Dürziler: Kaosun ortasındaki azınlık

Suriye, Lübnan ve İsrail’de yaşayan ve siyasal olarak da farklı yollar izleyen Dürziler kimdir? Bu ülkelerin siyasi tarihlerinde nasıl bir rolleri var? Suriye’deki gelişmelerden sonra nasıl bir gelecek onları bekliyor? Emre Karaca yazdı.

Haber takibi için bulunduğum Kudüs’te İngilizce yayınlanan “Jerusalem Post” gazetesinin 12 Temmuz 2024 tarihli nüshasında bir kadın asker fotoğrafı görmüştüm. Bu kadın askerin Arap dünyasının kalbine seslendiği ifade ediliyordu.

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik tarihinin en şiddet yüklü, tahrip edici saldırılarını yaptığı bir dönemde, sıradan militarist bir propagandanın ötesine geçiyordu bu fotoğraf. İsrail’deki en yüksek rütbeli Müslüman kadın asker olarak tanıtılan 34 yaşındaki Ella Waweya neden İsrail ordusun bir parçası olunması gerektiğini anlatıyordu. İsrail’in Yahudi olmayan vatandaşları için zorunluluk olmayan askerlik görevine bir davetti bu.

Müslüman bir kitlenin 21. yüzyılının en acımasız, zalim ve soykırıma dönüşmüş askerî müdahalesine maruz kaldığı böyle bir dönemde, Müslüman kimliği kalın harflerle altı çizilen bu kadın, Lübnan, Suriye ve İsrail’de yaşayan Dürzi toplumunun bir üyesiydi.

Gizemli doktrinin peşinde

Kendilerini Şiilik içinde tarif eden, reenkarnasyona ve rüyaların gücüne inanan, geometriye hayran, MÖ 570’de yaşamış ünlü matematikçi Pisagor da dahil olmak üzere bazı tarihsel kişilikleri peygamber olarak kabul eden, tek eşliliği vazgeçilmez gören ve ibadet etmek için meditasyon yapan bu topluluk tarih boyunca gizemlerini koruyan bir inanışa sahip oldu. 11. yüzyılın başlarında Mısır’a kadar uzanan kökenleri, farklı itikadi anlayışlarıyla Dürziler inanç sisteminde heterodoks bir alt başlıkta Müslümanların makbul olmayan bir kolu olarak yüzyıllarca kategorize edildi.

Topluluklarına yönelik uygulanan şiddet, sürülmeler, baskılar onları bugünün Lübnan-Suriye coğrafyasına taşıdı. Lübnan’ın kurucu unsurlarından oldular, siyasetine yön verdiler. Ama bunu yaparken en çok yan yana yaşadıkları Katolik Hristiyan bir topluluk olan Marunilerle çatıştılar.

Çatışmalarla yazılmış bir tarihçe

Katolik Hristiyan ve Müslüman Dürzilerin 1840’lardaki ve ekonomik kaynakları paylaşma temelli kanlı çatışmaları sonrasında Osmanlı Devlet yönetimi aslında bugünkü siyasi koşulları da şekillendiren “mutasarrıflık” uygulamasını yürürlüğe koydu.[1] 1861’deki bu uygulama ile daha barışçıl bir döneme giriş yapıldı.

Tam bu zaman diliminde Fransa’nın bölgedeki tesir çabaları da yoğunlaştı. Fransa’nın bölgede doktrin inşa denemesi bu dönem zuhur etti. Yüzyıllar boyunca Akdeniz havzasında doğu kıyılarında etkin olan antik Fenike Medeniyeti “mit” haline getirilerek işlevselleştirildi. Hristiyan- Katolik unsurların da eklemlenmesiyle Fransa tarafından yeni bir anlayış devreye sokuldu. Fransızlar o dönem “Doğu Hristiyanlığının Koruyucu Gücü” rolünün altını çizerek bir medeniyet tasavvuru projesi ortaya koymak ve adeta yeni bir Haçlı Seferi mührüyle bölgedeki “geri kalmış toplulukları” aydınlatma ajandasıyla etkin olmak istedi.[2] Fransa, Fenike medeniyeti miti üzerine inşa ettiği bu teorik felsefeyle, kurduğu eğitim kurumlarıyla ve başta Maruniler olmak üzere yerel unsurlarla iş birliği yaparak bölgedeki denklemi kendi lehine çevirmeyi hedefledi. Devletleşme sürecine giren Lübnan ve Suriye üzerinde etki sahasını daim kılmaya çalıştı.

