Hamas: Savaşan filler, ezilen çimenler

Hamas ne zaman ve hangi şartlar altında kuruldu? Filistin mücadelesindeki yeri ne? İslamcı hareketlerin Filistin davasına ilişkin tutumu nasıl bir seyir izledi? Hamas, Gazze’yi nasıl yönetiyor? Sivil ölümlerini nasıl meşrulaştırıyor? Prof. Dr. Hilmi Demir yazdı.

Filistin davasının neredeyse 70 yıllık bir mücadelesi var. Bu 70 yıl içinde sürgün edilen, ezilen, öldürülen, açlığa mahkûm edilen bir Filistin halkı var.

Üstelik, 7 Ekim’de Hamas’ın Gazze’den İsrail’e yönelik başlattığı saldırı ve sonrasında yaşananlar, fillerin savaşmaya ve çimenlerin ezilmeye devam edeceğini gösteriyor.

70 yıldan beri değişmeyen tek şey bu. Bir de Filistin halkının yaşadığı baskı, tecrit ve zulüm.

Barış çabalarını boşa çıkarmak

Buna rağmen geçmişe baktığımız da çatışmalar kadar zorlanan barış süreçlerini, uzlaşı çabalarını da görürsünüz.

Belki de bunların en önemlisi, Oslo Görüşmeleri diye kayda geçen 13 Eylül 1993’te, Beyaz Saray’ın bahçesinde ABD Başkanı Bill Clinton’ın, İsrail Başbakanı İzak Rabin ve dinden daha çok milliyetçilik ideolojisi temelinde vücut bulmuş Filistin örgütlerini çatısı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Başkanı Yasir Arafat ile birlikte verdiği fotoğraftır.

Bu fotoğraf, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra dünyada esen barış rüzgarlarının Filistin-İsrail çatışmasını da sona erdireceği konusundaki umutları da yeşertmişti.

Oslo’ya gelinmesinde 1992 yazında dönemin başbakanı Yitzhak Rabin’in İsrail seçimlerini kazanmasının, Filistinliler ve Arap ülkeleriyle müzakereleri ilerletmek isteyen solcu bir hükümet kurmasının büyük rolü olmuştu.

Oslo Anlaşmaları’na göre FKÖ, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistin nüfusunun iç işlerinin kontrolünü, seçilmiş bir Filistin Konseyi tarafından denetlenen özerk bir Filistin Yönetimi aracılığıyla kademeli olarak devralacaktı.

Ayrıca Filistin polis gücü kurulacaktı. Gazze Şeridi ve Eriha’nın kontrolünü resmî olarak FKÖ’ye devreden İlkeler Bildirgesi’ne dayalı ilk uygulama anlaşması Mayıs 1994’te Kahire’de imzalandı.

Peki, Oslo görüşmesinde alınan ilke kararlarına ne oldu dersiniz?

İsrail’deki sivillere yönelik saldırılar başlayınca rafa kalktı.

Barışı kimler neden istemiyordu?

İddia odur ki anlaşmaya karşı çıkan Filistinli örgütler bir dizi terör saldırısı başlatmıştı.

Tabii bu sefer de İsrail tarafındaki barışa karşı çıkan aşırılıkçılar boş durmadı.

4 Kasım 1995 akşamı İsrail Başbakanı Rabin, Tel Aviv’deki İsrail Kralları Meydanı’nda, Oslo Anlaşması’na destek almak amacıyla düzenlenen geniş bir toplu gösteriye katılmıştı.

Toplantı bittiğinde, şehir merkezinden arabasına doğru yürüyen Rabin’e, Yigal Amir yarı-otomatik tabancayla üç el ateş etti.

Ultra-Ortodoks bir ailenin çocuğu olan aşırı radikal Yigal Amir suikasttan sonra “Bu emri Tanrı’dan aldım, bir Arap teröristi vurmuş gibiyim” demişti. Anlaşılan o ki Yigal’in Tanrısı barış istemiyordu.

Tek barış istemeyen Yigal değildi elbette.

O zamanlar El Fetih ve daha birçok örgütün oluşturduğu laik ve sol güçleri temsil eden, Arafat’ın başında olduğu çatı örgüt FKÖ Filistin İslami hareketi içindeki gruplar tarafından tavizkar olmakla eleştiriliyordu.

FKÖ’nün Filistin davası daha çok milliyetçi reflekslere sahipti ve Filistin davasını dinî argümanlar üzerinden savunmuyordu.

Filistin meselesi FKÖ için bir kurtuluş mücadelesi, bir vatan savunmasıydı. FKÖ’nün içinde birçok farklı fraksiyon bulunuyordu ama temel amaç bağımsız bir Filistin devleti kurmaktı. Ne devletin ideolojisi ne de Filistin’in İslamlaştırılması hedefleri önemseniyordu.

İslamcı hareketler Filistin’e geç geldi

Ortadoğu’da esen İslamcı hareketler rüzgârı Filistin davasında kendisine oldukça geç yer buldu.

Kitlesel Kudüs mitingleri 1979’un sonuna doğru başladı ve giderek arttı.

Burada özellikle Siyasal İslamcı hareketlerin toplumsal ilgisinden bahsettiğimi belirtmeliyim. Yoksa Filistin meselesi erken tarihlerden itibaren dergilerde konu ediliyordu. Mesela Türkiye’de 1970 ve 1980 yılları arasında yayınlanan Yeniden Milli Mücadele dergisi diğer dergilere göre Filistin konusunu daha fazla ele alıyordu.

Bunda 1979 sonrası İran İslam devrimin ve Afganistan işgalinin etkisi hâlâ tartışma konusu.

Zira, İran devrimi ve Afganistan cihadı İslami hareketlerde de bir uyanış sağladı. Afganistan cihadının ve daha sonra el Kaide’nin ideoloğu Abdullah Azzam Filistinliydi. 1984 sonrası hem Afganistan’a gelen Filistinlileri hem de Azzam’in Filistin meselesine olan ilgisini biliyoruz.

İşte böylece, sol devrimci ideolojiye yakınlık duyan FKÖ ve Filistin davası 80’lerle birlikte İslamcı hareketlerin ilgisini daha fazla çekmeye başladı.

Azzam’ın 1985 yılında Afganistan’da yayınladığı cihat fetvası oldukça ilginçtir. Bu fetvada Azzam şöyle der: “Araplardan kim Filistin’de cihad edebilirse oradan başlamalıdır. Ancak imkânı yoksa Afganistan’a doğru yola çıkmalıdır. Geri kalan Müslümanların ise cihadlarına Afganistan’da başlamaları gerektiğine inanıyorum. Bizce Filistin’den önce Afganistan’dan başlamalıyız, Afganistan Filistin’den daha önemli olduğu için değil, asla değil, Filistin İslam’ın en önde gelen sorunudur, İslam dünyasının kalbidir, kutlu bir topraktır ama Afganistan’ı başlangıç noktası yapan bazı nedenler vardır.”[efn_note]https://brill.com/view/journals/wdi/53/3-4/article-p450_7.xml[/efn_note]

Azzam daha sonra da fetvasında uzun uzun bu nedenleri aktarır ama bu nedenler başka bir yazının konusu.

