Devletler terör örgütlerine vekalet vermeyi bırakıyor, şimdi ne olacak?

Soğuk Savaş sonrası devletler kendi aralarındaki mücadeleler için terörist örgütlere vekalet verdiler ama bu dönemin sonu geliyor. Bu noktaya nasıl ve neden gelindi? Terör örgütleri neden güçlerini yitirdiler? Dünya konvansiyonel çatışmalara hazır mı? Hüseyin Pamuk yazdı.

Uluslararası sistemin asimetrik tehditlere karşı koymaya dayanan güvenlik mimarisi bir kez daha değişiyor ve yerini yeniden konvansiyonel devletlerarası çatışmalara bırakıyor. Dünyanın bu değişime ne kadar hazır olduğuysa tartışmalı.

Asimetrik tehditler Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkmıştı. Soğuk Savaş bitince uluslararası sistemdeki ideolojik kutuplaşma da bitmişti. Fakat bu seferde uluslararası sistem dağınık, öngörülmesi güç tehditlerle karşı karşıya kalmıştı.

Bu yeni dönemde devlet dışı aktörler, özellikle terör örgütleri kendilerinden hep söz ettirdiler. Büyük güçlerin yürüttüğü savaşlarda, onlar adına vekaleten meselelere dahil oldular. Büyük ve bölgesel güçlerin sıkça başvurduğu araçlara dönüştüler.

11 Eylül sonrası dönemde bu eğilim zirveye çıktı, küresel güvenlik mimarisi büyük ölçüde bu tehditlere odaklandı. Ancak günümüzün jeopolitik gelişmeleri, bu paradigmanın önemli ölçüde değişmekte olduğunu gösteriyor.

Paradigma değişikliği

Ancak son yıllarda, bu devlet dışı tehditlerin önceliğini kaybettiği; buna karşılık, doğrudan devletlerin askeri eylemlerinin yeniden ön plana çıktığı bir geçiş dönemi gözlemleniyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısı, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Savaşı ve son günlerde yükselen tansiyonun merkezi haline gelen Pakistan-Hindistan çatışmaları klasik anlamda devletler arası savaş olasılığının yeniden yükseldiğine işaret ediyor. Bu, Soğuk Savaş sonrası dönemin temel karakteristiklerinden biri olan “asimetri” kavramının yerini yavaş yavaş “konvansiyonel risklere” bıraktığını gösteriyor. Bir başka ifadeyle, artık sadece terör örgütleri ya da milis grupların değil, doğrudan devletlerin kendilerinin askeri eylem sahnesinin başrolüne yeniden geldiği bir uluslararası evrenin başladığı söylenebilir.

Dönüşümün nedenleri

Bu dönüşümün birkaç temel nedeni var.

Öncelikle ABD–Çin, Rusya–NATO gibi büyük güçlerin rekabeti yeniden küresel siyasetin belirleyici unsuru haline geldi. Bu rekabet, yalnızca ekonomik ve diplomatik düzeyde değil, askerî anlamda da doğrudan tehdit algılarına yol açıyor; bu da devletleri, silahlanma yarışına ve doğrudan çatışma riskini göze almaya yöneltiyor.

Ayrıca, yükselen milliyetçi partilerin etkisiyle uluslararası alanda ılımlı politikaların takip edilmesi zorlaşıyor, işbirlikçi ve uzlaşmacı diyaloglar giderek azalıyor. Bu durum, özellikle çok taraflı diplomatik çözüm mekanizmalarının zayıflamasına ve devletlerin güvenlik endişelerini kendi başlarına çözme eğiliminin artmasına neden oluyor. Sonuç olarak, birçok devlet savunma harcamalarını artırıyor ve askeri kapasitesini yeniden yapılandırma yoluna gidiyor. Bu da uluslararası alanda devletlerin doğrudan çatışmalara katılma ihtimalini güçlendiren bir diğer önemli faktör haline geliyor.

İkinci olarak, vekil aktörler aracılığıyla sürdürülen savaşların sınırlı etki yaratması ya da kontrolsüz sonuçlar doğurması, büyük güçleri yeniden doğrudan müdahale stratejilerine yöneltiyor. Bu bağlamda, terör örgütlerinin uluslararası sistemdeki etkilerinin ciddi biçimde azalma eğilimine girdiğini söylemek mümkün. Bunun da birkaç temel nedeni var.

Terör örgütlerinin etkisi neden azaldı?

