Hamas’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırısının (Aksa Tufanı) ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında şimdiye kadar 8 binden fazla Filistinli hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı ve bir milyondan fazlası da yerinden edildi.
Batı, ateşkes çağrılarına, “İsrail meşru müdafaa hakkını kullanıyor” diyerek kulak tıkıyor. Gazze’nin iki milyon sakininin çektiği acılar sona erecek gibi görünmüyor. Peki, İsrail yaşattığı insanlık dramıyla ne elde edecek? İntikam duygusunu hafifletmek İsrail halkına güvenlik ve esenlik sağlayacak mı?
Al Jazeera’nin kıdemli siyasi analisti Marwan Bishara bu soruya yanıt veren bir yazı kaleme aldı. Yazısından öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Filistinlilerin insanlıktan çıkarılmasını uzun zamandır benimsemiş olan İsrail toplumu, 7 Ekim’de İsrailli sivillerin Hamas savaşçıları tarafından öldürülmesi nedeniyle öfke ve intikam dürtüsüyle dolu.
Bu gözü dönmüş öfke, şimdi tek bir adamın, iki yüzlü, marazi derecede yalancı, iktidarda kalmak için her şeyi yapan Benjamin Netanyahu’nun narsisizmi ve aşırıcılığı tarafından soykırımcı bir güdüye dönüştürülüyor.
Netanyahu’nun kibri, yolsuzluğu ve vurdumduymazlığı, ülkenin 7 Ekim saldırılarına yol açan siyasi ve askerî başarısızlıklarından sorumludur. Filistin topraklarının işgalini kalıcı hale getirerek ve milyonlarca Filistinliyi Gazze’de bir açık hava hapishanesinde ve Batı Şeria’da ayrıştırılmış toplama kamplarında tutarak tarihi Filistin’in tamamını Büyük İsrail Topraklarına dönüştürebileceğini düşündü.
‘Faşla’ ‘Fadiha’ya döndü
7 Ekim’de kibri sonunda onu ele geçirdi, çünkü kibir aptallığı doğurur. Kibir aşağılanmaya, fiyasko maskaralığa dönüştü ya da İsraillilerin Arapça kelimelerle söylediği gibi “faşla” (başarısızlık) “fadiha”ya (skandal) dönüştü.
İsrail ordusunun ve istihbaratının başındakiler saldırıları önlemedeki başarısızlıklarının sorumluluğunu kabul ederken Netanyahu, İsraillilerin çoğu ulusal felaketten onu sorumlu tutsa da herhangi bir sorumluluk almaktan kaçındı.
Utanç verici ve utanmaz başbakan istifa etmek yerine, net bir stratejisi ya da nihai hedefi olmayan sadist bir savaş yürütmeye devam etti.
Batı düne kadar Netanyahu’ya sırtını dönmüştü
Netanyahu’ya soykırım saldırısında, yakın zamana kadar hapisten kurtulmak için fanatikler ve faşistlerden oluşan koalisyonu aracılığıyla İsrail yargısının altını oyma planlarından “endişe” duyduklarını ifade eden eski Batılı muhalifleri yardım ve yataklık etti.
Bunların başında, yılın büyük bir bölümünde Netanyahu’yu küçümserken, onu kucaklayan ve hem İsraillilerin hem de Arapların gazabından koruyan ABD Başkanı Joe Biden geliyor.
Biden Amerika’yı Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik soykırım savaşına dahil ederek Amerikan silahları, şehir savaşında taktiksel yardım ve diplomatik kozlar sundu. İsrail’i korumak ve İran gibi ülkelerin çatışmaya dahil olmasını engellemek için Doğu Akdeniz’de iki uçak gemisinin konuşlandırılması emrini verdi.
Aynı şekilde, yılın büyük bir bölümünde Netanyahu’ya soğuk bakan Avrupalı liderler de şimdi onun hükümetine ve Gazze’ye karşı yürüttüğü savaşa desteklerini göstermek için yaygara koparıyorlar. Ateşkes çağrısı yapmayı reddettiler ve İsrail’in artan savaş suçlarını “meşru müdafaa hakkı” olarak meşrulaştırmaya devam ettiler.
İşkenceciye karşı meşru müdafaa hakkı yok mudur?
İsrail’in Batılı yardakçıları uluslararası hukuku sürekli kötüye kullanmayı severler. İsrail’in gerçekten de meşru müdafaa hakkı vardır, ancak Batılı güçler tarafından uzun süredir desteklenen on yıllardır süren acımasız askerî işgalini savunmak için değil. Daha ziyade İsrail’in ırkçı apartheid sistemi altında yaşayan işgal edilmiş ve mazlum Filistin halkı, uluslararası hukuk çerçevesinde işkencecilerine karşı direnme hakkına sahiptir.
Başarısız bir başbakanın öncülük ettiği ve ahlaki açıdan şüpheli Batılı müttefikleri tarafından desteklenen süregelen soykırım savaşı, bir nefsi müdafaa savaşı değil; daha ziyade bir kendini aldatma savaşıdır. İsrail, kılıçla güvenliğini sağlayabileceğine boş yere inanıyor.
Ama daha fazla Filistinlinin öldürülmesi ne zaman İsrail toplumuna daha fazla güvenlik sağladı? Asla sağlamadı, sağlamayacak da…
Savaş suçu işlemenin dayanılmaz hafifliği
Gazze’ye tam bir abluka uygulayan ve kara işgalinin önünü açmak için bombardımana başlayan İsrail, tehlikeli bölgesel tepkilerle karşı karşıya kalacaktır. Bazılarının korktuğu gibi, soykırım güdüsüyle ABD’yi Üçüncü Dünya Savaşı’na sürükleyebilir.
Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarını El Kaide’nin 2001’de ABD’ye yönelik saldırılarıyla karşılaştırmak, hiçbir işe yaramayacaktır. ABD’nin dünyaya saldığı “teröre karşı savaş”, çoğu Müslüman yüz binlerce kurbanla birlikte, 11 Eylül saldırılarından çok daha fazla Amerikalıyı öldürdü. Daha fazla savaş ve daha fazla asker, son 20 yıldır durduramadığı bir kaosun tohumlarını ekti.
“Teröre karşı savaş”, savaş suçları, toplu cezalandırma ve diğer uluslararası hukuk ihlallerinin aşırılığı azaltmıyor, aksine şiddeti körükleyerek devam ettiriyor.
İsrail ordusu Gazze’deki Filistinlilere karşı daha fazla savaş suçu işlerken, İsraillilerin sömürgecilik ve işgalin kendilerini nereye sürüklediğine çok dikkat etmeleri gerekiyor. İsrail’in Filistinlilere yönelik süregelen baskısı, ırkçılığı ve cinayetleri Filistin’de ve bölgede daha fazla istikrarsızlık, aşırıcılık ve şiddet ortamı yaratmıştır.
Gazze’ye yönelik bir soykırım savaşı ne İsrail toplumuna ne de Batı’da bu savaşa destek verenlere barış ve huzur getirecektir.”
Bu yazı ilk kez 2 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.
https://www.aljazeera.com/opinions/2023/10/24/israels-war-of-self-deceit