Ama özetle, şunu söylemek mümkün; Afganistan savaşı İslamcı hareketlerin ilgisinin Filistin’den Afganistan’a doğru kaymasına neden oldu.

Elbette İslami grupların Filistin davasına ilgisi tamamen bitmiş değildi hatta Mısır başta olmak üzere Müslüman Kardeşler’in bazı grupları bu konuda daha örgütlü bir şeyler yapmak istiyordu.

Hamas’ın ortaya çıkışı

İşte bunlardan bazıları, Gazze Şeridi’ndeki bir grup, Müslüman Kardeşler lideri Şeyh Ahmed Yasin’in evinde bir araya geldi. Orada, Müslüman Kardeşler’in İntifada faaliyetlerinde temsil edilmesine yönelik bir çerçeve olarak Arapça kısaltması “Hamas” diye bilinen Harakat al Muqawama al Islamiyya’yı (İslami Direniş Hareketi) kurdular.

14 Aralık 1987’de hareket ilk bildirisini (MİSAK) yayınladı.

Bildirinin ilk maddelerinde[efn_note]https://avalon.law.yale.edu/20th_century/hamas.asp[/efn_note] İslami Direniş Hareketi’nin, Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki kanatlarından biri olduğu; İslami düzende bir Filistin devleti kurmayı amaç edindiği; köklerinin İngiltere’ye karşı Filistin bağımsızlık mücadelesini başlatan, gerilla tipi eylemler yapan ve 1935’de İngiliz güçlerince öldürülen İzzeddin el Kassam ve onun Müslüman Kardeşler üyesi savaşçı kardeşlerine kadar geriye gittiği; hedefin de cihad olduğu açıkça belirtilmişti.

Hamas’ın kuruluşu Filistin mücadelesini de değiştirdi

1987’nin Aralık ayında İntifada’nın başlaması ve Hamas’ın kuruluşu ile birlikte Arafat’ın söyleminde de belirgin bir değişim gözlenmeye başlanmıştı.

Daha sonraları örgütün resmî internet sitesi olan fetih.net’te kutsal savaş, cihat ve özellikle şehitlik gibi kavramlar ağırlıklı olarak kullanılmaya başlandı.

Hamas ile rekabet içinde olan FKÖ, söylem üstünlüğünü kaybetmemek adına dinî bir söyleme kaymak zorunda kalmış gibiydi.

1987’den 1993 Oslo Anlaşması’na kadar süren 1. İntifada’da hem İsrail tarafından hem de Hamas tarafından sivillere yönelik birçok eylem gerçekleşti.

Aşırı radikal Baruch Goldstein’ın Şubat 1994’te El Halil’de ibadet eden Müslümanları katletmesine karşılık Filistin tarafı da intihar saldırıları düzenledi.

Aslında Oslo görüşmelerine bu kanlı saldırılar altında girildi ve hem Rabin hem de Arafat kendi toplumlarından gelen tepkileri göğüslemek zorunda kalmışlardı.

Her iki taraf da kaybetti

Haziran 1996’da Şimon Peres, büyük ölçüde halkın Oslo Anlaşması’ndan duyduğu memnuniyetsizlik nedeniyle Netanyahu’ya karşı seçimi kaybederek bedel ödedi.

Netanyahu zaten baştan beri barış görüşmelerine karşıydı. Arafat da buna karşılık Hamas’ın kendi alanını genişletmesini durduramadı.

Her iki tarafta da barışı isteyenler değil barış karşıtı cephede yer alan aşırılar kazandı.

Daha sonra Hamas ile FKÖ arasındaki rekabet kesintisiz biçimde devam etti.

İkinci intifada ve Hamas

Fakat Hamas’ı asıl öne çıkaran olay, 28 Eylül 2000’de El Aksa İntifadası’nın patlak vermesi oldu.

Bu ikinci intifada Hamas’ın kaderinin dramatik bir şekilde tersine dönmesine yol açtı; yeni bir kitlesel ve askerî eylem dalgasını beraberinde getirdi ve örgütün önceki üç yılda kaybettiği şeylerin çoğunu geri getirdi.

İsrail’in Batı Şeria’yı istilası ve yeniden işgal etmesi, ayırma duvarı inşa etmesi ve Gazze’ye yönelik baskının artmasıyla karakterize edilen bu dönemde İsrail, Hamas’ın önemli liderlerinin birçoğuna suikast düzenledi.

Bu suikastlar, yalnızca İslamcı grupları ve onların radikalleşmesini hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda güç dengesini yavaş yavaş onların lehine kaydırdı.

2000-2005 yılları arasında askerî mücadele, işgal altındaki operasyon tecrübesi, elaman temini Hamas’ı daha da güçlendirmişti.

Bir de buna çevresel faktörler katıldı.

Şöyle ki, 30 Nisan 2005’te Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi, Şam ve Tahran’ı, Hamas da dahil olmak üzere yerel müttefiklere daha fazla güvenmeye zorlamıştı. Böylece Hamas Lübnan’daki Suriye’nin işgal döneminden kalan kamplarını ve ekipmanlarını devraldı. Ayrıca İran’dan çok ihtiyaç duyulan askerî ve lojistik destekten yararlandılar.

İsrail’in 2005’te Gazze’den çekilmesiyle, Hamas’ın askerî kanadı Kassam Tugayları’nın kademeli olarak yeniden düzenlenmesi, Yüksek Komuta’nın genel kontrolü altında yaklaşık 30 bin askerden oluşan yaklaşık altı tugaydan (kendileri de müfrezelere, birliklere vb. bölünmüş) oluşan çok daha karmaşık bir askerî yapı ortaya çıkardı.

Hamas Gazze’de seçimleri kazanarak iktidar oldu

Ancak Filistin’de Hamas’ın artan popülaritesi, FKÖ’nün içindeki en güçlü, en etkili örgüt olan El Fetih’le yeni sorunlar anlamına geliyordu.

El Fetih, Yaser Arafat’ın ölümünün ardından iç bölünmelerle boğuşurken Hamas giderek güçlendi ve Ocak 2006’da ilk kez katıldığı seçimlerde, Filistin parlamentosunda sandalyelerin çoğunluğunu kazandı.

Bu da yönetim ile direnişi birleştirmenin bir yolunu bulması gerektiği anlamına geliyordu.

Ancak Hamas’ın demokratik zaferi sadece Hamas için değil, Filistin halkı için de kısa ömürlü oldu. Batı seçim sonuçlarını tanımadı. İsrail ve ABD öncülüğünde yeni Filistin hükümetine yönelik uluslararası siyasi ve ekonomik boykot başladı.