Katolik – Fransız destekli Maruni toplumunun güç dengesinde ağır basması Dürzilerin siyasal – kültürel eğilimine ve arayışına da yön verdi. Azınlık topluluk Dürziler, kendilerini geleneksel Müslüman anlayışından farklı kılan nitelikleri nedeniyle Müslüman dışı müttefik arayışlarına her daim açık oldu. İkinci Abdülhamit döneminde (1876-1909) devam eden mutasarrıflık yönetim şemsiyesi kültürel kimliklerini muhafaza etmelerine izin veriyordu ancak sert Katolik – Fransız baskısında bu olanağı pek bulamadılar, panzehir olarak İngilizlerin desteğine sarıldılar.

İşte böylece kendi topluluklarını yerelde koruyabilmek için dönem dönem farklı ülkelerin etkisine, nüfuzuna giren Dürziler, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın emriyle 1977 yılında öldürülen İlerici Sosyalist Parti lideri, Arap milliyetçisi, İsrail karşıtı Kemal Canbolat’ın liderliği altında Lübnan İç Savaşı’nın (1975-1990) taraflarından biri oldular. Filistinlilerle aynı safta savaştılar.

Lübnan’da azınlık olmalarına rağmen, ülkenin farklı mezheplere farklı siyasal görevler veren sistemi nedeniyle, ağırlıklarını kimden yana koyarlarsa, o grubun öne geçmesini ya da iktidara gelmesini sağlayan Dürziler, Suriye’de ise farklı bir yol izlediler, rejimle mesafeli bir ilişki tesis ettiler. İsrail’de ise, işbirliği karşılığı kendi toplumlarını korumayı tercih ettiler.

İsrail’in “makbul Müslümanları”

Gününüzde yaklaşık 150 bin civarında Dürzi İsrail vatandaşı olarak yaşıyor. Askere gitmeleri zorunluluk olmamasına rağmen askere gitmeyi tercih ediyorlar. Polis gücü içinde de yer alıyorlar. Örneğin, Harem-i Şerif çevresinde günlük güvenliği sağlayan polislerin önemli bir kısmı Durzi.

Ülkenin kuzeyinde saha koşullarını iyi bilmeleri sayesinde fonksiyonel bir işlevle görev yapıyorlar. Sistemle barışık Dürziler siyasi arenada temsil edilebiliyorlar. Dönem dönem kırılmalar yaşansa da kültürel dokularını koruma eğilimleri (Sünni, Şii, Hristiyan anlayışların içinde asimile olmama- çatışma yaşamama içgüdüsü) ile kendilerine tanınan haklar doğrultusunda İsrail vatandaşı olarak kalmayı sürdürüyorlar.

İsrail’de daha ayrık bir kümede yer alan Dürzilerin pozisyonlarını belirleyen gelişme, 1967 sonrası İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi oldu. Bu tarihin ardından Golan civarında işgal edilen bölgede yaşayan ve Suriye kimliğinden vazgeçmeyen yaklaşık 25 bin civarında Dürzi bulunuyor.[3] Bu kitlenin İsrail vatandaşlığına başvuru hakkı olsa da ezici çoğunluk bunu tercih etmiyor. Özgün bir kimlikle yaşamlarına devam ediyorlar.[4]

İsrail içinde de bazı kırılma anları da zaman zaman su yüzüne çıkıyor. Özellikle ülkede 2018’de yürürlüğe sokulan ve tartışmalara yol açan “Ulus-devlet Yasası’na”[5] Dürziler de ciddi tepki göstermiş, kendilerini ikinci sınıf vatandaş yapan bu tarz bir yasa karşısındaki protesto gösterilerinde başat gruplar arasında yer almışlardı.[6] Tepkiler somut gerekçelere dayansa da 7 Ekim sonrası gelinen aşamada İsrail hükümetinin bu itirazlara kulak verebileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.

Dürzi liderlikte “Canbolat efsunu”

Lübnan siyasetinin en önemli isimlerinden, babasının öldürülmesinden sonra aldığı İlerici Sosyalist Parti’nin genel başkanlığını oğlu Timur’a devretmeden önce, 2024’e kadar fiilen sürdüren 75 yaşındaki Velid Canbolat uzun yıllardır bölgedeki Dürzi liderliğinin başat unsuru oldu. Türkiye’de Dürzi toplumuna yapılan her atıfta ondan alıntılar yapıldı, kendisi defalarca çeşitli saiklerle Türkiye’ye geldi. Son olarak 24 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilen[7] Canbolat yalnızca Lübnan’da değil, sınır ötesinde de nüfuzu bulunan bir isim.

