21’inci yüzyıla teknoloji şirketlerinin yön verdiği artık yadsınamaz bir gerçek. Eğitimimizin, işlerimizin, ilişkilerimizin, sağlığımızın ve genel olarak esenliğimizin önemli bölümü onların ürettiği çözümlere bağlı. Eskiden bunların çoğundan devleti sorumlu tutuyor ve esenliğimizin teminatı olarak onun varlığına güveniyorduk. Peki, teknoloji şirketleri devletin yerinin mi alıyor? Yeni küresel düzeni onlar mı belirleyecek? Bu sorulara yanıt arayan siyasi risk danışmanlık şirketi Euroasia Group Başkanı Ian Bremmer, Foreign Affairs için kaleme aldığı makalede, devletler gibi büyük teknoloji şirketlerinin de türlerinin olduğunu öne sürüyor ve bu sınıflandırma üzerinde farklı gelecek senaryolarının olası sonuçlarını paylaşıyor. Makaleden bazı bölümler aktarıyoruz:
“Devletler, yaklaşık 400 yıldır küresel meselelerde başlıca aktörler olmuştur. Bu durum, bir avuç büyük teknoloji şirketinin jeopolitik nüfuz sağlama adına onlarla rekabet etmesiyle değişmeye başlıyor. Amazon, Apple, Facebook, Google ve Twitter artık sadece büyük şirketler değiller: Toplumun, ekonominin ve ulusal güvenliğin, uzun zamandan beri devletin özel yetki alanındaki yönlerinin kontrolünü ele geçirdiler. Aynısı Alibaba, ByteDance ve Tencent gibi Çinli teknoloji şirketleri için de geçerli. Başta teknoloji şirketleri olmak üzere devlet dışı aktörler, jeopolitiği giderek daha fazla şekillendiriyor.
Bununla birlikte, ABD-Çin teknolojik rekabetine ilişkin yorumların çoğu devletçi bir paradigmaya takılıp kalıyor. Teknoloji şirketlerini düşman ülkeler arasındaki piyonlar olarak tasvir ediyorlar. Ama teknoloji şirketleri sadece hükümetlerin elindeki araçlar değiller. Söz konusu şirketler, hükümetlerin faaliyet gösterdiği küresel ortamı giderek daha fazla şekillendiriyor. Bir sonraki sanayi devrimini yönlendirecek, ülkelerin ekonomik ve askeri gücü nasıl yansıtacağını belirleyecek, işin geleceğini şekillendirecek ve sosyal sözleşmeleri yeniden tanımlayacak teknolojiler ve hizmetler üzerinde büyük bir etkiye sahipler.
Büyük küresel teknoloji şirketlerini devletler gibi düşünmeye başlamanın zamanı geldi. Bu şirketler, düzenleyici kuruluşların ulaşabileceğinin ötesine geçen, hızla genişleyen bir sahada, dijital alan üzerinde bir tür egemenlik uyguluyorlar. Jeopolitik rekabete kaynak sağlıyorlar, ama hareket kabiliyetlerine yönelik kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyorlar. Dış ilişkileri yürüttükleri gibi hissedarlar, çalışanlar, kullanıcılar ve reklamcılar dâhil olmak üzere ‘seçmen’lerine hesap veriyorlar.
Teknoloji devlerinin üç türü
Siyaset bilimciler hükümetleri sınıflandırmak için çeşitli tanımlar kullanırlar. Örneğin ‘demokrasiler’, ‘otokrasiler’ ve bu ikisinin unsurlarına sahip ‘melez rejimler’ vardır. Ama büyük teknoloji devleri için bu tür tanımları yoktur. Bütün teknoloji şirketleri aynı şekilde çalışmadığı için bu tür tanım geliştirmenin zamanı geldi. Teknoloji şirketleri tıpkı ülkeler gibi bu tür titiz sınıflandırmalara dirense de, jeopolitik duruşlarını ve dünya görüşlerini yönlendiren üç esas güç var: Küreselcilik, ulusalcılık ve tekno-ütopyacılık.
