Filistin meselesinin İran’a bakan yüzü

Hamas’ın 7 Ekim’deki İsrail saldırısının arkasında İran mı var? İran, Filistin meselesini nasıl görüyor? Hamas-İsrail çatışması İran’ı nasıl etkileyebilir? Tahran’ın çıkarları neyi gerektiriyor? Dr. Gülriz Şen yazdı.

Filistin meselesinin İran’a bakan yüzünü anlamak için 1979 Devrimi ile İran dış politikasında gerçekleşen büyük dönüşümü hatırlamak gerekir.

Devrim, ABD’nin bölgedeki sadık müttefiki Pehlevi rejimine son vermekle kalmadı. Pehlevi döneminde epey ileri olan İran-İsrail ilişkilerini de kopardı.

Bu kopuş, İran-ABD ilişkilerindeki radikal kopuştan çok daha önce ve ani gerçekleşti.

Oysa 1979 öncesinde İran ve İsrail, Arap milliyetçiliği ve Sovyet komünizmine karşı ortaklaşan iki önemli Amerikan müttefikiydi.

İran hem İsrail’in petrol tedarikçisi hem de İsrail Başbakanı Ben Gurion’un Arap olmayan devletler ile yakın stratejik ilişkiler geliştirilmesini öngören “çevre doktrini’ vizyonunun bir parçasıydı.

Devrim sonrası nitelendirmelerle “Büyük Şeytan” ABD ve “Küçük Şeytan” İsrail’e karşıtlık, İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının ve kendisine biçtiği yeni kimlik ile rolün alametifarikası oldu.

İran, İsrail’i “emperyalizmin Müslüman dünyanın kalbine yerleştirdiği bir tümör” olarak görüyor, artık onu bir devlet olarak tanımadığı ve reddettiği için kendisinden “Siyonist rejim” olarak bahsediyordu.[efn_note]Rouhullah K. Ramazani, Revolutionary Iran: Challenge and Response in the Middle East, (Baltimore: The John Hopkins University Press, 1988).[/efn_note]

Bu katı ideolojik duruşun en önemli istisnası, Irak ile savaş yıllarında, Tahran’ın Amerikan silahlarına erişebilmek için İsrailli aracılar üzerinden Reagan yönetimi ile sürdürdüğü ve İran-Kontra skandalı ile ifşa olan gizli pazarlıktı.[efn_note]Trita Parsi, Treacherous Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran and the US, (New Haven: Yale University Press, 2007).[/efn_note]

İran ve Filistinli örgütler ilişkisi

1979 sonrası İran-İsrail ilişkileri koparken, Humeyni yönetimi Tahran’daki İsrail Büyükelçiliği’ni bir jest olarak Yaser Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne devretti.

Ancak İran’ın hem FKÖ hem de Filistin siyasetindeki diğer aktörlerle ilişkileri zamanla değişti.

Arafat’ın, İran-Irak Savaşında Irak’ı desteklemesi, 1988’de İsrail’i tanıması İran-FKÖ ilişkilerini sarsarken, Tahran’ın desteği, Filistin direnişinde Birinci İntifada ile görünür olan İslamileşmeyle paralel bir şekilde Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlere yöneldi.

İran’ın Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri, 1990’larda Orta Doğu Barış Süreci ve Washington’ın bölgede İsrail’i normalleştirip, İran ve Irak’ı ise tecrit etmeye çalıştığı “Yeni Dünya Düzeni” vizyonu karşısında derinleşti.

Tahran, İsrail ile barışın karşıt cephesine yerleşerek Arap ülkelerinin bıraktığı bölgesel boşluğu doldurdu ve Filistin davasının hamiliğine soyunarak İslami değerlerin taşıyıcısı ve bölgede İsrail ve ABD karşıtı güçlerin lideri rolünü benimsedi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami, After Khomeini: The Iranian Second Republic, (London: Routledge, 1995), s. 157.[/efn_note]

Madrid Barış Konferansı’na[efn_note]Orta Doğu Barış Süreci kapsamında 1991-1993 yılları arasında süren konferans, ABD’nin girişimi ile Ürdün, Lübnan, Suriye ve Filistin Heyetlerini ilk defa İsrail ile ikili ve çok taraflı barış müzakereleri için diplomasi masasında buluşturdu.[/efn_note] karşılık Filistinlilerin İslami Devrimi’ne, Uluslararası Destek Konferansı’na ev sahipliği yaparak “Filistin halkının işgal altındaki toprakların tam bağımsızlığı için verdiği mücadeleye, Siyonist varlığının topyekûn ortadan kaldırılmasına ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasına” destek verdi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami ve Raymond Hinnebusch, Syria and Iran: Middle Powers in a Penetrated Regional System, (London: Routledge, 1997), s. 186.[/efn_note]

Tahran’ın Filistin politikası hem 1979 sonrasındaki İslamcı ve “devrimci” duruşuyla örtüştü, hem de ona jeopolitik bir avantaj getirdi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami, After Khomeini, s. 157.[/efn_note]

İran böylelikle Levant’ta ve Arap dünyasının en hayati meselelerinden birinde kendisine başat bir rol inşa etmeye başladı.

Bu durum aynı zamanda İran’ın yalnızca Şii aktörlerle değil bölgedeki Sünni aktörlerle de iş birliği yapabileceğini gösterdi.

2000’lerde derinleşen ilişkiler

Ancak İran’ın Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri 2000’lerin başından itibaren bambaşka bir nitelik kazandı, zira bu dönemde Filistinli aktörler, Suriye ve Hizbullah Tahran’ın direniş ekseni olarak andığı bölgesel savunma stratejisinin bir parçası haline geldi.

