Doğu Almanya’da seçimler: Aşırı sağın yükselişinde dönüm noktası mı?

Almanya’da 1930’lardan sonra, yani 90 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez bir eyalet seçimlerinde radikal sağcı bir parti birinci olarak çıktı. Bu noktaya nasıl gelindi? Aşırı sağın yükselişi hangi faktörlere dayanıyor? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Sadece Almanya’nın değil, nerdeyse tüm Avrupa ülkelerinin basınını meşgul eden Saksonya ve Türingen eyaletlerinde seçimler gerçekleşti. Birçok yorumcunun öngörüsü ve anketlerin bulguları doğrultusunda seçimlerden Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) oylarını artırarak çıktı.

Saksonya eyaleti genelinde oyların yüzde 30,6’nı alarak Hristiyan Birlik (CDU) Partisi’nin (yüzde 31,9) ardından ikinci parti olmayı başarırken, Türingen eyaleti genelinde ise oyların yüzde 32,8’ini alarak ve ikinci parti CDU’ya (23,6) 9 puan fark atarak birinci parti olmayı başardı.

Milliyetçi popülizme teveccüh

AfD öncülüğünde bir hükümet kurulup kurulamayacağı CDU ve Sol Parti’den ayrılarak partileşmeye giden radikal, popülist sol Sahra Wagenknecht İttifakı’na (BSW) bağlı. Sol Parti içinde 19 yıl iç istihbarat dairesi Federal Anayasa Koruma Teşkilatı (BfV) tarafından aşırı bir yapı olarak sınıflandırılan Komünist Platformu’nun başkanlığını yürüten Wagenknecht, kamuoyunda radikal-popülist sol fikirleri, NATO karşıtlığı ve Rusya yanlılığıyla tanınıyor.

Hristiyan Demokratlar geçmişte AfD ile hükümet kurmaya karşı çıkmışlardı, zira bu parti iç istihbarat dairesi BfV tarafından şüpheli aşırı sağcı vaka olarak sınıflandırılıyor.

Bir başka alternatif ise CDU’nun öncülüğünde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve BSW’den oluşan bir koalisyon hükümeti. AfD’siz bir koalisyon hükümeti olasılığı CDU’nun birinci parti olduğu Saksonya’da daha güçlü olmakla birlikte, AfD’nin birinci parti olduğu Türingen’de de mümkün. Türingen CDU eyalet başbakanı adayı Mario Voigt AfD adayının gerisinde kalmasına rağmen partisinin başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurma konusunda istekli, bu yönde açıklama yaptı. Bu parti etrafında oluşturulan «yangın güvenlik duvarı» korunabilecek mi, önümüzdeki günlerde göreceğiz. «Güvenlik duvarının» yıkılmasının ise Federal düzlemde siyasete ve genel seçimlere ciddi etkileri olacaktır.

Hükümete uyarı

Seçimlerin kaygı verici bir başka sonucu ise Federal Hükümeti oluşturan üç partinin de – SPD, Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP) – ciddi oy kaybına uğramış olmaları. Özellikle genel seçimlere bir yıl kaldığını düşünürsek, mevcut hükümet üzerinde ciddi bir baskının oluşmuş olduğunu söyleyebiliriz.

Almanya’yı dış politikanın yanında, iç politikada da zor günler bekliyor. Hükümet seçmenleri yeniden kazanmak için büyük olasılıkla ikili bir strateji izleyecek. Bir taraftan hayat pahalılığını, ekonomik durgunluğu aşmaya, yoksullaşma kaygılarını gidermeye yönelik politikalar geliştirmeye çalışırken, diğer taraftan da sağa kaymayı durdurmak için göçün düzenlenmesi ve iç asayiş gibi daha güvenlikçi bir çizgiye yönelecek. Böylesi bir politika ise sağ milliyetçi popülizme toplumsal meşruiyet sağlama riskini taşıyor. AfD’nin geride kalan yıllardaki başarısının toplumun birçok alanında – medya, sivil toplum ve yerel siyaset – belirgin bir sağa kaymaya yol açmış olduğunu hatırlatalım.

