İran-İsrail nereye? Haniye suikastı İran için yeni bir dönemin başlangıcı mı?

Üstlenmese de İsrail’in Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da öldürmesi hem İran hem de Ortadoğu için yeni bir dönemin başlangıcı. Bu yeni dönmede neler olabilir? İran bu yeni döneme neden hazır değil? İran’ın İsrail’e yanıtı ne olacak? Arif Keskin yazdı.

İsrail’in Hamas’ın Siyasi Büro lideri İsmail Haniye’yi dünyanın herhangi bir yerinde öldürmek imkânı varken bunu Tahran’da ve özellikle yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin töreninden sonra yapması suikastla ilgili tartışmaların bağlamını da oluşturdu.  Tartışmaların merkezine İran’ın yerleşmesi suikastın gerçekleştiği ülkenin suikasta uğrayan kişinin önüne geçtiğini hatta onu gölgelediğini gösteriyor. Yüksek ihtimalle İsrail’in amacı bir taşla iki kuş vurmaktı.

Haniye suikastı incelenmesi gereken çeşitli soruları da doğurdu. Neden Tahran’da? İran neden bu suikastı öngöremedi ve önleyemedi? İran nasıl yanıt verecek? İran-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyecek? Bu suikastın sonuçları neler olabilir? Bu soru listesini uzatmak mümkün ama sırayla yanıtlamaya başlayalım.

Öngörü eksikliği

Öncelikle İran, İsrail’in İsmail Haniye gibi siyasilere Tahran’da suikast düzenleyeceğini düşünmüyordu. Bu öngörüsüzlüğü sağlayan çeşitli faktörler vardı.  İran’da Reformcu Mesut Pezeşkiyan’ın seçimleri kazanmasıyla geçici de olsa bazı gerginliklerin askıya alması ihtimali, arzusu ve iyimserliği vardı. Pezeşkiyan’ın göreli ılımlı mesajlarının ‘‘kötü niyetli düşmanları’’ bile kısa süre de olsa ‘‘bekleyelim, görelim’’ moduna itmesi umudu vardı. Yemin töreni nedeniyle yabancı devlet başkanları ve yetkililerinin İran’da olması suikast ihtimalini düşürüyordu.

Öte yandan Dinî Lider Hamaney ve askerler, İsrail’in gerginliği bu kadar tırmandırma niyetinde olmasını beklemiyorlardı. 14 Nisan 2024’te Sadık Vaat Harekâtı adıyla düzenledikleri saldırının verdiği psikolojik rahatlığa gömülmüşlerdi. Saldırının    İsrail, ABD ve bölge devletlerini korkuttuğunu ve İran’ın caydırıcılık potansiyelini artırdığını düşünüyorlardı. Muhafazakâr stratejistler daha ileri giderek bu saldırıyla İran’ın Ortadoğu’da oyunun kurallarını değiştirdiğini söylüyorlardı.

İsrail açısından ise durum farklıydı. İsrail’in İran’ın saldırısını yanıtsız bırakma ihtimali Tel Aviv’in devlet kodlarına uymuyordu. Ayrıca İran’ın göründüğünden daha zayıf olduğunu düşünen İsrail, Sadık Vaat Harekatı’nı da İran’a karşı yararlanabileceği bir fırsat ve bahane olarak görüyordu zira bu saldırıyla birlikte İran-İsrail çatışması yeni bir safhaya geçmişti, artık iki ülke de birbirinin doğrudan hedefi konumundaydı. Ama burada altı çizilmesi gereken nokta var, İsrail’in İran’ı “bildiği” kadar İran İsrail’i “bilmiyor.”

Kâğıttan kaplan mı?

Çeşitli istihbarat kurumlarına sahip olan İran yönetiminin ülkenin kılcal damarlarına kadar uzanan bir istihbarat ağı ördüğü düşünülür oysa Haniye suikastı, İran’ın istihbarat kabiliyetinin sunulduğu, görüldüğü ve iddia edildiği gibi olmadığını ispatladı. Net olarak anlaşılıyor ki; İran istihbarat kurumları ne İsrail’i doğru yorumlayabiliyor ne doğru bilgi alabiliyor ne de eylemlerini önleyebiliyor. Ayrıca Haniye suikasti onun analiz, kontrespiyonaj, bilgi toplama, öngörü, önleme ve yetkilileri koruma yeteneğinin düşüklüğü gibi çeşitli zafiyetlerini ortaya çıkardı.

İsrail’in İran’daki istihbarat nüfuz ve eylem kabiliyetinin sınırları İran’da artık açık bir şekilde tartışılıyor. Bu konu, İsrail’in İranlı nükleer bilim insanlarını hedef alan suikastlarından beri konuşuluyordu ama Haniye suikastı sonrasında daha açık tartışılmaya başlandı. Eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad ve eski istihbarat bakanı Ali Yunesi gibi isimler bu konuya uzun zaman önce değinmiş, uyarılarda bulunmuşlardı. Yeni süreçte İran’daki istihbarat ve güvenlik kurumlarının sayısı, yönetimi, çalışanları, çalışma yöntemi, ilkeleri ve kurumsal yapılarının tartışılması ve yeniden şekillendirilmeleri gerekliliğinin dillendirilmesi yukarıdaki analizi doğruluyor.