İran, ABD’yi sınırlarına getiren Irak Savaşı ve nükleer programında tırmanan kriz nedeniyle kendisine karşı ABD ve/veya İsrail tarafından olası askerî bir hamleyi caydırmak için direniş ekseni aktörlerini bir ön savunma hattına dönüştürdü.

Direniş ekseni

Arap Baharı olarak anılan halk ayaklanmalarının Suriye’ye sıçraması ve ülkede olası bir iktidar değişikliğinin İran’ın Levant’ta inşa ettiği nüfuz ve askerî ilişkiler açısından yaratacağı risk Direniş Ekseni’nin ilk sınaması oldu.

Tahran’ın varoluşsal addettiği bu savaşta Hamas önceleri saf değiştirerek Esad rejimine karşı Sünni muhalefeti desteklese de İsrail ve Hamas arasındaki her gerilim Hamas’ın mali ve askerî destek için yeniden İran’ın kapısını çalması ile sonuçlandı.

Hamas-İran ilişkileri 2014’ten itibaren krizi aşmaya başlarken, İran ve Hizbullah, Hamas’ın Suriye ile normalleşmesine de aracılık etti ve Eylül 2022’de Hamas, Suriye’de yeniden temsilcilik ofisi açtı.

2017’de Tahran’ı ziyaret eden Hamas’ın Gazze’deki yeni lideri Yasin Sinvar, İran’ın örgütün silahlı kanadının en büyük mali ve askerî destekçisi olduğunu söylerken, Hamas’ın askerî gücünü toplayarak Filistin’i özgürleştirecek bir savaşa hazırlandığını ifade etmişti.[efn_note]https://apnews.com/article/eec48803513a42ae9ef39533bc9d94c7[/efn_note]

Mayıs 2021’de, Hamas, İsrail’in Kudüs Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan Filistinli aileleri tahliyeye zorlanmasına misilleme olarak İsrail’e 4000’den fazla roket fırlattı.

Envanterine eklenen insansız hava araçları (drone), roketlerinin artan menzili ve isabet oranı Hamas’ın yükselen askerî gücünü teyit ediyordu.

İran önceleri Filistin direnişine füze teknolojisi bilgisini aktarıp teknik destek sağladıklarını ancak artık Hamas’ın silahlarını kendisinin ürettiğini ve kendi kendine yettiğini söylüyordu.[efn_note]https://www.latimes.com/world-nation/story/2021-05-20/hamas-amass-arsenal-rockets-strike-israel[/efn_note]

İran ve El Aksa Tufanı: Tahran saldırıların neresinde?

1973 Yom Kippur (Ekim) Savaşı’nın yıldönümünde İsrail’i gafil avlayan 7 Ekim saldırısı bir yandan İsrail istihbaratının hazırlığı muhtemelen aylar gerektiren böylesi bir saldırıdan nasıl habersiz olduğuna ve saldırının siyasi sorumluluğuna dair tartışmaları başlatırken, başat sorulardan birisi de İran’ın bu saldırıdaki rolüydü.

İran’dan gelen açıklamalar defaatle El Aksa Tufanı’nın direniş aktörlerinin “kendiliğinden”, “bağımsız” bir hamlesi olduğunun altını çizdi.[efn_note]https://www.reuters.com/world/middle-east/iran-foreign-ministry-says-hamas-attacks-sign-confidence-2023-10-07/[/efn_note]

Tahran bir yandan Filistin halkına ve direnişine desteğini yinelerken, saldırıdaki sorumluluğu kesinkes reddetti.[efn_note]https://farsi.khamenei.ir/news-content?id=54049[/efn_note]

Yaşanan saldırının ardında olağan şüpheli olarak İran’ın görülmesinin en önemli nedeni, saldırının doğrudan planlayıcısı veya azmettiricisi olmasa da İran’ın Hamas ve İslami Cihad’ı kendisine yönelecek olası bir askerî hamleyi caydırma unsuru olarak görmesi. İran, bu aktörler üzerinden bölgedeki en büyük düşmanı İsrail’i dengeleme ve yıpratma stratejisini güdüyor. Ayrıca bugün Filistin’deki vekil ve müttefiklerinin kazandığı askerî kapasitede büyük pay sahibi.

Dahası Hamas saldırısı, Körfez Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki İbrahim Anlaşmaları ile başlayan normalleşme sürecinin Suudi Arabistan-İsrail ayağının ivme kazandığı bir bölgesel konjonktürde gerçekleşti.

Suudi Veliaht Prens ve Başbakan Muhammed Bin Selman, ABD’nin Filistin meselesinde iki devletli çözümü öncelemek yerine, Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesine harcadığı yoğun diplomatik girişimin meyve vermeye başladığını anlaşmaya günbegün yaklaştıklarını söyleyerek teyit etti.[efn_note]https://edition.cnn.com/2023/09/21/middleeast/saudi-arabia-mbs-interview-fox-intl/index[/efn_note]

Bu mülakatta, Riyad’ın saldırılar sonrasında açıkça ifade ettiği 1967 sınırlarında kurulacak bir Filistin devletini desteklediği tutum[efn_note]https://saudigazette.com.sa/article/636899/SAUDI-ARABIA/Saudi-Crown-Prince-calls-for-Palestinian-state-on-1967-borders[/efn_note] yerine yalnızca “Filistinlilerin hayatını kolaylaştıracak” koşulları sağlamaktan bahsetmesi dikkat çekiciydi.

Tüm bu girişimler sürerken Filistinli aktörlerin gıyaplarında yaşanan pazarlığı nasıl karşıladığı ve kendisi de Suudi Arabistan ile ilişkilerini onarma sürecinde olan İran’ın gelişmeleri nasıl okuduğu da bir o kadar önemliydi.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önceki günlerde İran’dan Suudi-İsrail normalleşmesiyle ilgili olumlu mesajlara cevaben üst düzey yorum ve demeçler gelmeye başladı.