Bu kategoriler, en büyük teknoloji firmalarının küresel meseleleri şekillendirmeye çalışırken karşı karşıya olduğu seçenekleri işaret ediyor. İnternetin giderek daha fazla parçalandığı ve teknoloji şirketlerinin içinde bulundukları devletlerin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet ettiği bir dünyada mı yaşayacağız? Yoksa büyük teknoloji şirketleri, dijital alanın kontrolünü kararlı bir şekilde hükümetlerin elinden alıp kendisini ulusal sınırlardan kurtararak ve gerçekten küresel güç olarak mı ortaya çıkacak? Ya da devlet egemenliği dönemi nihayet sona eriyor ve bir zamanlar hükümetler tarafından sağlanan kamu hizmetlerini sunma sorumluluğunu üstlenen bir teknolojik elit onun yerini mi alıyor? Analistler, siyasi karar alıcılar ve toplum, bu yeni jeopolitik aktörlerin güçlerini nasıl kullanacağını belirleyen rakip bakış açılarını anlasalar iyi olacak. Çünkü aralarındaki etkileşim yirmi birinci yüzyılın ekonomik, sosyal ve politik yaşamını belirleyecek.
Devletler azgın teknolojiyi ehlileştirebilir mi?
Günümüzün en büyük teknoloji firmalarının, bağımsız jeopolitik etki yaratmalarına sağlayan iki çok önemli avantajı var.
Birincisi jeopolitikte yeni bir boyut olan dijital alanı yarattılar. İnsanlar hayatlarını giderek daha fazla, devletlerin tam olarak kontrol edemediği bu geniş alanda yaşıyorlar. Bu gerçeğin toplumsal, ekonomik ve özel hayatlarda sonuçları var. Teknoloji şirketleri davranış ve etkileşimler de şekillendiriyorlar. Google’ın yapay zekâ algoritmaları siz yazarken cümleleri tamamlıyor, Amazon aramasında en üstte çıkan ürünler satın alma kararınızı etkiliyor… Teknoloji firmaları bu tür yollarla insanların zamanlarını nasıl harcadıklarına, hangi profesyonel ve sosyal fırsatları takip ettiklerine ve nihayetinde ne düşündüklerine yön veriyor. Bu güç, sosyal, ekonomik ve politik kurumlar fiziksel dünyadan dijital alana daha fazla kaydıkça büyüyecek.
İkincisi, teknoloji şirketleri modern bir toplumu yönetmek için gerekli olan hem dijital hem de gerçek dünya ürünlerinin geniş bir yelpazesini giderek daha fazla sağlıyorlar. Günümüzün hızla dijitalleşen ekonomisi, daha karmaşık bir dizi mal, hizmet ve bilgi akışına bağlıdır. Örneğin Alibaba, Amazon, Google ve Microsoft, COVID-19 pandemisi sırasında dünyanın büyük bölümünde insanların çalışmasını ve çocukların eğitim görmesini sağlayan bulut hizmetlerine yönelik talebi karşılıyor. Google sağlık, ilaç ve sürürcüsüz araçlar üzerinde çalışıyor. Çin’de Alibaba ve Tencent dijital ödemeler, sosyal medya, e-ticaret ve lojistik sektörlerine hükmediyor. Microsoft ülkenin siber güvenliğini sağlıyor.
Büyük teknoloji şirketlerinin ulus devleti gölgede bırakması kaçınılmaz değil. Hükümetler, zapt edilmez dijital alanı evcilleştirmek için adımlar atıyor. Teknoloji sektörü Çin, AB, ABD ve Hindistan’da olduğu gibi devletin ve düzenleyici kuruluşların büyük baskısıyla karşı karşıya. Teknoloji firmaları, veri merkezlerinden dolayı devletlerin insafına kaldıkları fiziksel alandan kendilerini ayıramıyorlar. Şirketler ulusal yasalara tabi. Para cezasına çarptırılabilir veya başka yaptırımlara maruz kalabilirler; web siteleri engellenebilir ve kuralları çiğnemeleri durumunda yöneticileri tutuklanabilir.
Ancak teknoloji daha karmaşık hale geldikçe, devletler ve düzenleyici kuruluşlar, eski yasalar ve sınırlı kapasiteleriyle iş yapamazlar. Dijital alan ise her geçen gün büyüyor. Facebook’un yaklaşık üç milyar aylık aktif kullanıcısı var. YouTube’da her gün bir milyar saatten fazla video seyrediliyor. 2020’de 64 milyar terabayttan fazla dijital bilgi oluşturuldu ve saklandı. Bir sonraki aşamasında, bu ‘veri küresi’ne otomobiller, fabrikalar ve tüm şehirlerden gelen veriler eklenecek. Bu alan büyüdükçe, onu kontrol etme yeteneği, devletlerin erişiminin ötesine geçecek. Ayrıca devletler, acımasız önlemleri pek çok ürün ve hizmeti sağlayan teknoloji şirketlerinin faaliyetlerini durdurmasına yol açarlarsa, kendi bacaklarına kurşun sıkmış olacaklar.
