İsrail’in yeni istihbarat operasyonu: Pager ve Walkie-Talkie saldırıları

İsrail’in tarihi saldırısının üç önemli özelliği ne? Artık İsrail’in dünyanın herhangi bir noktasındaki tüm elektronik cihazlara sızıp kontrol edebilir mi? İsrail’i bundan sonra ne bekliyor? Doç. Dr. Merve Seren yazdı.

İsrail güvenlik ve istihbarat doktrini itibarıyla her daim yüksek korunaklı bir ülke olmuştur. İsrail devletinin kurucu Başbakanı David Ben-Gurion’un temellerini attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi; “caydırıcılık” (hartaa), “erken uyarı” (hatraa), “savunma” (hagana) ve “kararlılık ve başarı” (hahraa ve nitzahon) şeklinde sıralanan dört temel ilkeye dayandırılmıştır.

Ayrıca 2015 yılında Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gadi Eizenkot’un direktifiyle İsrail’in savunma stratejisine ilişkin resmî bir doküman ilk kez kamuoyuyla paylaşılmıştır. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (Israel Defence Forces) “IDF Stratejisi” başlığıyla yayımlanan ve ulusal savunma stratejisinin ana hatlarını ortaya koyan bu dokümanda, İsrail devletine karşı temel tehditler üç kategoride sınıflandırılmıştır: i) “Devletler” (uzak-İran, yakın-Lübnan, başarısız/ parçalanma sürecindekiler-Suriye) ii) “Devlet altı aktörler” (Hizbullah, Hamas), iii) “Belirli bir devlet veya toplulukla bağlantısı olmayan terör örgütleri” (İslami Cihad, Filistinli İslami Cihad, DEAŞ vd.).[1]

Nitekim İsrail’in bahsi geçen devlet ve devlet altı aktörlere karşı izlediği ve yıllardır değişmeyen temel güvenlik ve savunma stratejisi “caydırıcılık”, “erken uyarı”, “etkin istihbarat”, “etkili savunma ve koruma” ve “kesin zafer” olmuştur. Bu strateji, İsrail’in kuvvet kullanma hukuku ve bunun temel ilkelerini temsil eden “gereklilik”, “ölçülülük” ve “orantılılık” prensiplerine tamamen aykırı bir şekilde davranmasının sebebidir.

Benimsenen bu stratejinin bir yansıması olarak, İsrail’in demokratik hukuk devleti olma vasfını hiçe saydığı, aksine yaygın ve şiddetli insan hakları ihlallerine dayanan son derece geniş̧ yetkilerle donatılmış̧ bir savunma refleksiyle hareket ettiği görülür.

Savunma stratejisi İsrail’i çatışma sahasında üstün kılabiliyor mu?

Peki bu stratejinin bir gereği olarak savunma, saldırı ve istihbarat kapasitesine azami yatırım yapan İsrail, çatışma sahasında gerçekten üstünlüğü elinde tutabilmiş midir?

Örneğin İsrail, hava soluyan (uçak, helikopter, seyir füzesi İHA’lar) ve solumayan (balistik füzeler, bazı tip kruz füzeleri, hipersonik süzülme araçları vb) tehditlere karşı “Iron Dome”, “David’s Sling”, “Arrow-2” ve “Arrow-3” sistemlerinin yer aldığı çok katmanlı güçlü bir hava ve füze savunma ağı inşa etmiş ve ayrıca yakın gelecekte operasyonel olacak “Iron Beam” lazer silahlarını geliştirmiştir.

Keza İsrail, Oslo Anlaşması’ndan bu yana Filistin’i sadece fiziksel değil, aynı zamanda dijital olarak işgal etmiş; bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) sektörünün tamamını kontrolü altında tutmuştur. Dolayısıyla Tel Aviv’deki siyasi ve askerî yöneticiler sensörler, yer radarları, kameralar ve gör ve ateş et sistemlerinden oluşan geniş bir gözetleme ağına güvenmişlerdir.

Ne var ki yakın geçmişte yaşanan saldırı, İsrail’in böylesine övünç duyduğu etkin caydırıcılık, erken uyarı ve kesin zafer ögelerinin varsayıldığı kadar etkili olmadığını açığa çıkartmıştır. Zira Netanyahu “Gazze’den İsrail’e sinek bile geçemez” diye iddia ederken, Hamas 7 Ekim 2023’te paramotorlarla girmiş ve 1000’den fazla İsraillinin hayatını kaybettiği stratejik sürpriz saldırı düzenlemiştir. Bu saldırı, “tarihi bir istihbarat başarısızlığı” olarak İsrail’in sanıldığı kadar ‘dokunulmaz bir şöhreti’ olmadığını göstermiştir.

