İsrail’in PYD ile dansı: herkesin bildiği sır

İsrail’in çevresel ittifak politikası ne? Bu politikada Suriye ve Irak Kürt bölgelerinin yeri ne olabilir? İsrail’in PYD yaklaşımının arkasındaki dinamikler ve İsrail’in önündeki seçenekler neler? Doç. Dr. Serhat Erkmen’in analizinin ikinci bölümü.

Bu yazının ilk bölümünde, İsrail’in Suriye iç savaşındaki genel politikasını anlatmış, İsrail’in Suriye’ye yönelik tutumunda, en belirleyici faktörlerden birinin İran’ın Suriye’deki etkisini azaltmak, en azından kendi sınırından uzak tutmak olduğunun altını çizmiştim.

Bu amaçla da İsrail’in, Suriye sınırında 2013’te bir askerî biriminin eş güdümünde STK’larla birlikte “İyi Komşu” Operasyonu başlattığını, temelinde insani yardım olduğu söylenen bir operasyonun asıl hedeflerinin İsrail sınırlarının kuzeyini korumak; herhangi bir güvenlik sorununa hazır olmak ve Suriye toprakları içinde düşman olmayan bir ortam yaratmak olduğunu da aktarmıştım.

Devam eden süreçte Suriye Rejimi’nin güneyde Suriye-İsrail sınırına yeniden hâkim olmasıyla ve kuzeyde ABD’nin PYD’ye, IŞİD’le mücadele çerçevesinde verdiği askerî desteğin 2017’e gelindiğinde bir “güvenli bölge” inşası aşamasına dönüşmesiyle İsrail’in yaklaşımının kökünden değişmeye başladığını anlatmaya çalışmıştım.

İşte bu ortamın İsrail’in on yıllardır devam eden “çevresel ittifak” politikası için yeni bir kapı oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu politika, temelde Arap ülkeleriyle çevrili olan İsrail’in, Arap olmayan Orta Doğu devletleriyle iyi ilişkiler kurmasını içeren bir tür dengeleme siyaseti. İsrail bu çerçevede sadece devletlerle değil devlet dışı diğer silahlı gruplarla da uzun bir iş birliği geleneğine sahip.

Barzani-İsrail ilişkileri

Bu geleneğin en önemli örneklerinden birisi 1950’li yılların ortalarından itibaren İsrail ile Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında gelişen ilişki.
Molla Mustafa Barzani’nin İsrail ile kurduğu ilişkiler sayesinde Bağdat’a karşı uzun süre çatıştığı çok uzun süredir bilindiğinden bu konuya detaylı girmeyeceğim. Fakat, bu boyutu aklımızda tutmamız şart. Çünkü, İsrail Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeyine birbirine çok uzak bölgeler gibi bakmıyor. Hatırlanacak olursa, Kuzey Irak’ta 2017’de yapılan bağımsızlık referandumuna en net destek veren ülkelerin başında İsrail geliyordu. Irak’tan sonra Suriye’de de İsrail ile iş birliği yapacak bir oluşumun ortaya çıkması kaçırılmayacak bir fırsattı. Üstelik, kuzeydeki referandumun Irak’ı istikrarsızlığa sürüklemesinin diğer ülkelerde de iç çatışmaları körüklemesi ihtimali gayet güçlüydü. Bu nedenle Kuzey Irak’taki uzun vadeli bağımsızlık projesinin en çok etkileyeceği yerin merkezi devletin iç savaş nedeniyle zayıflamış olduğu Suriye olacağı düşünülüyordu.

