İsrail-Hamas Savaşı başlangıca mı, sona mı daha yakın?

7 Ekim 2023’ün üzerinden bir yıl geçti. Peki Gazzeliler, İsrailliler, Batı Şerialılar ve Amerikalılar bölgede yaşananlara nasıl bakıyor? Konunun farklı uzmanları savaşın gidişatını nasıl görüyorlar? Bir çıkış yolu var mı?

7 Ekim saldırısının ve ardından gelen savaşın birinci yıldönümünde konunun taraflarının bilanço dökümü sürüyor.

Foreign Policy dergisi için değerlendirmelerde bulunan Gazzeli, Batı Şerialı, İsralli ve Amerikalı uzmanlara bakılacak olursa İsrailliler ve Filistinliler arasında barış ihtimali her zamankinden daha zayıf görünüyor.

Değerlendirmelerden bazı bölümler aktarıyoruz:

İsrail’in Gazze’deki şiddeti sonraki savaşlara model oldu

Washington Arap Merkezi’ndeki Gazze kökenli kıdemli misafir araştırmacı Dana El Kurd, temel sorunun Gazze sorununu salt İran sorunu olarak görmek olduğunu belirtiyor:

“Gazze’deki savaş, İsrail ve Filistin topraklarında ve bölge genelinde artması ve yayılması muhtemel kitlesel şiddetin sadece başlangıcıdır.

İkinci İntifada (2000-2005), Oslo barış sürecinin çerçevesinin İsrail tahakkümünü ortadan kaldıramadığını kanıtlamıştı. Başta ABD olmak üzere uluslararası toplum bu gerçeğe müzakereleri destekleyerek değil, Filistinlilerin bölünmüşlüğü ve İsrail şiddetine dayalı statükoyu pekiştirerek karşılık verdi. Bu durum Filistin halkı için kabul edilemezdi. Görünürde siyasi bir çerçeve yokken ve işgal altındaki topraklarda öfke artarken yaşam koşulları kötüleşti.

7 Ekim’deki Hamas saldırısı ve ardından Gazze’nin yerle bir edilmesi birkaç nedenden ötürü sadece bir başlangıçtır. Birincisi, İsrail ordusunun Gazze’de uyguladığı şiddet, gelecekteki savaşlara bir model oldu. İsrail hükümeti söz konusu şiddeti bir etnik temizlik olarak açıkça ifade etti. Kabinenin bazı üyeleri, savaş başlamadan çok önce Filistinlileri teslim olmaya ya da tehcire zorlamaya yemin etmişti.

Dünya şimdiden Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde bu politikanın uygulandığını görüyor: İsrail güçleri Cenin’i yerle bir ediyor, Tubas’taki hastaneleri abluka altına alıyor ve bir dizi yerleşim biriminde sivil altyapıya saldırıyor. Yerinden edilmeler sadece Gazze’de değil, işgal altındaki toprakların tamamında başladı. Aynı zamanda İsrail güçleriyle çatışmak üzere, Hamas’la ilgisi olmayan yeni Filistinli silahlı gruplar kuruldu.

İkincisi, Filistin sorunu bölgesel dinamiklerle bağlantılıdır. Lübnan’daki son olaylar göz önüne alındığında bu açıkça görülür. Yine de Washington’daki bazı çevreler Orta Doğu’daki insanların Filistin’e belli belirsiz duygusal nedenlerle ya da sadece İran’ın entrikalarının bir sonucu olarak bağlı olduğuna inanmak istiyor. Bölgede devam eden huzursuzluk bu açıklamanın yetersiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Filistin sorunu gerçekten de İran destekli milis ağları tarafından silahlandırılmış durumda ve daha büyük bir bölgesel savaşa dönüşme olasılığı son derece gerçek. Ancak Filistin’in bölgesel huzursuzluk üzerindeki etkisini sadece İran yanlısı milislerin bakış açısıyla anlamak eksik bir değerlendirmedir. Çünkü Filistin sorunu, aynı zamanda bölgedeki baskıcı yönetim karşıtı muhalefeti anlamak açısından da büyük önem taşıyor.

Bugün Arap rejimleri her zamankinden daha şiddetli bir baskı uyguluyor ve Filistin yanlısı örgütlenmeleri engellemeye çalışıyor. Gazze’deki son savaş, Arap halklarının kendi rejimlerinden daha hesap verebilir bir dış politika talebini pekiştirdi.

Son olarak, ABD’li karar alıcılar geçtiğimiz yıl yaşanan çatışmalardan hiçbir ders çıkarmamış görünüyor. Beyaz Saray, en iyi ihtimalle despot çatışma yönetiminin yüceltilmiş bir şekli olmasına rağmen, Arap-İsrail normalleşmesini barışa giden yol olarak sunmaya devam ediyor. Gazze’deki ‘ertesi gün’ tartışmaları, Filistinlilerin hiçbir katkısı olmaksızın, sadece mevcut statükonun, yani bizi mevcut çıkmaza sürükleyen koşulların aynısının gözden geçirilmesini savunarak gerçeklikten uzak kalmaya devam ediyor.