Keza bu saldırı, İsrail’in çok övündüğü caydırıcılık ve erken uyarı mekanizmalarında güvenlik boşlukları/zafiyetleri yaşandığını ortaya çıkarmıştır. 7 Ekim’deki sürpriz saldırının gerçekleşme biçimi bir yana, İsrail’in neredeyse 1 yıldır yürüttüğü kapsamlı operasyona rağmen halen “kesin zafer” (kara manevrası, tünel çıkmazı vd.) elde edememesi, caydırıcılığını iyice gözden düşürmüş ve toplum kanadında Netanyahu ve Savaş Kabinesi’ne karşı giderek büyüyen bir tepkiye yol açmıştır.

Velev ki İsrail, Hamas’ın böyle bir saldırı gerçekleştireceğine dair erken ikaz istihbaratına sahip olmuş ve kendi 11 Eylül’ünü yaratmak için eylemsizlik kararı alarak 07 Ekim saldırısını bizatihi kendisine çekmiş olsun; müteakip süre zarfında açığa çıkan hadiseler yine taktik ve operatif seviyede istihbarat başarısızlıklarıyla neticelenmiştir. Bu bağlamda İsrail’in Hannibal Protokolü’nü topluca uyguladığının açıklanması (Mart 2024), İsrail Askerî İstihbarat Teşkilatı AMAN’ın Direktörü General Aaron Haliva (Nisan 2024) ile Unit 8200’ün Komutanı General Yossi Sariel’in (Eylül 2024) istifalarının savunma ve istihbarat bürokrasisi ile toplum kanadındaki yansıması göz ardı edilmemelidir.[2]

İsrail’in zedelenen imajını yeniden toparlama çabası

Buna karşın İsrail, özellikle son 2 aydır zedelenen imajını yeniden toparlama sürecine girmiştir. Kuşkusuz, İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’da İranlı General Razi Musavi (25 Aralık 2023) ve İran İslam Devrimi Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü’nde istihbarat subayı olan Tuğgeneral Sadegh Omidzadeh’in (20 Ocak 2024) ölümüne yol açan füze saldırıları es geçilmemelidir.

Ancak yüksek stratejik niteliği haiz istihbarat operasyonu bağlamında değerlendirildiğinde Temmuz ve Eylül ayında gerçekleşen üç operasyon oldukça dikkat çekicidir. Birincisi; Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta düzenlenen İsrail saldırısında Hizbullah lideri Nasrallah’a en yakın isimlerden olan üst düzey komutan Fuad Şükür’ün (30 Temmuz 2024) öldürülmesidir. İkincisi; Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen bir suikast operasyonu (31 Temmuz 2024) sonucu öldürülmesidir.  Üçüncüsü; Lübnan’da Hizbullah üyelerinin kullandığı “pager” ve “walkie-talkie” türü iletişim cihazlarına yapılan (17-18 Eylül 2024) saldırılardır.

Her üç saldırı hedef aktör, operasyon derinliği ve çıktıları itibarıyla büyük önem taşımakla birlikte, 17-18 Eylül’de gerçekleşen cihaz patlamaları şu ana kadarki saldırıların hepsinden ayrışan bir karaktere sahiptir. Saldırı, ilk olarak 17 Eylül günü pager’ların, 18 Eylül’de ise walkie-talkie cihazlarının patlamasıyla gerçeklemiş; her iki saldırının bilançosu 37 ölü ve 3000’e yakın yaralı olarak duyurulmuştur.

Son saldırının üç özelliği

Hatırlanacağı üzere, İsrail’in İran’ın nükleer programını hedef alan Stuxnet saldırısı, istihbarat tarihinde kırılma yaratan vakalardan birisidir. Bu anlamda İsrail yine tarihe geçecek bir operasyona imza atmış; lakin bunu esas itibarıyla “yazılım bazlı” (software base) değil, fiziksel temas gerektiren “donanım bazlı saldırı” (hardware base attack) olarak gerçekleştirmiştir. Bu anlamda cihaz patlamalarının siber saldırı olmadığının altı çizilmelidir, zira bu cihazlar oldukça eski tip sistemlerdir. Kaldı ki, Hizbullah’ın bu cihazları tercih etmesinin asıl sebebi zaten internet bağlantısı olmadan güvenli iletişim kanalı olarak hizmet görmesidir.