Burada altını çizmemiz gereken bir konu da İran-İsrail ilişkilerinde istihbarat faaliyetlerinin sıradan bir ajanlık faaliyetinin ötesine geçerek iki ülke ilişkilerini ve Ortadoğu’daki süreçleri doğrudan etkileyecek bir hal almış olması. İsrail’in İran’daki istihbarat ağı ve eylemsel imkânı artık İran’ın iç ve dış siyasetini etkileyen ve belirleyen siyasal bir etkene dönüşmüş durumda.

Caydırıcılığın aşınması

İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri sahip oldukları tüm propaganda araçlarında kendilerini her şeye hâkim, istediğini yapabilen ve yaptırabilen, istemediğini engelleyen, düşmanlarını korkutarak dizginleyen ve dünyaya nizam verebilen muktedir bir güç olarak sunarlar. Bu propagandayı sadece içeride değil, dışarıda da yürütürler.

14 Nisan 2024’te İsrail’e yönelik olarak gerçekleştirdikleri Sadık Vaat Harekatı’nı da övündükleri muktedirliğin somutlaşmış hali olarak görüyorlardı. İran, İsrail’e karşı doğrudan saldırı düzenlemeden önce Erbil ve Pakistan’ı bombalamıştı.  Birbirinden ayrı görülen bu saldırılar İran açısından bir bütünlük içinde değerlendiriliyor.  İran bu saldırılarla ‘‘gerekirse doğrudan savaşabilirim’’ mesajını en yüksek perdeden vererek karşıtlarının cesaretini kırdığını ve ülkenin caydırıcılık olanağını yükselttiğini düşünüyordu.

Ancak İsmail Haniye suikastı, durumun tam tersi olduğunu gösterdi.

Taşeron savaşının ters tepmesi

İran, dünyada en çok vekil güçlere sahip ülkelerden biri. Kafkasya’dan Afrika kıtasına kadar uzanan geniş coğrafyada vekil örgütler kurmayı başardı. İran’ın vekil güçlerine yönelmesi devrim ihraç siyasetiyle birlikte kendi güvenliğini garantiye alma stratejisi olarak sunulur. İran kendi güvenlik ve savunma hattını Bağdat, Şam ve Beyrut’tan başlattığını söyler. İran yönetimine göre ülkenin iç istikrarı ve dış düşmana karşı rejimin koruyuculuğunun güvencelerinden biri de, kendi sınırlarının dışında vekil örgütleriyle ördüğü ağlardır.

İran, kendini de istikrar adası olarak sunar ve Ortadoğu’daki tüm çatışmaların tarafı olduğu halde iç istikrarını bu şekilde korumayı sürdürür. Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan gibi İran’ın etkin olduğu ülkelerde kırılgan ve çatışmalı süreçler olsa da İran’da bunların yansıması olmaz. Vekil güçlerin varlığı, istikrasızlığı sınırların dışında tutma imkânı vermesi nedeniyle öncelikli olarak görülür.

Ancak Haniye suikastı bu durumun da farklılaştığını gösteriyor. İran’ın bugüne dek kullandığı ve yararlandığı dış politika kartı somut, etkin ve yıkıcı biçimde onun aleyhine döndü. İsrail, İran’ın Ortadoğu’daki arayışlarını onun evinin içine taşıdı. İran ilk kez Tahran’da desteklediği örgütlerin bedelini ödedi, bir nevi yıllardır süren taşeron savaş ters tepti.

Bu süreç ayrıca İran’ın desteklediği örgütlerin lider kadrosu için bile güvenli bir yer olmadığını ortaya koydu. Haniye suikastı sonrası İran’ın desteklediği grupların liderlerinin artık Tahran’da bile güvende olmayacakları açık bir gerçek. Bu durum, İran’ın desteklediği yandaşları nezdinde telafisi mümkün olmayan prestij kaybına sebep oldu.

Telafisi zor itibar kaybı

Haniye suikastı İran İslam Cumhuriyeti’nin güçlü devlet olma mitini yerle bir ederek ona telafisi zor görünen bir itibar kaybı yaşattı.  İran bu kaybı telafi edeceğini söylese de aldığı hasarın büyüklüğü, çeşitliliği ve derinliği nedeniyle imkânsız görülüyor.

İsrail’in bu saldırıyı İran içindeki bazı gizli ajanlardan aldığı destekle gerçekleştirdiği muhakkak.