Şubat 2007’de Hamas ve El Fetih, Suudi arabuluculuğunun ardından kısa ömürlü bir koalisyon (Mekke Anlaşması) kurdu. El Fetih açıkça bir kargaşa içindeydi; Gazze’de Hamas’la müzakere yapmak ve iş birliği yapmak isteyen yetkililer ile istemeyen yetkililer arasında bölünmüştü. Her ne kadar Hamas artık Gazze Şeridi’nin tartışmasız gücü olsa da, iç savaş kapıdaydı.

Gazze’nin Hamas tarafından askerî olarak ele geçirilmesine yol açan Fetih ile Hamas arasındaki savaş patlak verdi. Savaş sonucunda Gazze Şeridi’nin kontrolü büyük ölçüde Hamas’a geçti.

İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılar başlattı.

Haziran 2008’de Hamas ve İsrail, Mısır’ın arabuluculuğu aracılığıyla altı aylık bir tahadiye yani kısa süreli ateşkes konusunda anlaştı. Bu, Hamas ve diğer grupların Gazze’den Güney İsrail’e başlattığı roket saldırılarının çoğunu sona erdirmede kısmen başarılı oldu. Altı aylık sürenin sona ermesi yaklaşırken her iki taraf da tahadiyyeyi yenilemek istediklerini öne sürdüler.

İsrail, Hamas’tan öncelikle roket saldırılarına tamamen son verilmesini, Hamas ise öncelikle Gazze’ye geçişlerin yeniden açılmasını talep etti.

İsrail 27 Aralık 2008’de Gazze’ye yoğun bir topçu ve hava bombardımanı başlattı. Bir hafta sonra da kara harekâtına başladı. Yeni bir ateşkes (aslında iki tek taraflı ateşkes) 17 Ocak 2009’da yürürlüğe girdi.

Arap Baharı ve Hamas

2010’da başlayan Arap Baharı sürecinde, Hamas’ın da içinde bulunduğu Müslüman Kardeşler camiası, Tahran’ın Şam rejimini desteklemesi nedeniyle İran cephesinden başlangıçta uzaklaştı.

Ancak ilerleyen dönemlerde Hamas ile İran arasında yeniden bir yakınlaşma yaşandı.

2017 yılına gelindiğinde Hizbullah’ın arabuluculuğu ile Hamas ve İran arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden başladı.

İsmail Haniyye’nin Hamas’ın büro şefi olarak tekrar seçilmesinin İran-Hamas ilişkilerinde önemli rolü olduğu söylenebilir. Bu sayede mezkûr görüşmelerin zemini hazırlandı ve tarafların buluşması sağlandı.

Nitekim İran’ın Dinî Lideri Ayetullah Ali Hamaney 2017 yılında Tahran’da Hamas’ın Başkan Yardımcısı Salih Aruri bir araya geldi. Buluşma sonrasında Hamas yetkililerinin yaptığı açıklamalarda İran ile görüşmelerin olumlu geçtiği ve İran’ın Filistin davasına destek verdiği ifade edildi.

Bu görüşmeleri yakından takip eden İsrail kaynakları, İran’ın Hamas’a 360 milyon dolarlık maddi destek sağlayacağını ve füze desteğine devam edeceğini yazdı.[efn_note]https://en.radiofarda.com/a/iran-boosts-aide-to-hamas-to-360-million/30096338.html[/efn_note]

2020’de ise Hamas lideri İsmail Haniye İran Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Tahran’daki cenazesinde katılarak orada bir de konuşma yaptı.

Hamas lideri Haniye’nin “Süleymani’nin Kudüs şehidi olduğunu deklare ederim” sözleri de oldukça dikkat çekti.[efn_note]https://www.gzt.com/mecra/hamas-lideri-suleymani-kudus-sehididir-3517061[/efn_note] Daha sonra Gazze’nin sokakları Kasım Süleymani’nin posterleri ile dolduruldu ve akabinde Gazze’nin sokaklarına asılan posterler tepkiyle karşılanıp yırtıldı. Hamas’a bağlı güvenlik güçleri Gazze’de asılan Kasım Süleymani afişinin yırtılması için çağrı yapan Selefi Şeyh Mecdi Magribi’yi de tutukladı.[efn_note]https://hurseda.net/gundem/224525-hamas-kasim-suleymani-afisini-yirtan-selefi-seyhi-tutukladi.html[/efn_note] Gazze’de Hamas liderliğinin İran yakınlaşmasına karşı çıkan bir grup Selefinin varlığından da böylece haberdar olduk.

Gazze’deki Hamas hükümeti

Hamas’ın Haziran 2007’de Gazze Şeridi’ni ele geçirmesinden bu yana Gazze Şeridi’nin yönetimi Hamas tarafından yürütülüyor. Bu yönetim genellikle Gazze’deki Hamas hükûmeti olarak anılıyor.

Filistin Ulusal Yönetimi ve Başbakanı Mahmud Abbas olan bir hükümet bulunsa da Gazze şeridinde uzun zamandır seçim yapılmayan bir yönetim var.

İlginçtir ki, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısından hemen önce 27 Eylül’de 18 yıldır yapılmayan seçimlerin yapılacağı ilan edilmişti.

Hamas, Gazze’yi nasıl yönetiyor?

Hamas’ın bildiğimiz üç önemli siyasi lider kadrosu var: İsmail Haniye, Halid Meşal ve Mahmud Zahar.

Nedense bu zamana kadar olup bitenler hakkında üçü de çok fazla konuşmuyor. Askerî kanat liderleri kadar ekranlarda gözükmüyorlar. Hamas’ın siyasi kanadından daha çok askerî kanadı konuşuyor.

Son açıklamalar da gösteriyor ki askerî kanat operasyon hakkında siyasi kanada bilgi dahi vermemiş. Nitekim, Hamas siyasi büro lideri Halid Meşal ve Abu Marzuk operasyonu sabah öğrendiklerini söylediler.[efn_note]https://www.newyorker.com/news/news-desk/what-was-hamas-thinking[/efn_note]

Bunları düşününce Gazze’de ne oluyor diye sormadan edemiyor insan.

Filistin Hükûmeti Adalet Bakanlığına bağlı Filistin Politika Analizi Ve Akademik Araştırma Merkezi raporlarına bakılırsa[efn_note]http://pcpsr.org/en/node/955[/efn_note] Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’ye zaten işler hiç de iyi gitmiyormuş.

Merkez her sene düzenli olarak Gazze halkının beklentileri, şikayetleri ve yönetimden memnun olup olmadığını ölçüyor.

2023 çalışmasına göre Gazzelilerin %72’si yönetim kurumlarında rüşvetin olduğuna inanıyor. Yine Gazzelilerin %39’u Hamas’a karşı eleştirilerini özgürce yapabildiğini söylerken %59’u bunun mümkün olmadığını söylemiş.

Anlaşılan, bu süre zarfında ne Hamas ne de Batı Şeria’daki Mahmud Abbas Filistin halkının beklentilerini karşılayacak bir yönetim sergileyememişler.

Rüşvetin çok ciddi bir şikayet konusu olması oldukça düşündürücü.

