

Bu gelişmelerin başında ABD-İngiltere ikilisinin Avustralya’ya nükleer denizaltı satması geliyor. ABD, İngiltere ve Avustralya bir araya gelerek AUKUS ortaklığını; ABD, Japonya, Avusturalya ve Hindistan da QUAD ortaklığını oluşturdu. Bu iki ittifak da dünya siyasetinde gittikçe önem kazanıyor. Ayrıca QUAD, Hint-Pasifik’in NATO’su olmaya aday.

QUAD ve AUKUS oluşumlarının sahadaki yansımalarını da görmek mümkün. Mesela ABD, İngiltere, Japonya, Hollanda, Kanada ve Yeni Zelanda’nın Filipinler Denizi’nde Ağustos ayı sonlarında çok-uluslu ortak deniz tatbikatı gerçekleştirmesi. Ya da Çin’in, Hong Kong nedeniyle ilişkisinin ters yüz olduğu İngiltere’nin, geçtiğimiz günlerde 2008’den sonra ilk defa Tayvan Boğazı’ndan geçerek Tayvan’a savaş gemisi göndermesi gibi.1

ABD ve ortaklarının Pasifik’teki bu eylemleriyle neredeyse eş-zamanlı olarak Çin de boş durmadı; zaten hassas olan Tayvan’ı hedef alarak kapsamlı hava sahası ihlalleri ve tatbikatlar gerçekleştirdi.

Çin, 1 Ekim’de 38 askerî uçakla başladığı Tayvan hava sahası ihlallerini, ikinci gün 39 ve 4 Ekim’de de 56 askerî uçakla sürdürerek rekor üstüne rekor tazeledi. Devamında Çin Halk Kurtuluş Ordusu Günlüğü gazetesinin Çin’in Twitter’ı olarak tanımlanabilecek sosyal medya platformu Weibo‘daki resmî hesabından, coğrafi olarak Tayvan’ın tam karşısında yer alan Çin’in Fujian eyaletinde Çin ordusunun askerî çıkarma tatbikatı yaptığını duyurdu. Daha açık bir ifadeyle Çin bütün askerî unsurlarıyla Tayvan’ın nasıl ele geçirebileceğini gösteren tatbikatlar düzenledi.

Sorunun yeniden alevlenmesi ve Çin rüyası

Aslında Çin’in şimdiki lideri Şi Cinping’in başkan olduğu 2012’ye kadar, Tayvan sorunu da dâhil politik konular Çin dış politikasının ekonomi temelli olması nedeniyle önemlerini hiç kaybetmese de geri planda kalmıştı.

Çin’in artık ekonomik olarak büyük bir güç olduğuna, politik ve askerî gücünün de görünür olması gerektiğine inanan Şi ise, iktidarının ilk gününden itibaren Tayvan konusunda sert ve kararlı mesajlar vermeye başladı. Şi bu yaklaşımını Çin’in küresel bir güç olmasını hedefleyen “Çin’in yeniden büyük dirilişi”ni de içine alan “Çin Rüyası” kavramıyla formülleştirdi.

“Çin’in yeniden büyük dirilişinde” Tayvan’ın anakaraya katılması kilit önemde. Şi, geçenlerde yaptığı bir konuşmada, Tayvan ile barışçıl birleşmeden ve buna karşı olanların tarih tarafından yargılanacağından söz etti. Aynı konuşmada 25 defa “yeniden büyük dirilişten” de söz etmesi dikkat çekti. Yani, Şi, Tayvansız Çin’in “yeniden büyük dirilişinin” eksik kalacağını düşünüyor. Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen ise ulusal gün konuşmasında statükouyu koruyacaklarını vurguladı ama Çin ile barış ve diyalog arzusunu yineledi.

Çin’i kaygılandıran kimliksel kopuş

Fakat Pekin, Taipei ile diyaloğu eşit iki egemen güç arasında yapılan bir diyalog olarak görmüyor, kendisinden ayrılmak isteyen yaramaz eyaleti ile hiyerarşik bir konuşma olarak görüyor. Taipei ise egemenlik haklarında ısrarcı. Pekin’in bu tavrı aynı zamanda Tayvan’ın Çin’den kimliksel kopuşuna da yol açıyor.