Gazze yıkıldı, Filistinliler kitleler halinde yerlerinden edildi ve Gazze toplumu üzerindeki etkisinin iyileşmesi yıllar alacak. Ancak Filistin Gazze’den daha büyüktür. Mevcut yoldan sapılmadığı sürece trajedi devam edecektir.”

“İsrail’in düşmanları mesajı ne zaman alacak?”

İsrailli gazeteci ve yorumcu Amit Segal ise yaşananlara Netanyahu yönetiminin şahin bakış açısıyla yaklaşıyor:

“Geçen yıl 7 Ekim’de Batılıların kategorik olarak anlamayı reddettiği farklı türde bir çatışma başladı. Bu, taraflardan birinin komşusuna daha fazla zarar vermek için kendi durumunu dramatik bir şekilde kötüleştirmeye istekli olduğu bir savaştı.

Savaşın arifesinde İsrail’de hiç kimse Gazze’ye doğru genişlemeyi ya da bölgeyi fethetmeyi aklından bile geçirmiyordu. Ancak binlerce öfkeli Hamas teröristi Yahudilerin Simchat Torah bayramı sabahı İsrail’i işgal etti ve cinayetlere, katliamlara ve tecavüzlere başladı. Benzer şekilde, Hizbullah hemen ertesi gün barışçıl sınır yerleşimcilerine bomba yağdırmaya başlayana kadar İsraillilerin Lübnan’a karşı düşmanca bir niyeti yoktu.

İsrail’in 7 Ekim saldırısını öngörememesi ve engelleyememesi sadece istihbarat ya da operasyonel eksikliklerden kaynaklanmıyordu. Öncelikle İsrail’in düşmanı yanlış okumasından kaynaklanıyordu. Yıllardır İsrail’de hakim olan algı, Hamas gibi bir örgüt iktidarı ele geçirdiğinde kanalizasyon ve eğitim gibi sivil sorunlara eğilmesi gerektiği ve bunun da kaçınılmaz olarak örgütün daha ılımlı hale gelmesine yol açacağı yönündeydi.

Üç H (Hamas, Hizbullah ve Husiler) aslında bunun tam tersinin gerçekleştiğine dair kesin kanıtlar sunuyor. Bu gruplar genel refaha katkıda bulunmak yerine kendi toplumlarını militarize etmeye ve komşularına karşı nefreti körüklemeye odaklandılar. Sonuç kamuoyu yoklamalarına da yansıyordu: Filistinliler arasında Hamas’a ve onun zulmüne, Lübnan’ın Şii nüfusu arasında ise İsraillilerin öldürülmesine büyük destek veriliyordu.

1948’den 1982’ye kadar Arap devletleri (Sovyetler Birliği’ne bağlı laik diktatörlükler) konvansiyonel askeri işgaller yoluyla İsrail’i ortadan kaldırmaya çalıştılar. Birbiri ardına Mısır, Ürdün ve Suriye, İsrail’i yenemeyeceklerini anlayarak bu çatışma döngüsünden yavaş yavaş çekildiler. O zamandan beri, İran’ın köktendinci teokratik rejiminin vekilleri intihar bombalamaları, roket saldırıları ve istilalar yoluyla İsrail’i yok etmeye çalıştı. İsrail geç de olsa bunun sadece zarar vermeyi amaçlayan terörist bir faaliyet değil, varlığını tehdit eden kapsamlı bir strateji olduğunun farkına vardı.

Bu savaş, ancak İsrail’in komşuları, sivil merkezlere füze saldırıları ve kitlesel katliamı hedefleyen işgaller yoluyla onu yok etmeye çalışmanın beyhudeliğini içselleştirdiğinde sona erecektir. Bu da zaman alacaktır. Ne yazık ki Gazze’de ve Beyrut’ta yükselen dumanlar bu sürecin gerekli bir parçasıdır.”

“Hiçbir güç bir siyasi sorunu çözemez”

ABD’de her ikisi de ordu kökenli olan savunma uzmanları M.L. deRaismes Combes ile John Nagl, Gazze’de soykırıma varan şiddet kullanan İsrail’in güvenlik istikrarının nesiller boyunca yitirmiş olabileceğini belirtiyor:

“Hamas’ın İsrail’in güneyine yönelik korkunç saldırısından neredeyse bir yıl sonra Gazze’deki savaş hız kesmiş gibi görünüyor. Nitekim İsrailli yetkililer son zamanlarda dikkatlerini devam eden Hizbullah tehdidine çevirdi. İlk bakışta savaşın yavaşlaması mantıklı geliyor: Gazze Şeridi tam bir harabe halinde, 1,9 milyon Filistinli yerinden edilmiş durumda ve sahadaki koşullar son derece vahim. İsrail ordusu Mısır sınırına ulaştı ve Refah’ta yok edilecek fazla bir şey kalmamış gibi görünüyor.