Ne kadar şaşırtıcıdır ki; 2017 yılında tam da böyle bir ortamda İsrail’de önde gelen bir siyasetçi “Suriye’de Kürtlerin kontrol ettiği bölgelerde uçuşa yasak bölge uygulanmalı” diye bir demeç verdi. Eminim hepiniz hatırladınız; uçuşa yasak bölge 1991’de daha sonra Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) olacak bölgeyi ortaya çıkaran ilk girişimin ana unsuruydu. Yani aslında Irak’ta yıllar önce yapılan uygulamanın şimdi Suriye’de uygulanması gündeme getirilmişti. Fakat çoğumuz bunu satır aralarında okuduk geçtik; hatta unuttuk. Ancak IKBY’deki referandumdan kısa süre sonra Iraklı Kürtlerin Bağdat’a karşı İran’ın açık destek verdiği milis gruplar nedeniyle geri adım atmak zorunda kalması ve 2003 sonrası toprak kazanımlarının çoğunu yitirmesi İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye olan ilgisini artırdı.

Irak’ta artan İran etkisine karşı, Suriye’de YPG’ye destek

Irak’ta IKBY kontrol ettiği bölgeleri İran etkisine bırakacak şekilde gerilerken ABD’nin desteklediği YPG, IŞİD’in kaybettiği bölgelere doğru ilerliyordu. YPG’nin bu ilerlemesi, İran’ın Irak’taki etkisini artırdığı bir dönemde Tahran’ın Suriye’deki etkisini azaltmak için yegâne fırsat olarak görüldü. YPG, Suriye-Irak sınırında daha geniş bir araziyi kontrol ettikçe İsrail için İran’ın etkisi sahasını daraltma amacındaki İsrail’in aradığı yerel aktör de ortaya çıkıyordu.

Üstelik, ABD’nin bölgeye iyice yerleşmesi İsrail için Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bir faaliyet alanı sağlıyordu. İyi Komşu Operasyonu, Rusya’nın desteklediği Esad Yönetimi’nin İsrail’in kuzeyini büyük ölçüde yeniden kontrol alması nedeniyle 2018’de durdurulurken bu bölgedeki operasyonlara aktarılan kaynakların yeni adresi kısa sürede ortaya çıktı.
İşte böyle bir ortamda, Türkiye, Suriye’de YPG/PKK’ya karşı Barış Pınarı Operasyonu’nu başlattı. İsrail ise o güne kadar hiç olmadığı kadar açık bir biçimde Suriye’de çatışan taraflardan birine açık bir söylemsel ve politik destek ortaya koydu.

İsrail’in o dönemki Adalet Bakanı “Kürt devletinin kurulması İsrail’in çıkarınadır” derken, Başbakan Binyamin Netanyahu da “…Suriye’de Kürtlere insani yardım yapmaya hazırız açıklamasını yaptı…” Kısa bir süre sonra da İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Tzipi Hotovely yardımın gönderildiğini ve PYD’nin güdümündeki idarenin bu yardımları aldığını açıkladı. Tabii, aynı dönemde Şam ile sıkı pazarlıklar yapan ve Türkiye’nin daha fazla ilerlemesini engellemek için bazı bölgeleri Rejim’e bırakan, kritik bölgelerde Suriye bayrağı çeken ve hatta uzun vadede Rejim’in yeniden bir parçası olabileceğini ileri süren PYD’nin bu yardımın geldiğini reddettiğini de hatırlatalım.

O dönemde yazılan çizilenlere bakıldığında bazı İsrailli analizciler, söylemlerini epey ileri taşıyarak PYD’ye silah yardımı yapılmasını önerdiler, Türkiye’ye karşı NATO yaptırımları istediler. Fakat bunlar sadece analiz veya sorumlu makamlarda olmayan kişilerin sözleri olarak kayıtlarda kaldı.

Trump’ın çekilme kararının İsrail’e etkisi

İsrail’i kuzeydoğu Suriye’de asıl harekete geçiren ise eski ABD Başkanı Donald Trump’un Suriye’den ABD askerini çekeceğini ilan etmesi oldu.
ABD’nin çekilmesini PYD’nin Rusya’ya kayması ya da İran’ın bölgede etki sahasını genişletmesi olarak algılayan İsrail’in bir an önce PYD ile ilişkileri geliştirmesi ve operasyonel kabiliyetini artırması, üstü kapalı olarak gündeme geldi. Tabii açık kaynaklara yansıyan, bazı İsrailli sivil toplum kuruluşlarının (STK) PYD’nin kontrol ettiği alanlara yardım götürmesi oldu. Bu yardımların fotoğrafları sosyal medyaya da düştü. Öyle ya sonuçta insani yardım, saklanacak ne var! Elbette o zaman bu yardımlar nereden geldi, nasıl geldi, kim getirdi, ne geldi diye kimse sormadı. İnsani yardım işte, ne olabilir ki içinde?