Hong Kong hükümetinin Şubat 2019’da hazırladığı, suçluların Hong Kong’tan Çin’e iadesini öngören kanun tasarısına karşı demokrasi yanlısı Hong Konglu gençlerin 2019-2020 yıllarına damgasını vuran protestolara, Çin’in tavizsiz ve sert yaklaşımı, kamuoyu araştırmalarına göre, Tayvan’da da “Çin” kimliğinin önüne “Tayvanlı” kimliğinin daha ön plana çıkmasına neden oluyor. Tayvan Cumhurbaşkanı sözcüsü Xavier Chang’ın, Tayvan’ın Pekin’in Hong Kong politikasından ders aldığını söylemesi de bu noktada dikkat çekici.

Tayvanlıların, Tayvan’ın Ulusal Chengchi Üniversitesi Seçim Çalışmaları Merkezi’nin “Kimsiniz?” sorusuna verdikleri cevaplar, Çin için endişe verici. Bu araştırmaya göre, Haziran 2021’de Tayvanlıların yüzde 63.3’ü kendini sadece Tayvanlı, yüzde 31.4’ü hem Çinli hem Tayvanlı ve sadece yüzde 2.7’si kendisini sadece Çinli olarak tanımlıyor. Çin-Tayvan arasında yarı-resmî görüşmelerin sonucunda varılan, Tayvan’ı Çin anakarasının bir parçası olarak gören “Tek Çin” ilkesine dayanan “1992 Konsensusu”nda mutabık kalındığında, yüzde 17.6’sı kendisini sadece Tayvanlı, yüzde 46.4’ü ise hem Çinli hem Tayvanlı ve yüzde 25.5’i ise sadece Çinli olarak tanımlıyordu.

Çin ile Tayvan arasındaki halk düzeyindeki kimliksel kopuşun yanı sıra iktidardaki Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) Tayvan’ın resmî ismi olan “Çin Cumhuriyeti” ifadesini geri planda bırakacak şekilde -pasaportlarda olduğu gibi- “Tayvan” ismini daha ön plana çıkarması da devlet düzeyinde başka bir kopuşa işaret ediyor. Ayrıca Taipei yönetimi, pandemi sırasında Dünya Sağlık Örgütü’ne katılmak için küresel boyutta “Tayvan yardım edebilir” kampanyası başlatmış, böylece uluslararası alanda daha fazla görünür olmak istemişti. Çin anakarasından hem kimliksel hem de DPP’nin başını çektiği siyasi kopuş, Pekin’deki karar alıcıları ‘acaba Tayvan bağımsızlığını mı ilan etmek istiyor’ endişelerini arttırıyor.

ABD’nin Pasifik’te ittifak hamlelerine Çin Tayvan üzerinden cevap veriyor

Dolayısıyla, Çin-Tayvan arasında zaten var olan ve artarak hassaslaşan soruna, ABD öncülüğündeki Çin karşıtı QUAD, AUKUS gibi oluşumların eklemlenmesi ve aktifleşmesi, Çin’in hem Tayvan konusundaki hem de genel çevrelenme hamlelerine yönelik endişelerini arttırıyor. Çin, AUKUS, QUAD gibi oluşumların da Tayvan’ın bağımsızlığında rol oynayacağını düşünüyor. Çin, ABD’nin bu politikalarına karşı siyasi ve diplomatik olarak doğrudan cevap verse de, askerî cephede de Tayvan üzerinden cevap verme yaklaşımı içerisinde.

Çin’in askerî olarak ABD ve müttefiklerine Tayvan’a benzer bir şekilde doğrudan bu tür bir tazyikte bulunması geri dönüşü olmayan bir süreci başlatabilir. Bunun yerine ABD’nin ve neredeyse bütün Batı’nın resmi olarak tanıdığı, “Tek Çin” politikası üzerinden ABD’nin ileri karakolu olarak gördüğü yani Tayvan üzerinden cevap vermeyi tercih ediyor.

