İran’ı küçük düşürmek teslimiyet getirmiyor

ABD ve İsrail’in ağır bombardımanı ile Donald Trump’ın “koşulsuz teslim” talebi, İran’da toplum genelinde tarihsel aşağılanmaları hatırlattı. Saldırılar, ulusal gururun yeniden canlanmasından başka bir sonuç doğurmuş gibi görünmüyor.

Orta Doğu’da korkulan oldu ve ABD, İran-İsrail savaşına müdahil oldu. ABD’nin ağır bombardıman uçakları İran’ın nükleer tesislerini vurdu, İran ise ABD’nin Körfez ülkelerindeki üslerine füze yağdırarak yanıt verdi. Şimdi ne olacak? ABD ve İsrail Tahran yönetimini ileri sürdükleri gibi yıkacaklar ya da en azından nükleer programdan tümüyle vazgeçirebilecek mi? Gazeteci Scott Peterson’ın Christian Science Monitor’de yayımlanan haber analizine göre saldırıların İran’da milliyetçi tepkiyi tetiklediğine ve direnişi pekiştirdiğine dikkat çekiliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“ABD Başkanı Donald Trump, İsrail’in saldırılarıyla sarsılan İran’dan nükleer müzakerelere dair Tahran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep eden bir mesaj yayınladı.
Beş tur dolaylı görüşmenin ardından Beyaz Saray, İran’ın nükleer programına sıkı sınırlamalar getirilmesini istedi. Ancak bu talep, İranlı yetkililer için fiilen teslimiyet anlamına geliyordu. İran toplumunun ruhunda hâlâ yankılanan tarihsel aşağılanmaların acı hatıralarını canlandıran bu talepler, ülkenin teslim olmayı mı yoksa direnmeyi mi tercih edeceği sorusunu yeniden gündeme getirdi.

İran direnmeyi tercih etti

Washington, 22 Haziran’da sabaha karşı yeni bir saldırıyla baskıyı artırdı. Amerikan B-2 bombardıman uçakları ve denizaltıları, İsrail’in operasyonuna katıldı. Trump, İran’daki üç ana nükleer tesisin ‘imha edildiğini’ açıkladı.

Trump, sosyal medya platformu Truth Social’da, “Rejim değişikliği? Eğer mevcut İran rejimi İran’ı yeniden büyük yapamıyorsa, neden olmasın? MIGA!![1]

Washington ve Tel Aviv’in stratejistleri, hava saldırılarının İran yönetimi üzerinde dayanılmaz bir baskı yaratacağını düşünüyor olabilir. Ancak bazı İranlı analistlere göre, son günlerde ülkede belirgin bir milliyetçi dalgalanma yaşanıyor. Bu duyguların yükselmesinde, Trump’ın küstah tavırları ve küçümseyici üslubu önemli bir rol oynuyor. Bu tavır, gururuna düşkün İran toplumunun taviz verme ihtimalini iyice azaltıyor.

Tahran Üniversitesi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Çalışmaları öğretim üyesi Dr. Hasan Ahmadyan şöyle diyor: “Bu durum, halkta ‘bayrak etrafında kenetlenme’ etkisi yaratıyor. İran halkı, ülkeye dışarıdan bir işgal ya da Trump’ın bahsettiği türde bir dayatma söz konusu olduğunda son derece rahatsız oluyor.”

Ahmadyan, özellikle siyasete ya da İran İslam Cumhuriyeti’ne fazla ilgi göstermeyen Y kuşağının bile ABD ve İsrail’in saldırılarına karşı net tutum aldığını belirtiyor. Örneğin genç sosyal medyada, “Yalvarıyorum, lütfen geri adım atmayın. Asla pes etmeyin,” diyor.

Ahmadyan şöyle devam ediyor: “Milenyum kuşağı giderek daha fazla milliyetçi bir tonda siyaset konuşuyor. Yönetim sistemini sevmiyor olabilirler, bu ülkede pek çok şeyi eleştiriyor olabilirler. Ama Trump, İran toplumunun ruhundaki çok hassas bir noktaya dokunmuş gibi görünüyor.”