Rehber Hamaney, 3 Ekim’de yaptığı konuşmasında “Siyonist rejim ile normalleşme arayışı içinde olan ülkelerin bu kumarı kaybedeceklerini” söyledi.[efn_note]https://www.tehrantimes.com/news/489693/Normalization-with-Israel-like-backing-the-wrong-horse-Leader[/efn_note]

Hamaney’e göre bu tutum İran İslam Cumhuriyeti’nin kat’i duruşuydu.

Aynı konuşmada geçen ve 1979 sonrası resmî söylemin standart bir unsuru olan “Siyonist rejim ölüyor” mesajı ise Hamas’ın İsrail’i sarsan saldırısı sonrası İran’ın pek çok medya kuruluşunun sosyal medya hesaplarında paylaşıldı.

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan’ın 12-15 Ekim tarihlerinde Irak, Suriye, Lübnan ve Katar’ı kapsayan bölge turunda, devlet yetkililerin yanı sıra Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah temsilcileri ile görüşmesi Tahran ve Direniş Ekseni olarak andığı aktörler arasındaki güçlü iletişimi ortaya koydu.

Bakan Emir-Abdullahiyan son gelişmeler ile Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinin artık gündemden kalktığını duyurdu.[efn_note]https://www.ft.com/content/f19e053f-1259-4852-8f12-f339b90ee1b8[/efn_note]

İran, Hamas saldırısını biliyor muydu?

Hamas’ın siyasi temsilcilerinin bir kısmının bile haberdar olmadığı ve büyük bir gizlilikle planlandığı söylenen saldırının İran’ın emriyle olmasa da bilgisi dâhilinde gerçekleştiği düşünülebilir.

Böylesi bir durumda İran’ın Hamas’ın operasyonuna onay vermesinde veya karşı çıkmamasında daha önce bahsedilen bölgesel konjonktür ve dengelerle ilgili bir siyasi hesabın yattığı kuvvetle muhtemel.

Belki de saldırının İsrail’i bu denli savunmasız yakalayacağı, inciteceği ve şiddetli bir intikam arayışını körükleyeceği dahi öngörülmemişti.

Ancak burada teyitten uzak tahminlerin ötesinde rahatlıkla şu çıkarım yapılabilir: İran’ın bilgisi dahilinde gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, Hamas’ın saldırısı Filistin meselesini ve süregiden işgali yeniden hatırlatırken, bölgede İsrail lehine gelişmekte olan iklimi bir anda tersine çevirerek Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme arayışının maliyetini ve meşruiyet külfetini arttırdı.

Öngörülemez bir savaşın kıyısında

7 Ekim’den bu yana Orta Doğu, İsrail ve Hamas arasında sınırlı kalacağı şüpheli, bölgeselleşmeye açık bir savaşın gölgesinde yaşıyor.

Bu süre zarfında İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırıları sivil halkın Hamas’a eşitlendiği kolektif bir cezalandırmaya dönüşmüş durumda.

İsrail başlatmakta kararlı olduğu kara harekâtını şimdilik Katar’ın rehineleri kurtarmak için yürüttüğü diplomasiyi sekteye uğratmamak için ABD’nin isteğiyle ertelemiş görünüyor.[efn_note]https://www.bloomberg.com/news/articles/2023-10-22/us-push-for-release-of-hostages-delays-israeli-ground-war-but-won-t-stop-itl[/efn_note]

İran ise bu süre zarfında ısrarla siyasi çözüm için zamanın daraldığını, ateşkes yapılmaz ve İsrail Gazze’de kara harekâtına girişirse bunun savaşı genişleteceğini ve yeni cephelerin açılacağını ifade ederek İsrail hükümetini Gazze’ye girmekten caydırmaya çalışıyor.[efn_note]https://www.iribnews.ir/fa/news/4013481[/efn_note]

İran-İsrail gölge savaşı

İran’ın bu savaşa doğrudan ya da dolaylı ne derece müdahil olacağı bölgenin istikrarı açısından önem arz ediyor.

İran’ın doğrudan savaşa girmesi en azından şimdilik ihtimal dahilinde görünmese de 2000’lerden bu yana İran ve İsrail’in, İran nükleer programına sabotaj ve İran’ın Suriye’deki varlığı nedeniyle zaten dolaylı olarak bir karşılaşmanın hatta “gölge bir savaşın” içinde oldukları biliniyor.

Hamas’a yönelik bir kara operasyonunda Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyinde bir cephe açabileceği en fazla değerlendirilen konu.

İsrail-Lübnan sınırında gerilim artarken, 2006 Savaşı’nda kurulan caydırıcılık halen işliyor.

Ancak bu durumun mevcut konjonktürde ne kadar kalıcı olacağı, İsrail’in kara operasyonunun gün geçtikçe yaklaştığı izlenimi ile yerini bir bilinmezliğe bırakıyor.

ABD, İsrail’e askerî destek sunmak ve İsrail’e karşı yeni cephelerin açılmasına engellemek için iki uçak gemisini Doğu Akdeniz’e göndermiş durumda.

Biden yönetimi İsrail’in savaş kabinesinde tartışılan Hizbullah’a önalıcı vuruş (preemptive strike) planının da önüne geçmeye çalışıyor.

Bir yandan Washington’ın Katar üzerinden İran’a mesaj ilettiği de basına yansıyor.[efn_note]https://www.nytimes.com/2023/10/20/us/politics/biden-israel-hezbollah-war.html[/efn_note]

İran’ın ise Levant’taki en önemli müttefiki Hizbullah’ın yıpranmasını istemeyeceğini, “Hizbullah kartının” her daim öncelikle İran’ın güvenliği ile ilgili bir krizde devreye gireceğini düşünebiliriz.