Velid Canbolat’ın babası Kemal Canbolat (1917-1977) doğal karizması ve Lübnan’ın çatışma sahasındaki liderliğiyle ön plana çıkan bir isimdi. Özellikle 70’li yıllardaki bloklaşmada kurduğu “Ulusal Mücadele Cephesi” ile hem Falanjistlerle (Sağcı Hristiyan milisler) olan mücadeleyi yürütmüş hem de Filistin davasında Ürdün’den sürülerek Lübnan’a gelmek zorunda kalan Filistin Kurtuluş Örgütü’ne destek çıkmıştı. Kurduğu şemsiye içindeki alaşım bile Lübnan’ın farklı renklerini ortaya koymuştu: Lübnan Komünist Partisi’nin askerî kanadı, Şii Emel hareketinin öncülleri, Baas’cı gruplar, Sünni unsurlar cephenin hatlarını oluşturuyordu. Kemal Canbolat karizması tarihin akışını farklı bir noktaya taşıyabilirdi ancak 1977 yılında suikast sonucu hayatını kaybetti.[8] Bayrağı alan oğlu Velid Canbolat da yıllar içinde kurtlar sofrasında ayakta kalmayı başardı. Aslında oğul Canbolat’ın hikayesi de ayrı bir yazı hatta kitap konusu olabilir, ancak Suriye’de yeni açılan sayfadaki rolünün altını çizmek faydalı olacaktır.

Oğul Canbolat ideolojik olarak rahatlıkla Suriye rejimini destekleyen ittifak blokuna dahil olabilirdi. Zira, Durzilik ve Suriye’deki devrik rejimin inancı olan Arap Aleviliği birbirine epey yakın itikatlar. Nitekim, Suriye’deki Dürziler, rejimle ne işbirliğini ne de onunla savaşmayı tercih etti denilebilir. Ancak babası Hafız Esad tarafından öldürülmüş Velid Canbolat 2011 sonrası Suriye’de patlak veren iç savaşta kategorik olarak Baas- Esad rejimi karşısında mevzilendi. Bu konuda sürecin en başında itibaren net bir tavır ortaya koydu. [9] Nitekim Suriye’nin yeni döneminde geçici hükümeti ilk ziyaret eden siyasi aktörlerin başında geldi. [10] Sonrasında verdiği mesajlardan da anlaşılacağı gibi Dürzilerin Suriye koluna da yansıyacak şekilde adil yönetim beklentisi ve temkinli bir iyimserliğin ön planda olduğu gözlemlenebiliyor.

Dürzileri nasıl bir gelecek bekliyor?

Dürziler, dünya genelinde son yüzyılların en çok kan akan bölgelerinin başında gelen bir coğrafyanın göbeğindeki azınlık bir grup olarak temsiliyetlerini sürdürüyor. Lübnan ve Suriye’de yaklaşık olarak bir milyona yakın Dürzi yaşadığı tahmin ediliyor. Suriye’deki nüfus DEAŞ’ın aktif olduğu 2016 ile 2018 yılları arasında sıkıntılı dönemlerden geçmiş, Esad rejimiyle temkinli ve stratejik bir ilişki yürütmüşlerdi. Suriye’de Dürziler bundan bir yıl önce de fiili başkentleri olarak kabul edilebilecek Süveyda’da protesto gösterileri düzenlemişti.[11] Ekonomik sıkıntıların ana eksenini oluşturduğu bu eylemlerde kullanılan sert söylem tarzı Baas rejimi ile Dürziler arasındaki kırılgan ilişkiye bir kanıt olarak gösterildi. 2011’de başlayan isyan dalgasına ihtiyatlı bir şekilde yaklaşan, rejime direkt olarak cephe almayan Suriyeli Dürziler, yıllar içerisinde yaşanan gelişmeler karşısında tedrici olarak tepkilerini ortaya koydular. Gelinen aşamada onlarca yıllık rejim devrilirken Süveyda halkı da veda seremonisinde yerini aldı. Yeni sayfadan beklentiler özetle demokratik devlet anlayışı ve kangren haline gelen ekonomik sıkıntılara çare bulunması.

İsrail’deki Dürziler için keskin bir değişim beklentisine girmek için bir sebep ise görünmüyor. Golan Tepeleri’nde etki alanını arttıran İsrail’in kısa dönemde geri adım atmayacağı düşünülerse Golanlı Dürzilerin fiili durumundaki ironik durum devam edecek. İsrail’in oradaki hedefi de fiili toprak ilhakını sürdürüp Golan’daki Dürzileri vatandaşlık için ikna ederek mevcut durumu perçinlemek yönünde olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Lübnan: Kimlik, Toplum ve Siyaset (2021), Editörler: Yasin Atlıoğlu, M. Fahri Danış, Bölüm Yazarı: Tuba Yıldız, S.54.