Ancak çatışmaya başka bir açıdan bakıldığında, Hamas’a karşı savaş henüz emekleme aşamasında olduğu görülüyor. İsrail’in başarısına ilişkin özel değerlendirmeler kesinlikle daha karamsar. Gazze’nin kasaba ve şehirlerinin altında son birkaç on yılda büyük bir titizlikle inşa edilen tünel sistemi, İsrail istihbaratının tahmin ettiğinden çok daha karmaşık.

Hamas üyeleri, özellikle de Kassam Tugayları, uzun bir savaş için plan yaptıkları gibi sivillerin arasında saklanmaktan da çekinmiyorlar. Daha büyük bir Arap-İsrail savaşını tetikleme çabaları şimdiye kadar gerçekleşmemiş olsa da Binyamin Netanyahu’nun geçen yıl açıkladığı gibi örgütü tamamen ortadan kaldırmayı ummak hayalcilik olur.

Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı şey, El Kaide’nin 11 Eylül’de yaptığına benzer şekilde, İsraillilerin saldırıdan önceki güvenlik duygusunu tamamen yok etmekti. Öyle oldu. İsrail topyekûn saldırı başlattı. Ancak ABD’nin 20 yıl boyunca Irak ve Afganistan’daki isyanlarla mücadele ettikten sonra zor yoldan öğrendiği gibi, hiçbir güç nihayetinde siyasi bir sorunu çözmeyecektir. Gazze’yi yerle bir etmek ve 40 binden fazla Filistinliyi öldürmek iki taraf arasında altta yatan düşmanlığı daha da şiddetlendirmekten başka bir işe yaramadı.

Hamas kısa vadede yıpranabilir. Sayıları ve belki de yetenekleri artık İsrail için yakın bir tehdit oluşturmayacak bir düzeye ulaşabilir. Ancak İsrail’in böyle bir zaferi elde etme şekli, gerçekte Hamas’ın ya da İslami Cihad’ın ya da umutsuzluk ve öfkenin eşiğine itildiğini hisseden başka bir grubun yeni neslini yarattı bile.

Ayrıca Hamas lideri Yahya Sinvar ve silah arkadaşları Filistinlilerin çektiği acıları umursuyor gibi görünmüyorlar: Neticede Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesini engelleme hedeflerine ulaştılar. İsrail ezici bir güç kullanmaya devam ettikçe ve kaybedecek bir şeyleri kalmadığını düşünen Filistinliler var oldukça, savaş şu ya da bu şekilde devam edecektir.

Son olarak, Ekim saldırısı sadece İsrail’i hazırlıksız yakalamadı, Hamas’ın müttefiklerini de gafil avladı. İran bu savaşı, her ne kadar bu destek gerçek bir destekten ziyade sözde olsa da, Şii Hilali’ni ortak bir amaç etrafında birleştirmek için kullandı. Gazze’ye yönelik amansız saldırısı, İsrail’i komşularından daha da tecrit ederken İran’a, bölgedeki vekilleri aracılığıyla belli bir özgürlük ve meşruiyet alanı bıraktı.

Her ne kadar İran topyekûn bir savaş istemiyor gibi görünse de İsrail’in Gazze halkına yönelik sert tutumu İran’ın mazlumların sesi olarak devrimci söylemini besliyor. Gazze’deki toz duman yatıştığında İran eskisinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir ve en başta saldırıya yol açan aynı müsamahakâr dinamikleri yayabilir.”

“Netanyahu’nun inadı Gazze’de sonsuz savaşa yol açacak”

Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik İnisiyatifi’nde kıdemli araştırmacı Ahmed Fouad Alkhatib, savaşın uzamasının olası korkunç sonuçlarına dikkat çekiyor:

“Ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması konusunda ilerleme sağlanamaması, İsrail bombardımanının Gazze’de devam etmesine, neredeyse her gün düzinelerce can almasına ve sivil halkın acılarının sürmesine neden oluyor. Acımasız bir İsrail savaş makinesi ile acımasız bir militan örgüt arasında sıkışan Gazze’deki Filistinliler perişan.

Büyük ölçüde zayıflamış ve idari yönetim kabiliyetlerinin çoğunu kaybetmiş olmasına rağmen Hamas yine de Gazze’nin farklı bölgelerini yönetmeye devam ediyor. Üstelik halkı kontrol altında tutmak için bazı güvenlik işlevlerini yerine getirerek ve İsrail kara birliklerine karşı küçük taciz saldırıları düzenleyerek bölgenin büyük bir kısmı üzerinde hakimiyet kurabiliyor.