Çünkü Pekin’e göre, zaten Çin’in ayrılmaz bir parçası Tayvan’ın kendine ait bir hava savunma sahasının olması söz konusu değil. Çin, Tayvan’ın egemen bir devlet olmadığı, dolayısıyla hava savunma sahasının da olamayacağı görüşünde. Pekin, ABD’nin ya da Tayvan’ın “Tayvan hava savunma sahası” ifadesini kullanmasını ise egemenlik ve bağımsızlık iddiası olarak görüyor. Çin, Tayvan’ın hava savunma sahasına girerek, Tayvan’ın egemen bir devlet olmadığı göstermeye çalışıyor.

Çin, bu iddialarını fiili olarak da uzun süredir kanıtlamaya ve göstermeye çalışıyordu. Fakat Çin’in bu devasa ölçüdeki askeri tatbikatları ve hava savunma sahalarını ihlalleri olası bir savaş durumuna hazırlık. Böylece Çin, Tayvan’ın bir bağımsızlık girişimine ya da başka bir gücün adada konumlanmasına, desteklenmesine ve işbirliğine tavizsiz yaklaşacağını mesajını veriyor. Diğer bir ifade ile, Çin mevcut statükoyu her an bir yıldırım harekatı ile ‘oldu-bitti’ye (fait accompli) getirebileceği mesajını ciddiyetini göstererek veriyor.

Çin, ABD’nin ve bölgesel müttefiklerinin Tayvan ile çevresindeki eylemlerini kendi egemenliğine ve ulusal güvenliğine karşı yapılmış olarak görüyor. Çin bu görüşünün hukuki temelini ise üç ayağa dayandırıyor: Taipei’in “Tayvan Cumhuriyeti” olarak değil “Çin Cumhuriyeti” iddiası ile hukuki varlığını sürdürmesi, dolayısıyla Tayvan Adası olarak henüz bağımsızlık ilan etmemiş olması ve ABD’nin Çin ile diplomatik ilişki kurarken imzaladığı üç ortak bildiri ile “Tek Çin”i tanımış olması.

Bir yandan Tayvan tarafı barış ve diyalog çağrısı yaparak mevcut statükoyu devam ettireceği mesajı veriyor. Diğer yandan ise, Tayvan’da Çin’in bu tazyiklerine karşı savunmasını güçlendirmeye çalışıyor. Reuters’in bildirdiğine göre, Tayvan savunma otoriteleri askerî harcamalar için 8.6 milyar dolarlık ek savunma bütçesi hazırladı. Bunlar arasında 1200 km menzilli Hsiung Sheng kara saldırı füzeleri de yer alıyor. Bu da Tayvan savunma otoritelerinin Çin’den ciddi bir tehdit algıladıklarını ve sıcak bir çatışma durumunda Çin içerisini hedef alabileceklerini gösteriyor.

ABD Tayvan’ı savunur mu?

Peki, Tayvan’a bir saldırı durumunda ABD, Çin’in oldu-bittisini (fait accompli) önleyebilir mi? Ya da ABD ne yapabilir, yapacak?

ABD diplomatik tanımasını 1979 yılında Taipei’den Pekin’e kaydırınca, Amerikan Kongresi de 1979 yılında Amerikan iç hukukuna esas alarak Tayvan ile ilişkileri düzenleyen ve adanın kendini savunması için askerî yardımların yapılmasını öngören Tayvan ile İlişkiler Yasası’nı geçirdi. ABD’de, “Savaş Yetkileri” ve Tayvan ile İlişkiler Yasası gereği, Başkan Joe Biden’ın Tayvan’a bir müdahale halinde güç kullanabilmesi için, uzun tartışmaları içeren bir süreci aşması ve Kongre’den onay alması gerekiyor. Bu süreçte Çin bir oldu bitti ile adayı ele geçirebilir.

Cumhuriyetçi Senatör Rick Scott, Başkan’ın doğrudan savaş kararı verebilmesi için Şubat 2021’de Tayvan’ın İşgalinin Önlenmesi Yasasını sundu. İlerleyen süreçte bu yasa teklifindeki gelişmeler ABD politikalarının da yönünü gösterecek.