Çin’in Güvenlik Seddi’nde olduğu gibi devletler, dijital alanı izlemek için uzun süredir karmaşık sistemler kullanıyor. Ancak bu tür sistemler her şeyi takip edemez. Yasa dışı içeriği kaldırmamaya verilen cezalar, şirketlere varoluşsal bir tehdit oluşturmaz, sadece birer baş ağrılarıdır. Ayrıca hükümetler, çok ileri giderlerse kendi meşruiyetlerini baltalayacaklarının farkındalar. Rusya lideri Putin’in vatandaşların küresel internete erişimini kısıtlama konusunda Pekin kadar ileri gitmemesinin nedeni halkın tepkisinden çekinmesidir.
Bu, büyük teknoloji şirketlerinin kitlelerce çok sevildiği anlamına da gelmez. Edelman’ın yıllık Güven Barometresi’ne göre söz konusu şirketlere, özellikle sosyal medya şirketlerine küresel güven, pandemi sırasında büyük darbe aldı.
Hem Brüksel’de hem de Pekin’de politikacılar, şimdi en büyük teknoloji şirketlerinin gücünü ulusal öncelikler doğrultusunda kanalize etmeye çalışıyorlar. Ancak bulut, yapay zekâ ve diğer gelişen teknolojilerin insanların geçim kaynakları ve devletlerin halklarının temel ihtiyaçlarını karşılama yetenekleri açısından daha da önemli hale gelmesiyle, politikacıların başarılı olacağı kesin değil.
Devlet geri dönüyor mu?
Bugün jeopolitikte en önemli soru şu olabilir: En büyük teknoloji şirketlerini bitiren veya göz açtırmayan ülkeler dijital devrimin bir sonraki aşamasının fırsatlarını da değerlendirebilecek mi, yoksa çabaları geri mi tepecek? ABD ve Çin gibi dijital devlere sahip olmadığı için kaygılanan AB, buna kararlı görünüyor, dijital alana daha fazla egemen olmak için baskı yapan demokratik toplumların ön saflarında yer alıyorlar. 2018’de AB, vatandaşlarının kişisel verilerini birlik dışına çıkarılmasını kısıtlayan ve AB vatandaşlarının hassas bilgilerini koruyamayan şirketleri yüksek para cezaları ile tehdit eden bir veri koruma yasasını kabul etti.
Brüksel, büyük teknoloji şirketlerin bölünmesini de içeren yeni bir düzenleme hazırlığında. Burada amaç, büyük bulut platformlarına alternatif olabilecek ‘Avrupa değerleri’ne dayanan şirketlerin önünü açmak. Ama bu büyük bir kumar: Avrupa, zayıf bir gerekçeyle, teknoloji devlerini tuzağa düşürüp Avrupa’da yeni bir inovasyon dalgasını başlatabileceğine inanıyor. Ama sonuçta dijital sistemleri geliştirmek için gereken sermayeyi, yetenekleri ve altyapıyı yalnızca en büyük teknoloji platformlarının toplayabildiği ortaya çıkarsa, Avrupa’nın yaptığı sadece jeopolitik önemini yetirmesini hızlandırmak olacak.
Büyük ölçekte dijital alan yaratmak ve sürdürmek pahalı. Alphabet, Amazon, Apple, Facebook ve Microsoft, 2019’da araştırma ve geliştirmeye toplam 109 milyar dolar harcadı. Bu, Almanya’nın aynı dönemdeki toplam kamu ve özel sektörün toplam Ar-Ge harcamalarına aşağı yukarı eşit. Avrupa devletleri teknoloji sektörü üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istiyorlarsa, çok daha fazla yatırım yapmak zorunda kalacaklar. Ancak hükümetler bu dijital yetenekleri kendileri finanse etmeye istekli olsalar bile, karmaşık bulut altyapısını, yapay zekâ uygulamalarını ve bu teknolojilerin uygun ölçekte çalışmasını sağlayan diğer sistemleri tasarlamak, sürdürmek, işletmek ve büyütmek için gereken mühendislik ve diğer yetenekleri bir araya getirmekte muhtemelen zorlanacaklar.