Operasyonel boyut

Muhtemelen bu yardımların içinde sadece zor durumdaki sivillere yardım amaçlı gönderilen temel ihtiyaç maddeleri vardı, diyebilirsiniz. Olabilir. Aynı Suriye’nin güneyinde çatışmadan kaçan insanlara sağlanan insani yardımda olduğu gibi… Fakat, o yardımların sadece insani yardım malzemeleri olmadığını, o bölgedeki bazı gruplara silah yardımı yapıldığını açıklayan bizzat eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot olunca insanın içine bir şüphe düşmüyor değil. Sadece buna bakılarak bir yargıya varılabilir mi? Muhtemelen hayır. O halde yardımı getirenlere bakalım.

Kuzeydoğu Suriye’de çekilmiş fotoğraflardaki yardım malzemelerini götüren bir STK idi. Bu STK’nın adı Israeli Flying Aid. Peki, bu kuruluşu nereden biliyoruz? İyi Komşu Operasyonu’ndan. Israeli Flying Aid, Suriye’nin güneyinde daha sonra sadece insani yardım olmadığı ilan edilen ve 2018’de durdurulan yardım faaliyetlerinin en önemli parçalarından birisiydi. Bu da olabilir; sonuçta daha önce Suriye’de yardım faaliyeti yürütmüş bir STK. Tecrübelerinden faydalanmak istenmiş olabilir.

Fakat tesadüfler bununla da bitmiyor. Belki hatırlarsınız 2019’da PYD’nin kontrol ettiği bölgelerdeki petrolü satmak üzere daha önce adı sanı duyulmamış bir petrol şirketi kurulmuştu. Aralarında eski ABD Özel Kuvvetleri mensubu bir kişi, bir iş adamı ve birkaç kişinin daha bulunduğu küçük bir grup büyük petrol şirketlerinin düşük kârlılık ve hukuki riskler nedeniyle uzak durduğu bir alanda petrol satışı işine girmek için her nasılsa Trump Yönetimi’nden yaptırımlara tabi olmama muafiyeti elde etmişti. Hikâyenin bu kısmı daha önce duyulmuştur. Ancak bununla sınırlı değil. Aynı yılın sonlarında Suriye’den PYD’nin çıkardığı petrolün İsrail’e gönderilmesi ile ilgili bir proje ortaya atılmıştı. PYD’li yetkililer bu projeyi ısrarla inkâr etse de bazı gazeteciler hikâyenin büyük kısmını yazmıştı. Onlardan yola çıkarak özetleyelim.

İsrail doğumlu bir ABD vatandaşı olan Mordechai Kahana ortaya bir fikir atarak çıkarılan petrolün İran’ın desteklediği Esad Yönetimi’ne gitmesinden ise PYD’ye yapılacak insani yardım karşılığında Filistin’e gönderilmesini savunan bir proje ortaya attı. Tabii bu proje gerçekleşmedi. Fakat zaten bu konuyu gündeme getirmemin nedeni bu değil. Kahana, Suriye’de daha önce başka olaylarda adı geçtiği için önemli. Örneğin, YPG’ye katılan ilk Yabancı Terörist Savaşçılardan (YTS) birisinden dünkü yazıda bahsetmiştim, Kanada doğumlu İsrail vatandaşlığı olan Gill Rosenberg. Hayli şaibeli bu karakterin Suriye’den ayrılmak istediğinde, çıkarılmasını sağlayan kişi olarak Kahana’nın adı geçiyor. Yine aynı kişinin kurduğu bir STK olan Amaliah, İyi Komşu Operasyonu’na katılan İsrailli STK’lardan birisi. İç savaşın başladığı dönemde Halep’te sıkışıp kalan birkaç Yahudi aileyi o karışıklıktan kurtararak ülke dışına çıkarma olayında da Kahana’nın adı geçiyordu. Yani, öyle bir STK ve şirket kurmuş ki; sivillere insani yardımdan ülke dışına insan çıkarmaya, bir yabancı terörist savaşçının naklinden petrol işine kadar pek çok yerde adı geçiyor. Bunların hepsi maceracı bir iş adamının girişimleri olabilir mi? O da olabilir, neden olmasın. Ortadoğu’da çok sayıda tesadüfün üst üste gelmesi sıradışı değil. Özetle, İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye ilgisi teorik bir tehdit algılaması ve stratejik değerlendirmelerle sınırlı kalmış gibi durmuyor. Muhtemelen şimdi bilmediğimiz pek çok benzeri daha var.