[2] Konuya ilişkin olarak yakın zamanda Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan önemli bir çalışma yayımlandı. Fenike Miti ve Fenikecilik. Mehmet Fahri Danış’ın eserinde Lübnan kimliğinin ideolojik saiklerle geçmişteki bir medeniyete dayandırılmasına geniş yer veriliyor. Burada bir kez daha Eric Hobsbawn’ın “Geleneğin İcadı” kavramının ne kadar verimli bir meta olduğu kanıtlanıyor. Otoriter güçler tarihin istedikleri kesitinden bir bağlam çıkarıp,kavramları araçsallaştırarak kendi çıkarları için kullanabiliyor.

[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/golanli-durzi-araplar-ana-vatanlarina-baglanmak-istiyor/906691#

[4] Hatta yakın tarihin en ironik ve üzücü olaylarından biri de İsrail ile Hizbullah arasındaki roket savaşlarında bir füzenin Golanlı Dürzilerin yaşadığı yere gelmesiyle oluştu.(27 Temmuz 2024)  Saldırıyı sahiplenen bir taraf olmadı. İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nde yer alan Mecdel Şems beldesindeki saldırıda bir roketin halı saha yakınına düşmesi sonucu 12 kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. Hayatını kaybeden çocuklardan birinin adı Guevara’ydı. Dürzi bir ailenin ünlü Marksist ikonlardan Che Guevara’dan ilhamla oğluna böyle bir isim vermesi bile geleneksel İslami anlayıştan farklı bir dokuya işaret olarak gösterilebilir.

[5] https://ordaf.org/wp-content/uploads/2018/07/dd14-israilyasa.pdf

[6]  https://www.timesofisrael.com/tens-of-thousands-gather-in-tel-aviv-to-protest-controversial-nation-state-law/

[7] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-lubnandaki-durzi-lider-velid-canbolati-kabul-etti/3433073

[8] Belki spekülatif bir not olarak görülebilir, ancak bölge hatta dünya genelinde konuyla ilgilenen herkesin altını çizdiği ideal senaryodan bahsetmek yanlış olmayacaktır. Neticede herhangi siyasi bir suikastin iç yüzünü aydınlatmak tarih boyunca mümkün olmadı. Kemal Canbolat dışında eski Lübnan başbakanı Refik Hariri suikastini de (2005)  Suriye’deki Esad Rejiminin yaptığı genel bir ön kabul. Hatta Refik Hariri’nin öldürülmeden önce Canbolat’a “ikimizden biri yakında ölecek” dediği rivayet edilir.

[9] Cengiz Çandar ilk baskısı 2012’de yapılan “Mezopotamya Ekspresi” kitabında Canbolat ile Suriye iç savaşının hemen başında yaşadığı diyaloğu aktarır. Konuşma Canbolat’ın sürece nasıl baktığını net şekilde ortaya koyar. Buna göre Beşar Esad’ı kastederek, “Bu adam çıldırmış halde. Kendisiyle birlikte Suriye’yi ve tüm bölgeyi felakete sürüklemekte tereddüt etmeyecek. Ben, bu çıkışımı rejimin ömrünün sonunu çok yakın gördüğüm için yapmadım. Tarihe konuşuyorum. Zulmü görmezden gelemem. Zulme karşı çıkmam gerek.”  demiştir. S.609

[10] https://www.reuters.com/world/middle-east/syrias-de-facto-ruler-reassures-minorities-meets-lebanese-druze-leader-2024-12-22/

[11] https://tr.euronews.com/2023/08/29/suriye-durzilerin-yasadigi-suveydada-protestolar-ikinci-haftasina-girdi

Emre Karaca
Emre Karaca
Emre Karaca- Gazeteci. Haber Global TV'de Diplomasi Muhabiri olarak çalışıyor. Öncesinde de Anadolu Ajansı'nda 4 yıl dış haber muhabiri olarak çalıştı. Genel ekseni dış politika olan haberler- röportajlar yapıyor, makaleler yazıyor. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Exeter Üniversitesi'nde Politics and International Relations of the Middle East bölümünde master yaptı. Tezinde, İsrail’deki siyasi partilerin Filistin meselesine bakışlarındaki farklı perspektifleri ele aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Dürziler: Kaosun ortasındaki azınlık

Suriye, Lübnan ve İsrail’de yaşayan ve siyasal olarak da farklı yollar izleyen Dürziler kimdir? Bu ülkelerin siyasi tarihlerinde nasıl bir rolleri var? Suriye’deki gelişmelerden sonra nasıl bir gelecek onları bekliyor? Emre Karaca yazdı.