İsrail’in çağrı ve telsiz cihazlarına yaptığı saldırının şu ana kadar eşi benzeri olmamasının üç temel göstergesi vardır.

Birincisi; dünya tarihinde ilk defa eş zamanlı patlamalar gerçekleşmiştir. Bu anlamda işin mantığı basit gözükse de, bu saldırının tek bir cihazda gerçekleşen münferit eylem olmadığı dikkate alınmalıdır. Ayrıca saldırı, ilk gün ‘pager’, ikinci gün ‘walkie-talkie’ cihazlarını hedef alan iki dalga halinde seyretmiştir. Bu anlamda Hizbullah’a ilk günkü şok dalgasını atlatamadan, ikinci bir şok saldırısı tertiplenerek örgüt içerisinde daha güçlü bir kaos yaratılmıştır. Bu kaos ortamını müteakip Tel Aviv hava saldırılarına başlamıştır. Bu süreç, sadece Hizbullah liderliğinde değil, toplum üzerinde de derin bir baskı ve korku havasına yol açmıştır. Bu açıdan baktığımızda İsrail ilk iki gün dijital harp uygulamış, akabinde konvansiyonel yöntemle askerî saldırı aşamasına geçiş yapmıştır.

İkincisi; bu işin MOSSAD ve AMAN’a bağlı Unit 8200 iş birliğinde çok başarılı planlanan ve yürütülen, farklı toplama disiplinlerinden beslenen bir istihbarat operasyonu olmasıdır. Zira 5000’den fazla cihaza patlayıcı yerleştirmek yüksek hassasiyet ve titizlikle tertiplenen bir planlama ile mümkündür.  Bu anlamda İsrail, operasyonun bütünü itibarıyla insan istihbaratının yanı sıra siber istihbarat, sinyal istihbaratı, elektronik istihbarat ve diğer teknik istihbarat kaynaklarından farklı aşamalarda beslenmiştir.

Üçüncüsü; İsrail istihbaratının Hizbullah’ın bu cihaz siparişini ne zaman, kimden ve hangi şartlarda temin edeceğini önceden öğrenerek hızlı bir hamle yapmasıdır. Böylece İsrail’in ister kendi şirketini kurdurarak isterse iş birliği yaparak tedarik zincirine sızması son derece kritik bir operasyondur.  Öyle ki bu yöntem literatüre yeni bir harp türü olarak tedarik zinciri saldırısı olarak geçmiştir. Öte yandan mevzuyu sadece Hizbullah’ın dikkatsizliğine ve beceriksizliğine bağlayan indirgemeci bir tutum kadar, İsrail’in süregelen psikolojik ve enformasyon savaşının bir uzantısı olarak dünyanın herhangi bir noktasındaki tüm elektronik cihazlara sızıp kontrol edebileceği tarzında gereğinden fazla teknolojik muktedirlik addetmek de abartıdan ibarettir.

Her halükarda İsrail, bu saldırıları ister kitlesel ölüme yol açma isterse yaygın ve yoğun korku salma maksatlı yapmış olsun; nihayetinde Hizbullah ağının deşifresi ve örgütün karar alma ve operasyonel bütünlüğü koruma süreçlerini etkileyen bir operasyona imza atmıştır.

Öte yandan cihaz saldırıları, dünyada birçok ülkenin iletişim cihazlarında ana ve alt komponentlerin yerli ve milli üretimi; tedarik zincirinin seçimi, yönetimi ve kontrolü ile siber ve elektronik harp karşıtı tedbirlerin alınmasında yüksek düzey farkındalık yaratmıştır.

İsrail’i ne bekliyor?

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana icra ettiği tüm istihbari ve askerî operasyonlar, Tel Aviv Yönetimi’nin “kısa savaş” konseptini ve uygulamasını terk ettiğinin işaretleridir. Zira İsrail’in dayanıklılığı ve bu anlamda IDF’in başarısı, genellikle birkaç hafta süren orta ve yüksek yoğunluklu çatışmalar üzerinden kısa sürede ve kesin zafer alıcı şekilde olagelmiştir. Bu anlamda, savaşın uzaması, genişlemesi ve cephe çeşitliliği halinde İsrail yeni sınamalara konu olacaktır.