Bu durum karşısında İsrail, odağını ve kaynaklarını güney cephesinden Lübnan’la olan kuzey sınırına kaydırıyor. Geçtiğimiz hafta Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürerek ve ülkenin güneyi ile başkent Beyrut’u bombalayarak Hizbullah’la çatışmayı ciddi bir şekilde tırmandırdı. Bu da kara birliklerinin ve askerî varlıkların Gazze’den çıkarılmasını, aktif bir cephe için yeterli gücün muhafaza edilmesini ve genel muharebe operasyonlarının ve görevlerinin temposunun düşürülmesini gerektirdi.

İsrail ordusu Gazze’nin farklı bölgelerindeki Hamas hedeflerini vurmaya, tünellerini imha etmeye ve Hamas lideri Yahya Sinvar’ın yanı sıra kalan rehinelerin ve onları kaçıranların yerlerini tespit edebilecek istihbarat arayışına devam ediyor. Yine de İsrail’in şu anda Hizbullah ve İran destekli diğer gruplara odaklandığı oldukça açık. Yakın zamanda İran tarafından İsrail’e fırlatılan balistik füzeler, İsrail’in dikkatini Gazze’den daha da uzaklaştıracak, Filistinlilerin sefaletini ve acılarını uzatacak bir savaşın açılış salvosu olabilir.

Joe Biden’ın başkanlığının geri kalanında İsrail-Hamas savaşının sona ermesi pek mümkün görünmediğinden, işler düşük yoğunluklu sürekli bir savaşa doğru gidiyor gibi görünüyor. Böyle bir senaryoda, savaşın ilk aylarının karakteristik özelliği olan yüksek yoğunluklu tempo yerine, istikrarlı bir saldırı, gerilla savaşı ve suikastlar sıradan hale gelecektir.

Bu tür bir yıpratma İsrail’in hedeflerine hizmet ederken Hamas’ın varlığını ve etkinliğini sürdürecek kadar tutunmasına olanak tanıyacaktır. Askerî uzmanlar İsrail’in kesin bir zafer elde etmesinin zor olduğu konusunda hemfikir. Bu nedenle, dünya bir ateşkes için bastırmazsa Gazze halkı öngörülebilir bir gelecekte barış ya da güvenlik nedir bilmeyecek.”

“Batı Şerialı Filistinlilerin başına henüz en kötüsü gelmedi”

Haaretz’in Batı Şeria muhabiri Hagar Shezaf, bambaşka bir açıdan bakıyor:

“Savaşın üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen çok az İsrailli ya da Filistinli savaşın yakın zamanda biteceğine inanıyor. İsrail’in Gazze’deki önceki operasyonları en fazla birkaç hafta sürmüştü, ancak bu savaş sonu olmayan bir savaş gibi görünüyor. İsrail hükümetinin “ertesi günü” tartışmaktaki isteksizliği, “tam zafer” hakkındaki boş sloganları ve Lübnan’daki tırmanış, İsrailliler için anormal olanı, yani belirsizlik, keder ve yerinden edilmeyi normalleştirdi. Gazze’deki etki elbette diğer savaş bölgelerinden çok daha kötü. Batı Şeria’da Filistinliler Gazze’deki yıkımı görüyor ve bunun kendi gelecekleri olup olmadığını merak ediyorlar. İsrail, 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’ya düzenli olarak uçaklarla saldırıyor ki bu önceki yirmi yılda çok nadiren yaptığı bir şeydi.

Batı Şeria Gazzeleşme sürecine girerken Gazze de Batı Şeria gibi kalıcı olarak işgal edilme ihtimaliyle karşı karşıya. İsrailliler için Gazze’de askerî varlığın sürdürülmesi fikri savaşın başlamasından bu yana giderek daha yaygın hale geldi. İsraillilerin Gazze’ye yerleşmesi, yani Batı Şeria’dakine benzer Yahudi yerleşimleri kurması fikri de giderek güç kazanıyor. İsrail ordusu binlerce yerleşimciyi silahlandırarak Batı Şeria’da Filistinlilerin hareketlerini kısıtlamaya ve yasadışı karakolların kurulmasını hızlandırmaya kararlı fiili milisler yarattı.

Tüm savaşlar eninde sonunda sona erer. Ancak mevcut siyasi yapıda İsrail’in en güçlü aktörleri bu savaşı sonsuza dek uzatmaktan yana. Batı Şeria’daki Filistinliler için en kötüsü henüz gelmemiş olabilir.”

Bu yazı ilk kez 10 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Foreign Policy dergisinin çeşitli analistlerin görüşlerini derlediği “Is the Israel-Hamas War Closer to Its Beginning or Its End?” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://foreignpolicy.com/2024/10/03/israel-gaza-hamas-war-netanyahu-biden/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İsrail-Hamas Savaşı başlangıca mı, sona mı daha yakın?