Birincisi, teknolojik gelişmeler, özellikle yüksek çözünürlüklü istihbarat sistemleri, İHA/SİHA kapasitesi ve siber izleme yöntemleri sayesinde terör örgütlerinin saklanma, organize olma ve etkili saldırılar düzenleme kabiliyeti ciddi ölçüde zayıfladı. Örgütlerin bu teknolojilere karşı koyabilecek yapılar geliştirmesi mümkün değil. Birçok devlet bu teknolojik avantajı kullanarak örgütlerin hareket alanlarını sistematik biçimde daraltıyor. Bu durum, örgütlerin büyük güçler nezdindeki stratejik kullanım değerini de azaltıyor.

Bu duruma en çarpıcı örneklerden biri, Türkiye’nin PKK’ya karşı yürüttüğü operasyonlarda kullandığı insansız hava aracı (İHA) ve silahlı insansız hava aracı (SİHA) teknolojisi. Bayraktar TB2 ve ANKA-S gibi sistemler, hem anlık görüntü aktarımı hem de nokta atışı kabiliyetiyle örgüt kamplarını, geçiş güzergahlarını ve lider kadrolarını hedef alarak PKK’nın kırsal alandaki manevra kabiliyetini büyük ölçüde sınırlandırdı.

Diğer bir örnek ise ABD’nin özellikle 2010’lu yıllarda El Kaide ve daha sonra İŞİD’e karşı MQ-9 Reaper gibi ileri düzey SİHA’ları yoğun biçimde kullanması. Afganistan, Pakistan, Yemen ve Irak’ta yapılan hedefli suikastlar, örgüt liderliğini ciddi biçimde zayıflattı. Örgütlerin koordinasyon kabiliyetini düşürdü. Bu teknolojik üstünlük, klasik kara birliklerine ihtiyaç duyulmayan ancak yüksek etkili operasyonlar yapılmasına olanak sağladı. Bu teknolojik gelişmeler karşısında eylemsel kabiliyetlerini yitiren silahlı örgütler, devletler açısında kendi çıkarları doğrultusunda kullanışlı birer aparat olma özeliklerini kaybetti.

Vekil örgütlerin devrinin geçmesinin ikinci nedeninin düşünsel anlamda olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş döneminin ideolojik kutuplaşmasıyla beslenen ve 1990’lar-2000’ler boyunca çeşitli kimlik siyaseti zeminlerinde yeniden yükselen çatışma alanları, zamanla muğlaklaştı ve toplumsal karşılıklarını yitirdi. Günümüzde birçok örgüt, net bir ideolojik hedef sunamıyor aksine, iç çelişkiler ve farklı grupların çatışan öncelikleri, örgütlerin hem söylem hem de eylem düzeyinde etkisizleşmesine neden oluyor. Bu durum, özellikle genç nüfus arasında örgütlere katılım oranlarında keskin bir düşüşü beraberinde getiriyor.

Bu açıdan yaklaşıldığında El Kaide/İŞİD (dini), FARC ve PKK (Marksist-Leninst) örgütlerin doğuş ve gelişim süreçleri açıklayıcı birer örnek olarak gösterilebilir. 2000’li yılların başında İslamcı ideolojiler üzerinden geniş kitlelere ulaşan El Kaide ve daha sonra IŞİD, bir dönem güçlü ideolojik cazibe yaratmışsa da zamanla bu ideolojik söylemler radikalleşerek tutarsız, şiddet odaklı ve iç çatışmalarla dolu hale geldi. IŞİD’in hilafet ilanı sonrası, özellikle Suriye ve Irak’ta farklı fraksiyonlar arasında çıkan anlaşmazlıklar, örgütün kendi içinde parçalanmasına ve hedef kitlesini kaybetmesine neden oldu. Batılı ülkelerden gelen katılımlar 2014’te zirve yaptıktan sonra kısa sürede dramatik şekilde azaldı.

FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri), 1960’lardan itibaren Marksist ideolojiye dayanan bir halk savaşı yürütürken, zamanla uyuşturucu ticareti ve adam kaçırma gibi faaliyetlerle anılmaya başladı. İdeolojik çizgisi zayıfladıkça toplumsal meşruiyeti çözüldü. 2016’daki barış anlaşmasına kadar olan süreçte, özellikle genç nesiller arasında örgüte katılım büyük ölçüde düştü. Barış sonrası halk desteği neredeyse sıfıra indi.