Haniye suikastı; İran rejiminin manipülatif propaganda yetenekleriyle üzerini örttüğü gerçeklerin sahnelendiği bir uğrak oldu.  Bu durum da  İran’ın istihbarat, güvenlik ve askerî bürokrasinin zayıflığıyla rejimin iç çürümüşlüğünü, toplumla yaşadığı meşruluk sorunlarını, savunduğu değerleri kurumsallaştıramadığını, yönettiği toplumla arasındaki sadakat ve aidiyet bağlarının zayıfladığına dair çeşitli saklı gerçekleri ifşa etti.  Nitekim İran toplumu, İslam Cumhuriyeti’nin güçlü devlet imajını ‘‘devrimcilik’’ adına halka karşı saldırganlığı içselleştiren kurumların oluşturduğu korku ortamının yarattığı illüzyondan başka bir şey olmadığını konuşmaya başladı. Ülke içinde bu tartışma, yönettiği halka karşı agresif sultasının anlamı, içeriği, nedenleri ve sınırlarını içine alarak çok yönlü ilerliyor.

Reform yapamayan reformcuların çaresizliği

İran yönetimi Mesut Pezeşkiyan’ın söylemlerinin dünyada umut ve heyecan yaratmadığını görse de farklı bir beklentisi de vardı: Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi; İran’ın Batı ve komşularıyla yaşadığı gerginliği yumuşatabilir ve İsrail ile ilişkilerindeki sıcak çatışma ihtimalini azaltabilirdi. Ancak bekledikleri olmadı.

İsrail’in, reformcu Pezeşkiyan’ın yemin töreninden hemen sonra düzenlediği suikast, sadece Hamaney ve onun etrafında kümelenmiş askerî ve güvenlik bürokrasisine yönelik değil, doğrudan reformculara yönelik bir saldırı da sayılır.

Peki, İsrail İran’da reformculara daha en baştan neden böyle bir darbe vurmak istedi? İsrail neden reformcuların İran rejimini korumaya dönük tüm programlarını ilk günde sabote etti?

İsrail’in İran’da reformcuları hedef almasının çeşitli nedenleri olabilir.

İsrail, İran’daki reformcuları, rejimi güçlendiren ancak onu değiştirme olanağı olmayan güçler olarak yorumluyor.  İsrail, reformcuların ambargoları kaldırma girişimlerine de karşı. Zira İsrail’e göre reformcuların eliyle ambargoların kalkması, İran ekonomisinin güçlenmesi, İran’ın desteklediği Direniş Ekseni’ni oluşturan gruplara (Hamas, Hizbullah, Husiler) daha fazla mali yardım anlamına geliyor. Reformcuların vasıtasıyla Batılılarla ilişkisini yeniden düzenleyen İran, İsrail’in işini zorlaştırabilir.

Rehin alınan hükümet

Bu suikast sonrasında İran’da cılız reform, değişim ve dönüşüm umutları bile İran-İsrail ilişkileri parantezine alındı. Artık İran’daki iç siyasal süreçler de İsrail ile ilişkilere bağlandığı için artık ondan bağımsız analiz edilemez. İsrail’in ele geçirdiği bu avantajı önümüzdeki dönemlerde de sürdürmesi muhtemel.

Söz konusu suikast, Pezeşkiyan’ın vaatlerini gerçekleştirme olanağı ve hareket kabiliyetini de zayıflattı.  Pezeşkiyan hükümetinin dış politikada ilk işinin İsrail ile doğrudan askerî müdahaleyi yönetmek olması, kuracağı hükûmetin Haniye suikastıyla rehin alındığı anlamına geliyor. Pezeşkiyan’ın hedeflediği nükleer anlaşma, AB ve komşularla iyi ilişkiler, doğrudan Ortadoğu gerginliğine bağlanmış oldu.

Pezeşkiyan’ın ekonomik vaatlerinin gerçekleşmesinin zorlaşması da bu sürecin diğer bir sonucu. İran’ın dış ilişkilerindeki krizlerin artmasının kırılgan İran ekonomisine ciddi zarar vereceği açık.  Muhtemel bir sıcak çatışmaya dönüşmüş İran-İsrail gerginliğinde; ekonomik kriz büyüyecek, devlet masrafları ciddi oranda artacak, benzin fiyatları yükselecek, İran’ın parası değer kaybedecek, borsa düşecek ve gelmesi muhtemel dış yatırım uzak duracak.

Güvenlik tehdidi

İran‘da tartışılan dış politika konularının içeriğine bakıldığında İsrail meselesi genellikle ABD ile gerginliğin alt bölümü olarak ele alınır. Haniye suikastıyla İsrail’in İran dış politikasındaki konumu da değişti.  Haniye suikastı sonrası artık ABD ile ilişkilerin bir alt başlığı olmaktan çıkarak bağımsız bir etken haline geldi. İşin en ilginç yanı; İsrail’in İran dış politika enerjisini tümüyle emebilecek bir ortam oluşturma hedefine ulaşması.

İsrail 1979’dan sonra ilk kez İran için etkin ve yıkıcı bir güvenlik tehdidine dönüştü. İsrail, Haniye suikastıyla İranlı yetkililerinin can güvenliğinden dış politikadaki tüm imkânlarına kadar geniş yelpazede ülkeye zarar verebilecek kapasitesini ispatladı. Bu durum, İran’ın göstermeye çalıştığı gibi basit bir süreç değil, üstelik İran’ın mücadele imkânı da düşük.

İsrail ne yapmak istiyor?