7 Ekim 2023’ün üzerinden bir yıl geçti. Peki Gazzeliler, İsrailliler, Batı Şerialılar ve Amerikalılar bölgede yaşananlara nasıl bakıyor? Konunun farklı uzmanları savaşın gidişatını nasıl görüyorlar? Bir çıkış yolu var mı?

7 Ekim saldırısının ve ardından gelen savaşın birinci yıldönümünde konunun taraflarının bilanço dökümü sürüyor.

Foreign Policy dergisi için değerlendirmelerde bulunan Gazzeli, Batı Şerialı, İsralli ve Amerikalı uzmanlara bakılacak olursa İsrailliler ve Filistinliler arasında barış ihtimali her zamankinden daha zayıf görünüyor.

Değerlendirmelerden bazı bölümler aktarıyoruz:

İsrail’in Gazze’deki şiddeti sonraki savaşlara model oldu

Washington Arap Merkezi’ndeki Gazze kökenli kıdemli misafir araştırmacı Dana El Kurd, temel sorunun Gazze sorununu salt İran sorunu olarak görmek olduğunu belirtiyor:

“Gazze’deki savaş, İsrail ve Filistin topraklarında ve bölge genelinde artması ve yayılması muhtemel kitlesel şiddetin sadece başlangıcıdır.

İkinci İntifada (2000-2005), Oslo barış sürecinin çerçevesinin İsrail tahakkümünü ortadan kaldıramadığını kanıtlamıştı. Başta ABD olmak üzere uluslararası toplum bu gerçeğe müzakereleri destekleyerek değil, Filistinlilerin bölünmüşlüğü ve İsrail şiddetine dayalı statükoyu pekiştirerek karşılık verdi. Bu durum Filistin halkı için kabul edilemezdi. Görünürde siyasi bir çerçeve yokken ve işgal altındaki topraklarda öfke artarken yaşam koşulları kötüleşti.

7 Ekim’deki Hamas saldırısı ve ardından Gazze’nin yerle bir edilmesi birkaç nedenden ötürü sadece bir başlangıçtır. Birincisi, İsrail ordusunun Gazze’de uyguladığı şiddet, gelecekteki savaşlara bir model oldu. İsrail hükümeti söz konusu şiddeti bir etnik temizlik olarak açıkça ifade etti. Kabinenin bazı üyeleri, savaş başlamadan çok önce Filistinlileri teslim olmaya ya da tehcire zorlamaya yemin etmişti.

Dünya şimdiden Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde bu politikanın uygulandığını görüyor: İsrail güçleri Cenin’i yerle bir ediyor, Tubas’taki hastaneleri abluka altına alıyor ve bir dizi yerleşim biriminde sivil altyapıya saldırıyor. Yerinden edilmeler sadece Gazze’de değil, işgal altındaki toprakların tamamında başladı. Aynı zamanda İsrail güçleriyle çatışmak üzere, Hamas’la ilgisi olmayan yeni Filistinli silahlı gruplar kuruldu.

İkincisi, Filistin sorunu bölgesel dinamiklerle bağlantılıdır. Lübnan’daki son olaylar göz önüne alındığında bu açıkça görülür. Yine de Washington’daki bazı çevreler Orta Doğu’daki insanların Filistin’e belli belirsiz duygusal nedenlerle ya da sadece İran’ın entrikalarının bir sonucu olarak bağlı olduğuna inanmak istiyor. Bölgede devam eden huzursuzluk bu açıklamanın yetersiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Filistin sorunu gerçekten de İran destekli milis ağları tarafından silahlandırılmış durumda ve daha büyük bir bölgesel savaşa dönüşme olasılığı son derece gerçek. Ancak Filistin’in bölgesel huzursuzluk üzerindeki etkisini sadece İran yanlısı milislerin bakış açısıyla anlamak eksik bir değerlendirmedir. Çünkü Filistin sorunu, aynı zamanda bölgedeki baskıcı yönetim karşıtı muhalefeti anlamak açısından da büyük önem taşıyor.

Bugün Arap rejimleri her zamankinden daha şiddetli bir baskı uyguluyor ve Filistin yanlısı örgütlenmeleri engellemeye çalışıyor. Gazze’deki son savaş, Arap halklarının kendi rejimlerinden daha hesap verebilir bir dış politika talebini pekiştirdi.

Son olarak, ABD’li karar alıcılar geçtiğimiz yıl yaşanan çatışmalardan hiçbir ders çıkarmamış görünüyor. Beyaz Saray, en iyi ihtimalle despot çatışma yönetiminin yüceltilmiş bir şekli olmasına rağmen, Arap-İsrail normalleşmesini barışa giden yol olarak sunmaya devam ediyor. Gazze’deki ‘ertesi gün’ tartışmaları, Filistinlilerin hiçbir katkısı olmaksızın, sadece mevcut statükonun, yani bizi mevcut çıkmaza sürükleyen koşulların aynısının gözden geçirilmesini savunarak gerçeklikten uzak kalmaya devam ediyor.