Son olarak PKK’nın kuruluş ideolojisi olan Marksist-Leninist çizgi zaman içinde post-modern kimlik siyasetiyle harmanlanmaya çalışılsa da, bu geçiş hem içeride hem dışarıda ideolojik belirsizlik yarattı. Örgütün kırsal alandaki etkinliği azalırken, yeni nesil Kürt gençliği arasında örgüte katılım oranları 1990’lara kıyasla ciddi şekilde düştü. Özellikle 2015 sonrası Türkiye’nin iç güvenlik politikaları ve bölgesel yatırımlarla bu gerileme daha da hızlandı.

Terör örgütlerinin etkisinin azalmasının bir başka nedeni, bu örgütlerin yerel ve küresel düzeyde halk nezdindeki sempatilerinin büyük ölçüde tükenmiş olması. Eskiden bazı kesimlerde “direniş hareketi” olarak görülebilen yapılar, artık sivil hedeflere yönelik saldırılar, otoriter yönetim anlayışları ve suç ekonomilerine entegre yapıları nedeniyle meşruiyetlerini kaybetmiş durumda. Bu durum, sadece örgütlerin içsel motivasyonlarını değil, aynı zamanda dış destek bulma kapasitelerini de zayıflatıyor.

Yeni bir evre

Bu çerçevede, vekil aktörlerin hem teknolojik baskı altında etkinliklerini kaybetmeleri hem de ideolojik/toplumsal meşruiyetlerinin zayıflaması, büyük güçleri bu aktörler yerine doğrudan askerî müdahale stratejilerine yöneltti.

Bu da uluslararası güvenlik mimarisinin yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.

Bu evrede tehditler daha çok devlet kaynaklı, çatışma riski, geleneksel askerî hesaplamalara dayanıyor. Bu durum hem savunma politikalarının hem de uluslararası hukukun yeniden tanımlanması gerekliliğini beraberinde getiriyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Hüseyin Pamuk
Hüseyin Pamuk
Hüseyin Pamuk - Ortadoğu siyaseti, İran’ın bölgesel Şiilik stratejileri, silahlı örgütler ve çatışma dinamikleri üzerine çalışmalar yürütüyor. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisansını King's College London’da “Bölünmüş Toplumlarda Çatışma Çözümü” (Conflict Resolution in Divided Societies) alanında tamamladı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları (Middle East Studies) programında doktora çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Devletler terör örgütlerine vekalet vermeyi bırakıyor, şimdi ne olacak?

Soğuk Savaş sonrası devletler kendi aralarındaki mücadeleler için terörist örgütlere vekalet verdiler ama bu dönemin sonu geliyor. Bu noktaya nasıl ve neden gelindi? Terör örgütleri neden güçlerini yitirdiler? Dünya konvansiyonel çatışmalara hazır mı? Hüseyin Pamuk yazdı.

Uluslararası sistemin asimetrik tehditlere karşı koymaya dayanan güvenlik mimarisi bir kez daha değişiyor ve yerini yeniden konvansiyonel devletlerarası çatışmalara bırakıyor. Dünyanın bu değişime ne kadar hazır olduğuysa tartışmalı.

Asimetrik tehditler Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkmıştı. Soğuk Savaş bitince uluslararası sistemdeki ideolojik kutuplaşma da bitmişti. Fakat bu seferde uluslararası sistem dağınık, öngörülmesi güç tehditlerle karşı karşıya kalmıştı.

Bu yeni dönemde devlet dışı aktörler, özellikle terör örgütleri kendilerinden hep söz ettirdiler. Büyük güçlerin yürüttüğü savaşlarda, onlar adına vekaleten meselelere dahil oldular. Büyük ve bölgesel güçlerin sıkça başvurduğu araçlara dönüştüler.

11 Eylül sonrası dönemde bu eğilim zirveye çıktı, küresel güvenlik mimarisi büyük ölçüde bu tehditlere odaklandı. Ancak günümüzün jeopolitik gelişmeleri, bu paradigmanın önemli ölçüde değişmekte olduğunu gösteriyor.

Paradigma değişikliği

Ancak son yıllarda, bu devlet dışı tehditlerin önceliğini kaybettiği; buna karşılık, doğrudan devletlerin askeri eylemlerinin yeniden ön plana çıktığı bir geçiş dönemi gözlemleniyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısı, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Savaşı ve son günlerde yükselen tansiyonun merkezi haline gelen Pakistan-Hindistan çatışmaları klasik anlamda devletler arası savaş olasılığının yeniden yükseldiğine işaret ediyor. Bu, Soğuk Savaş sonrası dönemin temel karakteristiklerinden biri olan “asimetri” kavramının yerini yavaş yavaş “konvansiyonel risklere” bıraktığını gösteriyor. Bir başka ifadeyle, artık sadece terör örgütleri ya da milis grupların değil, doğrudan devletlerin kendilerinin askeri eylem sahnesinin başrolüne yeniden geldiği bir uluslararası evrenin başladığı söylenebilir.