İsrail’in hem İran hem de onun desteklediği gruplarla eş zamanlı olarak çatışmasını, Tel Aviv’in İran’a yönelik muhtemel bir savaş hazırlığının ilk provaları olarak görmek gerekir.

Öncelikle İsrail kendi müttefiklerine İran’ın görüldüğü kadar güçlü olmadığını ve onun desteklediği örgütlerle savaşmanın düşünüldüğü gibi korkutucu bir kıyamet senaryosunu doğurmayacağını ispatlamak istiyor. Bu, doğrudan ABD’ye iletilen bir mesaj.

An itibariyle İran-İsrail ilişkileri çok farklı bir zemine kaymış durumda. İki ülke arasında bu çatışma sürecek. İsrail’in eylemlerini devam ettirme ihtimali var.  Bu da İran’ın 1979’dan sonra içine sürüklenmek istemediği bir alana itilmesi anlamına geliyor.

İntikam bataklığı tehlikesi

İran muhafazakârları, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, Irak’ta ABD eliyle öldürüldüğünde sert yanıt ve sert intikam gibi ifadeler kullanıyorlardı.  Şimdi bunlarla birlikte kan davası ifadesini de kullanmaya başladılar. Kan davası; misilleme, intikam ve rövanşı içinde barındırsa da örtük olarak sürekliliği ve öldürmeyi de ifade eder.

Muhafazakârlar kan davası retoriğini kullanıyor olsalar da İran yönetimi tehlikeli bir ikileme sürüklendiğinin farkında. Bir taraftan yaşadığı itibar kaybı nedeniyle doğrudan yanıt vermesi gerektiğinin bilincinde.  Diğer taraftan da yanıt verdiği taktirde uzun süreli bir çatışmaya kapı aralama ihtimaliyle de karşı karşıya.

İranlılar, İsrail’in gerginliği yükseltmek istediğini görüyorlar. Üstelik iki ülke ilişkilerinde oyun kuruculuk inisiyatifinin İsrail’in eline geçtiği açık. İran yönetimi, oyun alanı ve oyunun koşulları, çerçevesi ve yörüngesinin İsrail tarafından belirlendiği kaygan bir zemine çekilme korkusunu taşıyor. Neyle sonuçlanacağı meçhul bir süreci başlatacak ekonomik, siyasi, toplumsal ve sürdürülebilir politik/ideolojik motivasyona da sahip değil. Beklemediği, istemediği ve hazırlığı olmadığı bir kan davasına itilmenin çaresizliğini yaşıyor.

İran’ın vereceği yanıt sadece basit bir caydırıcılık konsepti içinde değerlendirilemez. Haniye suikastı iki ülke ilişkilerine yön veren caydırıcılık arayışına son verdi. Özellikle İsrail’in tavırları uzun süreli yıldırıcı bir çatışma stratejisi benimsediğini gösteriyor.

Haniye suikastının, İran’ın ‘‘güvenlik hattımı sınırlarımın dışında başlatırım’’ paradigmasını da sarstığını söylemek mümkün. Artık İran için vekil güçlerle mücadele yerine kendisinin de devreye girmesi gereken bir dönem başladı.

İran, Hizbullah’ı çatıştırarak Tahran’da rahat oturamaz artık. Kendisinin de Ortadoğu’daki çatışmaların doğrudan tarafı olması gerekir. Bu da İran için yeni bir dönemin başlangıcı demektir. İran İslam Cumhuriyeti ise bu yeni döneme hazır değil.

Vekil güçleriyle çatışma modeli etrafında şekillenen İran güvenlik mimarisi uzun süreli doğrudan bir çatışmayı kaldıracak bir bünyeye sahip değil. Üstelik yeni iktidara gelen Mesut Pezeşkiyan’ın siyasal söylemleri ve kadroları çatışmacı siyasete hiç uygun değil. Bu da İran yönetiminin kararını zorlaştıran farklı bir kurumsal uyumsuzluk. İran toplumunun İsmail Haniye için doğrudan bir çatışmayı meşru görmeyeceğini de hesaba kattığımızda yönetimin işi daha da zor.

İran yönetimi doğrudan bir yanıt verme zorunda. Başka seçeneği yok.  Bu kaçınılmazlık kıskacının İran’ı tehlikeli, amorf, kaygan ve öngörülmesi zor bir alana sürüklemesi muhtemel. İran’ın yanıtından sonra İsrail ve müttefiklerin karşılık verme ihtimali, sürecin kontrolü zor zincirleme çatışmalar riskini  içerdiğini gösteriyor. Bu da İran’ın öldürücü bataklığın içine doğru çekilme sürecinin başlangıcı olarak yorumlanabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Arif Keskin
Arif Keskin
Arif Keskin - Ortadoğu bölgesi özellikle de İran üzerine çalışmalar yürüten Arif Keskin, İran’daki Azerbaycan’ın Muğan ilçesinde doğdu. 1993 yılında Tebriz Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Biliminde sürdürdü. Keskin 1999'dan itibaren ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi), TÜRKSAM, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü ve ORSAM gibi çeşitli düşünce kuruluşlarında Ortadoğu uzmanı olarak görev yaptı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İran-İsrail nereye? Haniye suikastı İran için yeni bir dönemin başlangıcı mı?