Bundan sonrası

Tüm bu yazı boyunca İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye yönelik yaklaşımı daha geniş bir çerçeveye oturtulmaya çalışıldı. Özetlenecek olursa, İsrail’in Suriye genelindeki en büyük endişesi, İran etkinliğinin artması. Bunu engellemek için muhalifler ile, PYD ile, hatta Rejim ile farklı iş birlikleri geliştirebilecek düzeyde bir tehdit algılamasına sahip gibi görünüyor.

Şimdi akıllara gelen soru şu: Bundan sonra Rejim’in Arap dünyasıyla ilişkisini onardığı bir döneme girmesi bekleniyor. İsrail bunun önünü açacak devletlerden birisi olabilir mi? 2011 öncesinde Şam, İsrail’i, Batı’ya yakınlaşmanın anahtarlarından birisi olarak görüyordu. Oysa iç savaş sırasında muhaliflerle, IŞİD’le ve diğer gruplarla savaşabilmek için İran desteğine ihtiyaç duydu ve İran’ı davet etti.

Şimdi IŞİD yok, muhaliflerle mücadelesinin ana aktörü Rusya, savaştığı grupların çoğunu da onun sayesinde yendi. Yani, İran’ın desteğine eskisi kadar ihtiyacı yok. Şam’ın bundan sonra asıl ihtiyaç duyduğu uluslararası topluma geri dönmek ve ülke ekonomisini ayağa kaldırabilmek için sıcak para akışı sağlamak. Her ikisini de İran ile yapması mümkün değil. Dolayısıyla Arap Birliği’ne geri dönmek ile İsrail ile el altından görüşmek her iki hedefine de onu bir adım yaklaştırabilir. Tabii bu hiç o kolay değil; uzun bir süre istiyor. Ama İsrail’in de değerlendireceği bir seçenek. Ancak bir başka olasılık daha var.

Suriye’nin kuzeydoğusunda, ABD’nin ısrarla inşa etmekten geri durmadığı bir yapı büyüyor. Şimdilik kaynakları çok sınırlı; uluslararası meşruiyeti yok; çevresindeki devletlerden tehdit algılıyor. Tam da İsrail gibi o da müttefik arayışında. Üstelik, Suriye-Irak sınırı başta olmak üzere Suriye içinde yürütülebilecek faaliyetler için kullanışlı bir ileri üs olanağı sağlıyor.
İsrail, Şam ile anlaşıp İran tehdidini bertaraf etmek yerine daha kolay olanı seçebilir. Yani, İran’ın Irak üzerinden Suriye’ye lojistik yolunu ve etki sahasını engellemek için bu bölgeyi bir operasyonel alana dönüştürmeyi. Bunu daha önce Irak’ın kuzeyinde denedi. O deneme pek de başarısız olmadı. Fakat şimdi dünya daha farklı bir yer. Herkes her şeyi daha çabuk duyuyor. Sanırım yakın gelecekte İsrail’in Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelimi bu iki seçeneğin arasında bir yerlerde olacak. Hangi yolu izleyeceğini ise daha çok İran ve Irak’taki seçimler sonrası ortaya çıkacak yeni stratejik atmosfer belirleyecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İsrail’in PYD ile dansı: herkesin bildiği sır

İsrail’in çevresel ittifak politikası ne? Bu politikada Suriye ve Irak Kürt bölgelerinin yeri ne olabilir? İsrail’in PYD yaklaşımının arkasındaki dinamikler ve İsrail’in önündeki seçenekler neler? Doç. Dr. Serhat Erkmen’in analizinin ikinci bölümü.