İki Devletli çözüme destek ise %28’den %32’ye çıkmış. Buna karşılık silahlı mücadeleye verilen destek ise %53.

Anlaşılıyor ki uzun süreli çatışma sarmalı toplumda barışa ilişkin umutları da azaltıyor.

Ama bence asıl önemli olan, bu çatışmaların iktidarlar için toplumsal muhalefeti de bastıracak en önemli araç olmaları ki bu hem İsrail için böyle hem de Filistin yönetimleri için.

Ayrıca savaşın ekonomiyi besleyen tek yol olduğunu da unutmamak lazım.

Bu süreler içinde sürekli yıkılan binalar, çöken altyapı Katar gibi hayırsever ülkelerden gelen milyarlarca dolarlık fon akışı sayesinde sürekli yeniden yapıldı.

Yalnızca karşılıklı saldırılar ve savaş yürütme kapasitesi açısından değil, aynı zamanda altyapıyı yeniden inşa etme ve sosyal hizmet sağlama çabaları açısından da bu fonlar kritik önem taşıyordu. Filistin’de yıkım ve yapım üzerine adeta bir savaş endüstrisi kurulmuştu.

Sivil ölümler “tali hasar” mı?

Netanyahu, Filistinli sivil ölümlerini İsrail’in kendisini korumasının tali hasarları olarak kabul ediyor.

İsrail Cumhurbaşkanı da düzenlediği basın toplantısında Gazze’deki sivil ölümlerin sorulması üzerine sinirlenerek gazetecilere çıkıştı ve “Savaştayız” dedi.

Terör nereden gelirse gelsin belki en başardığı şey, sivil ölümlerini doğallaştırmak oldu. Hem radikal cihatçı hareketler hem de onlara karşı uygulanan devlet terörü sivil ölümleri “tali hasar” olarak kaydetmeyi olağanlaştırdı.

Hamas’ın cihad anlayışı üzerinde önemli etkisi olan Abdullah Azzam için de siyasi başarıya giden tek yol cihad.

Küresel cihadın babası Abdullah Azzam’ın “Müzakere yok, konferans yok, diyalog yok; yalnız cihat ve keleş” sözleri cihatcılığın mottosu olarak her yere kazınmıştır söz gelimi.

Nitekim Bin Ladin gazeteci Cemal İsmail’e verdiği bir röportajda Azzâm hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuştu:

“O en uzak doğusundan en uzak batısına ümmeti harekete geçirdi. Mübarek Afgan cihadı boyunca, Şeyh Abdullah Azzâm’ın faaliyetleri, Filistin’deki mücahit kardeşlerimizin, özellikle Hamas’ın faaliyetlerini arttırdı. Onun kitapları, özellikle Rahmân’ın Âyetleri Filistin’e girmeyi başladı ve halkı Yahudilere karşı harekete geçirdi.”[efn_note]Scheuer, Mıchael. Through Our Enemies’ Eyes: Osama bin Laden, Radical Islam, and the Future of America, Potomac Books Inc: 2006, s.67.[/efn_note]

Bin Ladin 11 Eylül (2001) ile sivillerin de öldürülebileceğini savunarak cihada farklı bir boyut kazandırmıştı. 29 Ekim 2004’te Bin Ladin, Al-Jazeera TV’ye verdiği röportajda saldırıyı “Bizim yaşadıklarımızı onlar da tatsın istedik” demişti. “Bizim sivillerimizi öldürüyorlarsa biz de onların sivillerini öldürürüz” diye başladıklarında artık onları bağlayan hiçbir ahlaki ya da evrensel hukuk ilkesi kalmıyor.

Bununla birlikte “tali hasar” olarak sivil ve çocukların öldürülebileceği konusundaki fetvanın Müslüman Kardeşler’in önde gelen alimlerinden Yusud el-Karadavi tarafından da savunulduğunu unutmayalım.

Bir operasyon sırasında operasyon hedefinde olmayan unsurlara istem dışı olarak zarar verilmesi hali olarak tanımlanan bu tali hasar görüşü maalesef savaşlarda sivil ölümlerinin de meşrulaştırılması için kullanılıyor.

Karadavi, Katar üzerinden yayın yapan bir televizyon konuşmasında şöyle der: “Kardeşlerimiz arabaya bomba atarken bir çocuğu öldürmek niyetinde değiller. Ancak hiçbir gerçek niyeti olmadan çocuk öldürülebilir. Çocuğu öldürmek istemediler. Ancak bazen olay yerine bir çocuk gelir ve öldürülür. Bu, çocukların kasıtlı olarak öldürülmesi değildir. İntifada’da çocukların başlarına ve göğüslerine doğrudan darbeler (İsraillilerden) geliyor. Bu, çocukların kasıtlı olarak öldürülmesidir. Öte yandan Hamas’ın, İslami Cihad’ın, El Fetih’in ya da başkalarının gerçekleştirdiği operasyonlar çocukları öldürmek anlamına gelmiyor. Çocuğun kasten değil kazara öldürülmesidir bu durum.”[efn_note]Scheuer, Mıchael. Through Our Enemies’ Eyes, s. 74.[/efn_note]

Bu mantıkla, sivil ölümleri her iki tarafta da “tali hasar” olarak meşrulaştırılıyor. Bu, “çocuklar da bombaların altında durmasınlar” demek kadar trajiktir bu. Netanyahu ile Hamas’ı eşitleyen belki de tek ilke bu.

İsrail’in çim biçmeleri

Bu periyodik gelgitler ve askerî operasyonlar İsrailler tarafından “çim biçme” olarak görülüyordu.

İsrail böylece Hamas’ın roket cephaneliği, hafif silahlar ve ayrıntılı yer altı tünel ağı da dahil olmak üzere altyapısını, yabani otlar gibi biçerek kontrolden çıkmasını engellediğini düşünüyordu.

Hamas için ise bu “düşmanı test etme ve kapasite inşası” olarak kabul ediliyordu. Her gün menzili artırılan roketler, sızma ve tünel ağı inşa etme, İsrail’in hava savunma sistemi Demir Kubbe’yi geçme atışları.

İsrail çimleri biçtiğini, Hamas ise bir dahaki sefere saldırmak için daha fazla cephane ve kapasiteye sahip olacağını düşünüyordu. Anlaşılan o ki, bu sefer İsrail çimleri biçemedi ve Hamas tüm zorlu şartlara, ambargoya, kıt kaynaklara rağmen kapasite inşa etmek için bir yol bulmayı başardı.

Hamas İsrail’e karşı tarihin bu zamana kadar görebildiği en büyük kayıplı saldırısını yapmakla övünüyor. Siyaseten bitmekte olan Netanyahu ise bu meydan okumayı ‘fırsata’ çevirerek, tarihin en büyük katliamına başladı.

İsrail şimdi Gazze’yi haritadan sileceğini söylüyor.

Bizler ise barışa ilişkin tüm umutlar tükenirken oturup ölüleri sayıyoruz.