Bulut bilişim veya yarı iletkenler gibi alanlarda küresel liderliği elde etmek ve sürdürmek, büyük ve sürekli finansman ve insan sermayesi yatırımları gerektirir. Ayrıca, karmaşık küresel tedarik zincirlerinde müşteriler ve diğer ortaklarla yakın ilişkiler gerektirir. Günümüzün modern yarı iletken tesislerinin her biri 15 milyar dolardan fazlaya mal olabilir, bunları kurmak ve işletmek için çok sayıda yüksek eğitimli mühendis gerektirir.
Önümüzdeki on yılda, dijital alan ve fiziksel alan siyaseti birbirine yaklaştıkça neler olacağını göreceğiz. Devletler ve teknoloji şirketleri, her iki dünya üzerinde de nüfuz elde etmek için rekabet etmeye hazırlar. Bu nedenle, şirketlerin hedeflerinin ne olduğunu ve güçlerinin her iki alandaki hükümetlerle nasıl etkileşime girdiğini anlamak için daha iyi bir çerçeveye ihtiyaç var.
Teknolojinin küreselcileri ve ulusalcıları
Küreselcilik, milliyetçilik ve tekno-ütopyacılık genellikle aynı şirket içinde bir arada bulunur. Hangi öngörünün hâkim olacağı, küresel siyaset ve toplum için önemli sonuçlar doğuracaktır.
Küreselciler, gerçekten uluslararası ölçekte faaliyet göstererek imparatorluklarını inşa eden firmalardır. Apple, Facebook ve Google dâhil olmak üzere bu şirketler, ticari varlıklarının ve gelir akışlarının fiziksel bölgeden bağımsız hale getirmek için dijital alanlar yaratır ve buraları doldururlar. Alibaba, ByteDance ve Tencent gibi şirketler, küresel alan açılmadan önce Çin’in devasa iç pazarında zirveye çıktılar. Elbette, Pekin’den gelen destekten de yararlandılar, ancak bu firmaları inovasyona ve küreselleşmeye yönlendiren şey kâr odaklı bir yaklaşımdır.
Bir de, kendi hükümetlerinin öncelikleriyle açık bir şekilde uyum sağlamaya daha istekli olan ulusal şampiyonlar var. Bu firmalar, bulut, yapay zekâ ve siber güvenlik dâhil olmak üzere çeşitli önemli alanlarda hükümetlerle ortaklık kuruyor. Ürünlerini devlete satarak büyük gelirler elde ediyorlar ve uzmanlıklarıyla aynı devlete kılavuzluk hizmeti sağlıyorlar. Ulusal şampiyon modeline en yakın olan şirketler, ulusal hedefler için uzun süredir baskı yapan Çin’de bulunuyor.
Bugün, tarihsel olarak küreselci ABD’de bile şirketler, ulusal şampiyon modelinin cazibesini hissediyorlar. Microsoft, ABD ve müttefikleri adına dijital alanda güvenlik hizmeti sunuyor. Microsoft ayrıca ABD hükümetine bulut bilişim altyapısı sağlamak için Amazon ile çalışıyor.
Tekno-ütopyacılar beklemede
Dünyanın en güçlü teknoloji şirketlerinden bazıları, teknolojiyi yalnızca küresel bir iş fırsatı olarak değil, aynı zamanda insan ilişkilerinde potansiyel olarak devrimci bir güç olarak gören karizmatik vizyonerler tarafından yönetiliyor. Diğer iki grubun aksine bu kesim, şirketlerin kendi operasyonlarından ziyade teknoloji CEO’larının kişilikleri ve isteklerine odaklanıyor. Küreselciler devletin kendilerini rahat bırakmasını ve küresel ticaret için elverişli koşulları sürdürmesini isterken, ulusal şampiyonlar devlette zengin olma fırsatını görüyor. Tekno-ütopyacılar ise 17’inci yüzyıldan beri jeopolitikaya egemen olan ulus-devlet paradigmasının yerini tamamen farklı bir şeye bıraktığı bir geleceğe bakıyorlar.
Tesla ve SpaceX’in CEO’su Elon Musk, ulaşımı yeniden icat etme, bilgisayarları insan beynine bağlama ve Mars’ta koloni oluşturarak insanlığı ‘çok gezegenli bir tür’ haline getirme tutkusuyla en bilinen tekno-ütopyacıdır. SpaceX ayrıca ABD’ye uzay fırlatma hizmeti vererek ulusalcı bir şirket gibi hareket ediyor. Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg de benzer eğilimlere sahip.