Gazze yıkıldı, Filistinliler kitleler halinde yerlerinden edildi ve Gazze toplumu üzerindeki etkisinin iyileşmesi yıllar alacak. Ancak Filistin Gazze’den daha büyüktür. Mevcut yoldan sapılmadığı sürece trajedi devam edecektir.”

“İsrail’in düşmanları mesajı ne zaman alacak?”

İsrailli gazeteci ve yorumcu Amit Segal ise yaşananlara Netanyahu yönetiminin şahin bakış açısıyla yaklaşıyor:

“Geçen yıl 7 Ekim’de Batılıların kategorik olarak anlamayı reddettiği farklı türde bir çatışma başladı. Bu, taraflardan birinin komşusuna daha fazla zarar vermek için kendi durumunu dramatik bir şekilde kötüleştirmeye istekli olduğu bir savaştı.

Savaşın arifesinde İsrail’de hiç kimse Gazze’ye doğru genişlemeyi ya da bölgeyi fethetmeyi aklından bile geçirmiyordu. Ancak binlerce öfkeli Hamas teröristi Yahudilerin Simchat Torah bayramı sabahı İsrail’i işgal etti ve cinayetlere, katliamlara ve tecavüzlere başladı. Benzer şekilde, Hizbullah hemen ertesi gün barışçıl sınır yerleşimcilerine bomba yağdırmaya başlayana kadar İsraillilerin Lübnan’a karşı düşmanca bir niyeti yoktu.

İsrail’in 7 Ekim saldırısını öngörememesi ve engelleyememesi sadece istihbarat ya da operasyonel eksikliklerden kaynaklanmıyordu. Öncelikle İsrail’in düşmanı yanlış okumasından kaynaklanıyordu. Yıllardır İsrail’de hakim olan algı, Hamas gibi bir örgüt iktidarı ele geçirdiğinde kanalizasyon ve eğitim gibi sivil sorunlara eğilmesi gerektiği ve bunun da kaçınılmaz olarak örgütün daha ılımlı hale gelmesine yol açacağı yönündeydi.

Üç H (Hamas, Hizbullah ve Husiler) aslında bunun tam tersinin gerçekleştiğine dair kesin kanıtlar sunuyor. Bu gruplar genel refaha katkıda bulunmak yerine kendi toplumlarını militarize etmeye ve komşularına karşı nefreti körüklemeye odaklandılar. Sonuç kamuoyu yoklamalarına da yansıyordu: Filistinliler arasında Hamas’a ve onun zulmüne, Lübnan’ın Şii nüfusu arasında ise İsraillilerin öldürülmesine büyük destek veriliyordu.

1948’den 1982’ye kadar Arap devletleri (Sovyetler Birliği’ne bağlı laik diktatörlükler) konvansiyonel askeri işgaller yoluyla İsrail’i ortadan kaldırmaya çalıştılar. Birbiri ardına Mısır, Ürdün ve Suriye, İsrail’i yenemeyeceklerini anlayarak bu çatışma döngüsünden yavaş yavaş çekildiler. O zamandan beri, İran’ın köktendinci teokratik rejiminin vekilleri intihar bombalamaları, roket saldırıları ve istilalar yoluyla İsrail’i yok etmeye çalıştı. İsrail geç de olsa bunun sadece zarar vermeyi amaçlayan terörist bir faaliyet değil, varlığını tehdit eden kapsamlı bir strateji olduğunun farkına vardı.

Bu savaş, ancak İsrail’in komşuları, sivil merkezlere füze saldırıları ve kitlesel katliamı hedefleyen işgaller yoluyla onu yok etmeye çalışmanın beyhudeliğini içselleştirdiğinde sona erecektir. Bu da zaman alacaktır. Ne yazık ki Gazze’de ve Beyrut’ta yükselen dumanlar bu sürecin gerekli bir parçasıdır.”

“Hiçbir güç bir siyasi sorunu çözemez”

ABD’de her ikisi de ordu kökenli olan savunma uzmanları M.L. deRaismes Combes ile John Nagl, Gazze’de soykırıma varan şiddet kullanan İsrail’in güvenlik istikrarının nesiller boyunca yitirmiş olabileceğini belirtiyor:

“Hamas’ın İsrail’in güneyine yönelik korkunç saldırısından neredeyse bir yıl sonra Gazze’deki savaş hız kesmiş gibi görünüyor. Nitekim İsrailli yetkililer son zamanlarda dikkatlerini devam eden Hizbullah tehdidine çevirdi. İlk bakışta savaşın yavaşlaması mantıklı geliyor: Gazze Şeridi tam bir harabe halinde, 1,9 milyon Filistinli yerinden edilmiş durumda ve sahadaki koşullar son derece vahim. İsrail ordusu Mısır sınırına ulaştı ve Refah’ta yok edilecek fazla bir şey kalmamış gibi görünüyor.