Acılarla dolu bir tarih

İran’daki genel kanaate göre bu saldırılar, “ülkeye yönelik sebepsiz bir saldırı” niteliğinde. Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’ndan Prof. Vali Nasr bu durumu böyle yorumluyor.

Gerçekten de İran’ın, geçmişte siyasi baskılar ve yaptırımlar karşısında tavizler verdiği oldu. Örneğin Obama döneminde yapılan uzun müzakerelerin sonunda, 2015 yılında dünya güçleriyle imzalanan nükleer anlaşma, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması kapsamındaki uranyum zenginleştirme hakkını koruyarak karşılıklı saygıya dayalı bir çerçeve sundu.

Ancak Trump, 2018’de ABD’yi bu anlaşmadan çekerek bugünkü Amerikan-İsrail bombardıman harekâtına zemin hazırlayan gelişmeler zincirini başlatmış oldu.

Prof. Nasr, “İranlılar son derece milliyetçidir. Mevcut rejimi benimsemiyor olabilirler ama bu saldırının haksız olduğu ve İran’ı küçültmeyi, hak ettiği konuma gelmesini engellemeyi amaçladığı yönündeki inanç, İran milliyetçiliğini uzun yıllar kemirmeye devam edecek.”

“İran’ın Büyük Stratejisi: Siyasi Tarih” kitabının yazarı olan Nasr, hiçbir hükümetin koşulsuz teslimiyeti kabul ederek ayakta kalamayacağını vurguluyor: “İran halkı bir süre normale dönmekten memnun olabilir. Ama derinlerde kaynayan bir öfke birikiyor.”

İran’ın kolektif hafızasında yer etmiş tarih, özellikle de okullarda öğretilen Pers İmparatorluğu’nun çöküşü ve Batılı güçlerle imzalanan aşağılayıcı antlaşmalar, bu öfkenin zeminini oluşturuyor. Bu hafızada “teslimiyet”, 1979’daki İslam Devrimi’nden itibaren reddedilen bir kavram.

1980’de Saddam Hüseyin’in İran’ı işgaliyle başlayan İran-Irak Savaşı, siper savaşlarından balistik füze saldırılarına ve Irak’ın kimyasal silah kullanımına kadar uzanan, yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği bir felakete dönüştü. İran, bu savaşı “dayatılmış savaş” olarak adlandırdı ve sonunda Irak kuvvetlerini geri püskürttü. Ancak genç İslam Cumhuriyeti, savaşı Irak’ı da bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme hedefiyle sürdürdü.

O dönemde, Tahran’daki geniş mezarlığın çeşmesinden fışkıran su, şehitleri anmak için kırmızıya boyanmıştı. Fakat 1988’de Ayetullah Ruhullah Humeyni, ağır kayıpların ardından ateşkesi kabul ettiğinde, İran-Irak sınırı neredeyse hiç değişmemiş, Saddam Hüseyin iktidarda kalmıştı.

Ayetullah Humeyni, bir radyo konuşmasında ateşkesi duyururken şu sözleri kullandı:
“Şehit olanlar mutludur. Hâlâ hayattayım ve zehirli kadehi içtim, bu yüzden mutsuzum.”

Bu kararın ardından Humeyni kamuoyunun karşısına bir daha çıkmadı. Oğlu Ahmed, Ayetullah’ın karar sonrası “yumruklarıyla kendisini dövdüğünü ve ağladığını” aktarıyor.

Teslimiyet mi, direniş mi?

Dr. Hasan Ahmadyan, bugünkü durumun 1988’dekinden farklı olduğunu, ancak ulusal gururu koruma ve teslimiyeti reddetme arzusunun hâlâ çok güçlü bir motivasyon olduğunu söylüyor.