Öncelikle sınama IDF olacaktır. Zira IDF’in yüzde 40’ı Gazze’de, yüzde 20’si Batı Şeria’da, yüzde 20’si Kuzey Cephe hattında (Lübnan’ın güneyinde) yer alırken, geriye kalan yüzde 20’si ulusal sınırlar içerisindedir. Ancak İsrail’in “ulusal güvenliğinin önce kendi evinde başladığı” düşünüldüğünde hem içerisi hem cephe hatları için asgari 10 bin kişilik bir mevcuda daha ihtiyacı olduğu kaydedilmektedir. Ayrıca asker sayısının yanı sıra İsrail’in silah, mühimmat, yedek parça gibi ilave ihtiyaçları olacaktır. Bu anlamda CBS’in en son yayımladığı anket sonuçları gayet manidardır. Zira ABD halkının %61’i İsrail’e silah gönderilmemesini istiyor ve bu kanaat Demokratlar’da %77’ye, Cumhuriyetçiler’de yaklaşık %40’a tekabül ediyor. Her ne kadar siyasi karar alıcıların tutumu değişmez gözükse de, ABD’deki toplumsal hareketler (üniversitelerdeki protestolar gibi) artık eskisinden daha fazla yankı ve etki uyandırıyor.[3]

İkinci sınama İsrail’in müttefiklerinden yana olacaktır. Savaş uzadıkça İsrail’e verilen siyasi, diplomatik ve askerî destek ile hukuki ayrıcalıkların çehresi ve mahiyeti değişebilecektir. Bunun en somut örneklerinden birisi, insan hakları ihlali gerekçesiyle, İsrail’e silah tedarikini durduran İngiltere’dir.  Keza İsrail’in soykırım ve savaş suçu işlediğine yönelik Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde atılan adımlar ile BM’nin Filistin’in tanınmasına yönelik çağrıları göz ardı edilmemelidir.

Üçüncü sınama İsrail hükümetinin kendi halkından gelen meydan okumadır. Zira Netanyahu ve Savaş Kabinesi’nin operasyonel kararları kadar, aşırı sağ siyasi söylemin toplum tabanında giderek daha fazla eleştirilmesi söz konusudur. Savaşın siyasi, askerî, insani ve ekonomik açıdan yarattığı külfet arttıkça, bu maliyeti daha fazla göğüslemek istemeyenlerin sayısı artış gösterecek ve bu da Netanyahu hükümetinin dayanıklılığı için ciddi bir sınama yaratacaktır.

Öte yandan İsrail’in uzun vadeli, yoğun ve çok cepheli bir savaşı kazanmak için gerek devlet gerekse devlet altı ve dışı aktörlere karşı verdiği mücadelenin tam anlamıyla hibrit savaş konseptine uyduğu söylenmelidir.  Bu anlamda İsrail’in 7 Ekim’den itibaren konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan tüm unsurlardan beslendiği bir stratejiyi hayata geçirdiğine; kara ve hava harekatlarının yanı sıra siber saldırı, psikolojik harekat, dijital saldırı, elektronik harp, enformasyon savaşı gibi her türlü yöntemden istifade ettiğine tanıklık edilmektedir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Merve Seren, Yusuf Özer, “İsrai̇l: Varoluşsal Tehdi̇t Algisindan Büyük Strateji̇ye”, Ortadoğu’da Güvenlik, Savunma ve Silahlanma, ed. Murat Yeşiltaş, Rifat Öncel, SETA Yayınları, Ankara, 2020, s. 127-174

[2] İsrail askeri itiraf etti: “Hannibal Protokolü” ile vatandaşlarını öldürdüler, NTV, 29 Mart 2024,

https://www.ntv.com.tr/dunya/israil-askeri-itiraf-etti-hannibal-protokolu-ile-vatandaslarini-oldurduler,O6QUACL090Wncy_i7Rn3Yw  ; ‘I did not fulfill my mission’: Commander of IDF’s 8200 intelligence unit resigns, Times of Israel, 12 September 2024, https://www.timesofisrael.com/i-did-not-fulfill-my-mission-commander-of-idfs-8200-intelligence-unit-resigns/

[3] https://theintercept.com/2024/09/10/polls-arms-embargo-israel-weapons-gaza/

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İsrail’in yeni istihbarat operasyonu: Pager ve Walkie-Talkie saldırıları

İsrail’in tarihi saldırısının üç önemli özelliği ne? Artık İsrail’in dünyanın herhangi bir noktasındaki tüm elektronik cihazlara sızıp kontrol edebilir mi? İsrail’i bundan sonra ne bekliyor? Doç. Dr. Merve Seren yazdı.