Burada karşımıza iki soru çıkıyor. ABD, Tayvan İlişkileri Yasası kapsamında Çin’in tehdidi ve hatta oldu-bittisi ile karşı karşıya kalma durumunda Tayvan’ın savunma gücünü mü arttıracak? Yoksa kendisi de, Tayvan’ın işgali durumunda savaşa müdahil olacak? Ya da her iki seçenek de geçerli olabilir mi? Bu soruların hiçbirine tam olarak evet ya da hayır demek mümkün gözükmüyor. ABD’nin adayı savunacağına yönelik ciddi bir işaret vermeden, söylemsel olarak adanın işgaline karşı çıkması, Pekin’in bu konudaki testlerinin sınırlarını zorlamasının yolunu açabilir.

Çin de ABD de, her ne kadar birbirine karşılıklı sert eleştirilerde bulunsalar ve sınırlarını zorlasalar da, sıcak temastan özenle kaçınıyorlar. ABD’nin “Tek Çin”i tanıması hukuki olarak Tayvan konusunda elini bağlıyor. Ayrıca tarafların birbirlerine karşı bir sıcak temasın yıkıcı etkisinin farkında olmaları nedeniyle fiili olarak dolaylı yollarla cevap vermeyi tercih ediyorlar.

Fakat Hint-Pasifik’teki gelişmeler gösteriyor ki, bölgede tedirginlik ve kriz durumu beklenenden daha hızlı tırmanıyor, taraflar birbirinin sınırlarının beklenenden daha erken ve sert test ediyor. Reste rest durumu…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Çin ve İngiltere arasında imzalanan ‘Çin-İngiltere Ortak Deklarasyonu’ ile Aralık 1984’te, Hong Kong’un mevcut sisteminin korunarak “bir devlet, iki sistem” temelinde Çin’e devredilme süreci başladı. Bu ortak deklarasyon esas alınarak, Hong Kong 1997 yılında Çin’e devredildi. Bu deklarasyona göre, Çin, Hong Kong’un mevcut sistemini 50 yıl korumayı taahhüt ediyordu. Fakat İngiltere ve Hong Kong’daki demokrasi yanlıları ‘suçluların iadesi’ vb bir dizi yasalar ile Çin’in Hong Kong’un mevcut sistemini değiştirdiğini ve deklarasyona aykırı hareket ettiğini belirtiyor.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çin, Tayvan, Pasifik’te yeni dengeler, yeni krizler

ABD’nin Pasifik’te artan varlığı, AUKUS ve QUAD gibi ittifak hamleleri Çin’i kaygılandırıyor. Pekin’in yanıtı ABD’nin ileri karakolu olarak gördüğü Tayvan üzerinden geliyor. Peki, bu restleşme nereye varabilir? ABD Tayvan’ı savunur mu? Dr. Ümit Alperen yazdı.

Çin ekonomisiyle, dış politikasıyla, askerî gücüyle, inovasyonlarıyla, bölgesel rakipliğiyle sürekli dünya gündeminde; zaman zaman sıralamada geriye düşse de Çin’in iç ve dış gündeminden eksilmeyen konu ise Tayvan ya da resmî adıyla Çin Cumhuriyeti.

Son günlerde Pasifik’teki küresel rekabette ABD’nin ve Çin’in karşılıklı dikkat çekici hamleleriyle daha da öne çıkan Tayvan meselesini ve ardında yatan krizi daha iyi anlamak için sorunun tarihsel kökenine inmekte fayda var.

Çin Komünist Partisi ile 1911-1949 yılları arasında Çin’i yöneten Milliyetçi Parti (Kuomingdang) arasında 1927’de başlayan iç savaş, 1949 yılında Komünist Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. Çin’de yönetimi kaybeden Milliyetçi Parti Tayvan’a kaçtı ve 1911 yılında kurulan Çin Cumhuriyeti’nin “tüm Çin’in” meşru devleti olarak Tayvan’da devam ettiğini ilan etti. İşte o tarihten beri de bu sorun Çin’in gündeminden düşmüyor.