“1988’de toplum sekiz yıl süren ve sonuç getirmeyen bir savaşın ardından gerçek bir yorgunluk içindeydi,” diyor Ahmadyan. “Bugünkü çatışma ise henüz yeni başladı. Evet, hükümet baskı altında. Ama toplum, bir saldırıya karşılık verildiğini düşünüyor. Bu fark büyük.”

Dr. Ahmadyan, “Zehirli kadeh” metaforuna atıfla, “Şu anda bunu içmek isteyen kimse yok,” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu sadece İran için değil, tüm ülkeler için geçerli. Saldırıya uğradığınızda ardından müzakere etmeniz, geri adım atmanız, teslim olmanız isteniyor. Bu kabul edilemez.”

Buna rağmen bazı yorumcular, İsrail ve ABD’nin bombardımanlarının neden olduğu hasarın, üst düzey askeri yetkililere ve nükleer bilim insanlarına yönelik suikastların, İran’ın nükleer altyapısına verilen zararın, hükümeti teslimiyete zorlayabileceğini öne sürüyor.

İsmini açıklamayan reformist bir üniversite profesörü olan Araş şöyle diyor:
“Rejim şu anda teslim olmaktan başka seçeneği olmayan bir durumda. Bu, hayatta kalmasının tek yolu.”

Ancak bu görüş, İran’da yaygın bir kanaat değil. Bazıları için fiziksel hasarın büyüklüğü ikinci planda kalıyor.

Tahranlı bir muhasebeci şöyle diyor: “Önemli olan İran’ın nükleer bilgiye sahip olması. Bu bilgi sayesinde, ne olursa olsun teknolojisini yeniden inşa edebilir. Bu saldırılar İran’ı teslim olmaya zorlamayacak.”

Bu yazı ilk kez 25 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Scott Peterson’ın Christian Science Monitor’de yayınlanan “Why humiliating Iran is unlikely to bring surrender” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayınlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2025/0623/iran-nuclear-trump-surrender-bomb

[1] Trump’ın “Make Iran Great Again” (İran’ı Yeniden Büyük Yap) ifadesini ima ettiği tahmin ediliyor.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İran’ı küçük düşürmek teslimiyet getirmiyor

ABD ve İsrail’in ağır bombardımanı ile Donald Trump’ın “koşulsuz teslim” talebi, İran’da toplum genelinde tarihsel aşağılanmaları hatırlattı. Saldırılar, ulusal gururun yeniden canlanmasından başka bir sonuç doğurmuş gibi görünmüyor.

Orta Doğu’da korkulan oldu ve ABD, İran-İsrail savaşına müdahil oldu. ABD’nin ağır bombardıman uçakları İran’ın nükleer tesislerini vurdu, İran ise ABD’nin Körfez ülkelerindeki üslerine füze yağdırarak yanıt verdi. Şimdi ne olacak? ABD ve İsrail Tahran yönetimini ileri sürdükleri gibi yıkacaklar ya da en azından nükleer programdan tümüyle vazgeçirebilecek mi? Gazeteci Scott Peterson’ın Christian Science Monitor’de yayımlanan haber analizine göre saldırıların İran’da milliyetçi tepkiyi tetiklediğine ve direnişi pekiştirdiğine dikkat çekiliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“ABD Başkanı Donald Trump, İsrail’in saldırılarıyla sarsılan İran’dan nükleer müzakerelere dair Tahran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep eden bir mesaj yayınladı.
Beş tur dolaylı görüşmenin ardından Beyaz Saray, İran’ın nükleer programına sıkı sınırlamalar getirilmesini istedi. Ancak bu talep, İranlı yetkililer için fiilen teslimiyet anlamına geliyordu. İran toplumunun ruhunda hâlâ yankılanan tarihsel aşağılanmaların acı hatıralarını canlandıran bu talepler, ülkenin teslim olmayı mı yoksa direnmeyi mi tercih edeceği sorusunu yeniden gündeme getirdi.

İran direnmeyi tercih etti

Washington, 22 Haziran’da sabaha karşı yeni bir saldırıyla baskıyı artırdı. Amerikan B-2 bombardıman uçakları ve denizaltıları, İsrail’in operasyonuna katıldı. Trump, İran’daki üç ana nükleer tesisin ‘imha edildiğini’ açıkladı.