İsrail güvenlik ve istihbarat doktrini itibarıyla her daim yüksek korunaklı bir ülke olmuştur. İsrail devletinin kurucu Başbakanı David Ben-Gurion’un temellerini attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi; “caydırıcılık” (hartaa), “erken uyarı” (hatraa), “savunma” (hagana) ve “kararlılık ve başarı” (hahraa ve nitzahon) şeklinde sıralanan dört temel ilkeye dayandırılmıştır.

Ayrıca 2015 yılında Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gadi Eizenkot’un direktifiyle İsrail’in savunma stratejisine ilişkin resmî bir doküman ilk kez kamuoyuyla paylaşılmıştır. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (Israel Defence Forces) “IDF Stratejisi” başlığıyla yayımlanan ve ulusal savunma stratejisinin ana hatlarını ortaya koyan bu dokümanda, İsrail devletine karşı temel tehditler üç kategoride sınıflandırılmıştır: i) “Devletler” (uzak-İran, yakın-Lübnan, başarısız/ parçalanma sürecindekiler-Suriye) ii) “Devlet altı aktörler” (Hizbullah, Hamas), iii) “Belirli bir devlet veya toplulukla bağlantısı olmayan terör örgütleri” (İslami Cihad, Filistinli İslami Cihad, DEAŞ vd.).[1]

Nitekim İsrail’in bahsi geçen devlet ve devlet altı aktörlere karşı izlediği ve yıllardır değişmeyen temel güvenlik ve savunma stratejisi “caydırıcılık”, “erken uyarı”, “etkin istihbarat”, “etkili savunma ve koruma” ve “kesin zafer” olmuştur. Bu strateji, İsrail’in kuvvet kullanma hukuku ve bunun temel ilkelerini temsil eden “gereklilik”, “ölçülülük” ve “orantılılık” prensiplerine tamamen aykırı bir şekilde davranmasının sebebidir.

Benimsenen bu stratejinin bir yansıması olarak, İsrail’in demokratik hukuk devleti olma vasfını hiçe saydığı, aksine yaygın ve şiddetli insan hakları ihlallerine dayanan son derece geniş̧ yetkilerle donatılmış̧ bir savunma refleksiyle hareket ettiği görülür.

Savunma stratejisi İsrail’i çatışma sahasında üstün kılabiliyor mu?

Peki bu stratejinin bir gereği olarak savunma, saldırı ve istihbarat kapasitesine azami yatırım yapan İsrail, çatışma sahasında gerçekten üstünlüğü elinde tutabilmiş midir?

Örneğin İsrail, hava soluyan (uçak, helikopter, seyir füzesi İHA’lar) ve solumayan (balistik füzeler, bazı tip kruz füzeleri, hipersonik süzülme araçları vb) tehditlere karşı “Iron Dome”, “David’s Sling”, “Arrow-2” ve “Arrow-3” sistemlerinin yer aldığı çok katmanlı güçlü bir hava ve füze savunma ağı inşa etmiş ve ayrıca yakın gelecekte operasyonel olacak “Iron Beam” lazer silahlarını geliştirmiştir.

Keza İsrail, Oslo Anlaşması’ndan bu yana Filistin’i sadece fiziksel değil, aynı zamanda dijital olarak işgal etmiş; bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) sektörünün tamamını kontrolü altında tutmuştur. Dolayısıyla Tel Aviv’deki siyasi ve askerî yöneticiler sensörler, yer radarları, kameralar ve gör ve ateş et sistemlerinden oluşan geniş bir gözetleme ağına güvenmişlerdir.