Üstlenmese de İsrail’in Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da öldürmesi hem İran hem de Ortadoğu için yeni bir dönemin başlangıcı. Bu yeni dönmede neler olabilir? İran bu yeni döneme neden hazır değil? İran’ın İsrail’e yanıtı ne olacak? Arif Keskin yazdı.

İsrail’in Hamas’ın Siyasi Büro lideri İsmail Haniye’yi dünyanın herhangi bir yerinde öldürmek imkânı varken bunu Tahran’da ve özellikle yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin töreninden sonra yapması suikastla ilgili tartışmaların bağlamını da oluşturdu.  Tartışmaların merkezine İran’ın yerleşmesi suikastın gerçekleştiği ülkenin suikasta uğrayan kişinin önüne geçtiğini hatta onu gölgelediğini gösteriyor. Yüksek ihtimalle İsrail’in amacı bir taşla iki kuş vurmaktı.

Haniye suikastı incelenmesi gereken çeşitli soruları da doğurdu. Neden Tahran’da? İran neden bu suikastı öngöremedi ve önleyemedi? İran nasıl yanıt verecek? İran-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyecek? Bu suikastın sonuçları neler olabilir? Bu soru listesini uzatmak mümkün ama sırayla yanıtlamaya başlayalım.

Öngörü eksikliği

Öncelikle İran, İsrail’in İsmail Haniye gibi siyasilere Tahran’da suikast düzenleyeceğini düşünmüyordu. Bu öngörüsüzlüğü sağlayan çeşitli faktörler vardı.  İran’da Reformcu Mesut Pezeşkiyan’ın seçimleri kazanmasıyla geçici de olsa bazı gerginliklerin askıya alması ihtimali, arzusu ve iyimserliği vardı. Pezeşkiyan’ın göreli ılımlı mesajlarının ‘‘kötü niyetli düşmanları’’ bile kısa süre de olsa ‘‘bekleyelim, görelim’’ moduna itmesi umudu vardı. Yemin töreni nedeniyle yabancı devlet başkanları ve yetkililerinin İran’da olması suikast ihtimalini düşürüyordu.

Öte yandan Dinî Lider Hamaney ve askerler, İsrail’in gerginliği bu kadar tırmandırma niyetinde olmasını beklemiyorlardı. 14 Nisan 2024’te Sadık Vaat Harekâtı adıyla düzenledikleri saldırının verdiği psikolojik rahatlığa gömülmüşlerdi. Saldırının    İsrail, ABD ve bölge devletlerini korkuttuğunu ve İran’ın caydırıcılık potansiyelini artırdığını düşünüyorlardı. Muhafazakâr stratejistler daha ileri giderek bu saldırıyla İran’ın Ortadoğu’da oyunun kurallarını değiştirdiğini söylüyorlardı.

İsrail açısından ise durum farklıydı. İsrail’in İran’ın saldırısını yanıtsız bırakma ihtimali Tel Aviv’in devlet kodlarına uymuyordu. Ayrıca İran’ın göründüğünden daha zayıf olduğunu düşünen İsrail, Sadık Vaat Harekatı’nı da İran’a karşı yararlanabileceği bir fırsat ve bahane olarak görüyordu zira bu saldırıyla birlikte İran-İsrail çatışması yeni bir safhaya geçmişti, artık iki ülke de birbirinin doğrudan hedefi konumundaydı. Ama burada altı çizilmesi gereken nokta var, İsrail’in İran’ı “bildiği” kadar İran İsrail’i “bilmiyor.”

Kâğıttan kaplan mı?

Çeşitli istihbarat kurumlarına sahip olan İran yönetiminin ülkenin kılcal damarlarına kadar uzanan bir istihbarat ağı ördüğü düşünülür oysa Haniye suikastı, İran’ın istihbarat kabiliyetinin sunulduğu, görüldüğü ve iddia edildiği gibi olmadığını ispatladı. Net olarak anlaşılıyor ki; İran istihbarat kurumları ne İsrail’i doğru yorumlayabiliyor ne doğru bilgi alabiliyor ne de eylemlerini önleyebiliyor. Ayrıca Haniye suikasti onun analiz, kontrespiyonaj, bilgi toplama, öngörü, önleme ve yetkilileri koruma yeteneğinin düşüklüğü gibi çeşitli zafiyetlerini ortaya çıkardı.

İsrail’in İran’daki istihbarat nüfuz ve eylem kabiliyetinin sınırları İran’da artık açık bir şekilde tartışılıyor. Bu konu, İsrail’in İranlı nükleer bilim insanlarını hedef alan suikastlarından beri konuşuluyordu ama Haniye suikastı sonrasında daha açık tartışılmaya başlandı. Eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad ve eski istihbarat bakanı Ali Yunesi gibi isimler bu konuya uzun zaman önce değinmiş, uyarılarda bulunmuşlardı. Yeni süreçte İran’daki istihbarat ve güvenlik kurumlarının sayısı, yönetimi, çalışanları, çalışma yöntemi, ilkeleri ve kurumsal yapılarının tartışılması ve yeniden şekillendirilmeleri gerekliliğinin dillendirilmesi yukarıdaki analizi doğruluyor.