Çin, daha devletçi bir eğilime sahip olsa da, hâlâ küreselcilerine ve ulusal şampiyonlarına sahip. Ama artık kendi tekno-ütopyacıları yok. Bir zamanlar Çin Komünist Partisi tarafından övülen Alibaba’nın kurucu ortağı Jack Ma, Ekim 2020’de ülkenin mali piyasa düzenleyicilerini ‘inovasyonu boğmak’la eleştiren bir konuşma yaptıktan sonra dizginlendi. Ancak Pekin, Washington ve Brüksel ile aynı sorunla, dizginleri fazla tutup inovasyonu boğarak ülkeye zarar verme riskiyle karşı karşıya.
Dijital gelecek senaryoları
Teknoloji şirketleri ve hükümetler dijital alanın kontrol için pazarlık ederken, ABD ve Çinli teknoloji devleri, üç jeopolitik ortamdan birinde faaliyet gösterecek.
İlk senaryoda, ulusal şampiyonlar kazanır ve devlet; güvenlik, düzenleme ve kamu hizmetlerinin baskın sağlayıcısı olmaya devam eder. COVID-19 salgını gibi sistemik şoklar ve iklim değişikliği gibi uzun vadeli tehditler, teknoloji firmalarının gücüne karşı kamuoyunun tepkisiyle birleştiğinde, hükümet otoritesini küresel sorunları çözebilecek tek güç olarak sağlamlaştırır. ABD ve Çin ayrıştıkça, kendilerini ulusal şampiyonlar olarak yeniden şekillendirebilen şirketler ödüllendirilir. Washington ve Pekin, kaynakları teknoloji şirketlerine, ulusal hedefleri ile uyumlu hale getirmek için akıtır. Bu arada, internetin daha fazla parçalanması küresel ölçekte iş yapmayı giderek daha zor hale getirir.
Amazon ve Microsoft, ulusal güvenlik zorunluluklarını desteklemek için artan baskıya zaten yanıt verdikleri için bu yeni düzene uyum sağlamakta zorlanmayabilir. Ancak her ikisi de daha önce ABD yönetimini güvenlik kurumlarıyla işbirliğini reddettiği için Apple ve Google için durum rahatsız edici olur. Yabancıların dezenformasyon için kullandığı bir platform olarak görülen Facebook da en zor zamanları yaşayabilir.
Ulusal şampiyonlardan oluşan bir dünya, ister COVID-19’dan daha ölümcül bir pandemi, isterse iklim değişikliğinin neden olduğu küresel göç dalgası olsun küresel krizlerle başa çıkılması için gereken uluslararası işbirliğini de engeller.
İkinci senaryoda, devlet ayakta, ama zayıf bir durumdadır ve bu durum küreselcilerin yükselişinin yolunu açar. Teknolojik yeniliklere ayak uyduramayan düzenleyiciler, hükümetlerin dijital alan üzerindeki egemenliği teknoloji şirketleriyle paylaşmasını kabul eder. Büyük teknoloji şirketleri, pazar fırsatlarının kaybının inovasyona ve nihayetinde hükümetlerin iş yaratma ve küresel zorluklarla başa çıkma becerisine zarar vereceğini öne sürerek uluslararası operasyonlarına ket vuracak kısıtlamaları aşar. Şirketler teknolojik bir soğuk savaşa girmek yerine; donanım, yazılım ve veri konularında küresel bir pazarı koruyan bir dizi ortak kural üzerinde anlaşmaya varmaları için hükümetlere baskı yapar.
Apple ve Google, tartışmasız bu sonuçtan en fazla kazancı elde edeceklerdir. Küreselleşmenin zaferi, dünyanın en büyük e-ticaret sitelerinin sahibi Alibaba’ya da yardımcı olacaktır. Video paylaşım uygulaması TikTok ile piyasa değeri 140 milyar doların üzerine çıkan ByteDance de, yapay zekâ algoritmalarını ve küresel gelirlerini artıracaktır.
Küreselcilerin önümüzdeki on yılda başarılı olmak için istikrara ihtiyacı var. En büyük korkuları, ABD ve Çin’in ayrışmaya devam etmesi ve onları taraf seçmeye zorlamasıdır. Washington ve Pekin, düzenlemelerde aşırıya kaçılırsa ekonomilerini harekete geçiren inovasyonu baltalayabileceği sonucuna varırsa, bu şirketler servetlerine servet katabilirler. Ama bunun için Washington’ın ulusalcı sanayi politikasından vazgeçmesi Pekin’in ise özel sektörün bağımsızlığını ve özerkliğini koruması gerekiyor.