Ne var ki yakın geçmişte yaşanan saldırı, İsrail’in böylesine övünç duyduğu etkin caydırıcılık, erken uyarı ve kesin zafer ögelerinin varsayıldığı kadar etkili olmadığını açığa çıkartmıştır. Zira Netanyahu “Gazze’den İsrail’e sinek bile geçemez” diye iddia ederken, Hamas 7 Ekim 2023’te paramotorlarla girmiş ve 1000’den fazla İsraillinin hayatını kaybettiği stratejik sürpriz saldırı düzenlemiştir. Bu saldırı, “tarihi bir istihbarat başarısızlığı” olarak İsrail’in sanıldığı kadar ‘dokunulmaz bir şöhreti’ olmadığını göstermiştir.

Keza bu saldırı, İsrail’in çok övündüğü caydırıcılık ve erken uyarı mekanizmalarında güvenlik boşlukları/zafiyetleri yaşandığını ortaya çıkarmıştır. 7 Ekim’deki sürpriz saldırının gerçekleşme biçimi bir yana, İsrail’in neredeyse 1 yıldır yürüttüğü kapsamlı operasyona rağmen halen “kesin zafer” (kara manevrası, tünel çıkmazı vd.) elde edememesi, caydırıcılığını iyice gözden düşürmüş ve toplum kanadında Netanyahu ve Savaş Kabinesi’ne karşı giderek büyüyen bir tepkiye yol açmıştır.

Velev ki İsrail, Hamas’ın böyle bir saldırı gerçekleştireceğine dair erken ikaz istihbaratına sahip olmuş ve kendi 11 Eylül’ünü yaratmak için eylemsizlik kararı alarak 07 Ekim saldırısını bizatihi kendisine çekmiş olsun; müteakip süre zarfında açığa çıkan hadiseler yine taktik ve operatif seviyede istihbarat başarısızlıklarıyla neticelenmiştir. Bu bağlamda İsrail’in Hannibal Protokolü’nü topluca uyguladığının açıklanması (Mart 2024), İsrail Askerî İstihbarat Teşkilatı AMAN’ın Direktörü General Aaron Haliva (Nisan 2024) ile Unit 8200’ün Komutanı General Yossi Sariel’in (Eylül 2024) istifalarının savunma ve istihbarat bürokrasisi ile toplum kanadındaki yansıması göz ardı edilmemelidir.[2]

İsrail’in zedelenen imajını yeniden toparlama çabası

Buna karşın İsrail, özellikle son 2 aydır zedelenen imajını yeniden toparlama sürecine girmiştir. Kuşkusuz, İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’da İranlı General Razi Musavi (25 Aralık 2023) ve İran İslam Devrimi Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü’nde istihbarat subayı olan Tuğgeneral Sadegh Omidzadeh’in (20 Ocak 2024) ölümüne yol açan füze saldırıları es geçilmemelidir.

Ancak yüksek stratejik niteliği haiz istihbarat operasyonu bağlamında değerlendirildiğinde Temmuz ve Eylül ayında gerçekleşen üç operasyon oldukça dikkat çekicidir. Birincisi; Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta düzenlenen İsrail saldırısında Hizbullah lideri Nasrallah’a en yakın isimlerden olan üst düzey komutan Fuad Şükür’ün (30 Temmuz 2024) öldürülmesidir. İkincisi; Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen bir suikast operasyonu (31 Temmuz 2024) sonucu öldürülmesidir.  Üçüncüsü; Lübnan’da Hizbullah üyelerinin kullandığı “pager” ve “walkie-talkie” türü iletişim cihazlarına yapılan (17-18 Eylül 2024) saldırılardır.

Her üç saldırı hedef aktör, operasyon derinliği ve çıktıları itibarıyla büyük önem taşımakla birlikte, 17-18 Eylül’de gerçekleşen cihaz patlamaları şu ana kadarki saldırıların hepsinden ayrışan bir karaktere sahiptir. Saldırı, ilk olarak 17 Eylül günü pager’ların, 18 Eylül’de ise walkie-talkie cihazlarının patlamasıyla gerçeklemiş; her iki saldırının bilançosu 37 ölü ve 3000’e yakın yaralı olarak duyurulmuştur.

Son saldırının üç özelliği

Hatırlanacağı üzere, İsrail’in İran’ın nükleer programını hedef alan Stuxnet saldırısı, istihbarat tarihinde kırılma yaratan vakalardan birisidir. Bu anlamda İsrail yine tarihe geçecek bir operasyona imza atmış; lakin bunu esas itibarıyla “yazılım bazlı” (software base) değil, fiziksel temas gerektiren “donanım bazlı saldırı” (hardware base attack) olarak gerçekleştirmiştir. Bu anlamda cihaz patlamalarının siber saldırı olmadığının altı çizilmelidir, zira bu cihazlar oldukça eski tip sistemlerdir. Kaldı ki, Hizbullah’ın bu cihazları tercih etmesinin asıl sebebi zaten internet bağlantısı olmadan güvenli iletişim kanalı olarak hizmet görmesidir.