Durumun vahametinin daha net anlaşılması açısından hatırlatalım: 1930’lardan sonra, yani 90 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez bir eyalet seçimlerinde radikal sağcı bir parti birinci olarak çıktı.

Bu noktaya nasıl gelindi? Aşırı sağın yükselişi hangi faktörlere dayanıyor?

Sağ yükselişin ardındaki faktörler ekonomik mi?

Öncelikle bir noktanın altını ısrarla çizelim: Anti-demokratik, sağ-milliyetçi tutumlara sadece toplumun kıyısında köşesinde, eğitimsiz alt kesimlerde rastlanmıyor; bilakis toplumun her kesiminde, hatta kendilerini siyasi veya ekonomik olarak merkezde konumlandıran kişiler arasında da bir hayli yaygın. Mevcut araştırmalar, sağ popülist ve aşırı sağcı parti ve hareketlerin yükselişine ilişkin çeşitli açıklamalar getiriyorlar. Bunları iki kümede toparlayabiliriz: ekonomik faktörleri öne çıkaran yaklaşımlar ile kültürel çatışmalara odaklanan yaklaşımlar.

Ekonomik yaklaşımların ortak bir özelliği, sağ popülist yönelimlerin ortaya çıkışını, yoğunlaşan iktisadi yeniden bölüşüm çatışmalarının bir sonucu olarak görmeleri. Dolayısıyla son yıllardaki sosyoekonomik kutuplaşma, toplumun azımsanmayacak bir kesimini sağ popülist siyasi önermelere özellikle duyarlı hale getirmiş durumda – ki bunların büyük kısmı yaşanmakta olan modernleşme ve küreselleşmenin kaybedenleri olarak tanımlanabilir. Ampirik çalışmalar AfD’nin düşük gelirli sosyal sınıflardan daha fazla oy aldığı sonucuna varmıştır. AfD’nin, Alman siyasi partileri arasında düşük gelirli destekçilerin oranının en yüksek olduğu parti olduğu biliniyor.

Diğer çalışmalar ise statü kaybı tehdidinin sağ popülist tutumları tetiklediğini vurguluyorlar. Buradan hareketle, sağa kayışın sosyal marjinalleşmenin gerçek deneyiminden ziyade, statü kaybı korkusuyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Sağ popülizmden etkilenenlerin öznel algısı kişisel olarak sosyal statüde «küme düşme» kaygısı ile karakterize edilebilir. AfD seçmenleri ve sağ popülist tutumları paylaşanlar, gerçek gelirleri ne olursa olsun, kendilerini toplumda daha alt sıralarda görme eğilimindeler ve ebeveynlerine kıyasla «sosyal düşüş» yaşama olasılıkları daha yüksek. Örneğin az bir maaşla geçinen, dar gelirli bir ailenin, mültecilerin çalışmadan, sosyal yardımlarla benzer yaşam standardına sahip olması, popülist milliyetçilerin propagandist amaçlarla vurguladıkları ve göç ve göçmen karşıtlığını besleyen bir olgu.

Birçok araştırmacıya göre, statü kaybı ya da «dibe vurma» korkusunun önemli bir kaynağı ise orta sınıfın büyümüş olması ve buna bağlı olarak ilerleme vaadinin artık nüfusun geniş kesimleri için erişilebilir görünmemesi. Bu noktada dikkate alınması gereken bir nokta ise, örneğin Türingen eyaletinde işsizliğin bir hayli düşük, eyalet dışından gelen yatırımların ise yüksek olması yani ekonomik durgunluğun söz konusu olmaması. Zira Almanya’daki mevcut ekonomik durgunluk daha çok batıdaki eyaletlerde yoğunlaşıyor.

Sağ yükselişin ardındaki faktörler kültürel mi?