Ancak burada İran Dışişleri Bakanı’nın 16 Ekim’de verdiği bir mülakatta “Bugün Gazze’de çocuk hastanelerine yağan fosfor bombalarını durdurmazsak, Gazze’yi savunmazsak, yarın şehirlerimizdeki çocuk hastanelerini aynı bombalardan savunmak zorunda kalırız” söylemini de not etmek gerekiyor.[efn_note]https://amwaj.media/media-monitor/in-parallel-with-diplomacy-iran-warns-gaza-invasion-will-open-new-fronts[/efn_note]

Bu söylem bir yandan caydırıcılığı hedeflerken bir yandan da İran ya da Hizbullah’ın yine önalıcı bir hamle ile savaşa girme seçeneğinin masada olduğunu gösteriyor.

Olası başka bir cephe

Olası yeni cephelerden biri de İran yanlısı milislerin İsrail’e Golan Tepeleri üzerinden saldırması ile açılabilir.

Suriye’deki İran yanlısı milislerin üslerini ülkenin doğusundan bu bölgeye kaydırdığı konuşulurken,[efn_note]https://twitter.com/sentdefender/status/1713588100553683109[/efn_note] İsrail’in son günlerde sıklıkla Şam ve Halep havaalanlarını bombalamasının ardında da bu ihtimalin olduğu görülüyor.

Öte yandan Irak ve Suriye’deki Amerikan üsleri de savaşın gölgesinde İran yanlısı milislerin füze ve drone saldırılarına uğruyor.[efn_note]https://www.al-monitor.com/originals/2023/10/us-destroyer-shoots-down-cruise-missiles-iran-backed-houthis[/efn_note]

Amerikan savaş gemisinin Yemen’den İsrail’i hedef alan füzeleri vurarak düşürdüğü açıklaması da[efn_note]https://www.ft.com/content/8ede99da-c296-4648-a2a6-9e9c07dd1e3d[/efn_note] savaşın yalnızca İsrail’in kuzey ve doğu cephesine sıçramakla kalmayabileceğini gösteriyor.

İran ve ABD arasında askerî çatışma riski

Tüm bu gelişmeler ışığında bölge için korkutan başka bir ihtimal İran ve ABD arasında askerî çatışma riskinin de artması.

İran gelişmeleri ABD’nin İsrail’i savaş için kışkırtması olarak okurken,[efn_note]https://www.tasnimnews.com/en/news/2023/10/17/2973257/ayatollah-khamenei-warns-of-uncontrollable-muslim-reaction-to-israeli-crimes[/efn_note] ABD ise İsrail’i farklı cephelerden saracak bir savaşa karşı İran’ı caydırmaya çalışıyor.

Yine de öngörülemeyen ve bu nedenle de daha riskli hale gelen mevcut gelişmelerde İran’ın ilk stratejisinin kendisinden bağımsız/otonom hareket ettiklerini söylediği ancak günün sonunda özellikle İran’ı da içini alacak büyük kriz anlarında koordine ettiği Direniş aktörleri üzerinden dolaylı bir angajman olacağını düşünebiliriz.

Devrim Rehberi Hamaney 17 Ekim’deki konuşmasında “Siyonist rejimin işlediği suçlar devam ettiği müddetçe hiç kimsenin Müslümanları ve direniş güçlerini durduramayacağını” söylerken, İran’dan direniş güçlerini durdurmasını bekleyenlerin bu duruma özellikle dikkat etmesi gerektiğini ekledi.[efn_note]https://twitter.com/khamenei_ir/status/1714208956912918600[/efn_note]

Bu bağlamda İran’ın doğrudan bir hamle yapmayacağı ve direniş aktörlerinin otonomisine vurgu yaparak-şimdilik- krizde diplomatik bir aracı rolüne büründüğü söylenebilir.

Elbette savaş kara harekâtı ile devam ederse İran ideoloji ve pragmatizm arasında dengeyi kurmakta zorlanabilir, eylemlerini söylemleriyle bağdaştırma gayreti krizde yeni eşikleri getirebilir. Savaşa dolaylı ya da doğrudan müdahil olmak arasındaki ayrım hızla kalkabilir.

İran’daki farklı tutumlar

İran’da özellikle muhafazakâr cenah Filistin meselesinde katı ve sarsılmaz bir pozisyona sahipken, 1990’larda güç kazanan pragmatik ve reformcu siyaset hep ulusal çıkarları korumanın önemini vurguladı.

Bu uyarılar Orta Doğu Barış Süreci yıllarında İran’ın “neden Filistinlilerden daha Filistinli” olduğunu sorguluyordu.

Günümüzde de İran’ı savaşa müdahil edebilecek bir konjonktürde ulusal çıkarlara riayet etme uyarısının İran’ın reformcu eski Cumhurbaşkanı Hatemi’den gelmesi hiç şaşırtıcı sayılmaz.[efn_note]https://amwaj.media/media-monitor/amid-hamas-israel-war-top-iranian-reformist-urges-prioritizing-national-interests[/efn_note]

Bitirirken

7 Ekim’den bu yana bölgedeki gelişmeler, diplomasi ve itidalin önemini, sivil kayıpların önüne geçilmesinin aciliyetini ve işgal sürdüğü müddetçe Filistin ve İsrail halklarının güvende olamayacağını çarpıcı bir biçimde gösteriyor.