Filistin’de filler savaşırken masum çimenler ezilmeye devam ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hamas: Savaşan filler, ezilen çimenler

Hamas ne zaman ve hangi şartlar altında kuruldu? Filistin mücadelesindeki yeri ne? İslamcı hareketlerin Filistin davasına ilişkin tutumu nasıl bir seyir izledi? Hamas, Gazze’yi nasıl yönetiyor? Sivil ölümlerini nasıl meşrulaştırıyor? Prof. Dr. Hilmi Demir yazdı.

Filistin davasının neredeyse 70 yıllık bir mücadelesi var. Bu 70 yıl içinde sürgün edilen, ezilen, öldürülen, açlığa mahkûm edilen bir Filistin halkı var.

Üstelik, 7 Ekim’de Hamas’ın Gazze’den İsrail’e yönelik başlattığı saldırı ve sonrasında yaşananlar, fillerin savaşmaya ve çimenlerin ezilmeye devam edeceğini gösteriyor.

70 yıldan beri değişmeyen tek şey bu. Bir de Filistin halkının yaşadığı baskı, tecrit ve zulüm.

Barış çabalarını boşa çıkarmak

Buna rağmen geçmişe baktığımız da çatışmalar kadar zorlanan barış süreçlerini, uzlaşı çabalarını da görürsünüz.

Belki de bunların en önemlisi, Oslo Görüşmeleri diye kayda geçen 13 Eylül 1993’te, Beyaz Saray’ın bahçesinde ABD Başkanı Bill Clinton’ın, İsrail Başbakanı İzak Rabin ve dinden daha çok milliyetçilik ideolojisi temelinde vücut bulmuş Filistin örgütlerini çatısı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Başkanı Yasir Arafat ile birlikte verdiği fotoğraftır.

Bu fotoğraf, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra dünyada esen barış rüzgarlarının Filistin-İsrail çatışmasını da sona erdireceği konusundaki umutları da yeşertmişti.

Oslo’ya gelinmesinde 1992 yazında dönemin başbakanı Yitzhak Rabin’in İsrail seçimlerini kazanmasının, Filistinliler ve Arap ülkeleriyle müzakereleri ilerletmek isteyen solcu bir hükümet kurmasının büyük rolü olmuştu.

Oslo Anlaşmaları’na göre FKÖ, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistin nüfusunun iç işlerinin kontrolünü, seçilmiş bir Filistin Konseyi tarafından denetlenen özerk bir Filistin Yönetimi aracılığıyla kademeli olarak devralacaktı.

Ayrıca Filistin polis gücü kurulacaktı. Gazze Şeridi ve Eriha’nın kontrolünü resmî olarak FKÖ’ye devreden İlkeler Bildirgesi’ne dayalı ilk uygulama anlaşması Mayıs 1994’te Kahire’de imzalandı.

Peki, Oslo görüşmesinde alınan ilke kararlarına ne oldu dersiniz?

İsrail’deki sivillere yönelik saldırılar başlayınca rafa kalktı.

Barışı kimler neden istemiyordu?

İddia odur ki anlaşmaya karşı çıkan Filistinli örgütler bir dizi terör saldırısı başlatmıştı.

Tabii bu sefer de İsrail tarafındaki barışa karşı çıkan aşırılıkçılar boş durmadı.

4 Kasım 1995 akşamı İsrail Başbakanı Rabin, Tel Aviv’deki İsrail Kralları Meydanı’nda, Oslo Anlaşması’na destek almak amacıyla düzenlenen geniş bir toplu gösteriye katılmıştı.

Toplantı bittiğinde, şehir merkezinden arabasına doğru yürüyen Rabin’e, Yigal Amir yarı-otomatik tabancayla üç el ateş etti.

Ultra-Ortodoks bir ailenin çocuğu olan aşırı radikal Yigal Amir suikasttan sonra “Bu emri Tanrı’dan aldım, bir Arap teröristi vurmuş gibiyim” demişti. Anlaşılan o ki Yigal’in Tanrısı barış istemiyordu.

Tek barış istemeyen Yigal değildi elbette.

O zamanlar El Fetih ve daha birçok örgütün oluşturduğu laik ve sol güçleri temsil eden, Arafat’ın başında olduğu çatı örgüt FKÖ Filistin İslami hareketi içindeki gruplar tarafından tavizkar olmakla eleştiriliyordu.

FKÖ’nün Filistin davası daha çok milliyetçi reflekslere sahipti ve Filistin davasını dinî argümanlar üzerinden savunmuyordu.

Filistin meselesi FKÖ için bir kurtuluş mücadelesi, bir vatan savunmasıydı. FKÖ’nün içinde birçok farklı fraksiyon bulunuyordu ama temel amaç bağımsız bir Filistin devleti kurmaktı. Ne devletin ideolojisi ne de Filistin’in İslamlaştırılması hedefleri önemseniyordu.

İslamcı hareketler Filistin’e geç geldi

Ortadoğu’da esen İslamcı hareketler rüzgârı Filistin davasında kendisine oldukça geç yer buldu.

Kitlesel Kudüs mitingleri 1979’un sonuna doğru başladı ve giderek arttı.

Burada özellikle Siyasal İslamcı hareketlerin toplumsal ilgisinden bahsettiğimi belirtmeliyim. Yoksa Filistin meselesi erken tarihlerden itibaren dergilerde konu ediliyordu. Mesela Türkiye’de 1970 ve 1980 yılları arasında yayınlanan Yeniden Milli Mücadele dergisi diğer dergilere göre Filistin konusunu daha fazla ele alıyordu.

Bunda 1979 sonrası İran İslam devrimin ve Afganistan işgalinin etkisi hâlâ tartışma konusu.

Zira, İran devrimi ve Afganistan cihadı İslami hareketlerde de bir uyanış sağladı. Afganistan cihadının ve daha sonra el Kaide’nin ideoloğu Abdullah Azzam Filistinliydi. 1984 sonrası hem Afganistan’a gelen Filistinlileri hem de Azzam’in Filistin meselesine olan ilgisini biliyoruz.

İşte böylece, sol devrimci ideolojiye yakınlık duyan FKÖ ve Filistin davası 80’lerle birlikte İslamcı hareketlerin ilgisini daha fazla çekmeye başladı.

Azzam’ın 1985 yılında Afganistan’da yayınladığı cihat fetvası oldukça ilginçtir. Bu fetvada Azzam şöyle der: “Araplardan kim Filistin’de cihad edebilirse oradan başlamalıdır. Ancak imkânı yoksa Afganistan’a doğru yola çıkmalıdır. Geri kalan Müslümanların ise cihadlarına Afganistan’da başlamaları gerektiğine inanıyorum. Bizce Filistin’den önce Afganistan’dan başlamalıyız, Afganistan Filistin’den daha önemli olduğu için değil, asla değil, Filistin İslam’ın en önde gelen sorunudur, İslam dünyasının kalbidir, kutlu bir topraktır ama Afganistan’ı başlangıç noktası yapan bazı nedenler vardır.”[efn_note]https://brill.com/view/journals/wdi/53/3-4/article-p450_7.xml[/efn_note]

Azzam daha sonra da fetvasında uzun uzun bu nedenleri aktarır ama bu nedenler başka bir yazının konusu.