Pekin ise, Tayvan’ı kendi eyaleti olarak görüyor. Etnik olarak ülkenin yüzde 95-97’si Çinli olsa da Tayvanlılar, bağımsızlıklarının tanınmasını istiyorlar. Tayvan’ı diplomatik olarak tanıyan büyük ülke hiç yok, Türkiye de Tayvan’ı tanımıyor. Ama Tayvan’ı diplomatik olarak tanımayan birçok ülke gibi, Türkiye’nin de Tayvan ile kültürel ve ekonomik ilişkileri var, mesela Türkiye’nin Tayvan’da ticari temsilciliği, Tayvan’ın da Türkiye’de Taipei Ekonomi ve Kültür Misyonu adı altında bir temsilciği bulunuyor.

İşte öteden beri Pasifik’teki en önemli sorunlardan biri olan Tayvan’ın durumu, ABD’nin 2011’de duyurduğu ama bir türlü uygulayamadığı, askerî ve politik odağın Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e kaydırılmasını öngören Asya ekseni stratejisine (The Asia Pivot strategy), Afganistan’dan çekilmesiyle hızlı bir giriş yapması sebebiyle ayrıca hassaslaştı.

Son günlerde yaşanan ve Çin’nin çevrelenme ve tehdit altında olma hissini arttıran başka gelişmeler de uluslararası arenada Tayvan meselesine iyice dikkatleri çekti.

Tayvan meselesi neden yeniden ısındı?

Bu gelişmelerin başında ABD-İngiltere ikilisinin Avustralya’ya nükleer denizaltı satması geliyor. ABD, İngiltere ve Avustralya bir araya gelerek AUKUS ortaklığını; ABD, Japonya, Avusturalya ve Hindistan da QUAD ortaklığını oluşturdu. Bu iki ittifak da dünya siyasetinde gittikçe önem kazanıyor. Ayrıca QUAD, Hint-Pasifik’in NATO’su olmaya aday.

QUAD ve AUKUS oluşumlarının sahadaki yansımalarını da görmek mümkün. Mesela ABD, İngiltere, Japonya, Hollanda, Kanada ve Yeni Zelanda’nın Filipinler Denizi’nde Ağustos ayı sonlarında çok-uluslu ortak deniz tatbikatı gerçekleştirmesi. Ya da Çin’in, Hong Kong nedeniyle ilişkisinin ters yüz olduğu İngiltere’nin, geçtiğimiz günlerde 2008’den sonra ilk defa Tayvan Boğazı’ndan geçerek Tayvan’a savaş gemisi göndermesi gibi.1

ABD ve ortaklarının Pasifik’teki bu eylemleriyle neredeyse eş-zamanlı olarak Çin de boş durmadı; zaten hassas olan Tayvan’ı hedef alarak kapsamlı hava sahası ihlalleri ve tatbikatlar gerçekleştirdi.

Çin, 1 Ekim’de 38 askerî uçakla başladığı Tayvan hava sahası ihlallerini, ikinci gün 39 ve 4 Ekim’de de 56 askerî uçakla sürdürerek rekor üstüne rekor tazeledi. Devamında Çin Halk Kurtuluş Ordusu Günlüğü gazetesinin Çin’in Twitter’ı olarak tanımlanabilecek sosyal medya platformu Weibo‘daki resmî hesabından, coğrafi olarak Tayvan’ın tam karşısında yer alan Çin’in Fujian eyaletinde Çin ordusunun askerî çıkarma tatbikatı yaptığını duyurdu. Daha açık bir ifadeyle Çin bütün askerî unsurlarıyla Tayvan’ın nasıl ele geçirebileceğini gösteren tatbikatlar düzenledi.

Sorunun yeniden alevlenmesi ve Çin rüyası

Aslında Çin’in şimdiki lideri Şi Cinping’in başkan olduğu 2012’ye kadar, Tayvan sorunu da dâhil politik konular Çin dış politikasının ekonomi temelli olması nedeniyle önemlerini hiç kaybetmese de geri planda kalmıştı.