Haber takibi için bulunduğum Kudüs’te İngilizce yayınlanan “Jerusalem Post” gazetesinin 12 Temmuz 2024 tarihli nüshasında bir kadın asker fotoğrafı görmüştüm. Bu kadın askerin Arap dünyasının kalbine seslendiği ifade ediliyordu.

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik tarihinin en şiddet yüklü, tahrip edici saldırılarını yaptığı bir dönemde, sıradan militarist bir propagandanın ötesine geçiyordu bu fotoğraf. İsrail’deki en yüksek rütbeli Müslüman kadın asker olarak tanıtılan 34 yaşındaki Ella Waweya neden İsrail ordusun bir parçası olunması gerektiğini anlatıyordu. İsrail’in Yahudi olmayan vatandaşları için zorunluluk olmayan askerlik görevine bir davetti bu.

Müslüman bir kitlenin 21. yüzyılının en acımasız, zalim ve soykırıma dönüşmüş askerî müdahalesine maruz kaldığı böyle bir dönemde, Müslüman kimliği kalın harflerle altı çizilen bu kadın, Lübnan, Suriye ve İsrail’de yaşayan Dürzi toplumunun bir üyesiydi.

Gizemli doktrinin peşinde

Kendilerini Şiilik içinde tarif eden, reenkarnasyona ve rüyaların gücüne inanan, geometriye hayran, MÖ 570’de yaşamış ünlü matematikçi Pisagor da dahil olmak üzere bazı tarihsel kişilikleri peygamber olarak kabul eden, tek eşliliği vazgeçilmez gören ve ibadet etmek için meditasyon yapan bu topluluk tarih boyunca gizemlerini koruyan bir inanışa sahip oldu. 11. yüzyılın başlarında Mısır’a kadar uzanan kökenleri, farklı itikadi anlayışlarıyla Dürziler inanç sisteminde heterodoks bir alt başlıkta Müslümanların makbul olmayan bir kolu olarak yüzyıllarca kategorize edildi.

Topluluklarına yönelik uygulanan şiddet, sürülmeler, baskılar onları bugünün Lübnan-Suriye coğrafyasına taşıdı. Lübnan’ın kurucu unsurlarından oldular, siyasetine yön verdiler. Ama bunu yaparken en çok yan yana yaşadıkları Katolik Hristiyan bir topluluk olan Marunilerle çatıştılar.

Çatışmalarla yazılmış bir tarihçe

Katolik Hristiyan ve Müslüman Dürzilerin 1840’lardaki ve ekonomik kaynakları paylaşma temelli kanlı çatışmaları sonrasında Osmanlı Devlet yönetimi aslında bugünkü siyasi koşulları da şekillendiren “mutasarrıflık” uygulamasını yürürlüğe koydu.[1] 1861’deki bu uygulama ile daha barışçıl bir döneme giriş yapıldı.

Tam bu zaman diliminde Fransa’nın bölgedeki tesir çabaları da yoğunlaştı. Fransa’nın bölgede doktrin inşa denemesi bu dönem zuhur etti. Yüzyıllar boyunca Akdeniz havzasında doğu kıyılarında etkin olan antik Fenike Medeniyeti “mit” haline getirilerek işlevselleştirildi. Hristiyan- Katolik unsurların da eklemlenmesiyle Fransa tarafından yeni bir anlayış devreye sokuldu. Fransızlar o dönem “Doğu Hristiyanlığının Koruyucu Gücü” rolünün altını çizerek bir medeniyet tasavvuru projesi ortaya koymak ve adeta yeni bir Haçlı Seferi mührüyle bölgedeki “geri kalmış toplulukları” aydınlatma ajandasıyla etkin olmak istedi.[2] Fransa, Fenike medeniyeti miti üzerine inşa ettiği bu teorik felsefeyle, kurduğu eğitim kurumlarıyla ve başta Maruniler olmak üzere yerel unsurlarla iş birliği yaparak bölgedeki denklemi kendi lehine çevirmeyi hedefledi. Devletleşme sürecine giren Lübnan ve Suriye üzerinde etki sahasını daim kılmaya çalıştı.