Diğer yaklaşımlar ise sağ popülizmi öncelikle kültürel bir fay hattının ifadesi olarak görüyor; örneğin aile, çevre veya göç politikası alanlarında toplumsal modernleşmenin çatışmaya neden olduğunu varsayıyorlar

Bu bağlamda üç yönlü bir kontrol kaybından bahsedilebilir: Kişisel olarak, çünkü teknolojik değişim tehdit edici görünüyor; siyasi olarak, çünkü devletin kurumları uzak olarak algılanıyor; ulus devlet açısından, çünkü devlet nüfusu kaybını ve demografik yapıyı koruyamıyor, hatta göçün önünü açıyor. Dolayısıyla sağ-milliyetçi popülizm aynı zamanda bir temsil krizinin ifadesi.

Seçim kampanyalarının merkezinde düzensiz göç vardı. Geçtiğimiz hafta Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Solingen kentinde düzenlenen bir festivalde üç kişinin öldürülmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, bunun failinin Suriyeli, sınır dışı edilmesi kararlaştırılmış, ama gerçekleştirilmemiş olması kamuoyunda sert tartışmalara yol açtı. AfD’li siyasetçiler ve destekçileri, sosyal medyada «Solingen» etiketi altında bu olay hakkında çokça yorum yaptılar ve hükümetin göç politikasını şiddetle sorguladılar, seçim kampanyalarında da yaşanan saldırıyı istismar etmekten çekinmediler.

Ayrıca batı Almanya partilerinin 1990’daki birleşmeden sonra doğu eyaletlerinde kök salmayı başaramamış olmalarını, doğu eyaletlerinde batıdaki sivil toplum yapılarından yoksun olmalarının da AfD’nin başarısında pay sahibi olduğunun altını çizelim.

AfD’nin başarısının ekonomi politiği

AfD’nin yükselişinin yaslandığı ekonomi-politiği biraz daha açmakta fayda var. Bu bağlamda milliyetçi, sağ popülizm – siyaset bilimci Philip Manov’a atfen – özünde küreselleşmenin iki tezahürüne karşı bir siyasi meydan okuma olarak değerlendirilebilir:

Birincisi, uluslararası ticarete ve sermayenin, paranın ve malların sınır ötesi serbest dolaşımına karşı bir tepki.

İkincisiyse, uluslararası göçe, yani insanların sınır ötesi dolaşımına yöneltilen bir itiraz.

Kitlesel göç karşıtlığını ise kültürcü-indirgemeci bir yaklaşımla, etnik-kültürel reflekslerle ya da salt kimlik kaygılarıyla açıklamak ne anlamlı ne de ikna edici. Göçün yol açtığı ekonomik sonuçları, daha somut bir ifadeyle yeniden bölüşüm mücadelelerini de dikkate almak gerekiyor. Örneğin kitlesel göç ücretler üzerinde aşağıya doğru bir baskı oluşturmak suretiyle emek piyasalarını derinden etkiliyor. Aynı mekanizma konut piyasası için de geçerli. Bununla birlikte göçün tetiklediği kültürel karşılaşmaları, çatışmaları ve kimlik politikalarını da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Göçün Almanya’da önemli bir siyasi sorun olmasının ve sağ milliyetçi popülizmin meseleyi gündeminin merkezine almasının temel nedenlerinden biri de, bu ülkede sosyal güvenlik sisteminin evrensel kurallara göre işlemesi, yani yeni gelenlere açık olması.

Gelecekte ne olur? Türkler bu gidişattan nasıl etkilenir?

Yazımızı seçim sonrası için üç değerlendirmeyle noktalayalım.

İlk olarak radikal sağ, milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkması Almanya’daki Türkiyelileri de olumsuz yönde etkileyecektir. AfD kültürel, dinî ve milliyetçi saiklerden ötürü Türkiye’ye ve Almanya’daki Türklere olumlu bakmıyor.

İkinci olarak milliyetçi popülizm ve aşırı sağcı örgütlenmelerle mücadele biraz daha zorlaşacaktır.

Üçüncü olarak da AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkmış olması – hükümet kurmasa dahi – uluslararası camiada ve Avrupa Birliği kamuoyunda Almanya’ya karşı duyulan kuşkuları artıracak, bu da ikili ilişkilere olumsuz yönde yansıyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Doğu Almanya’da seçimler: Aşırı sağın yükselişinde dönüm noktası mı?