Bu yazının ilk bölümünde, İsrail’in Suriye iç savaşındaki genel politikasını anlatmış, İsrail’in Suriye’ye yönelik tutumunda, en belirleyici faktörlerden birinin İran’ın Suriye’deki etkisini azaltmak, en azından kendi sınırından uzak tutmak olduğunun altını çizmiştim.

Bu amaçla da İsrail’in, Suriye sınırında 2013’te bir askerî biriminin eş güdümünde STK’larla birlikte “İyi Komşu” Operasyonu başlattığını, temelinde insani yardım olduğu söylenen bir operasyonun asıl hedeflerinin İsrail sınırlarının kuzeyini korumak; herhangi bir güvenlik sorununa hazır olmak ve Suriye toprakları içinde düşman olmayan bir ortam yaratmak olduğunu da aktarmıştım.

Devam eden süreçte Suriye Rejimi’nin güneyde Suriye-İsrail sınırına yeniden hâkim olmasıyla ve kuzeyde ABD’nin PYD’ye, IŞİD’le mücadele çerçevesinde verdiği askerî desteğin 2017’e gelindiğinde bir “güvenli bölge” inşası aşamasına dönüşmesiyle İsrail’in yaklaşımının kökünden değişmeye başladığını anlatmaya çalışmıştım.

İşte bu ortamın İsrail’in on yıllardır devam eden “çevresel ittifak” politikası için yeni bir kapı oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu politika, temelde Arap ülkeleriyle çevrili olan İsrail’in, Arap olmayan Orta Doğu devletleriyle iyi ilişkiler kurmasını içeren bir tür dengeleme siyaseti. İsrail bu çerçevede sadece devletlerle değil devlet dışı diğer silahlı gruplarla da uzun bir iş birliği geleneğine sahip.

Barzani-İsrail ilişkileri

Bu geleneğin en önemli örneklerinden birisi 1950’li yılların ortalarından itibaren İsrail ile Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında gelişen ilişki.
Molla Mustafa Barzani’nin İsrail ile kurduğu ilişkiler sayesinde Bağdat’a karşı uzun süre çatıştığı çok uzun süredir bilindiğinden bu konuya detaylı girmeyeceğim. Fakat, bu boyutu aklımızda tutmamız şart. Çünkü, İsrail Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeyine birbirine çok uzak bölgeler gibi bakmıyor. Hatırlanacak olursa, Kuzey Irak’ta 2017’de yapılan bağımsızlık referandumuna en net destek veren ülkelerin başında İsrail geliyordu. Irak’tan sonra Suriye’de de İsrail ile iş birliği yapacak bir oluşumun ortaya çıkması kaçırılmayacak bir fırsattı. Üstelik, kuzeydeki referandumun Irak’ı istikrarsızlığa sürüklemesinin diğer ülkelerde de iç çatışmaları körüklemesi ihtimali gayet güçlüydü. Bu nedenle Kuzey Irak’taki uzun vadeli bağımsızlık projesinin en çok etkileyeceği yerin merkezi devletin iç savaş nedeniyle zayıflamış olduğu Suriye olacağı düşünülüyordu.

Ne kadar şaşırtıcıdır ki; 2017 yılında tam da böyle bir ortamda İsrail’de önde gelen bir siyasetçi “Suriye’de Kürtlerin kontrol ettiği bölgelerde uçuşa yasak bölge uygulanmalı” diye bir demeç verdi. Eminim hepiniz hatırladınız; uçuşa yasak bölge 1991’de daha sonra Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) olacak bölgeyi ortaya çıkaran ilk girişimin ana unsuruydu. Yani aslında Irak’ta yıllar önce yapılan uygulamanın şimdi Suriye’de uygulanması gündeme getirilmişti. Fakat çoğumuz bunu satır aralarında okuduk geçtik; hatta unuttuk. Ancak IKBY’deki referandumdan kısa süre sonra Iraklı Kürtlerin Bağdat’a karşı İran’ın açık destek verdiği milis gruplar nedeniyle geri adım atmak zorunda kalması ve 2003 sonrası toprak kazanımlarının çoğunu yitirmesi İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye olan ilgisini artırdı.