Burada altını çizmemiz gereken bir konu da İran-İsrail ilişkilerinde istihbarat faaliyetlerinin sıradan bir ajanlık faaliyetinin ötesine geçerek iki ülke ilişkilerini ve Ortadoğu’daki süreçleri doğrudan etkileyecek bir hal almış olması. İsrail’in İran’daki istihbarat ağı ve eylemsel imkânı artık İran’ın iç ve dış siyasetini etkileyen ve belirleyen siyasal bir etkene dönüşmüş durumda.

Caydırıcılığın aşınması

İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri sahip oldukları tüm propaganda araçlarında kendilerini her şeye hâkim, istediğini yapabilen ve yaptırabilen, istemediğini engelleyen, düşmanlarını korkutarak dizginleyen ve dünyaya nizam verebilen muktedir bir güç olarak sunarlar. Bu propagandayı sadece içeride değil, dışarıda da yürütürler.

14 Nisan 2024’te İsrail’e yönelik olarak gerçekleştirdikleri Sadık Vaat Harekatı’nı da övündükleri muktedirliğin somutlaşmış hali olarak görüyorlardı. İran, İsrail’e karşı doğrudan saldırı düzenlemeden önce Erbil ve Pakistan’ı bombalamıştı.  Birbirinden ayrı görülen bu saldırılar İran açısından bir bütünlük içinde değerlendiriliyor.  İran bu saldırılarla ‘‘gerekirse doğrudan savaşabilirim’’ mesajını en yüksek perdeden vererek karşıtlarının cesaretini kırdığını ve ülkenin caydırıcılık olanağını yükselttiğini düşünüyordu.

Ancak İsmail Haniye suikastı, durumun tam tersi olduğunu gösterdi.

Taşeron savaşının ters tepmesi

İran, dünyada en çok vekil güçlere sahip ülkelerden biri. Kafkasya’dan Afrika kıtasına kadar uzanan geniş coğrafyada vekil örgütler kurmayı başardı. İran’ın vekil güçlerine yönelmesi devrim ihraç siyasetiyle birlikte kendi güvenliğini garantiye alma stratejisi olarak sunulur. İran kendi güvenlik ve savunma hattını Bağdat, Şam ve Beyrut’tan başlattığını söyler. İran yönetimine göre ülkenin iç istikrarı ve dış düşmana karşı rejimin koruyuculuğunun güvencelerinden biri de, kendi sınırlarının dışında vekil örgütleriyle ördüğü ağlardır.

İran, kendini de istikrar adası olarak sunar ve Ortadoğu’daki tüm çatışmaların tarafı olduğu halde iç istikrarını bu şekilde korumayı sürdürür. Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan gibi İran’ın etkin olduğu ülkelerde kırılgan ve çatışmalı süreçler olsa da İran’da bunların yansıması olmaz. Vekil güçlerin varlığı, istikrasızlığı sınırların dışında tutma imkânı vermesi nedeniyle öncelikli olarak görülür.

Ancak Haniye suikastı bu durumun da farklılaştığını gösteriyor. İran’ın bugüne dek kullandığı ve yararlandığı dış politika kartı somut, etkin ve yıkıcı biçimde onun aleyhine döndü. İsrail, İran’ın Ortadoğu’daki arayışlarını onun evinin içine taşıdı. İran ilk kez Tahran’da desteklediği örgütlerin bedelini ödedi, bir nevi yıllardır süren taşeron savaş ters tepti.

Bu süreç ayrıca İran’ın desteklediği örgütlerin lider kadrosu için bile güvenli bir yer olmadığını ortaya koydu. Haniye suikastı sonrası İran’ın desteklediği grupların liderlerinin artık Tahran’da bile güvende olmayacakları açık bir gerçek. Bu durum, İran’ın desteklediği yandaşları nezdinde telafisi mümkün olmayan prestij kaybına sebep oldu.

Telafisi zor itibar kaybı

Haniye suikastı İran İslam Cumhuriyeti’nin güçlü devlet olma mitini yerle bir ederek ona telafisi zor görünen bir itibar kaybı yaşattı.  İran bu kaybı telafi edeceğini söylese de aldığı hasarın büyüklüğü, çeşitliliği ve derinliği nedeniyle imkânsız görülüyor.

İsrail’in bu saldırıyı İran içindeki bazı gizli ajanlardan aldığı destekle gerçekleştirdiği muhakkak.