Aksi yönde hareket etmenin ise bölgeye öngörülemeyecek risklerle dolu bir savaş sarmalının dışında vaat edebileceği bir şey görünmüyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

+ posts

Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Filistin meselesinin İran’a bakan yüzü

Hamas’ın 7 Ekim’deki İsrail saldırısının arkasında İran mı var? İran, Filistin meselesini nasıl görüyor? Hamas-İsrail çatışması İran’ı nasıl etkileyebilir? Tahran’ın çıkarları neyi gerektiriyor? Dr. Gülriz Şen yazdı.

Filistin meselesinin İran’a bakan yüzünü anlamak için 1979 Devrimi ile İran dış politikasında gerçekleşen büyük dönüşümü hatırlamak gerekir.

Devrim, ABD’nin bölgedeki sadık müttefiki Pehlevi rejimine son vermekle kalmadı. Pehlevi döneminde epey ileri olan İran-İsrail ilişkilerini de kopardı.

Bu kopuş, İran-ABD ilişkilerindeki radikal kopuştan çok daha önce ve ani gerçekleşti.

Oysa 1979 öncesinde İran ve İsrail, Arap milliyetçiliği ve Sovyet komünizmine karşı ortaklaşan iki önemli Amerikan müttefikiydi.

İran hem İsrail’in petrol tedarikçisi hem de İsrail Başbakanı Ben Gurion’un Arap olmayan devletler ile yakın stratejik ilişkiler geliştirilmesini öngören “çevre doktrini’ vizyonunun bir parçasıydı.

Devrim sonrası nitelendirmelerle “Büyük Şeytan” ABD ve “Küçük Şeytan” İsrail’e karşıtlık, İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının ve kendisine biçtiği yeni kimlik ile rolün alametifarikası oldu.

İran, İsrail’i “emperyalizmin Müslüman dünyanın kalbine yerleştirdiği bir tümör” olarak görüyor, artık onu bir devlet olarak tanımadığı ve reddettiği için kendisinden “Siyonist rejim” olarak bahsediyordu.[efn_note]Rouhullah K. Ramazani, Revolutionary Iran: Challenge and Response in the Middle East, (Baltimore: The John Hopkins University Press, 1988).[/efn_note]

Bu katı ideolojik duruşun en önemli istisnası, Irak ile savaş yıllarında, Tahran’ın Amerikan silahlarına erişebilmek için İsrailli aracılar üzerinden Reagan yönetimi ile sürdürdüğü ve İran-Kontra skandalı ile ifşa olan gizli pazarlıktı.[efn_note]Trita Parsi, Treacherous Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran and the US, (New Haven: Yale University Press, 2007).[/efn_note]

İran ve Filistinli örgütler ilişkisi

1979 sonrası İran-İsrail ilişkileri koparken, Humeyni yönetimi Tahran’daki İsrail Büyükelçiliği’ni bir jest olarak Yaser Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne devretti.

Ancak İran’ın hem FKÖ hem de Filistin siyasetindeki diğer aktörlerle ilişkileri zamanla değişti.

Arafat’ın, İran-Irak Savaşında Irak’ı desteklemesi, 1988’de İsrail’i tanıması İran-FKÖ ilişkilerini sarsarken, Tahran’ın desteği, Filistin direnişinde Birinci İntifada ile görünür olan İslamileşmeyle paralel bir şekilde Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlere yöneldi.

İran’ın Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri, 1990’larda Orta Doğu Barış Süreci ve Washington’ın bölgede İsrail’i normalleştirip, İran ve Irak’ı ise tecrit etmeye çalıştığı “Yeni Dünya Düzeni” vizyonu karşısında derinleşti.

Tahran, İsrail ile barışın karşıt cephesine yerleşerek Arap ülkelerinin bıraktığı bölgesel boşluğu doldurdu ve Filistin davasının hamiliğine soyunarak İslami değerlerin taşıyıcısı ve bölgede İsrail ve ABD karşıtı güçlerin lideri rolünü benimsedi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami, After Khomeini: The Iranian Second Republic, (London: Routledge, 1995), s. 157.[/efn_note]

Madrid Barış Konferansı’na[efn_note]Orta Doğu Barış Süreci kapsamında 1991-1993 yılları arasında süren konferans, ABD’nin girişimi ile Ürdün, Lübnan, Suriye ve Filistin Heyetlerini ilk defa İsrail ile ikili ve çok taraflı barış müzakereleri için diplomasi masasında buluşturdu.[/efn_note] karşılık Filistinlilerin İslami Devrimi’ne, Uluslararası Destek Konferansı’na ev sahipliği yaparak “Filistin halkının işgal altındaki toprakların tam bağımsızlığı için verdiği mücadeleye, Siyonist varlığının topyekûn ortadan kaldırılmasına ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasına” destek verdi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami ve Raymond Hinnebusch, Syria and Iran: Middle Powers in a Penetrated Regional System, (London: Routledge, 1997), s. 186.[/efn_note]

Tahran’ın Filistin politikası hem 1979 sonrasındaki İslamcı ve “devrimci” duruşuyla örtüştü, hem de ona jeopolitik bir avantaj getirdi.[efn_note]Anoushiravan Ehteshami, After Khomeini, s. 157.[/efn_note]

İran böylelikle Levant’ta ve Arap dünyasının en hayati meselelerinden birinde kendisine başat bir rol inşa etmeye başladı.

Bu durum aynı zamanda İran’ın yalnızca Şii aktörlerle değil bölgedeki Sünni aktörlerle de iş birliği yapabileceğini gösterdi.

2000’lerde derinleşen ilişkiler

Ancak İran’ın Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri 2000’lerin başından itibaren bambaşka bir nitelik kazandı, zira bu dönemde Filistinli aktörler, Suriye ve Hizbullah Tahran’ın direniş ekseni olarak andığı bölgesel savunma stratejisinin bir parçası haline geldi.