Ancak çatışmaya başka bir açıdan bakıldığında, Hamas’a karşı savaş henüz emekleme aşamasında olduğu görülüyor. İsrail’in başarısına ilişkin özel değerlendirmeler kesinlikle daha karamsar. Gazze’nin kasaba ve şehirlerinin altında son birkaç on yılda büyük bir titizlikle inşa edilen tünel sistemi, İsrail istihbaratının tahmin ettiğinden çok daha karmaşık.

Hamas üyeleri, özellikle de Kassam Tugayları, uzun bir savaş için plan yaptıkları gibi sivillerin arasında saklanmaktan da çekinmiyorlar. Daha büyük bir Arap-İsrail savaşını tetikleme çabaları şimdiye kadar gerçekleşmemiş olsa da Binyamin Netanyahu’nun geçen yıl açıkladığı gibi örgütü tamamen ortadan kaldırmayı ummak hayalcilik olur.

Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı şey, El Kaide’nin 11 Eylül’de yaptığına benzer şekilde, İsraillilerin saldırıdan önceki güvenlik duygusunu tamamen yok etmekti. Öyle oldu. İsrail topyekûn saldırı başlattı. Ancak ABD’nin 20 yıl boyunca Irak ve Afganistan’daki isyanlarla mücadele ettikten sonra zor yoldan öğrendiği gibi, hiçbir güç nihayetinde siyasi bir sorunu çözmeyecektir. Gazze’yi yerle bir etmek ve 40 binden fazla Filistinliyi öldürmek iki taraf arasında altta yatan düşmanlığı daha da şiddetlendirmekten başka bir işe yaramadı.

Hamas kısa vadede yıpranabilir. Sayıları ve belki de yetenekleri artık İsrail için yakın bir tehdit oluşturmayacak bir düzeye ulaşabilir. Ancak İsrail’in böyle bir zaferi elde etme şekli, gerçekte Hamas’ın ya da İslami Cihad’ın ya da umutsuzluk ve öfkenin eşiğine itildiğini hisseden başka bir grubun yeni neslini yarattı bile.

Ayrıca Hamas lideri Yahya Sinvar ve silah arkadaşları Filistinlilerin çektiği acıları umursuyor gibi görünmüyorlar: Neticede Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesini engelleme hedeflerine ulaştılar. İsrail ezici bir güç kullanmaya devam ettikçe ve kaybedecek bir şeyleri kalmadığını düşünen Filistinliler var oldukça, savaş şu ya da bu şekilde devam edecektir.

Son olarak, Ekim saldırısı sadece İsrail’i hazırlıksız yakalamadı, Hamas’ın müttefiklerini de gafil avladı. İran bu savaşı, her ne kadar bu destek gerçek bir destekten ziyade sözde olsa da, Şii Hilali’ni ortak bir amaç etrafında birleştirmek için kullandı. Gazze’ye yönelik amansız saldırısı, İsrail’i komşularından daha da tecrit ederken İran’a, bölgedeki vekilleri aracılığıyla belli bir özgürlük ve meşruiyet alanı bıraktı.

Her ne kadar İran topyekûn bir savaş istemiyor gibi görünse de İsrail’in Gazze halkına yönelik sert tutumu İran’ın mazlumların sesi olarak devrimci söylemini besliyor. Gazze’deki toz duman yatıştığında İran eskisinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir ve en başta saldırıya yol açan aynı müsamahakâr dinamikleri yayabilir.”

“Netanyahu’nun inadı Gazze’de sonsuz savaşa yol açacak”

Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik İnisiyatifi’nde kıdemli araştırmacı Ahmed Fouad Alkhatib, savaşın uzamasının olası korkunç sonuçlarına dikkat çekiyor:

“Ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması konusunda ilerleme sağlanamaması, İsrail bombardımanının Gazze’de devam etmesine, neredeyse her gün düzinelerce can almasına ve sivil halkın acılarının sürmesine neden oluyor. Acımasız bir İsrail savaş makinesi ile acımasız bir militan örgüt arasında sıkışan Gazze’deki Filistinliler perişan.

Büyük ölçüde zayıflamış ve idari yönetim kabiliyetlerinin çoğunu kaybetmiş olmasına rağmen Hamas yine de Gazze’nin farklı bölgelerini yönetmeye devam ediyor. Üstelik halkı kontrol altında tutmak için bazı güvenlik işlevlerini yerine getirerek ve İsrail kara birliklerine karşı küçük taciz saldırıları düzenleyerek bölgenin büyük bir kısmı üzerinde hakimiyet kurabiliyor.

