ABD Başkanı Donald Trump, şahin görüşleriyle bilinen ve İran rejimini yıkma hevesini hiç gizlememiş olan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’u geçen hafta kovdu. Ama bu, ABD ve İran arasındaki gerginliğin Trump istese bile kolayca yatışabileceği anlamına gelmiyor. Zira, Trump’ın İran üzerindeki baskı araçları sınırlı. Öte yandan İran da petrol ihracatı üzerindeki engellemeler kaldırılıncaya kadar, kontrollü gerginlik ve nükleer faaliyetlerini aşamalı olarak artırma politikasını sürdüreceğe benziyor.
İranlı muhaliflerin ABD müesses nizamı içinde en fazla sevdiği isimlerden biri olan Bolton, Trump’ın üçüncü ulusal güvenlik danışmanıydı. Ancak patronu Trump da, 2016 yılında başkanlık için seçim kampanyası devam ederken İran’ın nükleer faaliyetlerini denetim altına almaya çalışan uluslararası anlaşmadan çıkma vaadinde bulunmuştu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimi üyenin (ABD, Çin, Rusya, Fransa, İngiltere) yanı sıra Almanya’nın da olduğu ‘P5+1 ülkeleriyle ile İran arasında pazarlıkları dokuz yıl süren ve 2015’de imzalanan, İran’ın nükleer faaliyetlerine sınırlanma getirilmesi karşılığı, üstündeki ekonomik ambargoları kaldırmayı amaçlayan bu anlaşma, İsrail’in ağır tepkisine neden olmuştu.
Trump, seçim kampanyası sırasındaki vaadine uygun olarak kamuoyunda ‘İran ile nükleer anlaşma’ olarak anılan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA/KOEP) anlaşmasından Mayıs 2018’de tek taraflı olarak çekildi. Bu da İran – ABD ilişkilerini yeni bir gerginlik aşamasına girmesine neden oldu.
Trump, seçim kampanyası sırasındaki vaadine uygun olarak Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen anlaşmadan Mayıs 2018’de yani Bolton’u kendisine ulusal güvenlik danışmanı olarak atamasından yaklaşık bir ay sonra tek taraflı olarak çekildi. Bu da İran- ABD ilişkilerini yeni bir gerginlik aşamasına girmesine neden oldu.
Yaptırımların İran’a mali bedeli haftada bir milyar dolar
Aslında çok sayıda ülkenin imzaladığı anlaşma, temelde ABD ve İran arasında gerçekleştiği için ABD’nin anlaşmadan çekilmesinden sonra KOEP’nin kaderinin ne olacağı merak ediliyordu. Her ne kadar İran yönetimi ABD’ye karşı aceleci bir misillemede bulunmayıp anlaşmadan hemen çekilmediyse de aradan geçen bir yılı aşkın sürede anlaşma tamamen komaya girdi, denilebilir.
ABD, 2018’in mayıs ayında anlaşmadan çekildikten sonra kasım ayında Tahran yönetimine yönelik yeni yaptırımları devreye sokmuştu. Bu yaptırımlar arasında 2 Mayıs 2019 tarihinden itibaren hiçbir ülkenin İran’dan petrol ithal etmemesi de vardı. ABD, İran’dan petrol ihraç eden ülkelerin de ABD’nin yaptırımlarıyla karşı karşıya kalacağını söylemişti.
ABD yaptırımlarına söylem bazında karşı çıksalar bile, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere İran’ın önemli ticari ortakları bu yaptırımlara uydu. Böylece Mayıs 2019’dan itibaren İran’ın petrol ihracatı tarihin en düşük seviyesine geriledi. Yaptırımlar öncesi günlük 2,5 milyon varil olan petrol ihracatı 200 bin varilin altına düştü. Yaptırımların İran’a mali bedelinin haftalık bir milyar dolar civarında olduğu düşünülüyor.
ABD’nin tek taraflı KOEP anlaşmasından çıkmasına karşılık, İran’ın anlaşmada kalması, temelde KOEP’te imzası bulunan diğer ülkelerle ticaretini sürdürebileceği düşüncesine dayanıyordu. Ayrıca anlaşmadan çıkması durumunda BMGK kararları dâhil tüm nükleer yaptırımların kendiliğinden devreye girecek olması da İran’ın endişelerini artırıyordu. Bu maksatla aradan geçen bir yıl boyunca Avrupa ülkeleri ile alternatif bir ödeme sistemi üzerinde çalışmalar yürüttü. INSTEX adlı bu özel mekanizmaya rağmen İran istediği ekonomik rahatlamayı sağlayabilmiş değil. Bunda en önemli etken, Amerika’nın tepkisinden çekinen Avrupalı ülkelerin INSTEX’in petrol gelirlerini kapsamasına karşı çıkmaları ve petrol satışı olmaması durumunda söz konusu mekanizmayı çalıştıracak bir finansal kaynak bulunmamasıdır.