Çin’in artık ekonomik olarak büyük bir güç olduğuna, politik ve askerî gücünün de görünür olması gerektiğine inanan Şi ise, iktidarının ilk gününden itibaren Tayvan konusunda sert ve kararlı mesajlar vermeye başladı. Şi bu yaklaşımını Çin’in küresel bir güç olmasını hedefleyen “Çin’in yeniden büyük dirilişi”ni de içine alan “Çin Rüyası” kavramıyla formülleştirdi.

“Çin’in yeniden büyük dirilişinde” Tayvan’ın anakaraya katılması kilit önemde. Şi, geçenlerde yaptığı bir konuşmada, Tayvan ile barışçıl birleşmeden ve buna karşı olanların tarih tarafından yargılanacağından söz etti. Aynı konuşmada 25 defa “yeniden büyük dirilişten” de söz etmesi dikkat çekti. Yani, Şi, Tayvansız Çin’in “yeniden büyük dirilişinin” eksik kalacağını düşünüyor. Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen ise ulusal gün konuşmasında statükouyu koruyacaklarını vurguladı ama Çin ile barış ve diyalog arzusunu yineledi.

Çin’i kaygılandıran kimliksel kopuş

Fakat Pekin, Taipei ile diyaloğu eşit iki egemen güç arasında yapılan bir diyalog olarak görmüyor, kendisinden ayrılmak isteyen yaramaz eyaleti ile hiyerarşik bir konuşma olarak görüyor. Taipei ise egemenlik haklarında ısrarcı. Pekin’in bu tavrı aynı zamanda Tayvan’ın Çin’den kimliksel kopuşuna da yol açıyor.

Hong Kong hükümetinin Şubat 2019’da hazırladığı, suçluların Hong Kong’tan Çin’e iadesini öngören kanun tasarısına karşı demokrasi yanlısı Hong Konglu gençlerin 2019-2020 yıllarına damgasını vuran protestolara, Çin’in tavizsiz ve sert yaklaşımı, kamuoyu araştırmalarına göre, Tayvan’da da “Çin” kimliğinin önüne “Tayvanlı” kimliğinin daha ön plana çıkmasına neden oluyor. Tayvan Cumhurbaşkanı sözcüsü Xavier Chang’ın, Tayvan’ın Pekin’in Hong Kong politikasından ders aldığını söylemesi de bu noktada dikkat çekici.

Tayvanlıların, Tayvan’ın Ulusal Chengchi Üniversitesi Seçim Çalışmaları Merkezi’nin “Kimsiniz?” sorusuna verdikleri cevaplar, Çin için endişe verici. Bu araştırmaya göre, Haziran 2021’de Tayvanlıların yüzde 63.3’ü kendini sadece Tayvanlı, yüzde 31.4’ü hem Çinli hem Tayvanlı ve sadece yüzde 2.7’si kendisini sadece Çinli olarak tanımlıyor. Çin-Tayvan arasında yarı-resmî görüşmelerin sonucunda varılan, Tayvan’ı Çin anakarasının bir parçası olarak gören “Tek Çin” ilkesine dayanan “1992 Konsensusu”nda mutabık kalındığında, yüzde 17.6’sı kendisini sadece Tayvanlı, yüzde 46.4’ü ise hem Çinli hem Tayvanlı ve yüzde 25.5’i ise sadece Çinli olarak tanımlıyordu.

Çin ile Tayvan arasındaki halk düzeyindeki kimliksel kopuşun yanı sıra iktidardaki Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) Tayvan’ın resmî ismi olan “Çin Cumhuriyeti” ifadesini geri planda bırakacak şekilde -pasaportlarda olduğu gibi- “Tayvan” ismini daha ön plana çıkarması da devlet düzeyinde başka bir kopuşa işaret ediyor. Ayrıca Taipei yönetimi, pandemi sırasında Dünya Sağlık Örgütü’ne katılmak için küresel boyutta “Tayvan yardım edebilir” kampanyası başlatmış, böylece uluslararası alanda daha fazla görünür olmak istemişti. Çin anakarasından hem kimliksel hem de DPP’nin başını çektiği siyasi kopuş, Pekin’deki karar alıcıları ‘acaba Tayvan bağımsızlığını mı ilan etmek istiyor’ endişelerini arttırıyor.