İran, ABD’yi sınırlarına getiren Irak Savaşı ve nükleer programında tırmanan kriz nedeniyle kendisine karşı ABD ve/veya İsrail tarafından olası askerî bir hamleyi caydırmak için direniş ekseni aktörlerini bir ön savunma hattına dönüştürdü.

Direniş ekseni

Arap Baharı olarak anılan halk ayaklanmalarının Suriye’ye sıçraması ve ülkede olası bir iktidar değişikliğinin İran’ın Levant’ta inşa ettiği nüfuz ve askerî ilişkiler açısından yaratacağı risk Direniş Ekseni’nin ilk sınaması oldu.

Tahran’ın varoluşsal addettiği bu savaşta Hamas önceleri saf değiştirerek Esad rejimine karşı Sünni muhalefeti desteklese de İsrail ve Hamas arasındaki her gerilim Hamas’ın mali ve askerî destek için yeniden İran’ın kapısını çalması ile sonuçlandı.

Hamas-İran ilişkileri 2014’ten itibaren krizi aşmaya başlarken, İran ve Hizbullah, Hamas’ın Suriye ile normalleşmesine de aracılık etti ve Eylül 2022’de Hamas, Suriye’de yeniden temsilcilik ofisi açtı.

2017’de Tahran’ı ziyaret eden Hamas’ın Gazze’deki yeni lideri Yasin Sinvar, İran’ın örgütün silahlı kanadının en büyük mali ve askerî destekçisi olduğunu söylerken, Hamas’ın askerî gücünü toplayarak Filistin’i özgürleştirecek bir savaşa hazırlandığını ifade etmişti.[efn_note]https://apnews.com/article/eec48803513a42ae9ef39533bc9d94c7[/efn_note]

Mayıs 2021’de, Hamas, İsrail’in Kudüs Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan Filistinli aileleri tahliyeye zorlanmasına misilleme olarak İsrail’e 4000’den fazla roket fırlattı.

Envanterine eklenen insansız hava araçları (drone), roketlerinin artan menzili ve isabet oranı Hamas’ın yükselen askerî gücünü teyit ediyordu.

İran önceleri Filistin direnişine füze teknolojisi bilgisini aktarıp teknik destek sağladıklarını ancak artık Hamas’ın silahlarını kendisinin ürettiğini ve kendi kendine yettiğini söylüyordu.[efn_note]https://www.latimes.com/world-nation/story/2021-05-20/hamas-amass-arsenal-rockets-strike-israel[/efn_note]

İran ve El Aksa Tufanı: Tahran saldırıların neresinde?

1973 Yom Kippur (Ekim) Savaşı’nın yıldönümünde İsrail’i gafil avlayan 7 Ekim saldırısı bir yandan İsrail istihbaratının hazırlığı muhtemelen aylar gerektiren böylesi bir saldırıdan nasıl habersiz olduğuna ve saldırının siyasi sorumluluğuna dair tartışmaları başlatırken, başat sorulardan birisi de İran’ın bu saldırıdaki rolüydü.

İran’dan gelen açıklamalar defaatle El Aksa Tufanı’nın direniş aktörlerinin “kendiliğinden”, “bağımsız” bir hamlesi olduğunun altını çizdi.[efn_note]https://www.reuters.com/world/middle-east/iran-foreign-ministry-says-hamas-attacks-sign-confidence-2023-10-07/[/efn_note]

Tahran bir yandan Filistin halkına ve direnişine desteğini yinelerken, saldırıdaki sorumluluğu kesinkes reddetti.[efn_note]https://farsi.khamenei.ir/news-content?id=54049[/efn_note]

Yaşanan saldırının ardında olağan şüpheli olarak İran’ın görülmesinin en önemli nedeni, saldırının doğrudan planlayıcısı veya azmettiricisi olmasa da İran’ın Hamas ve İslami Cihad’ı kendisine yönelecek olası bir askerî hamleyi caydırma unsuru olarak görmesi. İran, bu aktörler üzerinden bölgedeki en büyük düşmanı İsrail’i dengeleme ve yıpratma stratejisini güdüyor. Ayrıca bugün Filistin’deki vekil ve müttefiklerinin kazandığı askerî kapasitede büyük pay sahibi.

Dahası Hamas saldırısı, Körfez Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki İbrahim Anlaşmaları ile başlayan normalleşme sürecinin Suudi Arabistan-İsrail ayağının ivme kazandığı bir bölgesel konjonktürde gerçekleşti.

Suudi Veliaht Prens ve Başbakan Muhammed Bin Selman, ABD’nin Filistin meselesinde iki devletli çözümü öncelemek yerine, Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesine harcadığı yoğun diplomatik girişimin meyve vermeye başladığını anlaşmaya günbegün yaklaştıklarını söyleyerek teyit etti.[efn_note]https://edition.cnn.com/2023/09/21/middleeast/saudi-arabia-mbs-interview-fox-intl/index[/efn_note]

Bu mülakatta, Riyad’ın saldırılar sonrasında açıkça ifade ettiği 1967 sınırlarında kurulacak bir Filistin devletini desteklediği tutum[efn_note]https://saudigazette.com.sa/article/636899/SAUDI-ARABIA/Saudi-Crown-Prince-calls-for-Palestinian-state-on-1967-borders[/efn_note] yerine yalnızca “Filistinlilerin hayatını kolaylaştıracak” koşulları sağlamaktan bahsetmesi dikkat çekiciydi.

Tüm bu girişimler sürerken Filistinli aktörlerin gıyaplarında yaşanan pazarlığı nasıl karşıladığı ve kendisi de Suudi Arabistan ile ilişkilerini onarma sürecinde olan İran’ın gelişmeleri nasıl okuduğu da bir o kadar önemliydi.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önceki günlerde İran’dan Suudi-İsrail normalleşmesiyle ilgili olumlu mesajlara cevaben üst düzey yorum ve demeçler gelmeye başladı.