Mayıs 2019’dan itibaren İran’ın petrol ihracatını tarihin en düşük seviyesine geriledi. Yaptırımlar öncesi günlük 2,5 milyon varil olan petrol ihracatı 200 bin varilin altına düştü. Yaptırımların İran’a mali bedelinin haftalık bir milyar dolar civarında olduğu düşünülüyor.
Trump’ın gerçek hedefi ne?
ABD’nin KOEP’ten tek yanlı olarak çıkması, İranlı yetkililerin “ekonomik terörizm” olarak adlandırdıkları son derece ağır ekonomik yaptırımları devreye sokması, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “normalleşme şartları” olarak adlandırdığı 12 şartın1 İran’ın tüm güvenlik mekanizmalarını ve altyapılarını hedef alması, Washington’un İran’ın derin devletini teşkil eden Devrim Muhafızları Ordusu’nu yabancı terör örgütü ilan ederek Devrim Lideri Ali Hameney ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gibi karar alıcı ve müzakereci isimleri yaptırım listesine koyması, Trump’ın gerçek niyetleri konusunda İran’da ciddi kuşkular yarattı ve başta İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani olmak üzere çok sayıda İranlı yetkili ABD’nin asıl amacının İran’da bir rejim değişikliği olduğunu ileri sürdüler.
Bununla birlikte özellikle Trump’ın ön şartsız olarak görüşmeye hazır olduğunu açıklaması, yine muhtelif münasebetlerle İran’da bir rejim değişikliği peşinde olmadığını belirtmesi, Japonya ve Fransa gibi arabuluculara bu konuda güvenceler vermesi, İran’daki endişeleri önemli ölçüde azalttı.
Bu noktadan itibaren İran Dışişleri Bakanı Zarif gibi müzakere yanlısı isimler Trump’ın kendisinden ziyade “B Takımı” olarak adlandırdıkları Bolton, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ve Abu Dabi Emirliği’nin Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed gibi isimleri hedef almaya başladılar. Son olarak Hasan Ruhani “ülkemin faydasına olacaksa herhangi bir kişiyle görüşmekten kaçınmam” diyerek Trump ile görüşebileceğinin işaretini de verdi. Her ne kadar sonrasında ülke içinden gelen tepkiler nedeniyle geri adım atsa da hükümet kanadının ve ılımlı liderlerin Trump ile görüşmeye olumlu baktıkları biliniyor.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gibi müzakere yanlısı isimler Trump’ın kendisinden ziyade “B Takımı” olarak adlandırdıkları Bolton, Netanyahu ve Bin Selman ve Bin Zayed gibi isimleri hedef almaya başladılar.
Sıcak yaz
İran ve ABD arasındaki gerilim özellikle 2019 Mayıs ayından itibaren, aralarında Türkiye’nin de olduğu sekiz ülkeye altı aylığına tanınan İran’dan petrol alma muafiyetinin sonlandırılmasından itibaren hızla arttı.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Ruhani, İran’ın artık KOEP’i tam olarak uygulamayacağını belirterek iki aylık dönemlerle ek nükleer faaliyetlerini ve kaydedeceklerini ve ilerlemeleri duyuracaklarını söyledi. Ancak anlaşmadan ayrılmayan diğer ülkelerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Rusya) yükümlülüklerine uymaları durumunda İran’ın da bu adımları geri alacağını açıkladı.
Bununla birlikte gerilimi artıran temel neden, bu açıklamalardan ziyade sahadaki pratik adımlar oldu. İranlı liderlerin bir süredir dile getirdikleri “biz petrol satamazsak kimse satamaz” tehditlerini anımsatacak şekilde Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki (BAE) petrol tankerlerine yapılan sabotaj saldırıları bir anda gerilimi üst seviyeye taşıdı. Aynı günlerde Suudi Arabistan içindeki önemli petrol tesisleri de İran destekli Yemenli Husiler’in silahlı insansız hava araçlarına ve füze saldırılarına maruz kaldı. Ancak en önemli adım, İran’ın Suriye’ye giderken Cebel-i Tarık’ta İngiltere tarafından durdurulan tankerine misilleme olarak Basra Körfezi’nde bir İngiliz tankerine el koyması ve sınırlarını ihlal ettiği gerekçesiyle gelişmiş bir ABD casus insansız hava aracını (İHA) düşürmesi sonucu meydana geldi. İran’ın Suud ya da BAE gibi bölgesel aktörlerin yerine doğrudan iki ülkeyi hedef alması, gerginliği aşırı derecede yükseltiyse de Trump’ın misillemede bulunmama kararı geniş kapsamlı bir çatışmayı önlemiş oldu.
İran’ın gerilimi arttırma politikasının sonuçları
Özellikle casus İHA saldırısı İran’ın gerektiğinde askeri çatışmadan kaçınmadığını gösterdi ve iki pratik sonuca yol açtı. İlk olarak ABD’nin yanıt vermedeki isteksizliğini gören BAE, İran tavrında yumuşamaya gitti. İkinci olarak kendisini bir anda istemediği bir savaşın ortasında bulacağını fark eden Trump etrafındaki şahin isimleri daha az dinlemeye başladı ve son olarak İran karşıtı tavırlarıyla bilinen Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’u görevden aldı.