Almanya’da 1930’lardan sonra, yani 90 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez bir eyalet seçimlerinde radikal sağcı bir parti birinci olarak çıktı. Bu noktaya nasıl gelindi? Aşırı sağın yükselişi hangi faktörlere dayanıyor? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Sadece Almanya’nın değil, nerdeyse tüm Avrupa ülkelerinin basınını meşgul eden Saksonya ve Türingen eyaletlerinde seçimler gerçekleşti. Birçok yorumcunun öngörüsü ve anketlerin bulguları doğrultusunda seçimlerden Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) oylarını artırarak çıktı.

Saksonya eyaleti genelinde oyların yüzde 30,6’nı alarak Hristiyan Birlik (CDU) Partisi’nin (yüzde 31,9) ardından ikinci parti olmayı başarırken, Türingen eyaleti genelinde ise oyların yüzde 32,8’ini alarak ve ikinci parti CDU’ya (23,6) 9 puan fark atarak birinci parti olmayı başardı.

Milliyetçi popülizme teveccüh

AfD öncülüğünde bir hükümet kurulup kurulamayacağı CDU ve Sol Parti’den ayrılarak partileşmeye giden radikal, popülist sol Sahra Wagenknecht İttifakı’na (BSW) bağlı. Sol Parti içinde 19 yıl iç istihbarat dairesi Federal Anayasa Koruma Teşkilatı (BfV) tarafından aşırı bir yapı olarak sınıflandırılan Komünist Platformu’nun başkanlığını yürüten Wagenknecht, kamuoyunda radikal-popülist sol fikirleri, NATO karşıtlığı ve Rusya yanlılığıyla tanınıyor.

Hristiyan Demokratlar geçmişte AfD ile hükümet kurmaya karşı çıkmışlardı, zira bu parti iç istihbarat dairesi BfV tarafından şüpheli aşırı sağcı vaka olarak sınıflandırılıyor.

Bir başka alternatif ise CDU’nun öncülüğünde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve BSW’den oluşan bir koalisyon hükümeti. AfD’siz bir koalisyon hükümeti olasılığı CDU’nun birinci parti olduğu Saksonya’da daha güçlü olmakla birlikte, AfD’nin birinci parti olduğu Türingen’de de mümkün. Türingen CDU eyalet başbakanı adayı Mario Voigt AfD adayının gerisinde kalmasına rağmen partisinin başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurma konusunda istekli, bu yönde açıklama yaptı. Bu parti etrafında oluşturulan «yangın güvenlik duvarı» korunabilecek mi, önümüzdeki günlerde göreceğiz. «Güvenlik duvarının» yıkılmasının ise Federal düzlemde siyasete ve genel seçimlere ciddi etkileri olacaktır.

Hükümete uyarı

Seçimlerin kaygı verici bir başka sonucu ise Federal Hükümeti oluşturan üç partinin de – SPD, Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP) – ciddi oy kaybına uğramış olmaları. Özellikle genel seçimlere bir yıl kaldığını düşünürsek, mevcut hükümet üzerinde ciddi bir baskının oluşmuş olduğunu söyleyebiliriz.

Almanya’yı dış politikanın yanında, iç politikada da zor günler bekliyor. Hükümet seçmenleri yeniden kazanmak için büyük olasılıkla ikili bir strateji izleyecek. Bir taraftan hayat pahalılığını, ekonomik durgunluğu aşmaya, yoksullaşma kaygılarını gidermeye yönelik politikalar geliştirmeye çalışırken, diğer taraftan da sağa kaymayı durdurmak için göçün düzenlenmesi ve iç asayiş gibi daha güvenlikçi bir çizgiye yönelecek. Böylesi bir politika ise sağ milliyetçi popülizme toplumsal meşruiyet sağlama riskini taşıyor. AfD’nin geride kalan yıllardaki başarısının toplumun birçok alanında – medya, sivil toplum ve yerel siyaset – belirgin bir sağa kaymaya yol açmış olduğunu hatırlatalım.