Irak’ta artan İran etkisine karşı, Suriye’de YPG’ye destek

Irak’ta IKBY kontrol ettiği bölgeleri İran etkisine bırakacak şekilde gerilerken ABD’nin desteklediği YPG, IŞİD’in kaybettiği bölgelere doğru ilerliyordu. YPG’nin bu ilerlemesi, İran’ın Irak’taki etkisini artırdığı bir dönemde Tahran’ın Suriye’deki etkisini azaltmak için yegâne fırsat olarak görüldü. YPG, Suriye-Irak sınırında daha geniş bir araziyi kontrol ettikçe İsrail için İran’ın etkisi sahasını daraltma amacındaki İsrail’in aradığı yerel aktör de ortaya çıkıyordu.

Üstelik, ABD’nin bölgeye iyice yerleşmesi İsrail için Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bir faaliyet alanı sağlıyordu. İyi Komşu Operasyonu, Rusya’nın desteklediği Esad Yönetimi’nin İsrail’in kuzeyini büyük ölçüde yeniden kontrol alması nedeniyle 2018’de durdurulurken bu bölgedeki operasyonlara aktarılan kaynakların yeni adresi kısa sürede ortaya çıktı.
İşte böyle bir ortamda, Türkiye, Suriye’de YPG/PKK’ya karşı Barış Pınarı Operasyonu’nu başlattı. İsrail ise o güne kadar hiç olmadığı kadar açık bir biçimde Suriye’de çatışan taraflardan birine açık bir söylemsel ve politik destek ortaya koydu.

İsrail’in o dönemki Adalet Bakanı “Kürt devletinin kurulması İsrail’in çıkarınadır” derken, Başbakan Binyamin Netanyahu da “…Suriye’de Kürtlere insani yardım yapmaya hazırız açıklamasını yaptı…” Kısa bir süre sonra da İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Tzipi Hotovely yardımın gönderildiğini ve PYD’nin güdümündeki idarenin bu yardımları aldığını açıkladı. Tabii, aynı dönemde Şam ile sıkı pazarlıklar yapan ve Türkiye’nin daha fazla ilerlemesini engellemek için bazı bölgeleri Rejim’e bırakan, kritik bölgelerde Suriye bayrağı çeken ve hatta uzun vadede Rejim’in yeniden bir parçası olabileceğini ileri süren PYD’nin bu yardımın geldiğini reddettiğini de hatırlatalım.

O dönemde yazılan çizilenlere bakıldığında bazı İsrailli analizciler, söylemlerini epey ileri taşıyarak PYD’ye silah yardımı yapılmasını önerdiler, Türkiye’ye karşı NATO yaptırımları istediler. Fakat bunlar sadece analiz veya sorumlu makamlarda olmayan kişilerin sözleri olarak kayıtlarda kaldı.

Trump’ın çekilme kararının İsrail’e etkisi

İsrail’i kuzeydoğu Suriye’de asıl harekete geçiren ise eski ABD Başkanı Donald Trump’un Suriye’den ABD askerini çekeceğini ilan etmesi oldu.
ABD’nin çekilmesini PYD’nin Rusya’ya kayması ya da İran’ın bölgede etki sahasını genişletmesi olarak algılayan İsrail’in bir an önce PYD ile ilişkileri geliştirmesi ve operasyonel kabiliyetini artırması, üstü kapalı olarak gündeme geldi. Tabii açık kaynaklara yansıyan, bazı İsrailli sivil toplum kuruluşlarının (STK) PYD’nin kontrol ettiği alanlara yardım götürmesi oldu. Bu yardımların fotoğrafları sosyal medyaya da düştü. Öyle ya sonuçta insani yardım, saklanacak ne var! Elbette o zaman bu yardımlar nereden geldi, nasıl geldi, kim getirdi, ne geldi diye kimse sormadı. İnsani yardım işte, ne olabilir ki içinde?