Rehber Hamaney, 3 Ekim’de yaptığı konuşmasında “Siyonist rejim ile normalleşme arayışı içinde olan ülkelerin bu kumarı kaybedeceklerini” söyledi.[efn_note]https://www.tehrantimes.com/news/489693/Normalization-with-Israel-like-backing-the-wrong-horse-Leader[/efn_note]

Hamaney’e göre bu tutum İran İslam Cumhuriyeti’nin kat’i duruşuydu.

Aynı konuşmada geçen ve 1979 sonrası resmî söylemin standart bir unsuru olan “Siyonist rejim ölüyor” mesajı ise Hamas’ın İsrail’i sarsan saldırısı sonrası İran’ın pek çok medya kuruluşunun sosyal medya hesaplarında paylaşıldı.

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan’ın 12-15 Ekim tarihlerinde Irak, Suriye, Lübnan ve Katar’ı kapsayan bölge turunda, devlet yetkililerin yanı sıra Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah temsilcileri ile görüşmesi Tahran ve Direniş Ekseni olarak andığı aktörler arasındaki güçlü iletişimi ortaya koydu.

Bakan Emir-Abdullahiyan son gelişmeler ile Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinin artık gündemden kalktığını duyurdu.[efn_note]https://www.ft.com/content/f19e053f-1259-4852-8f12-f339b90ee1b8[/efn_note]

İran, Hamas saldırısını biliyor muydu?

Hamas’ın siyasi temsilcilerinin bir kısmının bile haberdar olmadığı ve büyük bir gizlilikle planlandığı söylenen saldırının İran’ın emriyle olmasa da bilgisi dâhilinde gerçekleştiği düşünülebilir.

Böylesi bir durumda İran’ın Hamas’ın operasyonuna onay vermesinde veya karşı çıkmamasında daha önce bahsedilen bölgesel konjonktür ve dengelerle ilgili bir siyasi hesabın yattığı kuvvetle muhtemel.

Belki de saldırının İsrail’i bu denli savunmasız yakalayacağı, inciteceği ve şiddetli bir intikam arayışını körükleyeceği dahi öngörülmemişti.

Ancak burada teyitten uzak tahminlerin ötesinde rahatlıkla şu çıkarım yapılabilir: İran’ın bilgisi dahilinde gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, Hamas’ın saldırısı Filistin meselesini ve süregiden işgali yeniden hatırlatırken, bölgede İsrail lehine gelişmekte olan iklimi bir anda tersine çevirerek Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme arayışının maliyetini ve meşruiyet külfetini arttırdı.

Öngörülemez bir savaşın kıyısında

7 Ekim’den bu yana Orta Doğu, İsrail ve Hamas arasında sınırlı kalacağı şüpheli, bölgeselleşmeye açık bir savaşın gölgesinde yaşıyor.

Bu süre zarfında İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırıları sivil halkın Hamas’a eşitlendiği kolektif bir cezalandırmaya dönüşmüş durumda.

İsrail başlatmakta kararlı olduğu kara harekâtını şimdilik Katar’ın rehineleri kurtarmak için yürüttüğü diplomasiyi sekteye uğratmamak için ABD’nin isteğiyle ertelemiş görünüyor.[efn_note]https://www.bloomberg.com/news/articles/2023-10-22/us-push-for-release-of-hostages-delays-israeli-ground-war-but-won-t-stop-itl[/efn_note]

İran ise bu süre zarfında ısrarla siyasi çözüm için zamanın daraldığını, ateşkes yapılmaz ve İsrail Gazze’de kara harekâtına girişirse bunun savaşı genişleteceğini ve yeni cephelerin açılacağını ifade ederek İsrail hükümetini Gazze’ye girmekten caydırmaya çalışıyor.[efn_note]https://www.iribnews.ir/fa/news/4013481[/efn_note]

İran-İsrail gölge savaşı

İran’ın bu savaşa doğrudan ya da dolaylı ne derece müdahil olacağı bölgenin istikrarı açısından önem arz ediyor.

İran’ın doğrudan savaşa girmesi en azından şimdilik ihtimal dahilinde görünmese de 2000’lerden bu yana İran ve İsrail’in, İran nükleer programına sabotaj ve İran’ın Suriye’deki varlığı nedeniyle zaten dolaylı olarak bir karşılaşmanın hatta “gölge bir savaşın” içinde oldukları biliniyor.

Hamas’a yönelik bir kara operasyonunda Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyinde bir cephe açabileceği en fazla değerlendirilen konu.

İsrail-Lübnan sınırında gerilim artarken, 2006 Savaşı’nda kurulan caydırıcılık halen işliyor.

Ancak bu durumun mevcut konjonktürde ne kadar kalıcı olacağı, İsrail’in kara operasyonunun gün geçtikçe yaklaştığı izlenimi ile yerini bir bilinmezliğe bırakıyor.

ABD, İsrail’e askerî destek sunmak ve İsrail’e karşı yeni cephelerin açılmasına engellemek için iki uçak gemisini Doğu Akdeniz’e göndermiş durumda.

Biden yönetimi İsrail’in savaş kabinesinde tartışılan Hizbullah’a önalıcı vuruş (preemptive strike) planının da önüne geçmeye çalışıyor.

Bir yandan Washington’ın Katar üzerinden İran’a mesaj ilettiği de basına yansıyor.[efn_note]https://www.nytimes.com/2023/10/20/us/politics/biden-israel-hezbollah-war.html[/efn_note]

İran’ın ise Levant’taki en önemli müttefiki Hizbullah’ın yıpranmasını istemeyeceğini, “Hizbullah kartının” her daim öncelikle İran’ın güvenliği ile ilgili bir krizde devreye gireceğini düşünebiliriz.

