İklim değişikliğinin etkileri son yıllarda çok daha net ve yıkıcı bir şekilde görülüyor. Birçok araştırmacı, iklim değişikliğinin en fena vuracağı bölgelerden birinin Ortadoğu olacağında hemfikir. Hatta bazıları gelecekte bölgede su ve gıda savaşları yaşanacağı uyarısında bulunuyor.
Bu uyarıyı yapanlardan biri de, Arap dünyasının en önemli mütefekkirlerinden biri olan Tunus’un eski cumhurbaşkanı Munsif Merzûkî’ydi. Yaklaşık bir yıl önce kendisine sorulan “Sizce torunlarımız nasıl bir Ortadoğu’da yaşayacaklar? Onlara ne miras bırakıyoruz?” sorusuna şu çarpıcı cevabı vermişti:
“Ümit ederim ki gelecekte Ortadoğu diye bir yer kalır. Hiç kimse iklim değişikliğini konuşmuyor. Oysa bu, dünya için en büyük tehlike. Eğer iklim değişikliğiyle mücadele etmezsek, korkarım ki gelecekte petrol ve enerji değil, su ve gıda savaşlarına tutuşacağız. Siyasi ve sosyoekonomik problemler asıl tehlikenin üzerini örtüyor, gizliyor. Ama dünyanın bu tarafı muhtemelen iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerden olacak. Ümit ederim ki en kısa zamanda siyaseten bir dengeye kavuşup ardından asıl problemleri çözmeye çalışırız da gelecek nesillerimize yaşayabilecekleri bir toprak parçası bırakırız.”1
İklim değişikliğinin Ortadoğu’daki muhtemel sarsıcı sonuçlarına dikkat çekenlerden biri de, geçmişte Dış İlişkiler Konseyi’nde enerji ve Amerikan dış politikası alanında çalışmış; yazıları Foreign Affairs, Defense One, Fortune, Scientific American gibi birçok mecrada yayınlanan enerji politikaları uzmanı Sagatom Saha.
Saha, Atlantic Council tarafından Mayıs ayında yayınlanan “İklim değişikliği Ortadoğu’daki çatışmayı nasıl şiddetlendirebilir” başlıklı yazısında, durumun vahametini şu satırlarıyla ortaya koyuyor:
“Ortadoğu genelinde yaz sıcaklıklarının küresel ortalamanın iki katından fazla artması bekleniyor. Uzun süreli sıcak hava dalgaları, çölleşme ve kuraklık Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bir kısmını yaşanmaz hale getirecek. İnsanların yaşamaya devam edeceği yerlerde ise iklim değişikliği azalan kaynaklar üzerinde şiddetli bir rekabeti körükleyebilir.”
Ortadoğu genelinde yaz sıcaklıklarının küresel ortalamanın iki katından fazla artması bekleniyor. Uzun süreli sıcak hava dalgaları, çölleşme ve kuraklık Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bir kısmını yaşanmaz hale getirecek. İnsanların yaşamaya devam edeceği yerlerde ise iklim değişikliği azalan kaynaklar üzerinde şiddetli bir rekabeti körükleyebilir.
Kuraklık ve Suriye iç savaşına etkisi
Bölgedeki yönetimlerin ve onların uluslararası ortaklarının, istikrarsızlık ve çatışmaları azaltmak için iklim değişikliğini genel stratejilerine dâhil etme noktasında çok az şey yaptığını da belirten yazar, “Küresel ısınmanın kargaşayı artıracağı, devlet kapasitesini zayıflatacağı ve kaynak çatışmalarını tetikleyeceği bir Ortadoğu’ya kendilerini hazırlamaları lazım” diyerek yöneticileri uyarıyor.
Sagatom Saha, -yerinde bir örnekle- Suriye üzerinden küresel ısınmanın bölgeye zarar verme potansiyelini anlatıyor:
“İklim değişikliği Suriye’de iç savaştan çok önce kuraklığa yol açtı. Bu kuraklık, kırsaldaki çiftçileri Şam ve Halep gibi şehir merkezlerine yönlendirerek halk tabakalarını geniş çaplı siyasi kargaşaya hazırladı. 2002’den 2010’a şehirlerde yaşayan nüfus yarı yarıya arttı.”
Yazar, tabii ki Suriye’deki iç savaşı salt iklim değişikliğine bağlamıyor. Ama iklimin tetiklediği iktisadi çaresizlik ve göçlerin, -diğer çatışma unsurlarını pekiştirerek- sonuçta mevcut eşitsizlikleri artırdığına ve rejimin kırsal kesimle ve köyden kente göçmüş kitlelerle bağlarını bozduğuna dikkat çekiyor.