İsrail’in çağrı ve telsiz cihazlarına yaptığı saldırının şu ana kadar eşi benzeri olmamasının üç temel göstergesi vardır.

Birincisi; dünya tarihinde ilk defa eş zamanlı patlamalar gerçekleşmiştir. Bu anlamda işin mantığı basit gözükse de, bu saldırının tek bir cihazda gerçekleşen münferit eylem olmadığı dikkate alınmalıdır. Ayrıca saldırı, ilk gün ‘pager’, ikinci gün ‘walkie-talkie’ cihazlarını hedef alan iki dalga halinde seyretmiştir. Bu anlamda Hizbullah’a ilk günkü şok dalgasını atlatamadan, ikinci bir şok saldırısı tertiplenerek örgüt içerisinde daha güçlü bir kaos yaratılmıştır. Bu kaos ortamını müteakip Tel Aviv hava saldırılarına başlamıştır. Bu süreç, sadece Hizbullah liderliğinde değil, toplum üzerinde de derin bir baskı ve korku havasına yol açmıştır. Bu açıdan baktığımızda İsrail ilk iki gün dijital harp uygulamış, akabinde konvansiyonel yöntemle askerî saldırı aşamasına geçiş yapmıştır.

İkincisi; bu işin MOSSAD ve AMAN’a bağlı Unit 8200 iş birliğinde çok başarılı planlanan ve yürütülen, farklı toplama disiplinlerinden beslenen bir istihbarat operasyonu olmasıdır. Zira 5000’den fazla cihaza patlayıcı yerleştirmek yüksek hassasiyet ve titizlikle tertiplenen bir planlama ile mümkündür.  Bu anlamda İsrail, operasyonun bütünü itibarıyla insan istihbaratının yanı sıra siber istihbarat, sinyal istihbaratı, elektronik istihbarat ve diğer teknik istihbarat kaynaklarından farklı aşamalarda beslenmiştir.

Üçüncüsü; İsrail istihbaratının Hizbullah’ın bu cihaz siparişini ne zaman, kimden ve hangi şartlarda temin edeceğini önceden öğrenerek hızlı bir hamle yapmasıdır. Böylece İsrail’in ister kendi şirketini kurdurarak isterse iş birliği yaparak tedarik zincirine sızması son derece kritik bir operasyondur.  Öyle ki bu yöntem literatüre yeni bir harp türü olarak tedarik zinciri saldırısı olarak geçmiştir. Öte yandan mevzuyu sadece Hizbullah’ın dikkatsizliğine ve beceriksizliğine bağlayan indirgemeci bir tutum kadar, İsrail’in süregelen psikolojik ve enformasyon savaşının bir uzantısı olarak dünyanın herhangi bir noktasındaki tüm elektronik cihazlara sızıp kontrol edebileceği tarzında gereğinden fazla teknolojik muktedirlik addetmek de abartıdan ibarettir.

Her halükarda İsrail, bu saldırıları ister kitlesel ölüme yol açma isterse yaygın ve yoğun korku salma maksatlı yapmış olsun; nihayetinde Hizbullah ağının deşifresi ve örgütün karar alma ve operasyonel bütünlüğü koruma süreçlerini etkileyen bir operasyona imza atmıştır.

Öte yandan cihaz saldırıları, dünyada birçok ülkenin iletişim cihazlarında ana ve alt komponentlerin yerli ve milli üretimi; tedarik zincirinin seçimi, yönetimi ve kontrolü ile siber ve elektronik harp karşıtı tedbirlerin alınmasında yüksek düzey farkındalık yaratmıştır.

İsrail’i ne bekliyor?

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana icra ettiği tüm istihbari ve askerî operasyonlar, Tel Aviv Yönetimi’nin “kısa savaş” konseptini ve uygulamasını terk ettiğinin işaretleridir. Zira İsrail’in dayanıklılığı ve bu anlamda IDF’in başarısı, genellikle birkaç hafta süren orta ve yüksek yoğunluklu çatışmalar üzerinden kısa sürede ve kesin zafer alıcı şekilde olagelmiştir. Bu anlamda, savaşın uzaması, genişlemesi ve cephe çeşitliliği halinde İsrail yeni sınamalara konu olacaktır.