Operasyonel boyut

Muhtemelen bu yardımların içinde sadece zor durumdaki sivillere yardım amaçlı gönderilen temel ihtiyaç maddeleri vardı, diyebilirsiniz. Olabilir. Aynı Suriye’nin güneyinde çatışmadan kaçan insanlara sağlanan insani yardımda olduğu gibi… Fakat, o yardımların sadece insani yardım malzemeleri olmadığını, o bölgedeki bazı gruplara silah yardımı yapıldığını açıklayan bizzat eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot olunca insanın içine bir şüphe düşmüyor değil. Sadece buna bakılarak bir yargıya varılabilir mi? Muhtemelen hayır. O halde yardımı getirenlere bakalım.

Kuzeydoğu Suriye’de çekilmiş fotoğraflardaki yardım malzemelerini götüren bir STK idi. Bu STK’nın adı Israeli Flying Aid. Peki, bu kuruluşu nereden biliyoruz? İyi Komşu Operasyonu’ndan. Israeli Flying Aid, Suriye’nin güneyinde daha sonra sadece insani yardım olmadığı ilan edilen ve 2018’de durdurulan yardım faaliyetlerinin en önemli parçalarından birisiydi. Bu da olabilir; sonuçta daha önce Suriye’de yardım faaliyeti yürütmüş bir STK. Tecrübelerinden faydalanmak istenmiş olabilir.

Fakat tesadüfler bununla da bitmiyor. Belki hatırlarsınız 2019’da PYD’nin kontrol ettiği bölgelerdeki petrolü satmak üzere daha önce adı sanı duyulmamış bir petrol şirketi kurulmuştu. Aralarında eski ABD Özel Kuvvetleri mensubu bir kişi, bir iş adamı ve birkaç kişinin daha bulunduğu küçük bir grup büyük petrol şirketlerinin düşük kârlılık ve hukuki riskler nedeniyle uzak durduğu bir alanda petrol satışı işine girmek için her nasılsa Trump Yönetimi’nden yaptırımlara tabi olmama muafiyeti elde etmişti. Hikâyenin bu kısmı daha önce duyulmuştur. Ancak bununla sınırlı değil. Aynı yılın sonlarında Suriye’den PYD’nin çıkardığı petrolün İsrail’e gönderilmesi ile ilgili bir proje ortaya atılmıştı. PYD’li yetkililer bu projeyi ısrarla inkâr etse de bazı gazeteciler hikâyenin büyük kısmını yazmıştı. Onlardan yola çıkarak özetleyelim.

İsrail doğumlu bir ABD vatandaşı olan Mordechai Kahana ortaya bir fikir atarak çıkarılan petrolün İran’ın desteklediği Esad Yönetimi’ne gitmesinden ise PYD’ye yapılacak insani yardım karşılığında Filistin’e gönderilmesini savunan bir proje ortaya attı. Tabii bu proje gerçekleşmedi. Fakat zaten bu konuyu gündeme getirmemin nedeni bu değil. Kahana, Suriye’de daha önce başka olaylarda adı geçtiği için önemli. Örneğin, YPG’ye katılan ilk Yabancı Terörist Savaşçılardan (YTS) birisinden dünkü yazıda bahsetmiştim, Kanada doğumlu İsrail vatandaşlığı olan Gill Rosenberg. Hayli şaibeli bu karakterin Suriye’den ayrılmak istediğinde, çıkarılmasını sağlayan kişi olarak Kahana’nın adı geçiyor. Yine aynı kişinin kurduğu bir STK olan Amaliah, İyi Komşu Operasyonu’na katılan İsrailli STK’lardan birisi. İç savaşın başladığı dönemde Halep’te sıkışıp kalan birkaç Yahudi aileyi o karışıklıktan kurtararak ülke dışına çıkarma olayında da Kahana’nın adı geçiyordu. Yani, öyle bir STK ve şirket kurmuş ki; sivillere insani yardımdan ülke dışına insan çıkarmaya, bir yabancı terörist savaşçının naklinden petrol işine kadar pek çok yerde adı geçiyor. Bunların hepsi maceracı bir iş adamının girişimleri olabilir mi? O da olabilir, neden olmasın. Ortadoğu’da çok sayıda tesadüfün üst üste gelmesi sıradışı değil. Özetle, İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye ilgisi teorik bir tehdit algılaması ve stratejik değerlendirmelerle sınırlı kalmış gibi durmuyor. Muhtemelen şimdi bilmediğimiz pek çok benzeri daha var.