Dönüşümün nedenleri

Bu dönüşümün birkaç temel nedeni var.

Öncelikle ABD–Çin, Rusya–NATO gibi büyük güçlerin rekabeti yeniden küresel siyasetin belirleyici unsuru haline geldi. Bu rekabet, yalnızca ekonomik ve diplomatik düzeyde değil, askerî anlamda da doğrudan tehdit algılarına yol açıyor; bu da devletleri, silahlanma yarışına ve doğrudan çatışma riskini göze almaya yöneltiyor.

Ayrıca, yükselen milliyetçi partilerin etkisiyle uluslararası alanda ılımlı politikaların takip edilmesi zorlaşıyor, işbirlikçi ve uzlaşmacı diyaloglar giderek azalıyor. Bu durum, özellikle çok taraflı diplomatik çözüm mekanizmalarının zayıflamasına ve devletlerin güvenlik endişelerini kendi başlarına çözme eğiliminin artmasına neden oluyor. Sonuç olarak, birçok devlet savunma harcamalarını artırıyor ve askeri kapasitesini yeniden yapılandırma yoluna gidiyor. Bu da uluslararası alanda devletlerin doğrudan çatışmalara katılma ihtimalini güçlendiren bir diğer önemli faktör haline geliyor.

İkinci olarak, vekil aktörler aracılığıyla sürdürülen savaşların sınırlı etki yaratması ya da kontrolsüz sonuçlar doğurması, büyük güçleri yeniden doğrudan müdahale stratejilerine yöneltiyor. Bu bağlamda, terör örgütlerinin uluslararası sistemdeki etkilerinin ciddi biçimde azalma eğilimine girdiğini söylemek mümkün. Bunun da birkaç temel nedeni var.

Terör örgütlerinin etkisi neden azaldı?

Birincisi, teknolojik gelişmeler, özellikle yüksek çözünürlüklü istihbarat sistemleri, İHA/SİHA kapasitesi ve siber izleme yöntemleri sayesinde terör örgütlerinin saklanma, organize olma ve etkili saldırılar düzenleme kabiliyeti ciddi ölçüde zayıfladı. Örgütlerin bu teknolojilere karşı koyabilecek yapılar geliştirmesi mümkün değil. Birçok devlet bu teknolojik avantajı kullanarak örgütlerin hareket alanlarını sistematik biçimde daraltıyor. Bu durum, örgütlerin büyük güçler nezdindeki stratejik kullanım değerini de azaltıyor.

Bu duruma en çarpıcı örneklerden biri, Türkiye’nin PKK’ya karşı yürüttüğü operasyonlarda kullandığı insansız hava aracı (İHA) ve silahlı insansız hava aracı (SİHA) teknolojisi. Bayraktar TB2 ve ANKA-S gibi sistemler, hem anlık görüntü aktarımı hem de nokta atışı kabiliyetiyle örgüt kamplarını, geçiş güzergahlarını ve lider kadrolarını hedef alarak PKK’nın kırsal alandaki manevra kabiliyetini büyük ölçüde sınırlandırdı.

Diğer bir örnek ise ABD’nin özellikle 2010’lu yıllarda El Kaide ve daha sonra İŞİD’e karşı MQ-9 Reaper gibi ileri düzey SİHA’ları yoğun biçimde kullanması. Afganistan, Pakistan, Yemen ve Irak’ta yapılan hedefli suikastlar, örgüt liderliğini ciddi biçimde zayıflattı. Örgütlerin koordinasyon kabiliyetini düşürdü. Bu teknolojik üstünlük, klasik kara birliklerine ihtiyaç duyulmayan ancak yüksek etkili operasyonlar yapılmasına olanak sağladı. Bu teknolojik gelişmeler karşısında eylemsel kabiliyetlerini yitiren silahlı örgütler, devletler açısında kendi çıkarları doğrultusunda kullanışlı birer aparat olma özeliklerini kaybetti.