ABD’nin Pasifik’te ittifak hamlelerine Çin Tayvan üzerinden cevap veriyor

Dolayısıyla, Çin-Tayvan arasında zaten var olan ve artarak hassaslaşan soruna, ABD öncülüğündeki Çin karşıtı QUAD, AUKUS gibi oluşumların eklemlenmesi ve aktifleşmesi, Çin’in hem Tayvan konusundaki hem de genel çevrelenme hamlelerine yönelik endişelerini arttırıyor. Çin, AUKUS, QUAD gibi oluşumların da Tayvan’ın bağımsızlığında rol oynayacağını düşünüyor. Çin, ABD’nin bu politikalarına karşı siyasi ve diplomatik olarak doğrudan cevap verse de, askerî cephede de Tayvan üzerinden cevap verme yaklaşımı içerisinde.

Çin’in askerî olarak ABD ve müttefiklerine Tayvan’a benzer bir şekilde doğrudan bu tür bir tazyikte bulunması geri dönüşü olmayan bir süreci başlatabilir. Bunun yerine ABD’nin ve neredeyse bütün Batı’nın resmi olarak tanıdığı, “Tek Çin” politikası üzerinden ABD’nin ileri karakolu olarak gördüğü yani Tayvan üzerinden cevap vermeyi tercih ediyor.

Çünkü Pekin’e göre, zaten Çin’in ayrılmaz bir parçası Tayvan’ın kendine ait bir hava savunma sahasının olması söz konusu değil. Çin, Tayvan’ın egemen bir devlet olmadığı, dolayısıyla hava savunma sahasının da olamayacağı görüşünde. Pekin, ABD’nin ya da Tayvan’ın “Tayvan hava savunma sahası” ifadesini kullanmasını ise egemenlik ve bağımsızlık iddiası olarak görüyor. Çin, Tayvan’ın hava savunma sahasına girerek, Tayvan’ın egemen bir devlet olmadığı göstermeye çalışıyor.

Çin, bu iddialarını fiili olarak da uzun süredir kanıtlamaya ve göstermeye çalışıyordu. Fakat Çin’in bu devasa ölçüdeki askeri tatbikatları ve hava savunma sahalarını ihlalleri olası bir savaş durumuna hazırlık. Böylece Çin, Tayvan’ın bir bağımsızlık girişimine ya da başka bir gücün adada konumlanmasına, desteklenmesine ve işbirliğine tavizsiz yaklaşacağını mesajını veriyor. Diğer bir ifade ile, Çin mevcut statükoyu her an bir yıldırım harekatı ile ‘oldu-bitti’ye (fait accompli) getirebileceği mesajını ciddiyetini göstererek veriyor.

Çin, ABD’nin ve bölgesel müttefiklerinin Tayvan ile çevresindeki eylemlerini kendi egemenliğine ve ulusal güvenliğine karşı yapılmış olarak görüyor. Çin bu görüşünün hukuki temelini ise üç ayağa dayandırıyor: Taipei’in “Tayvan Cumhuriyeti” olarak değil “Çin Cumhuriyeti” iddiası ile hukuki varlığını sürdürmesi, dolayısıyla Tayvan Adası olarak henüz bağımsızlık ilan etmemiş olması ve ABD’nin Çin ile diplomatik ilişki kurarken imzaladığı üç ortak bildiri ile “Tek Çin”i tanımış olması.

Bir yandan Tayvan tarafı barış ve diyalog çağrısı yaparak mevcut statükoyu devam ettireceği mesajı veriyor. Diğer yandan ise, Tayvan’da Çin’in bu tazyiklerine karşı savunmasını güçlendirmeye çalışıyor. Reuters’in bildirdiğine göre, Tayvan savunma otoriteleri askerî harcamalar için 8.6 milyar dolarlık ek savunma bütçesi hazırladı. Bunlar arasında 1200 km menzilli Hsiung Sheng kara saldırı füzeleri de yer alıyor. Bu da Tayvan savunma otoritelerinin Çin’den ciddi bir tehdit algıladıklarını ve sıcak bir çatışma durumunda Çin içerisini hedef alabileceklerini gösteriyor.