İklim değişikliği hızlı sıcaklık yükselişine, gıda kıtlığına ve iktisadi sıkıntıya yol açtıkça daha fazla Ortadoğu ülkesinin bir anda savaşa sürüklenebileceğini vurguluyor.
Su kıtlığı ve IŞİD
Yazara göre, çatışmanın diğer bir kaynağı da iklim değişikliğinin tetiklediği su kıtlığı olacak. Bu bağlamda IŞİD’in Irak ve Suriye’de yayıldığı dönemde Fırat ve Dicle nehirlerindeki barajların da kontrolünü ele geçirdiğini, daha sonra Kürt peşmergeleri ve Irak kuvvetleriyle çatışmalar sırasında Kerbela ve Necef gibi kutsal Şii şehirlerinin susuz kaldığını hatırlatıyor.
Saha’nın vurguladığı üzere, 23 milyondan fazla Iraklı ve Suriyeli bu nehirlerin havzasında yaşıyor ve elektrik-su ihtiyaçlarını buradan karşılıyor.
Daha da çarpıcı olan, uzmanların küresel ısınma yüzünden Fırat ve Dicle’nin ‘bu yüzyılda buharlaşacağı’ ve nehirlerden geriye kalan sular üzerindeki çatışmanın ise daha da kızışacağına dair tahminleri.
Daha da çarpıcı olan, uzmanların küresel ısınma yüzünden Fırat ve Dicle’nin ‘bu yüzyılda buharlaşacağı’ ve nehirlerden geriye kalan sular üzerindeki çatışmanın daha da kızışacağına dair tahminleri.
Devlet kapasitesi buharlaşıyor
Yazara göre, iklim değişikliğinin Ortadoğu yönetimlerinin kargaşayla başa çıkma kapasitesini azaltması muhtemel. Bu bağlamda Saha şunları yazıyor:
“Öncelikle, giderek sıklaşan (olumsuz) hava olayları yüzünden kaynak dağıtımı zorlaşacak ve yeni acil yardım ihtiyaçları doğacak. Dış yardımın çoğunlukla kritik olduğu Ortadoğu’da yabancı bağışçılar, bir yandan istikrara kavuşturma ve hükümet projelerine finansman sağlamaya devam ederken, diğer yandan da afet yardımını artırarak iki kat mesai harcamak zorunda kalabilirler.
İkincisi, iklim değişikliğine karşı alınan tedbirlere, kaçınılmaz olarak küresel temiz enerjiye geçiş eşlik edecek ve bu süreçte petrol gelirleri azalırken, petrol üreticileri daha az kaynağa sahip olacak. Bu durumda toplumsal sözleşmenin, sübvansiyonlar ve savurganca kamu hizmetleri karşılığında sınırlı siyasi hürriyete dayalı olduğu ülkelerde dolaşımdaki para azalacak.”
Yazar, buna sokak gösterilerinin felçli cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’yı görevi bırakmaya zorladığı Cezayir örneğini veriyor. Cezayir’de protestocuların sıkıntıları kısmen petrolle bağlantılıydı; zira fiyatı düşmeden evvel, genç istihdamını destekleyen sosyal yardımlar petrol gelirleriyle finanse ediliyordu.
Yazara göre, Suudi Arabistan gibi ülkelerin bu badireyi atlatabilmek için mali kapasitesi mevcutken asıl Irak ve Libya gibi istikrarsız petrol üreticilerinden endişe duyulmalı. Zira bu ülkelerin bütçelerini finanse edebilmeleri ve çatışmalar dindiğinde yeniden inşa faaliyetlerine başlayabilmeleri için petrol fiyatlarının olağanüstü yüksek olması gerekiyor:
“Libyalı milisler şu an petrol altyapısını kontrol etmek için çatışsalar da gelecekte petrol fiyatları yükselmeden yeniden inşayı kendi kendine finanse edebilmelerini beklemek zor.”
Fakat yalnızca Libya için değil, petrol üreten Ortadoğu ülkeleri için de en iyi senaryoda, hâlâ küresel petrol akışına bel bağlayan başta ABD olmak üzere Batılı hükümetlerden bu ülkelere dış yardım akmaya devam edebilir; en kötü senaryoda ise rüzgar tribünleri, güneş panelleri ve elektrikli arabalar çok daha kullanışlı ve düşük maliyetli hale geldikçe bağışçı hükümetler destekten el çekebilir.
İklim değişikliğine karşı alınan tedbirlere kaçınılmaz olarak küresel temiz enerjiye geçiş eşlik edecek ve bu süreçte petrol gelirleri azalırken petrol üreticileri daha az kaynağa sahip olacak. Bu durumda toplumsal sözleşmenin, sübvansiyonlar ve savurganca kamu hizmetleri karşılığında sınırlı siyasi hürriyete dayalı olduğu ülkelerde dolaşımdaki para azalacak.