Trump, sosyal medya platformu Truth Social’da, “Rejim değişikliği? Eğer mevcut İran rejimi İran’ı yeniden büyük yapamıyorsa, neden olmasın? MIGA!![1]

Washington ve Tel Aviv’in stratejistleri, hava saldırılarının İran yönetimi üzerinde dayanılmaz bir baskı yaratacağını düşünüyor olabilir. Ancak bazı İranlı analistlere göre, son günlerde ülkede belirgin bir milliyetçi dalgalanma yaşanıyor. Bu duyguların yükselmesinde, Trump’ın küstah tavırları ve küçümseyici üslubu önemli bir rol oynuyor. Bu tavır, gururuna düşkün İran toplumunun taviz verme ihtimalini iyice azaltıyor.

Tahran Üniversitesi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Çalışmaları öğretim üyesi Dr. Hasan Ahmadyan şöyle diyor: “Bu durum, halkta ‘bayrak etrafında kenetlenme’ etkisi yaratıyor. İran halkı, ülkeye dışarıdan bir işgal ya da Trump’ın bahsettiği türde bir dayatma söz konusu olduğunda son derece rahatsız oluyor.”

Ahmadyan, özellikle siyasete ya da İran İslam Cumhuriyeti’ne fazla ilgi göstermeyen Y kuşağının bile ABD ve İsrail’in saldırılarına karşı net tutum aldığını belirtiyor. Örneğin genç sosyal medyada, “Yalvarıyorum, lütfen geri adım atmayın. Asla pes etmeyin,” diyor.

Ahmadyan şöyle devam ediyor: “Milenyum kuşağı giderek daha fazla milliyetçi bir tonda siyaset konuşuyor. Yönetim sistemini sevmiyor olabilirler, bu ülkede pek çok şeyi eleştiriyor olabilirler. Ama Trump, İran toplumunun ruhundaki çok hassas bir noktaya dokunmuş gibi görünüyor.”

Acılarla dolu bir tarih

İran’daki genel kanaate göre bu saldırılar, “ülkeye yönelik sebepsiz bir saldırı” niteliğinde. Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’ndan Prof. Vali Nasr bu durumu böyle yorumluyor.

Gerçekten de İran’ın, geçmişte siyasi baskılar ve yaptırımlar karşısında tavizler verdiği oldu. Örneğin Obama döneminde yapılan uzun müzakerelerin sonunda, 2015 yılında dünya güçleriyle imzalanan nükleer anlaşma, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması kapsamındaki uranyum zenginleştirme hakkını koruyarak karşılıklı saygıya dayalı bir çerçeve sundu.

Ancak Trump, 2018’de ABD’yi bu anlaşmadan çekerek bugünkü Amerikan-İsrail bombardıman harekâtına zemin hazırlayan gelişmeler zincirini başlatmış oldu.

Prof. Nasr, “İranlılar son derece milliyetçidir. Mevcut rejimi benimsemiyor olabilirler ama bu saldırının haksız olduğu ve İran’ı küçültmeyi, hak ettiği konuma gelmesini engellemeyi amaçladığı yönündeki inanç, İran milliyetçiliğini uzun yıllar kemirmeye devam edecek.”

“İran’ın Büyük Stratejisi: Siyasi Tarih” kitabının yazarı olan Nasr, hiçbir hükümetin koşulsuz teslimiyeti kabul ederek ayakta kalamayacağını vurguluyor: “İran halkı bir süre normale dönmekten memnun olabilir. Ama derinlerde kaynayan bir öfke birikiyor.”

İran’ın kolektif hafızasında yer etmiş tarih, özellikle de okullarda öğretilen Pers İmparatorluğu’nun çöküşü ve Batılı güçlerle imzalanan aşağılayıcı antlaşmalar, bu öfkenin zeminini oluşturuyor. Bu hafızada “teslimiyet”, 1979’daki İslam Devrimi’nden itibaren reddedilen bir kavram.