Durumun vahametinin daha net anlaşılması açısından hatırlatalım: 1930’lardan sonra, yani 90 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez bir eyalet seçimlerinde radikal sağcı bir parti birinci olarak çıktı.

Bu noktaya nasıl gelindi? Aşırı sağın yükselişi hangi faktörlere dayanıyor?

Sağ yükselişin ardındaki faktörler ekonomik mi?

Öncelikle bir noktanın altını ısrarla çizelim: Anti-demokratik, sağ-milliyetçi tutumlara sadece toplumun kıyısında köşesinde, eğitimsiz alt kesimlerde rastlanmıyor; bilakis toplumun her kesiminde, hatta kendilerini siyasi veya ekonomik olarak merkezde konumlandıran kişiler arasında da bir hayli yaygın. Mevcut araştırmalar, sağ popülist ve aşırı sağcı parti ve hareketlerin yükselişine ilişkin çeşitli açıklamalar getiriyorlar. Bunları iki kümede toparlayabiliriz: ekonomik faktörleri öne çıkaran yaklaşımlar ile kültürel çatışmalara odaklanan yaklaşımlar.

Ekonomik yaklaşımların ortak bir özelliği, sağ popülist yönelimlerin ortaya çıkışını, yoğunlaşan iktisadi yeniden bölüşüm çatışmalarının bir sonucu olarak görmeleri. Dolayısıyla son yıllardaki sosyoekonomik kutuplaşma, toplumun azımsanmayacak bir kesimini sağ popülist siyasi önermelere özellikle duyarlı hale getirmiş durumda – ki bunların büyük kısmı yaşanmakta olan modernleşme ve küreselleşmenin kaybedenleri olarak tanımlanabilir. Ampirik çalışmalar AfD’nin düşük gelirli sosyal sınıflardan daha fazla oy aldığı sonucuna varmıştır. AfD’nin, Alman siyasi partileri arasında düşük gelirli destekçilerin oranının en yüksek olduğu parti olduğu biliniyor.

Diğer çalışmalar ise statü kaybı tehdidinin sağ popülist tutumları tetiklediğini vurguluyorlar. Buradan hareketle, sağa kayışın sosyal marjinalleşmenin gerçek deneyiminden ziyade, statü kaybı korkusuyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Sağ popülizmden etkilenenlerin öznel algısı kişisel olarak sosyal statüde «küme düşme» kaygısı ile karakterize edilebilir. AfD seçmenleri ve sağ popülist tutumları paylaşanlar, gerçek gelirleri ne olursa olsun, kendilerini toplumda daha alt sıralarda görme eğilimindeler ve ebeveynlerine kıyasla «sosyal düşüş» yaşama olasılıkları daha yüksek. Örneğin az bir maaşla geçinen, dar gelirli bir ailenin, mültecilerin çalışmadan, sosyal yardımlarla benzer yaşam standardına sahip olması, popülist milliyetçilerin propagandist amaçlarla vurguladıkları ve göç ve göçmen karşıtlığını besleyen bir olgu.

Birçok araştırmacıya göre, statü kaybı ya da «dibe vurma» korkusunun önemli bir kaynağı ise orta sınıfın büyümüş olması ve buna bağlı olarak ilerleme vaadinin artık nüfusun geniş kesimleri için erişilebilir görünmemesi. Bu noktada dikkate alınması gereken bir nokta ise, örneğin Türingen eyaletinde işsizliğin bir hayli düşük, eyalet dışından gelen yatırımların ise yüksek olması yani ekonomik durgunluğun söz konusu olmaması. Zira Almanya’daki mevcut ekonomik durgunluk daha çok batıdaki eyaletlerde yoğunlaşıyor.

Sağ yükselişin ardındaki faktörler kültürel mi?