Katolik – Fransız destekli Maruni toplumunun güç dengesinde ağır basması Dürzilerin siyasal – kültürel eğilimine ve arayışına da yön verdi. Azınlık topluluk Dürziler, kendilerini geleneksel Müslüman anlayışından farklı kılan nitelikleri nedeniyle Müslüman dışı müttefik arayışlarına her daim açık oldu. İkinci Abdülhamit döneminde (1876-1909) devam eden mutasarrıflık yönetim şemsiyesi kültürel kimliklerini muhafaza etmelerine izin veriyordu ancak sert Katolik – Fransız baskısında bu olanağı pek bulamadılar, panzehir olarak İngilizlerin desteğine sarıldılar.

İşte böylece kendi topluluklarını yerelde koruyabilmek için dönem dönem farklı ülkelerin etkisine, nüfuzuna giren Dürziler, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın emriyle 1977 yılında öldürülen İlerici Sosyalist Parti lideri, Arap milliyetçisi, İsrail karşıtı Kemal Canbolat’ın liderliği altında Lübnan İç Savaşı’nın (1975-1990) taraflarından biri oldular. Filistinlilerle aynı safta savaştılar.

Lübnan’da azınlık olmalarına rağmen, ülkenin farklı mezheplere farklı siyasal görevler veren sistemi nedeniyle, ağırlıklarını kimden yana koyarlarsa, o grubun öne geçmesini ya da iktidara gelmesini sağlayan Dürziler, Suriye’de ise farklı bir yol izlediler, rejimle mesafeli bir ilişki tesis ettiler. İsrail’de ise, işbirliği karşılığı kendi toplumlarını korumayı tercih ettiler.

İsrail’in “makbul Müslümanları”

Gününüzde yaklaşık 150 bin civarında Dürzi İsrail vatandaşı olarak yaşıyor. Askere gitmeleri zorunluluk olmamasına rağmen askere gitmeyi tercih ediyorlar. Polis gücü içinde de yer alıyorlar. Örneğin, Harem-i Şerif çevresinde günlük güvenliği sağlayan polislerin önemli bir kısmı Durzi.

Ülkenin kuzeyinde saha koşullarını iyi bilmeleri sayesinde fonksiyonel bir işlevle görev yapıyorlar. Sistemle barışık Dürziler siyasi arenada temsil edilebiliyorlar. Dönem dönem kırılmalar yaşansa da kültürel dokularını koruma eğilimleri (Sünni, Şii, Hristiyan anlayışların içinde asimile olmama- çatışma yaşamama içgüdüsü) ile kendilerine tanınan haklar doğrultusunda İsrail vatandaşı olarak kalmayı sürdürüyorlar.

İsrail’de daha ayrık bir kümede yer alan Dürzilerin pozisyonlarını belirleyen gelişme, 1967 sonrası İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi oldu. Bu tarihin ardından Golan civarında işgal edilen bölgede yaşayan ve Suriye kimliğinden vazgeçmeyen yaklaşık 25 bin civarında Dürzi bulunuyor.[3] Bu kitlenin İsrail vatandaşlığına başvuru hakkı olsa da ezici çoğunluk bunu tercih etmiyor. Özgün bir kimlikle yaşamlarına devam ediyorlar.[4]

İsrail içinde de bazı kırılma anları da zaman zaman su yüzüne çıkıyor. Özellikle ülkede 2018’de yürürlüğe sokulan ve tartışmalara yol açan “Ulus-devlet Yasası’na”[5] Dürziler de ciddi tepki göstermiş, kendilerini ikinci sınıf vatandaş yapan bu tarz bir yasa karşısındaki protesto gösterilerinde başat gruplar arasında yer almışlardı.[6] Tepkiler somut gerekçelere dayansa da 7 Ekim sonrası gelinen aşamada İsrail hükümetinin bu itirazlara kulak verebileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.

Dürzi liderlikte “Canbolat efsunu”

Lübnan siyasetinin en önemli isimlerinden, babasının öldürülmesinden sonra aldığı İlerici Sosyalist Parti’nin genel başkanlığını oğlu Timur’a devretmeden önce, 2024’e kadar fiilen sürdüren 75 yaşındaki Velid Canbolat uzun yıllardır bölgedeki Dürzi liderliğinin başat unsuru oldu. Türkiye’de Dürzi toplumuna yapılan her atıfta ondan alıntılar yapıldı, kendisi defalarca çeşitli saiklerle Türkiye’ye geldi. Son olarak 24 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilen[7] Canbolat yalnızca Lübnan’da değil, sınır ötesinde de nüfuzu bulunan bir isim.