ABD Tayvan’ı savunur mu?

Peki, Tayvan’a bir saldırı durumunda ABD, Çin’in oldu-bittisini (fait accompli) önleyebilir mi? Ya da ABD ne yapabilir, yapacak?

ABD diplomatik tanımasını 1979 yılında Taipei’den Pekin’e kaydırınca, Amerikan Kongresi de 1979 yılında Amerikan iç hukukuna esas alarak Tayvan ile ilişkileri düzenleyen ve adanın kendini savunması için askerî yardımların yapılmasını öngören Tayvan ile İlişkiler Yasası’nı geçirdi. ABD’de, “Savaş Yetkileri” ve Tayvan ile İlişkiler Yasası gereği, Başkan Joe Biden’ın Tayvan’a bir müdahale halinde güç kullanabilmesi için, uzun tartışmaları içeren bir süreci aşması ve Kongre’den onay alması gerekiyor. Bu süreçte Çin bir oldu bitti ile adayı ele geçirebilir.

Cumhuriyetçi Senatör Rick Scott, Başkan’ın doğrudan savaş kararı verebilmesi için Şubat 2021’de Tayvan’ın İşgalinin Önlenmesi Yasasını sundu. İlerleyen süreçte bu yasa teklifindeki gelişmeler ABD politikalarının da yönünü gösterecek.

Burada karşımıza iki soru çıkıyor. ABD, Tayvan İlişkileri Yasası kapsamında Çin’in tehdidi ve hatta oldu-bittisi ile karşı karşıya kalma durumunda Tayvan’ın savunma gücünü mü arttıracak? Yoksa kendisi de, Tayvan’ın işgali durumunda savaşa müdahil olacak? Ya da her iki seçenek de geçerli olabilir mi? Bu soruların hiçbirine tam olarak evet ya da hayır demek mümkün gözükmüyor. ABD’nin adayı savunacağına yönelik ciddi bir işaret vermeden, söylemsel olarak adanın işgaline karşı çıkması, Pekin’in bu konudaki testlerinin sınırlarını zorlamasının yolunu açabilir.

Çin de ABD de, her ne kadar birbirine karşılıklı sert eleştirilerde bulunsalar ve sınırlarını zorlasalar da, sıcak temastan özenle kaçınıyorlar. ABD’nin “Tek Çin”i tanıması hukuki olarak Tayvan konusunda elini bağlıyor. Ayrıca tarafların birbirlerine karşı bir sıcak temasın yıkıcı etkisinin farkında olmaları nedeniyle fiili olarak dolaylı yollarla cevap vermeyi tercih ediyorlar.

Fakat Hint-Pasifik’teki gelişmeler gösteriyor ki, bölgede tedirginlik ve kriz durumu beklenenden daha hızlı tırmanıyor, taraflar birbirinin sınırlarının beklenenden daha erken ve sert test ediyor. Reste rest durumu…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Çin ve İngiltere arasında imzalanan ‘Çin-İngiltere Ortak Deklarasyonu’ ile Aralık 1984’te, Hong Kong’un mevcut sisteminin korunarak “bir devlet, iki sistem” temelinde Çin’e devredilme süreci başladı. Bu ortak deklarasyon esas alınarak, Hong Kong 1997 yılında Çin’e devredildi. Bu deklarasyona göre, Çin, Hong Kong’un mevcut sistemini 50 yıl korumayı taahhüt ediyordu. Fakat İngiltere ve Hong Kong’daki demokrasi yanlıları ‘suçluların iadesi’ vb bir dizi yasalar ile Çin’in Hong Kong’un mevcut sistemini değiştirdiğini ve deklarasyona aykırı hareket ettiğini belirtiyor.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x