Vekil örgütlerin devrinin geçmesinin ikinci nedeninin düşünsel anlamda olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş döneminin ideolojik kutuplaşmasıyla beslenen ve 1990’lar-2000’ler boyunca çeşitli kimlik siyaseti zeminlerinde yeniden yükselen çatışma alanları, zamanla muğlaklaştı ve toplumsal karşılıklarını yitirdi. Günümüzde birçok örgüt, net bir ideolojik hedef sunamıyor aksine, iç çelişkiler ve farklı grupların çatışan öncelikleri, örgütlerin hem söylem hem de eylem düzeyinde etkisizleşmesine neden oluyor. Bu durum, özellikle genç nüfus arasında örgütlere katılım oranlarında keskin bir düşüşü beraberinde getiriyor.

Bu açıdan yaklaşıldığında El Kaide/İŞİD (dini), FARC ve PKK (Marksist-Leninst) örgütlerin doğuş ve gelişim süreçleri açıklayıcı birer örnek olarak gösterilebilir. 2000’li yılların başında İslamcı ideolojiler üzerinden geniş kitlelere ulaşan El Kaide ve daha sonra IŞİD, bir dönem güçlü ideolojik cazibe yaratmışsa da zamanla bu ideolojik söylemler radikalleşerek tutarsız, şiddet odaklı ve iç çatışmalarla dolu hale geldi. IŞİD’in hilafet ilanı sonrası, özellikle Suriye ve Irak’ta farklı fraksiyonlar arasında çıkan anlaşmazlıklar, örgütün kendi içinde parçalanmasına ve hedef kitlesini kaybetmesine neden oldu. Batılı ülkelerden gelen katılımlar 2014’te zirve yaptıktan sonra kısa sürede dramatik şekilde azaldı.

FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri), 1960’lardan itibaren Marksist ideolojiye dayanan bir halk savaşı yürütürken, zamanla uyuşturucu ticareti ve adam kaçırma gibi faaliyetlerle anılmaya başladı. İdeolojik çizgisi zayıfladıkça toplumsal meşruiyeti çözüldü. 2016’daki barış anlaşmasına kadar olan süreçte, özellikle genç nesiller arasında örgüte katılım büyük ölçüde düştü. Barış sonrası halk desteği neredeyse sıfıra indi.

Son olarak PKK’nın kuruluş ideolojisi olan Marksist-Leninist çizgi zaman içinde post-modern kimlik siyasetiyle harmanlanmaya çalışılsa da, bu geçiş hem içeride hem dışarıda ideolojik belirsizlik yarattı. Örgütün kırsal alandaki etkinliği azalırken, yeni nesil Kürt gençliği arasında örgüte katılım oranları 1990’lara kıyasla ciddi şekilde düştü. Özellikle 2015 sonrası Türkiye’nin iç güvenlik politikaları ve bölgesel yatırımlarla bu gerileme daha da hızlandı.

Terör örgütlerinin etkisinin azalmasının bir başka nedeni, bu örgütlerin yerel ve küresel düzeyde halk nezdindeki sempatilerinin büyük ölçüde tükenmiş olması. Eskiden bazı kesimlerde “direniş hareketi” olarak görülebilen yapılar, artık sivil hedeflere yönelik saldırılar, otoriter yönetim anlayışları ve suç ekonomilerine entegre yapıları nedeniyle meşruiyetlerini kaybetmiş durumda. Bu durum, sadece örgütlerin içsel motivasyonlarını değil, aynı zamanda dış destek bulma kapasitelerini de zayıflatıyor.

Yeni bir evre

Bu çerçevede, vekil aktörlerin hem teknolojik baskı altında etkinliklerini kaybetmeleri hem de ideolojik/toplumsal meşruiyetlerinin zayıflaması, büyük güçleri bu aktörler yerine doğrudan askerî müdahale stratejilerine yöneltti.

Bu da uluslararası güvenlik mimarisinin yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.

Bu evrede tehditler daha çok devlet kaynaklı, çatışma riski, geleneksel askerî hesaplamalara dayanıyor. Bu durum hem savunma politikalarının hem de uluslararası hukukun yeniden tanımlanması gerekliliğini beraberinde getiriyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Hüseyin Pamuk
Hüseyin Pamuk
Hüseyin Pamuk - Ortadoğu siyaseti, İran’ın bölgesel Şiilik stratejileri, silahlı örgütler ve çatışma dinamikleri üzerine çalışmalar yürütüyor. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisansını King's College London’da “Bölünmüş Toplumlarda Çatışma Çözümü” (Conflict Resolution in Divided Societies) alanında tamamladı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları (Middle East Studies) programında doktora çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x