Ama özetle, şunu söylemek mümkün; Afganistan savaşı İslamcı hareketlerin ilgisinin Filistin’den Afganistan’a doğru kaymasına neden oldu.

Elbette İslami grupların Filistin davasına ilgisi tamamen bitmiş değildi hatta Mısır başta olmak üzere Müslüman Kardeşler’in bazı grupları bu konuda daha örgütlü bir şeyler yapmak istiyordu.

Hamas’ın ortaya çıkışı

İşte bunlardan bazıları, Gazze Şeridi’ndeki bir grup, Müslüman Kardeşler lideri Şeyh Ahmed Yasin’in evinde bir araya geldi. Orada, Müslüman Kardeşler’in İntifada faaliyetlerinde temsil edilmesine yönelik bir çerçeve olarak Arapça kısaltması “Hamas” diye bilinen Harakat al Muqawama al Islamiyya’yı (İslami Direniş Hareketi) kurdular.

14 Aralık 1987’de hareket ilk bildirisini (MİSAK) yayınladı.

Bildirinin ilk maddelerinde[efn_note]https://avalon.law.yale.edu/20th_century/hamas.asp[/efn_note] İslami Direniş Hareketi’nin, Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki kanatlarından biri olduğu; İslami düzende bir Filistin devleti kurmayı amaç edindiği; köklerinin İngiltere’ye karşı Filistin bağımsızlık mücadelesini başlatan, gerilla tipi eylemler yapan ve 1935’de İngiliz güçlerince öldürülen İzzeddin el Kassam ve onun Müslüman Kardeşler üyesi savaşçı kardeşlerine kadar geriye gittiği; hedefin de cihad olduğu açıkça belirtilmişti.

Hamas’ın kuruluşu Filistin mücadelesini de değiştirdi

1987’nin Aralık ayında İntifada’nın başlaması ve Hamas’ın kuruluşu ile birlikte Arafat’ın söyleminde de belirgin bir değişim gözlenmeye başlanmıştı.

Daha sonraları örgütün resmî internet sitesi olan fetih.net’te kutsal savaş, cihat ve özellikle şehitlik gibi kavramlar ağırlıklı olarak kullanılmaya başlandı.

Hamas ile rekabet içinde olan FKÖ, söylem üstünlüğünü kaybetmemek adına dinî bir söyleme kaymak zorunda kalmış gibiydi.

1987’den 1993 Oslo Anlaşması’na kadar süren 1. İntifada’da hem İsrail tarafından hem de Hamas tarafından sivillere yönelik birçok eylem gerçekleşti.

Aşırı radikal Baruch Goldstein’ın Şubat 1994’te El Halil’de ibadet eden Müslümanları katletmesine karşılık Filistin tarafı da intihar saldırıları düzenledi.

Aslında Oslo görüşmelerine bu kanlı saldırılar altında girildi ve hem Rabin hem de Arafat kendi toplumlarından gelen tepkileri göğüslemek zorunda kalmışlardı.

Her iki taraf da kaybetti

Haziran 1996’da Şimon Peres, büyük ölçüde halkın Oslo Anlaşması’ndan duyduğu memnuniyetsizlik nedeniyle Netanyahu’ya karşı seçimi kaybederek bedel ödedi.

Netanyahu zaten baştan beri barış görüşmelerine karşıydı. Arafat da buna karşılık Hamas’ın kendi alanını genişletmesini durduramadı.

Her iki tarafta da barışı isteyenler değil barış karşıtı cephede yer alan aşırılar kazandı.

Daha sonra Hamas ile FKÖ arasındaki rekabet kesintisiz biçimde devam etti.

İkinci intifada ve Hamas

Fakat Hamas’ı asıl öne çıkaran olay, 28 Eylül 2000’de El Aksa İntifadası’nın patlak vermesi oldu.

Bu ikinci intifada Hamas’ın kaderinin dramatik bir şekilde tersine dönmesine yol açtı; yeni bir kitlesel ve askerî eylem dalgasını beraberinde getirdi ve örgütün önceki üç yılda kaybettiği şeylerin çoğunu geri getirdi.

İsrail’in Batı Şeria’yı istilası ve yeniden işgal etmesi, ayırma duvarı inşa etmesi ve Gazze’ye yönelik baskının artmasıyla karakterize edilen bu dönemde İsrail, Hamas’ın önemli liderlerinin birçoğuna suikast düzenledi.

Bu suikastlar, yalnızca İslamcı grupları ve onların radikalleşmesini hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda güç dengesini yavaş yavaş onların lehine kaydırdı.

2000-2005 yılları arasında askerî mücadele, işgal altındaki operasyon tecrübesi, elaman temini Hamas’ı daha da güçlendirmişti.

Bir de buna çevresel faktörler katıldı.

Şöyle ki, 30 Nisan 2005’te Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi, Şam ve Tahran’ı, Hamas da dahil olmak üzere yerel müttefiklere daha fazla güvenmeye zorlamıştı. Böylece Hamas Lübnan’daki Suriye’nin işgal döneminden kalan kamplarını ve ekipmanlarını devraldı. Ayrıca İran’dan çok ihtiyaç duyulan askerî ve lojistik destekten yararlandılar.

İsrail’in 2005’te Gazze’den çekilmesiyle, Hamas’ın askerî kanadı Kassam Tugayları’nın kademeli olarak yeniden düzenlenmesi, Yüksek Komuta’nın genel kontrolü altında yaklaşık 30 bin askerden oluşan yaklaşık altı tugaydan (kendileri de müfrezelere, birliklere vb. bölünmüş) oluşan çok daha karmaşık bir askerî yapı ortaya çıkardı.

Hamas Gazze’de seçimleri kazanarak iktidar oldu

Ancak Filistin’de Hamas’ın artan popülaritesi, FKÖ’nün içindeki en güçlü, en etkili örgüt olan El Fetih’le yeni sorunlar anlamına geliyordu.

El Fetih, Yaser Arafat’ın ölümünün ardından iç bölünmelerle boğuşurken Hamas giderek güçlendi ve Ocak 2006’da ilk kez katıldığı seçimlerde, Filistin parlamentosunda sandalyelerin çoğunluğunu kazandı.

Bu da yönetim ile direnişi birleştirmenin bir yolunu bulması gerektiği anlamına geliyordu.

Ancak Hamas’ın demokratik zaferi sadece Hamas için değil, Filistin halkı için de kısa ömürlü oldu. Batı seçim sonuçlarını tanımadı. İsrail ve ABD öncülüğünde yeni Filistin hükümetine yönelik uluslararası siyasi ve ekonomik boykot başladı.