İran’ın gerektiğinde askeri çatışmadan kaçınmadığını göstermesi iki pratik sonuca yol açtı. İlk olarak ABD’nin yanıt vermedeki isteksizliğini gören BAE, İran tavrında yumuşama gitti. İkinci olarak kendisini bir anda istemediği bir savaşın ortasında bulacağını fark eden Trump etrafındaki şahin isimleri daha az dinlemeye başladı.
Bolton’un görevden alınmasının İran’ın açıkladığı nükleer araştırma geliştirme faaliyetlerinden birkaç gün sonra gerçekleşmesi, İran’ın gerilimi artırma politikasının şu an için işe yaradığını gösteriyor.
Zira birçok analiste göre, Trump 2020 Kasım seçimlerinden önce hiçbir şekilde sıcak çatışma istemiyor hatta mümkün olduğu takdirde önceki kampanyasında söz verdiği gibi bölgedeki askerlerini geri çekmeyi düşünüyor. Dolayısıyla Trump’ın bu adımlarıyla İran nükleer krizini bir süreliğine de olsa soğutmayı hedeflediği anlaşılıyor.
Gerilim azalır mı?
Bununla birlikte İran’ın iki kanatlı stratejisi yani kontrollü gerginlik tırmandırma ve nükleer faaliyetlerini aşamalı olarak genişletme adımları, önümüzdeki bir yıl içinde Trump istese bile gerginliğin kolayca yatışmayacağını gösteriyor.
İran bu adımlarından vazgeçmek için açıkça petrol satışı konusunda kendisine izin verilmesini istiyor. Zira her ne kadar yaptırımların başlangıcında üçüncü ülkelerin yaptırımlara uymayacağı düşünülse de Trump’ın aktif baskısından dolayı Çin ve Hindistan dâhil İran’ın önemli müşterileri İran pazarından çıkmak zorunda kaldı. Bu durum, “istediğimiz kadar petrol satarız, kimse bizi engelleyemez” diyen İranlı liderlerin planlarını bozdu. Karaborsa satış çabaları da son tanker olayında görüldüğü gibi oldukça düşük seviyelerde kaldı. Nitekim ABD müttefiki çeşitli ülkeler farklı gerekçelerle petrol dolu ve açık denizlerde müşteri arayan İran tankerlerini durdurarak aylarca hareket etme izni vermiyorlar. İran ekonomisinin bel kemiğini oluşturan petrol satışında yaşanan bu sıkıntılar otomotiv gibi kritik sektörleri daha şimdiden felç etmiş durumda.
İran’ın aracılarla günlük 700 bin varil satış izni verilmesi durumunda anlaşmaya dönebileceği ve ABD ile müzakerelere başlayacağını bildirmesi tam da bu durumdan kaynaklanıyor.
İran’ın iki kanatlı stratejisi yani kontrollü gerginlik tırmandırma ve nükleer faaliyetlerini aşamalı olarak genişletme adımları önümüzdeki bir yıl içinde Trump istese bile gerginliğin kolayca yatışmayacağını gösteriyor.
İnisiyatif İran’da
Trump’ın çok istediği bir ikili görüşme olmadan bu konuda esneklik göstermesi zayıf ihtimal olsa da tamamen imkânsız değil. Zira belirtildiği üzere seçimlere giderken bir kaza çatışmasından çekinen Trump’ın gerilimi düşürmek için başka bir çaresi görünmüyor.
Öte yandan İran söz konusu adımlarıyla Trump’ın sürekli olarak vurguladığı “acelem yok, İranlılar ne zaman isterse o zaman masaya otururuz” ifadesini de boşa düşürmüş durumdalar. Zira İran askeri gerginliği artırma ve ABD’yi provoke etme politikalarından vazgeçse bile iki ayda bir açıklayacağı nükleer adımlar KOEP’i tamamen anlamsız ve işlevsiz hale getirecektir.
Bunun anlamı, İran’ın önümüzdeki bir yıl içinde nükleer silahla arasındaki mesafenin son derece kısalması olacaktır. Zaten dış politika konusunda herhangi bir başarıya imza atamayan Trump bu durumu ABD seçmenine açıklamakta zorlanacak ve rakiplerinin yürüyen bir anlaşmadan çekilerek İran’ın nükleer faaliyetlerini denetimsiz olarak genişletmesine izin verdiği yönündeki suçlamalarıyla karşılaşacaktır.
Obama’nın bile İran ile süregelen nükleer müzakereler boyunca yaptığı “tüm seçenekler masada” açıklamaları düşünüldüğünde askeri opsiyonu gündem dışı tutan Trump’ın İran üzerindeki baskı araçları oldukça sınırlı olacaktır.
Twitter: @hakkiuygur1
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.