Küreselcilerin egemen olduğu bir dünya, Avrupa’ya dijital alanda bir oyuncu olarak kendisini yeniden ortaya koyma şansı verecektir. Washington ve Pekin hâlâ iki baskın küresel güç olacaklardır. Ancak birincisinin sanayi politikasının başarısızlığı ve ikincisinin ulusal şampiyonları yüceltme arayışı, iki gücün jeopolitika üzerindeki kontrolünü gevşetecek, küresel yönetişim talebini artıracak ve daha fazla fırsat yaratacaktır.
Son senaryoda, devletin öteden beri öngörülen çöküşü nihayet gerçekleşir. Tekno-ütopyacılar, devletin aracılığını ortadan kaldıran dijital bir ekonomiye geçişi sağlar. Küresel bir rezerv para birimi olarak dolara olan güven çöker. Merkezi otoritenin dağılması, dünyanın uluslararası zorluklarla başa çıkma yeteneğine büyük darbe vurur. Musk, uzayın nasıl keşfedileceğine karar vermede her zamankinden daha büyük bir rol oynar. Facebook, kamusal alan, sivil toplum ve sosyal güvenlik ağının yerini alacak, blokzincir tabanlı bir para birimi yaratır ve yaygın biçimde kullanımını sağlar.
Tekno-ütopyacıların siyasi karar alıcı olduğu bir dünya, insanların devleti ana problem çözücü aktör olarak düşünmeye çok alışkın olmaları nedeniyle, ortaya çıkması en zor olanıdır. Devletler savaşmadan yıkılmazlar. Hükümetler önlerine fazla çıkmazsa, tekno-ütopyacılar yeni bir dünya düzeninin evrimini iyi kötü şekillendirebilirler.
Cesur yeni dijital dünya
1990’larda, yani bir nesil önce, internetin ekonomiyi ve siyaseti dönüştüreceği ve küreselleşmeyi hızlandıracağı tahmin ediliyordu. Dijital çağda sınırsız bilgi akışını teşvik ederek, otoriter tutucuların baskısına son verilebileceği ön sürülüyordu. Bugün durum farklı: Güç, birkaç büyük teknoloji firmasının elinde toplanmış durumda ve ABD, Çin ve AB’nin müdahaleleri çok daha parçalı bir dijital manzaraya yol açtı.
Geleceğin dünya düzeninde durum farklı olmayacak. Şu anda, dünyanın en büyük teknoloji firmaları, Washington ve Pekin uzun süreli rekabet için bilenirken nasıl pozisyon alacaklarını düşünüyor. ABD, tekno-otoriter Çin’in dünya liderliğini ele geçirmesini en büyük tehdit olarak algılıyor. Çin’in en büyük önceliği ise gelişmiş sanayi demokrasileri koalisyonu daha fazla genişlemeden önce ekonomik ve teknolojik olarak kendi ayakları üzerinde durabilmek. Büyük teknoloji şirketleri, bu devletlerin otoriteyi kaybetme korkusunu daha da körüklememek için şimdilik temkinli davranacak.
Peki, ya tekno-ütopyacılar? Onlar sessizce çalışmaktan mutlu olacaklar, zamanlarını bekleyecekler. Ulusal şampiyonlar ve küreselciler hükümet politikasını kimin şekillendireceğine karar verirken, tekno-ütopyacılar geleneksel şirketleri ve Ethereum gibi merkezi olmayan projeleri kullanarak dijital uzayda yeni sınırları veya yeni yaklaşımları veya temel hizmetleri sağlamanın yollarını keşfedecekler.
Bu, toplumların ulus-devletin çöktüğü, devletleri ve sınırların ortadan kalktığı bir geleceğe doğru ilerlediği anlamına gelmez. Bu tahminlerin bugün gerçekleşme olasılığının 1990’larda olduğundan daha fazla olduğunu düşünmek için hiçbir neden yok. Ancak, büyük teknoloji şirketlerinden, hükümetlerin jeopolitik satranç tahtası üzerinde hareket edebilecekleri piyonlar olarak bahsetmek artık makul değil. Giderek kendi içlerinde jeopolitik aktörler haline geliyorlar. Artık ABD-Çin rekabeti küresel meselelerde giderek daha baskın bir rol oynadığından, Washington ve Pekin’e daha fazla baskı yapabilecekler. Bu cesur yeni dijital dünyayı, ancak teknoloji devlerinin jeopolitik güçleri hakkındaki bilgilerimizi güncelleyerek daha iyi anlayabiliriz.”
Bu yazı ilk kez 28 Ekim 2021’de yayımlanmıştır.