Şubat 2007’de Hamas ve El Fetih, Suudi arabuluculuğunun ardından kısa ömürlü bir koalisyon (Mekke Anlaşması) kurdu. El Fetih açıkça bir kargaşa içindeydi; Gazze’de Hamas’la müzakere yapmak ve iş birliği yapmak isteyen yetkililer ile istemeyen yetkililer arasında bölünmüştü. Her ne kadar Hamas artık Gazze Şeridi’nin tartışmasız gücü olsa da, iç savaş kapıdaydı.

Gazze’nin Hamas tarafından askerî olarak ele geçirilmesine yol açan Fetih ile Hamas arasındaki savaş patlak verdi. Savaş sonucunda Gazze Şeridi’nin kontrolü büyük ölçüde Hamas’a geçti.

İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılar başlattı.

Haziran 2008’de Hamas ve İsrail, Mısır’ın arabuluculuğu aracılığıyla altı aylık bir tahadiye yani kısa süreli ateşkes konusunda anlaştı. Bu, Hamas ve diğer grupların Gazze’den Güney İsrail’e başlattığı roket saldırılarının çoğunu sona erdirmede kısmen başarılı oldu. Altı aylık sürenin sona ermesi yaklaşırken her iki taraf da tahadiyyeyi yenilemek istediklerini öne sürdüler.

İsrail, Hamas’tan öncelikle roket saldırılarına tamamen son verilmesini, Hamas ise öncelikle Gazze’ye geçişlerin yeniden açılmasını talep etti.

İsrail 27 Aralık 2008’de Gazze’ye yoğun bir topçu ve hava bombardımanı başlattı. Bir hafta sonra da kara harekâtına başladı. Yeni bir ateşkes (aslında iki tek taraflı ateşkes) 17 Ocak 2009’da yürürlüğe girdi.

Arap Baharı ve Hamas

2010’da başlayan Arap Baharı sürecinde, Hamas’ın da içinde bulunduğu Müslüman Kardeşler camiası, Tahran’ın Şam rejimini desteklemesi nedeniyle İran cephesinden başlangıçta uzaklaştı.

Ancak ilerleyen dönemlerde Hamas ile İran arasında yeniden bir yakınlaşma yaşandı.

2017 yılına gelindiğinde Hizbullah’ın arabuluculuğu ile Hamas ve İran arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden başladı.

İsmail Haniyye’nin Hamas’ın büro şefi olarak tekrar seçilmesinin İran-Hamas ilişkilerinde önemli rolü olduğu söylenebilir. Bu sayede mezkûr görüşmelerin zemini hazırlandı ve tarafların buluşması sağlandı.

Nitekim İran’ın Dinî Lideri Ayetullah Ali Hamaney 2017 yılında Tahran’da Hamas’ın Başkan Yardımcısı Salih Aruri bir araya geldi. Buluşma sonrasında Hamas yetkililerinin yaptığı açıklamalarda İran ile görüşmelerin olumlu geçtiği ve İran’ın Filistin davasına destek verdiği ifade edildi.

Bu görüşmeleri yakından takip eden İsrail kaynakları, İran’ın Hamas’a 360 milyon dolarlık maddi destek sağlayacağını ve füze desteğine devam edeceğini yazdı.[efn_note]https://en.radiofarda.com/a/iran-boosts-aide-to-hamas-to-360-million/30096338.html[/efn_note]

2020’de ise Hamas lideri İsmail Haniye İran Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Tahran’daki cenazesinde katılarak orada bir de konuşma yaptı.

Hamas lideri Haniye’nin “Süleymani’nin Kudüs şehidi olduğunu deklare ederim” sözleri de oldukça dikkat çekti.[efn_note]https://www.gzt.com/mecra/hamas-lideri-suleymani-kudus-sehididir-3517061[/efn_note] Daha sonra Gazze’nin sokakları Kasım Süleymani’nin posterleri ile dolduruldu ve akabinde Gazze’nin sokaklarına asılan posterler tepkiyle karşılanıp yırtıldı. Hamas’a bağlı güvenlik güçleri Gazze’de asılan Kasım Süleymani afişinin yırtılması için çağrı yapan Selefi Şeyh Mecdi Magribi’yi de tutukladı.[efn_note]https://hurseda.net/gundem/224525-hamas-kasim-suleymani-afisini-yirtan-selefi-seyhi-tutukladi.html[/efn_note] Gazze’de Hamas liderliğinin İran yakınlaşmasına karşı çıkan bir grup Selefinin varlığından da böylece haberdar olduk.

Gazze’deki Hamas hükümeti

Hamas’ın Haziran 2007’de Gazze Şeridi’ni ele geçirmesinden bu yana Gazze Şeridi’nin yönetimi Hamas tarafından yürütülüyor. Bu yönetim genellikle Gazze’deki Hamas hükûmeti olarak anılıyor.

Filistin Ulusal Yönetimi ve Başbakanı Mahmud Abbas olan bir hükümet bulunsa da Gazze şeridinde uzun zamandır seçim yapılmayan bir yönetim var.

İlginçtir ki, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısından hemen önce 27 Eylül’de 18 yıldır yapılmayan seçimlerin yapılacağı ilan edilmişti.

Hamas, Gazze’yi nasıl yönetiyor?

Hamas’ın bildiğimiz üç önemli siyasi lider kadrosu var: İsmail Haniye, Halid Meşal ve Mahmud Zahar.

Nedense bu zamana kadar olup bitenler hakkında üçü de çok fazla konuşmuyor. Askerî kanat liderleri kadar ekranlarda gözükmüyorlar. Hamas’ın siyasi kanadından daha çok askerî kanadı konuşuyor.

Son açıklamalar da gösteriyor ki askerî kanat operasyon hakkında siyasi kanada bilgi dahi vermemiş. Nitekim, Hamas siyasi büro lideri Halid Meşal ve Abu Marzuk operasyonu sabah öğrendiklerini söylediler.[efn_note]https://www.newyorker.com/news/news-desk/what-was-hamas-thinking[/efn_note]

Bunları düşününce Gazze’de ne oluyor diye sormadan edemiyor insan.

Filistin Hükûmeti Adalet Bakanlığına bağlı Filistin Politika Analizi Ve Akademik Araştırma Merkezi raporlarına bakılırsa[efn_note]http://pcpsr.org/en/node/955[/efn_note] Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’ye zaten işler hiç de iyi gitmiyormuş.

Merkez her sene düzenli olarak Gazze halkının beklentileri, şikayetleri ve yönetimden memnun olup olmadığını ölçüyor.

2023 çalışmasına göre Gazzelilerin %72’si yönetim kurumlarında rüşvetin olduğuna inanıyor. Yine Gazzelilerin %39’u Hamas’a karşı eleştirilerini özgürce yapabildiğini söylerken %59’u bunun mümkün olmadığını söylemiş.

Anlaşılan, bu süre zarfında ne Hamas ne de Batı Şeria’daki Mahmud Abbas Filistin halkının beklentilerini karşılayacak bir yönetim sergileyememişler.

Rüşvetin çok ciddi bir şikayet konusu olması oldukça düşündürücü.