Bundan sonrası

Tüm bu yazı boyunca İsrail’in kuzeydoğu Suriye’ye yönelik yaklaşımı daha geniş bir çerçeveye oturtulmaya çalışıldı. Özetlenecek olursa, İsrail’in Suriye genelindeki en büyük endişesi, İran etkinliğinin artması. Bunu engellemek için muhalifler ile, PYD ile, hatta Rejim ile farklı iş birlikleri geliştirebilecek düzeyde bir tehdit algılamasına sahip gibi görünüyor.

Şimdi akıllara gelen soru şu: Bundan sonra Rejim’in Arap dünyasıyla ilişkisini onardığı bir döneme girmesi bekleniyor. İsrail bunun önünü açacak devletlerden birisi olabilir mi? 2011 öncesinde Şam, İsrail’i, Batı’ya yakınlaşmanın anahtarlarından birisi olarak görüyordu. Oysa iç savaş sırasında muhaliflerle, IŞİD’le ve diğer gruplarla savaşabilmek için İran desteğine ihtiyaç duydu ve İran’ı davet etti.

Şimdi IŞİD yok, muhaliflerle mücadelesinin ana aktörü Rusya, savaştığı grupların çoğunu da onun sayesinde yendi. Yani, İran’ın desteğine eskisi kadar ihtiyacı yok. Şam’ın bundan sonra asıl ihtiyaç duyduğu uluslararası topluma geri dönmek ve ülke ekonomisini ayağa kaldırabilmek için sıcak para akışı sağlamak. Her ikisini de İran ile yapması mümkün değil. Dolayısıyla Arap Birliği’ne geri dönmek ile İsrail ile el altından görüşmek her iki hedefine de onu bir adım yaklaştırabilir. Tabii bu hiç o kolay değil; uzun bir süre istiyor. Ama İsrail’in de değerlendireceği bir seçenek. Ancak bir başka olasılık daha var.

Suriye’nin kuzeydoğusunda, ABD’nin ısrarla inşa etmekten geri durmadığı bir yapı büyüyor. Şimdilik kaynakları çok sınırlı; uluslararası meşruiyeti yok; çevresindeki devletlerden tehdit algılıyor. Tam da İsrail gibi o da müttefik arayışında. Üstelik, Suriye-Irak sınırı başta olmak üzere Suriye içinde yürütülebilecek faaliyetler için kullanışlı bir ileri üs olanağı sağlıyor.
İsrail, Şam ile anlaşıp İran tehdidini bertaraf etmek yerine daha kolay olanı seçebilir. Yani, İran’ın Irak üzerinden Suriye’ye lojistik yolunu ve etki sahasını engellemek için bu bölgeyi bir operasyonel alana dönüştürmeyi. Bunu daha önce Irak’ın kuzeyinde denedi. O deneme pek de başarısız olmadı. Fakat şimdi dünya daha farklı bir yer. Herkes her şeyi daha çabuk duyuyor. Sanırım yakın gelecekte İsrail’in Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelimi bu iki seçeneğin arasında bir yerlerde olacak. Hangi yolu izleyeceğini ise daha çok İran ve Irak’taki seçimler sonrası ortaya çıkacak yeni stratejik atmosfer belirleyecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x