Haniye suikastı; İran rejiminin manipülatif propaganda yetenekleriyle üzerini örttüğü gerçeklerin sahnelendiği bir uğrak oldu.  Bu durum da  İran’ın istihbarat, güvenlik ve askerî bürokrasinin zayıflığıyla rejimin iç çürümüşlüğünü, toplumla yaşadığı meşruluk sorunlarını, savunduğu değerleri kurumsallaştıramadığını, yönettiği toplumla arasındaki sadakat ve aidiyet bağlarının zayıfladığına dair çeşitli saklı gerçekleri ifşa etti.  Nitekim İran toplumu, İslam Cumhuriyeti’nin güçlü devlet imajını ‘‘devrimcilik’’ adına halka karşı saldırganlığı içselleştiren kurumların oluşturduğu korku ortamının yarattığı illüzyondan başka bir şey olmadığını konuşmaya başladı. Ülke içinde bu tartışma, yönettiği halka karşı agresif sultasının anlamı, içeriği, nedenleri ve sınırlarını içine alarak çok yönlü ilerliyor.

Reform yapamayan reformcuların çaresizliği

İran yönetimi Mesut Pezeşkiyan’ın söylemlerinin dünyada umut ve heyecan yaratmadığını görse de farklı bir beklentisi de vardı: Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi; İran’ın Batı ve komşularıyla yaşadığı gerginliği yumuşatabilir ve İsrail ile ilişkilerindeki sıcak çatışma ihtimalini azaltabilirdi. Ancak bekledikleri olmadı.

İsrail’in, reformcu Pezeşkiyan’ın yemin töreninden hemen sonra düzenlediği suikast, sadece Hamaney ve onun etrafında kümelenmiş askerî ve güvenlik bürokrasisine yönelik değil, doğrudan reformculara yönelik bir saldırı da sayılır.

Peki, İsrail İran’da reformculara daha en baştan neden böyle bir darbe vurmak istedi? İsrail neden reformcuların İran rejimini korumaya dönük tüm programlarını ilk günde sabote etti?

İsrail’in İran’da reformcuları hedef almasının çeşitli nedenleri olabilir.

İsrail, İran’daki reformcuları, rejimi güçlendiren ancak onu değiştirme olanağı olmayan güçler olarak yorumluyor.  İsrail, reformcuların ambargoları kaldırma girişimlerine de karşı. Zira İsrail’e göre reformcuların eliyle ambargoların kalkması, İran ekonomisinin güçlenmesi, İran’ın desteklediği Direniş Ekseni’ni oluşturan gruplara (Hamas, Hizbullah, Husiler) daha fazla mali yardım anlamına geliyor. Reformcuların vasıtasıyla Batılılarla ilişkisini yeniden düzenleyen İran, İsrail’in işini zorlaştırabilir.

Rehin alınan hükümet

Bu suikast sonrasında İran’da cılız reform, değişim ve dönüşüm umutları bile İran-İsrail ilişkileri parantezine alındı. Artık İran’daki iç siyasal süreçler de İsrail ile ilişkilere bağlandığı için artık ondan bağımsız analiz edilemez. İsrail’in ele geçirdiği bu avantajı önümüzdeki dönemlerde de sürdürmesi muhtemel.

Söz konusu suikast, Pezeşkiyan’ın vaatlerini gerçekleştirme olanağı ve hareket kabiliyetini de zayıflattı.  Pezeşkiyan hükümetinin dış politikada ilk işinin İsrail ile doğrudan askerî müdahaleyi yönetmek olması, kuracağı hükûmetin Haniye suikastıyla rehin alındığı anlamına geliyor. Pezeşkiyan’ın hedeflediği nükleer anlaşma, AB ve komşularla iyi ilişkiler, doğrudan Ortadoğu gerginliğine bağlanmış oldu.

Pezeşkiyan’ın ekonomik vaatlerinin gerçekleşmesinin zorlaşması da bu sürecin diğer bir sonucu. İran’ın dış ilişkilerindeki krizlerin artmasının kırılgan İran ekonomisine ciddi zarar vereceği açık.  Muhtemel bir sıcak çatışmaya dönüşmüş İran-İsrail gerginliğinde; ekonomik kriz büyüyecek, devlet masrafları ciddi oranda artacak, benzin fiyatları yükselecek, İran’ın parası değer kaybedecek, borsa düşecek ve gelmesi muhtemel dış yatırım uzak duracak.

Güvenlik tehdidi

İran‘da tartışılan dış politika konularının içeriğine bakıldığında İsrail meselesi genellikle ABD ile gerginliğin alt bölümü olarak ele alınır. Haniye suikastıyla İsrail’in İran dış politikasındaki konumu da değişti.  Haniye suikastı sonrası artık ABD ile ilişkilerin bir alt başlığı olmaktan çıkarak bağımsız bir etken haline geldi. İşin en ilginç yanı; İsrail’in İran dış politika enerjisini tümüyle emebilecek bir ortam oluşturma hedefine ulaşması.

İsrail 1979’dan sonra ilk kez İran için etkin ve yıkıcı bir güvenlik tehdidine dönüştü. İsrail, Haniye suikastıyla İranlı yetkililerinin can güvenliğinden dış politikadaki tüm imkânlarına kadar geniş yelpazede ülkeye zarar verebilecek kapasitesini ispatladı. Bu durum, İran’ın göstermeye çalıştığı gibi basit bir süreç değil, üstelik İran’ın mücadele imkânı da düşük.

İsrail ne yapmak istiyor?