Ancak burada İran Dışişleri Bakanı’nın 16 Ekim’de verdiği bir mülakatta “Bugün Gazze’de çocuk hastanelerine yağan fosfor bombalarını durdurmazsak, Gazze’yi savunmazsak, yarın şehirlerimizdeki çocuk hastanelerini aynı bombalardan savunmak zorunda kalırız” söylemini de not etmek gerekiyor.[efn_note]https://amwaj.media/media-monitor/in-parallel-with-diplomacy-iran-warns-gaza-invasion-will-open-new-fronts[/efn_note]

Bu söylem bir yandan caydırıcılığı hedeflerken bir yandan da İran ya da Hizbullah’ın yine önalıcı bir hamle ile savaşa girme seçeneğinin masada olduğunu gösteriyor.

Olası başka bir cephe

Olası yeni cephelerden biri de İran yanlısı milislerin İsrail’e Golan Tepeleri üzerinden saldırması ile açılabilir.

Suriye’deki İran yanlısı milislerin üslerini ülkenin doğusundan bu bölgeye kaydırdığı konuşulurken,[efn_note]https://twitter.com/sentdefender/status/1713588100553683109[/efn_note] İsrail’in son günlerde sıklıkla Şam ve Halep havaalanlarını bombalamasının ardında da bu ihtimalin olduğu görülüyor.

Öte yandan Irak ve Suriye’deki Amerikan üsleri de savaşın gölgesinde İran yanlısı milislerin füze ve drone saldırılarına uğruyor.[efn_note]https://www.al-monitor.com/originals/2023/10/us-destroyer-shoots-down-cruise-missiles-iran-backed-houthis[/efn_note]

Amerikan savaş gemisinin Yemen’den İsrail’i hedef alan füzeleri vurarak düşürdüğü açıklaması da[efn_note]https://www.ft.com/content/8ede99da-c296-4648-a2a6-9e9c07dd1e3d[/efn_note] savaşın yalnızca İsrail’in kuzey ve doğu cephesine sıçramakla kalmayabileceğini gösteriyor.

İran ve ABD arasında askerî çatışma riski

Tüm bu gelişmeler ışığında bölge için korkutan başka bir ihtimal İran ve ABD arasında askerî çatışma riskinin de artması.

İran gelişmeleri ABD’nin İsrail’i savaş için kışkırtması olarak okurken,[efn_note]https://www.tasnimnews.com/en/news/2023/10/17/2973257/ayatollah-khamenei-warns-of-uncontrollable-muslim-reaction-to-israeli-crimes[/efn_note] ABD ise İsrail’i farklı cephelerden saracak bir savaşa karşı İran’ı caydırmaya çalışıyor.

Yine de öngörülemeyen ve bu nedenle de daha riskli hale gelen mevcut gelişmelerde İran’ın ilk stratejisinin kendisinden bağımsız/otonom hareket ettiklerini söylediği ancak günün sonunda özellikle İran’ı da içini alacak büyük kriz anlarında koordine ettiği Direniş aktörleri üzerinden dolaylı bir angajman olacağını düşünebiliriz.

Devrim Rehberi Hamaney 17 Ekim’deki konuşmasında “Siyonist rejimin işlediği suçlar devam ettiği müddetçe hiç kimsenin Müslümanları ve direniş güçlerini durduramayacağını” söylerken, İran’dan direniş güçlerini durdurmasını bekleyenlerin bu duruma özellikle dikkat etmesi gerektiğini ekledi.[efn_note]https://twitter.com/khamenei_ir/status/1714208956912918600[/efn_note]

Bu bağlamda İran’ın doğrudan bir hamle yapmayacağı ve direniş aktörlerinin otonomisine vurgu yaparak-şimdilik- krizde diplomatik bir aracı rolüne büründüğü söylenebilir.

Elbette savaş kara harekâtı ile devam ederse İran ideoloji ve pragmatizm arasında dengeyi kurmakta zorlanabilir, eylemlerini söylemleriyle bağdaştırma gayreti krizde yeni eşikleri getirebilir. Savaşa dolaylı ya da doğrudan müdahil olmak arasındaki ayrım hızla kalkabilir.

İran’daki farklı tutumlar

İran’da özellikle muhafazakâr cenah Filistin meselesinde katı ve sarsılmaz bir pozisyona sahipken, 1990’larda güç kazanan pragmatik ve reformcu siyaset hep ulusal çıkarları korumanın önemini vurguladı.

Bu uyarılar Orta Doğu Barış Süreci yıllarında İran’ın “neden Filistinlilerden daha Filistinli” olduğunu sorguluyordu.

Günümüzde de İran’ı savaşa müdahil edebilecek bir konjonktürde ulusal çıkarlara riayet etme uyarısının İran’ın reformcu eski Cumhurbaşkanı Hatemi’den gelmesi hiç şaşırtıcı sayılmaz.[efn_note]https://amwaj.media/media-monitor/amid-hamas-israel-war-top-iranian-reformist-urges-prioritizing-national-interests[/efn_note]

Bitirirken

7 Ekim’den bu yana bölgedeki gelişmeler, diplomasi ve itidalin önemini, sivil kayıpların önüne geçilmesinin aciliyetini ve işgal sürdüğü müddetçe Filistin ve İsrail halklarının güvende olamayacağını çarpıcı bir biçimde gösteriyor.

Aksi yönde hareket etmenin ise bölgeye öngörülemeyecek risklerle dolu bir savaş sarmalının dışında vaat edebileceği bir şey görünmüyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

+ posts

Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x