1980’de Saddam Hüseyin’in İran’ı işgaliyle başlayan İran-Irak Savaşı, siper savaşlarından balistik füze saldırılarına ve Irak’ın kimyasal silah kullanımına kadar uzanan, yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği bir felakete dönüştü. İran, bu savaşı “dayatılmış savaş” olarak adlandırdı ve sonunda Irak kuvvetlerini geri püskürttü. Ancak genç İslam Cumhuriyeti, savaşı Irak’ı da bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme hedefiyle sürdürdü.

O dönemde, Tahran’daki geniş mezarlığın çeşmesinden fışkıran su, şehitleri anmak için kırmızıya boyanmıştı. Fakat 1988’de Ayetullah Ruhullah Humeyni, ağır kayıpların ardından ateşkesi kabul ettiğinde, İran-Irak sınırı neredeyse hiç değişmemiş, Saddam Hüseyin iktidarda kalmıştı.

Ayetullah Humeyni, bir radyo konuşmasında ateşkesi duyururken şu sözleri kullandı:
“Şehit olanlar mutludur. Hâlâ hayattayım ve zehirli kadehi içtim, bu yüzden mutsuzum.”

Bu kararın ardından Humeyni kamuoyunun karşısına bir daha çıkmadı. Oğlu Ahmed, Ayetullah’ın karar sonrası “yumruklarıyla kendisini dövdüğünü ve ağladığını” aktarıyor.

Teslimiyet mi, direniş mi?

Dr. Hasan Ahmadyan, bugünkü durumun 1988’dekinden farklı olduğunu, ancak ulusal gururu koruma ve teslimiyeti reddetme arzusunun hâlâ çok güçlü bir motivasyon olduğunu söylüyor.

“1988’de toplum sekiz yıl süren ve sonuç getirmeyen bir savaşın ardından gerçek bir yorgunluk içindeydi,” diyor Ahmadyan. “Bugünkü çatışma ise henüz yeni başladı. Evet, hükümet baskı altında. Ama toplum, bir saldırıya karşılık verildiğini düşünüyor. Bu fark büyük.”

Dr. Ahmadyan, “Zehirli kadeh” metaforuna atıfla, “Şu anda bunu içmek isteyen kimse yok,” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu sadece İran için değil, tüm ülkeler için geçerli. Saldırıya uğradığınızda ardından müzakere etmeniz, geri adım atmanız, teslim olmanız isteniyor. Bu kabul edilemez.”

Buna rağmen bazı yorumcular, İsrail ve ABD’nin bombardımanlarının neden olduğu hasarın, üst düzey askeri yetkililere ve nükleer bilim insanlarına yönelik suikastların, İran’ın nükleer altyapısına verilen zararın, hükümeti teslimiyete zorlayabileceğini öne sürüyor.

İsmini açıklamayan reformist bir üniversite profesörü olan Araş şöyle diyor:
“Rejim şu anda teslim olmaktan başka seçeneği olmayan bir durumda. Bu, hayatta kalmasının tek yolu.”

Ancak bu görüş, İran’da yaygın bir kanaat değil. Bazıları için fiziksel hasarın büyüklüğü ikinci planda kalıyor.

Tahranlı bir muhasebeci şöyle diyor: “Önemli olan İran’ın nükleer bilgiye sahip olması. Bu bilgi sayesinde, ne olursa olsun teknolojisini yeniden inşa edebilir. Bu saldırılar İran’ı teslim olmaya zorlamayacak.”

Bu yazı ilk kez 25 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Scott Peterson’ın Christian Science Monitor’de yayınlanan “Why humiliating Iran is unlikely to bring surrender” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayınlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2025/0623/iran-nuclear-trump-surrender-bomb

[1] Trump’ın “Make Iran Great Again” (İran’ı Yeniden Büyük Yap) ifadesini ima ettiği tahmin ediliyor.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x