Velid Canbolat’ın babası Kemal Canbolat (1917-1977) doğal karizması ve Lübnan’ın çatışma sahasındaki liderliğiyle ön plana çıkan bir isimdi. Özellikle 70’li yıllardaki bloklaşmada kurduğu “Ulusal Mücadele Cephesi” ile hem Falanjistlerle (Sağcı Hristiyan milisler) olan mücadeleyi yürütmüş hem de Filistin davasında Ürdün’den sürülerek Lübnan’a gelmek zorunda kalan Filistin Kurtuluş Örgütü’ne destek çıkmıştı. Kurduğu şemsiye içindeki alaşım bile Lübnan’ın farklı renklerini ortaya koymuştu: Lübnan Komünist Partisi’nin askerî kanadı, Şii Emel hareketinin öncülleri, Baas’cı gruplar, Sünni unsurlar cephenin hatlarını oluşturuyordu. Kemal Canbolat karizması tarihin akışını farklı bir noktaya taşıyabilirdi ancak 1977 yılında suikast sonucu hayatını kaybetti.[8] Bayrağı alan oğlu Velid Canbolat da yıllar içinde kurtlar sofrasında ayakta kalmayı başardı. Aslında oğul Canbolat’ın hikayesi de ayrı bir yazı hatta kitap konusu olabilir, ancak Suriye’de yeni açılan sayfadaki rolünün altını çizmek faydalı olacaktır.

Oğul Canbolat ideolojik olarak rahatlıkla Suriye rejimini destekleyen ittifak blokuna dahil olabilirdi. Zira, Durzilik ve Suriye’deki devrik rejimin inancı olan Arap Aleviliği birbirine epey yakın itikatlar. Nitekim, Suriye’deki Dürziler, rejimle ne işbirliğini ne de onunla savaşmayı tercih etti denilebilir. Ancak babası Hafız Esad tarafından öldürülmüş Velid Canbolat 2011 sonrası Suriye’de patlak veren iç savaşta kategorik olarak Baas- Esad rejimi karşısında mevzilendi. Bu konuda sürecin en başında itibaren net bir tavır ortaya koydu. [9] Nitekim Suriye’nin yeni döneminde geçici hükümeti ilk ziyaret eden siyasi aktörlerin başında geldi. [10] Sonrasında verdiği mesajlardan da anlaşılacağı gibi Dürzilerin Suriye koluna da yansıyacak şekilde adil yönetim beklentisi ve temkinli bir iyimserliğin ön planda olduğu gözlemlenebiliyor.

Dürzileri nasıl bir gelecek bekliyor?

Dürziler, dünya genelinde son yüzyılların en çok kan akan bölgelerinin başında gelen bir coğrafyanın göbeğindeki azınlık bir grup olarak temsiliyetlerini sürdürüyor. Lübnan ve Suriye’de yaklaşık olarak bir milyona yakın Dürzi yaşadığı tahmin ediliyor. Suriye’deki nüfus DEAŞ’ın aktif olduğu 2016 ile 2018 yılları arasında sıkıntılı dönemlerden geçmiş, Esad rejimiyle temkinli ve stratejik bir ilişki yürütmüşlerdi. Suriye’de Dürziler bundan bir yıl önce de fiili başkentleri olarak kabul edilebilecek Süveyda’da protesto gösterileri düzenlemişti.[11] Ekonomik sıkıntıların ana eksenini oluşturduğu bu eylemlerde kullanılan sert söylem tarzı Baas rejimi ile Dürziler arasındaki kırılgan ilişkiye bir kanıt olarak gösterildi. 2011’de başlayan isyan dalgasına ihtiyatlı bir şekilde yaklaşan, rejime direkt olarak cephe almayan Suriyeli Dürziler, yıllar içerisinde yaşanan gelişmeler karşısında tedrici olarak tepkilerini ortaya koydular. Gelinen aşamada onlarca yıllık rejim devrilirken Süveyda halkı da veda seremonisinde yerini aldı. Yeni sayfadan beklentiler özetle demokratik devlet anlayışı ve kangren haline gelen ekonomik sıkıntılara çare bulunması.

İsrail’deki Dürziler için keskin bir değişim beklentisine girmek için bir sebep ise görünmüyor. Golan Tepeleri’nde etki alanını arttıran İsrail’in kısa dönemde geri adım atmayacağı düşünülerse Golanlı Dürzilerin fiili durumundaki ironik durum devam edecek. İsrail’in oradaki hedefi de fiili toprak ilhakını sürdürüp Golan’daki Dürzileri vatandaşlık için ikna ederek mevcut durumu perçinlemek yönünde olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Lübnan: Kimlik, Toplum ve Siyaset (2021), Editörler: Yasin Atlıoğlu, M. Fahri Danış, Bölüm Yazarı: Tuba Yıldız, S.54.