Diğer yaklaşımlar ise sağ popülizmi öncelikle kültürel bir fay hattının ifadesi olarak görüyor; örneğin aile, çevre veya göç politikası alanlarında toplumsal modernleşmenin çatışmaya neden olduğunu varsayıyorlar

Bu bağlamda üç yönlü bir kontrol kaybından bahsedilebilir: Kişisel olarak, çünkü teknolojik değişim tehdit edici görünüyor; siyasi olarak, çünkü devletin kurumları uzak olarak algılanıyor; ulus devlet açısından, çünkü devlet nüfusu kaybını ve demografik yapıyı koruyamıyor, hatta göçün önünü açıyor. Dolayısıyla sağ-milliyetçi popülizm aynı zamanda bir temsil krizinin ifadesi.

Seçim kampanyalarının merkezinde düzensiz göç vardı. Geçtiğimiz hafta Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Solingen kentinde düzenlenen bir festivalde üç kişinin öldürülmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, bunun failinin Suriyeli, sınır dışı edilmesi kararlaştırılmış, ama gerçekleştirilmemiş olması kamuoyunda sert tartışmalara yol açtı. AfD’li siyasetçiler ve destekçileri, sosyal medyada «Solingen» etiketi altında bu olay hakkında çokça yorum yaptılar ve hükümetin göç politikasını şiddetle sorguladılar, seçim kampanyalarında da yaşanan saldırıyı istismar etmekten çekinmediler.

Ayrıca batı Almanya partilerinin 1990’daki birleşmeden sonra doğu eyaletlerinde kök salmayı başaramamış olmalarını, doğu eyaletlerinde batıdaki sivil toplum yapılarından yoksun olmalarının da AfD’nin başarısında pay sahibi olduğunun altını çizelim.

AfD’nin başarısının ekonomi politiği

AfD’nin yükselişinin yaslandığı ekonomi-politiği biraz daha açmakta fayda var. Bu bağlamda milliyetçi, sağ popülizm – siyaset bilimci Philip Manov’a atfen – özünde küreselleşmenin iki tezahürüne karşı bir siyasi meydan okuma olarak değerlendirilebilir:

Birincisi, uluslararası ticarete ve sermayenin, paranın ve malların sınır ötesi serbest dolaşımına karşı bir tepki.

İkincisiyse, uluslararası göçe, yani insanların sınır ötesi dolaşımına yöneltilen bir itiraz.

Kitlesel göç karşıtlığını ise kültürcü-indirgemeci bir yaklaşımla, etnik-kültürel reflekslerle ya da salt kimlik kaygılarıyla açıklamak ne anlamlı ne de ikna edici. Göçün yol açtığı ekonomik sonuçları, daha somut bir ifadeyle yeniden bölüşüm mücadelelerini de dikkate almak gerekiyor. Örneğin kitlesel göç ücretler üzerinde aşağıya doğru bir baskı oluşturmak suretiyle emek piyasalarını derinden etkiliyor. Aynı mekanizma konut piyasası için de geçerli. Bununla birlikte göçün tetiklediği kültürel karşılaşmaları, çatışmaları ve kimlik politikalarını da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Göçün Almanya’da önemli bir siyasi sorun olmasının ve sağ milliyetçi popülizmin meseleyi gündeminin merkezine almasının temel nedenlerinden biri de, bu ülkede sosyal güvenlik sisteminin evrensel kurallara göre işlemesi, yani yeni gelenlere açık olması.

Gelecekte ne olur? Türkler bu gidişattan nasıl etkilenir?

Yazımızı seçim sonrası için üç değerlendirmeyle noktalayalım.

İlk olarak radikal sağ, milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkması Almanya’daki Türkiyelileri de olumsuz yönde etkileyecektir. AfD kültürel, dinî ve milliyetçi saiklerden ötürü Türkiye’ye ve Almanya’daki Türklere olumlu bakmıyor.

İkinci olarak milliyetçi popülizm ve aşırı sağcı örgütlenmelerle mücadele biraz daha zorlaşacaktır.

Üçüncü olarak da AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkmış olması – hükümet kurmasa dahi – uluslararası camiada ve Avrupa Birliği kamuoyunda Almanya’ya karşı duyulan kuşkuları artıracak, bu da ikili ilişkilere olumsuz yönde yansıyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x