Sınıraşan kaynaklar üzerinden rekabet kızışıyor
Saha’ya göre, iklim değişikliği Ortadoğu yönetimlerinin komşularına karşı teyakkuzda olmasına da yol açabilir. Bir ülke içindeki kaynak kıtlığı o ülke çapında kargaşayı tetikleyebilir; ama sınıraşan kaynaklar üzerinden rekabet söz konusu olduğunda iş savaşa kadar varabilir.
Yazar, Ortadoğu ülkelerinin sulamak, içmek ve elektrik üretmek için hayati olan su konusunda komşularıyla ihtilaflarını nasıl idare ettiklerini, Nil Nehri Havzası üzerinden anlatıyor:
“2011’den bu yana Etiyopya, bölgesinde bir numaralı elektrik ihracatçısı olabilmek için Büyük Rönesans Barajı’nı inşa ediyor. Ancak baraj Mısır’a doğru su akışını %25 kesecek. Kahire yönetimi, barajın yaklaşık 100 milyona varan nüfusuna su teminini kesintiye uğratacağı iddiasında. Hâlihazırda Etiyopya ve Mısır müzakere yürütüyor olsa da Mısırlı yetkililer daha 2013’te ihtilafı askeri adımla çözmeyi düşünmüştü. Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, barajın ‘bir hayat memat meselesi’ olduğunu açıkça bildirmişti. Nil’in akışını tehdit eden iklim değişikliği zaten gergin olan durumu daha da kötüleştirebilir.”
Saha, Ortadoğu ülkeleri arasında doğrudan çatışma nadir olsa da iç savaşların hemen hepsinde de vekalet savaşlarının yaygın olduğuna dikkat çekiyor. Geçmişte Şam yönetiminin Ankara’yı Fırat’ın sularını paylaşmaya zorlamak için PKK’ya destek verdiğini de hatırlatıyor.
“Fas’tan İran’a kadar hemen hemen tüm Ortadoğu ülkeleri su kaynaklarını komşusuyla paylaşıyor ve bazı ülkelerin kendine ait içilebilir tatlı suyu çok az. Mısır-Sudan-Etiyopya ve Türkiye-Suriye arasında yaşananlar, su daha da azaldıkça Ortadoğu siyasetinin sıkça karşılaşılan bir özelliğine dönüşebilir” uyarısında bulunuyor.
Bir çözüm planlamak
Saha, belli bir düzeyde küresel ısınmanın çoktan gerçekleştiğini ve daha on yıllarca devam edeceğini, bugün politika üretenlerin temel vazifesinin çatışma ile iklim değişikliği arasındaki ‘bağlantıyı koparmak’ olduğunu belirtiyor. Suriye’de yaşananların, çevre koşulları ile siyasi ve iktisadi şartlar örtüştüğünde Ortadoğu’nun diğer herhangi bir baskıcı rejiminde tekrarlanabileceği uyarısı yapıyor.
Fas’tan İran’a kadar hemen tüm Ortadoğu ülkeleri su kaynaklarını komşusuyla paylaşıyor ve bazı ülkelerin kendine ait içilebilir tatlı suyu çok az. Mısır-Sudan-Etiyopya ve Türkiye-Suriye arasında yaşananlar, su daha da azaldıkça Ortadoğu siyasetinin sıkça karşılaşılan bir özelliğine dönüşebilir.
Yazar, politika üretenlere de çeşitli tavsiyelerde bulunuyor:
Öncelikle, iklim değişikliğine ve çatışmaya en meyyal ülkelerde iklime uyum sağlama ve kaynak yönetimi gibi projeler, Birleşmiş Milletler (BM) Yeşil İklim Fonu, vb. uluslararası kuruluşların ve yabancı bağışçıların da desteğiyle hayata geçirilmeli.
İkincisi, ABD gibi bağışçı ülkeler, iklime duyarlı kaynakların paylaşımı konusunda ihtilafların şiddete dönüşmeden çözülmesi için aktif bir rol oynamalı.
Üçüncüsü, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Ortadoğu’da kaynak kıtlığını kısmen giderecek teknolojileri kullanmaya dönük inovasyon çabalarını ikiye katlamalı. Bu bağlamda suyu tuzdan daha ucuza arındırma ve az sulamalı tarım gibi yöntemlerle iklim değişikliğinin beslenme ve sağlık alanındaki sonuçları bertaraf edilmeli.
Yazar Saha, iklim değişikliğinin kadere bırakılmaması gerektiği ve bugün benimsenecek politikaların iklimin gelecekte Ortadoğu’da oynayacağı rolü belirleyeceği vurgusuyla yazısını sonlandırıyor.
Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.