Bu durum karşısında İsrail, odağını ve kaynaklarını güney cephesinden Lübnan’la olan kuzey sınırına kaydırıyor. Geçtiğimiz hafta Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürerek ve ülkenin güneyi ile başkent Beyrut’u bombalayarak Hizbullah’la çatışmayı ciddi bir şekilde tırmandırdı. Bu da kara birliklerinin ve askerî varlıkların Gazze’den çıkarılmasını, aktif bir cephe için yeterli gücün muhafaza edilmesini ve genel muharebe operasyonlarının ve görevlerinin temposunun düşürülmesini gerektirdi.

İsrail ordusu Gazze’nin farklı bölgelerindeki Hamas hedeflerini vurmaya, tünellerini imha etmeye ve Hamas lideri Yahya Sinvar’ın yanı sıra kalan rehinelerin ve onları kaçıranların yerlerini tespit edebilecek istihbarat arayışına devam ediyor. Yine de İsrail’in şu anda Hizbullah ve İran destekli diğer gruplara odaklandığı oldukça açık. Yakın zamanda İran tarafından İsrail’e fırlatılan balistik füzeler, İsrail’in dikkatini Gazze’den daha da uzaklaştıracak, Filistinlilerin sefaletini ve acılarını uzatacak bir savaşın açılış salvosu olabilir.

Joe Biden’ın başkanlığının geri kalanında İsrail-Hamas savaşının sona ermesi pek mümkün görünmediğinden, işler düşük yoğunluklu sürekli bir savaşa doğru gidiyor gibi görünüyor. Böyle bir senaryoda, savaşın ilk aylarının karakteristik özelliği olan yüksek yoğunluklu tempo yerine, istikrarlı bir saldırı, gerilla savaşı ve suikastlar sıradan hale gelecektir.

Bu tür bir yıpratma İsrail’in hedeflerine hizmet ederken Hamas’ın varlığını ve etkinliğini sürdürecek kadar tutunmasına olanak tanıyacaktır. Askerî uzmanlar İsrail’in kesin bir zafer elde etmesinin zor olduğu konusunda hemfikir. Bu nedenle, dünya bir ateşkes için bastırmazsa Gazze halkı öngörülebilir bir gelecekte barış ya da güvenlik nedir bilmeyecek.”

“Batı Şerialı Filistinlilerin başına henüz en kötüsü gelmedi”

Haaretz’in Batı Şeria muhabiri Hagar Shezaf, bambaşka bir açıdan bakıyor:

“Savaşın üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen çok az İsrailli ya da Filistinli savaşın yakın zamanda biteceğine inanıyor. İsrail’in Gazze’deki önceki operasyonları en fazla birkaç hafta sürmüştü, ancak bu savaş sonu olmayan bir savaş gibi görünüyor. İsrail hükümetinin “ertesi günü” tartışmaktaki isteksizliği, “tam zafer” hakkındaki boş sloganları ve Lübnan’daki tırmanış, İsrailliler için anormal olanı, yani belirsizlik, keder ve yerinden edilmeyi normalleştirdi. Gazze’deki etki elbette diğer savaş bölgelerinden çok daha kötü. Batı Şeria’da Filistinliler Gazze’deki yıkımı görüyor ve bunun kendi gelecekleri olup olmadığını merak ediyorlar. İsrail, 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’ya düzenli olarak uçaklarla saldırıyor ki bu önceki yirmi yılda çok nadiren yaptığı bir şeydi.

Batı Şeria Gazzeleşme sürecine girerken Gazze de Batı Şeria gibi kalıcı olarak işgal edilme ihtimaliyle karşı karşıya. İsrailliler için Gazze’de askerî varlığın sürdürülmesi fikri savaşın başlamasından bu yana giderek daha yaygın hale geldi. İsraillilerin Gazze’ye yerleşmesi, yani Batı Şeria’dakine benzer Yahudi yerleşimleri kurması fikri de giderek güç kazanıyor. İsrail ordusu binlerce yerleşimciyi silahlandırarak Batı Şeria’da Filistinlilerin hareketlerini kısıtlamaya ve yasadışı karakolların kurulmasını hızlandırmaya kararlı fiili milisler yarattı.

Tüm savaşlar eninde sonunda sona erer. Ancak mevcut siyasi yapıda İsrail’in en güçlü aktörleri bu savaşı sonsuza dek uzatmaktan yana. Batı Şeria’daki Filistinliler için en kötüsü henüz gelmemiş olabilir.”

Bu yazı ilk kez 10 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Foreign Policy dergisinin çeşitli analistlerin görüşlerini derlediği “Is the Israel-Hamas War Closer to Its Beginning or Its End?” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://foreignpolicy.com/2024/10/03/israel-gaza-hamas-war-netanyahu-biden/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x