[2] Konuya ilişkin olarak yakın zamanda Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan önemli bir çalışma yayımlandı. Fenike Miti ve Fenikecilik. Mehmet Fahri Danış’ın eserinde Lübnan kimliğinin ideolojik saiklerle geçmişteki bir medeniyete dayandırılmasına geniş yer veriliyor. Burada bir kez daha Eric Hobsbawn’ın “Geleneğin İcadı” kavramının ne kadar verimli bir meta olduğu kanıtlanıyor. Otoriter güçler tarihin istedikleri kesitinden bir bağlam çıkarıp,kavramları araçsallaştırarak kendi çıkarları için kullanabiliyor.

[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/golanli-durzi-araplar-ana-vatanlarina-baglanmak-istiyor/906691#

[4] Hatta yakın tarihin en ironik ve üzücü olaylarından biri de İsrail ile Hizbullah arasındaki roket savaşlarında bir füzenin Golanlı Dürzilerin yaşadığı yere gelmesiyle oluştu.(27 Temmuz 2024)  Saldırıyı sahiplenen bir taraf olmadı. İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nde yer alan Mecdel Şems beldesindeki saldırıda bir roketin halı saha yakınına düşmesi sonucu 12 kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. Hayatını kaybeden çocuklardan birinin adı Guevara’ydı. Dürzi bir ailenin ünlü Marksist ikonlardan Che Guevara’dan ilhamla oğluna böyle bir isim vermesi bile geleneksel İslami anlayıştan farklı bir dokuya işaret olarak gösterilebilir.

[5] https://ordaf.org/wp-content/uploads/2018/07/dd14-israilyasa.pdf

[6]  https://www.timesofisrael.com/tens-of-thousands-gather-in-tel-aviv-to-protest-controversial-nation-state-law/

[7] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-lubnandaki-durzi-lider-velid-canbolati-kabul-etti/3433073

[8] Belki spekülatif bir not olarak görülebilir, ancak bölge hatta dünya genelinde konuyla ilgilenen herkesin altını çizdiği ideal senaryodan bahsetmek yanlış olmayacaktır. Neticede herhangi siyasi bir suikastin iç yüzünü aydınlatmak tarih boyunca mümkün olmadı. Kemal Canbolat dışında eski Lübnan başbakanı Refik Hariri suikastini de (2005)  Suriye’deki Esad Rejiminin yaptığı genel bir ön kabul. Hatta Refik Hariri’nin öldürülmeden önce Canbolat’a “ikimizden biri yakında ölecek” dediği rivayet edilir.

[9] Cengiz Çandar ilk baskısı 2012’de yapılan “Mezopotamya Ekspresi” kitabında Canbolat ile Suriye iç savaşının hemen başında yaşadığı diyaloğu aktarır. Konuşma Canbolat’ın sürece nasıl baktığını net şekilde ortaya koyar. Buna göre Beşar Esad’ı kastederek, “Bu adam çıldırmış halde. Kendisiyle birlikte Suriye’yi ve tüm bölgeyi felakete sürüklemekte tereddüt etmeyecek. Ben, bu çıkışımı rejimin ömrünün sonunu çok yakın gördüğüm için yapmadım. Tarihe konuşuyorum. Zulmü görmezden gelemem. Zulme karşı çıkmam gerek.”  demiştir. S.609

[10] https://www.reuters.com/world/middle-east/syrias-de-facto-ruler-reassures-minorities-meets-lebanese-druze-leader-2024-12-22/

[11] https://tr.euronews.com/2023/08/29/suriye-durzilerin-yasadigi-suveydada-protestolar-ikinci-haftasina-girdi

Emre Karaca
Emre Karaca
Emre Karaca- Gazeteci. Haber Global TV'de Diplomasi Muhabiri olarak çalışıyor. Öncesinde de Anadolu Ajansı'nda 4 yıl dış haber muhabiri olarak çalıştı. Genel ekseni dış politika olan haberler- röportajlar yapıyor, makaleler yazıyor. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Exeter Üniversitesi'nde Politics and International Relations of the Middle East bölümünde master yaptı. Tezinde, İsrail’deki siyasi partilerin Filistin meselesine bakışlarındaki farklı perspektifleri ele aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x