İsrail’in hem İran hem de onun desteklediği gruplarla eş zamanlı olarak çatışmasını, Tel Aviv’in İran’a yönelik muhtemel bir savaş hazırlığının ilk provaları olarak görmek gerekir.

Öncelikle İsrail kendi müttefiklerine İran’ın görüldüğü kadar güçlü olmadığını ve onun desteklediği örgütlerle savaşmanın düşünüldüğü gibi korkutucu bir kıyamet senaryosunu doğurmayacağını ispatlamak istiyor. Bu, doğrudan ABD’ye iletilen bir mesaj.

An itibariyle İran-İsrail ilişkileri çok farklı bir zemine kaymış durumda. İki ülke arasında bu çatışma sürecek. İsrail’in eylemlerini devam ettirme ihtimali var.  Bu da İran’ın 1979’dan sonra içine sürüklenmek istemediği bir alana itilmesi anlamına geliyor.

İntikam bataklığı tehlikesi

İran muhafazakârları, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, Irak’ta ABD eliyle öldürüldüğünde sert yanıt ve sert intikam gibi ifadeler kullanıyorlardı.  Şimdi bunlarla birlikte kan davası ifadesini de kullanmaya başladılar. Kan davası; misilleme, intikam ve rövanşı içinde barındırsa da örtük olarak sürekliliği ve öldürmeyi de ifade eder.

Muhafazakârlar kan davası retoriğini kullanıyor olsalar da İran yönetimi tehlikeli bir ikileme sürüklendiğinin farkında. Bir taraftan yaşadığı itibar kaybı nedeniyle doğrudan yanıt vermesi gerektiğinin bilincinde.  Diğer taraftan da yanıt verdiği taktirde uzun süreli bir çatışmaya kapı aralama ihtimaliyle de karşı karşıya.

İranlılar, İsrail’in gerginliği yükseltmek istediğini görüyorlar. Üstelik iki ülke ilişkilerinde oyun kuruculuk inisiyatifinin İsrail’in eline geçtiği açık. İran yönetimi, oyun alanı ve oyunun koşulları, çerçevesi ve yörüngesinin İsrail tarafından belirlendiği kaygan bir zemine çekilme korkusunu taşıyor. Neyle sonuçlanacağı meçhul bir süreci başlatacak ekonomik, siyasi, toplumsal ve sürdürülebilir politik/ideolojik motivasyona da sahip değil. Beklemediği, istemediği ve hazırlığı olmadığı bir kan davasına itilmenin çaresizliğini yaşıyor.

İran’ın vereceği yanıt sadece basit bir caydırıcılık konsepti içinde değerlendirilemez. Haniye suikastı iki ülke ilişkilerine yön veren caydırıcılık arayışına son verdi. Özellikle İsrail’in tavırları uzun süreli yıldırıcı bir çatışma stratejisi benimsediğini gösteriyor.

Haniye suikastının, İran’ın ‘‘güvenlik hattımı sınırlarımın dışında başlatırım’’ paradigmasını da sarstığını söylemek mümkün. Artık İran için vekil güçlerle mücadele yerine kendisinin de devreye girmesi gereken bir dönem başladı.

İran, Hizbullah’ı çatıştırarak Tahran’da rahat oturamaz artık. Kendisinin de Ortadoğu’daki çatışmaların doğrudan tarafı olması gerekir. Bu da İran için yeni bir dönemin başlangıcı demektir. İran İslam Cumhuriyeti ise bu yeni döneme hazır değil.

Vekil güçleriyle çatışma modeli etrafında şekillenen İran güvenlik mimarisi uzun süreli doğrudan bir çatışmayı kaldıracak bir bünyeye sahip değil. Üstelik yeni iktidara gelen Mesut Pezeşkiyan’ın siyasal söylemleri ve kadroları çatışmacı siyasete hiç uygun değil. Bu da İran yönetiminin kararını zorlaştıran farklı bir kurumsal uyumsuzluk. İran toplumunun İsmail Haniye için doğrudan bir çatışmayı meşru görmeyeceğini de hesaba kattığımızda yönetimin işi daha da zor.

İran yönetimi doğrudan bir yanıt verme zorunda. Başka seçeneği yok.  Bu kaçınılmazlık kıskacının İran’ı tehlikeli, amorf, kaygan ve öngörülmesi zor bir alana sürüklemesi muhtemel. İran’ın yanıtından sonra İsrail ve müttefiklerin karşılık verme ihtimali, sürecin kontrolü zor zincirleme çatışmalar riskini  içerdiğini gösteriyor. Bu da İran’ın öldürücü bataklığın içine doğru çekilme sürecinin başlangıcı olarak yorumlanabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Arif Keskin
Arif Keskin
Arif Keskin - Ortadoğu bölgesi özellikle de İran üzerine çalışmalar yürüten Arif Keskin, İran’daki Azerbaycan’ın Muğan ilçesinde doğdu. 1993 yılında Tebriz Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Biliminde sürdürdü. Keskin 1999'dan itibaren ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi), TÜRKSAM, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü ve ORSAM gibi çeşitli düşünce kuruluşlarında Ortadoğu uzmanı olarak görev yaptı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x