İki Devletli çözüme destek ise %28’den %32’ye çıkmış. Buna karşılık silahlı mücadeleye verilen destek ise %53.

Anlaşılıyor ki uzun süreli çatışma sarmalı toplumda barışa ilişkin umutları da azaltıyor.

Ama bence asıl önemli olan, bu çatışmaların iktidarlar için toplumsal muhalefeti de bastıracak en önemli araç olmaları ki bu hem İsrail için böyle hem de Filistin yönetimleri için.

Ayrıca savaşın ekonomiyi besleyen tek yol olduğunu da unutmamak lazım.

Bu süreler içinde sürekli yıkılan binalar, çöken altyapı Katar gibi hayırsever ülkelerden gelen milyarlarca dolarlık fon akışı sayesinde sürekli yeniden yapıldı.

Yalnızca karşılıklı saldırılar ve savaş yürütme kapasitesi açısından değil, aynı zamanda altyapıyı yeniden inşa etme ve sosyal hizmet sağlama çabaları açısından da bu fonlar kritik önem taşıyordu. Filistin’de yıkım ve yapım üzerine adeta bir savaş endüstrisi kurulmuştu.

Sivil ölümler “tali hasar” mı?

Netanyahu, Filistinli sivil ölümlerini İsrail’in kendisini korumasının tali hasarları olarak kabul ediyor.

İsrail Cumhurbaşkanı da düzenlediği basın toplantısında Gazze’deki sivil ölümlerin sorulması üzerine sinirlenerek gazetecilere çıkıştı ve “Savaştayız” dedi.

Terör nereden gelirse gelsin belki en başardığı şey, sivil ölümlerini doğallaştırmak oldu. Hem radikal cihatçı hareketler hem de onlara karşı uygulanan devlet terörü sivil ölümleri “tali hasar” olarak kaydetmeyi olağanlaştırdı.

Hamas’ın cihad anlayışı üzerinde önemli etkisi olan Abdullah Azzam için de siyasi başarıya giden tek yol cihad.

Küresel cihadın babası Abdullah Azzam’ın “Müzakere yok, konferans yok, diyalog yok; yalnız cihat ve keleş” sözleri cihatcılığın mottosu olarak her yere kazınmıştır söz gelimi.

Nitekim Bin Ladin gazeteci Cemal İsmail’e verdiği bir röportajda Azzâm hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuştu:

“O en uzak doğusundan en uzak batısına ümmeti harekete geçirdi. Mübarek Afgan cihadı boyunca, Şeyh Abdullah Azzâm’ın faaliyetleri, Filistin’deki mücahit kardeşlerimizin, özellikle Hamas’ın faaliyetlerini arttırdı. Onun kitapları, özellikle Rahmân’ın Âyetleri Filistin’e girmeyi başladı ve halkı Yahudilere karşı harekete geçirdi.”[efn_note]Scheuer, Mıchael. Through Our Enemies’ Eyes: Osama bin Laden, Radical Islam, and the Future of America, Potomac Books Inc: 2006, s.67.[/efn_note]

Bin Ladin 11 Eylül (2001) ile sivillerin de öldürülebileceğini savunarak cihada farklı bir boyut kazandırmıştı. 29 Ekim 2004’te Bin Ladin, Al-Jazeera TV’ye verdiği röportajda saldırıyı “Bizim yaşadıklarımızı onlar da tatsın istedik” demişti. “Bizim sivillerimizi öldürüyorlarsa biz de onların sivillerini öldürürüz” diye başladıklarında artık onları bağlayan hiçbir ahlaki ya da evrensel hukuk ilkesi kalmıyor.

Bununla birlikte “tali hasar” olarak sivil ve çocukların öldürülebileceği konusundaki fetvanın Müslüman Kardeşler’in önde gelen alimlerinden Yusud el-Karadavi tarafından da savunulduğunu unutmayalım.

Bir operasyon sırasında operasyon hedefinde olmayan unsurlara istem dışı olarak zarar verilmesi hali olarak tanımlanan bu tali hasar görüşü maalesef savaşlarda sivil ölümlerinin de meşrulaştırılması için kullanılıyor.

Karadavi, Katar üzerinden yayın yapan bir televizyon konuşmasında şöyle der: “Kardeşlerimiz arabaya bomba atarken bir çocuğu öldürmek niyetinde değiller. Ancak hiçbir gerçek niyeti olmadan çocuk öldürülebilir. Çocuğu öldürmek istemediler. Ancak bazen olay yerine bir çocuk gelir ve öldürülür. Bu, çocukların kasıtlı olarak öldürülmesi değildir. İntifada’da çocukların başlarına ve göğüslerine doğrudan darbeler (İsraillilerden) geliyor. Bu, çocukların kasıtlı olarak öldürülmesidir. Öte yandan Hamas’ın, İslami Cihad’ın, El Fetih’in ya da başkalarının gerçekleştirdiği operasyonlar çocukları öldürmek anlamına gelmiyor. Çocuğun kasten değil kazara öldürülmesidir bu durum.”[efn_note]Scheuer, Mıchael. Through Our Enemies’ Eyes, s. 74.[/efn_note]

Bu mantıkla, sivil ölümleri her iki tarafta da “tali hasar” olarak meşrulaştırılıyor. Bu, “çocuklar da bombaların altında durmasınlar” demek kadar trajiktir bu. Netanyahu ile Hamas’ı eşitleyen belki de tek ilke bu.

İsrail’in çim biçmeleri

Bu periyodik gelgitler ve askerî operasyonlar İsrailler tarafından “çim biçme” olarak görülüyordu.

İsrail böylece Hamas’ın roket cephaneliği, hafif silahlar ve ayrıntılı yer altı tünel ağı da dahil olmak üzere altyapısını, yabani otlar gibi biçerek kontrolden çıkmasını engellediğini düşünüyordu.

Hamas için ise bu “düşmanı test etme ve kapasite inşası” olarak kabul ediliyordu. Her gün menzili artırılan roketler, sızma ve tünel ağı inşa etme, İsrail’in hava savunma sistemi Demir Kubbe’yi geçme atışları.

İsrail çimleri biçtiğini, Hamas ise bir dahaki sefere saldırmak için daha fazla cephane ve kapasiteye sahip olacağını düşünüyordu. Anlaşılan o ki, bu sefer İsrail çimleri biçemedi ve Hamas tüm zorlu şartlara, ambargoya, kıt kaynaklara rağmen kapasite inşa etmek için bir yol bulmayı başardı.

Hamas İsrail’e karşı tarihin bu zamana kadar görebildiği en büyük kayıplı saldırısını yapmakla övünüyor. Siyaseten bitmekte olan Netanyahu ise bu meydan okumayı ‘fırsata’ çevirerek, tarihin en büyük katliamına başladı.

İsrail şimdi Gazze’yi haritadan sileceğini söylüyor.

Bizler ise barışa ilişkin tüm umutlar tükenirken oturup ölüleri sayıyoruz.

Filistin’de filler savaşırken masum çimenler ezilmeye devam ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x