Öncelikle sınama IDF olacaktır. Zira IDF’in yüzde 40’ı Gazze’de, yüzde 20’si Batı Şeria’da, yüzde 20’si Kuzey Cephe hattında (Lübnan’ın güneyinde) yer alırken, geriye kalan yüzde 20’si ulusal sınırlar içerisindedir. Ancak İsrail’in “ulusal güvenliğinin önce kendi evinde başladığı” düşünüldüğünde hem içerisi hem cephe hatları için asgari 10 bin kişilik bir mevcuda daha ihtiyacı olduğu kaydedilmektedir. Ayrıca asker sayısının yanı sıra İsrail’in silah, mühimmat, yedek parça gibi ilave ihtiyaçları olacaktır. Bu anlamda CBS’in en son yayımladığı anket sonuçları gayet manidardır. Zira ABD halkının %61’i İsrail’e silah gönderilmemesini istiyor ve bu kanaat Demokratlar’da %77’ye, Cumhuriyetçiler’de yaklaşık %40’a tekabül ediyor. Her ne kadar siyasi karar alıcıların tutumu değişmez gözükse de, ABD’deki toplumsal hareketler (üniversitelerdeki protestolar gibi) artık eskisinden daha fazla yankı ve etki uyandırıyor.[3]

İkinci sınama İsrail’in müttefiklerinden yana olacaktır. Savaş uzadıkça İsrail’e verilen siyasi, diplomatik ve askerî destek ile hukuki ayrıcalıkların çehresi ve mahiyeti değişebilecektir. Bunun en somut örneklerinden birisi, insan hakları ihlali gerekçesiyle, İsrail’e silah tedarikini durduran İngiltere’dir.  Keza İsrail’in soykırım ve savaş suçu işlediğine yönelik Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde atılan adımlar ile BM’nin Filistin’in tanınmasına yönelik çağrıları göz ardı edilmemelidir.

Üçüncü sınama İsrail hükümetinin kendi halkından gelen meydan okumadır. Zira Netanyahu ve Savaş Kabinesi’nin operasyonel kararları kadar, aşırı sağ siyasi söylemin toplum tabanında giderek daha fazla eleştirilmesi söz konusudur. Savaşın siyasi, askerî, insani ve ekonomik açıdan yarattığı külfet arttıkça, bu maliyeti daha fazla göğüslemek istemeyenlerin sayısı artış gösterecek ve bu da Netanyahu hükümetinin dayanıklılığı için ciddi bir sınama yaratacaktır.

Öte yandan İsrail’in uzun vadeli, yoğun ve çok cepheli bir savaşı kazanmak için gerek devlet gerekse devlet altı ve dışı aktörlere karşı verdiği mücadelenin tam anlamıyla hibrit savaş konseptine uyduğu söylenmelidir.  Bu anlamda İsrail’in 7 Ekim’den itibaren konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan tüm unsurlardan beslendiği bir stratejiyi hayata geçirdiğine; kara ve hava harekatlarının yanı sıra siber saldırı, psikolojik harekat, dijital saldırı, elektronik harp, enformasyon savaşı gibi her türlü yöntemden istifade ettiğine tanıklık edilmektedir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Merve Seren, Yusuf Özer, “İsrai̇l: Varoluşsal Tehdi̇t Algisindan Büyük Strateji̇ye”, Ortadoğu’da Güvenlik, Savunma ve Silahlanma, ed. Murat Yeşiltaş, Rifat Öncel, SETA Yayınları, Ankara, 2020, s. 127-174

[2] İsrail askeri itiraf etti: “Hannibal Protokolü” ile vatandaşlarını öldürdüler, NTV, 29 Mart 2024,

https://www.ntv.com.tr/dunya/israil-askeri-itiraf-etti-hannibal-protokolu-ile-vatandaslarini-oldurduler,O6QUACL090Wncy_i7Rn3Yw  ; ‘I did not fulfill my mission’: Commander of IDF’s 8200 intelligence unit resigns, Times of Israel, 12 September 2024, https://www.timesofisrael.com/i-did-not-fulfill-my-mission-commander-of-idfs-8200-intelligence-unit-resigns/

[3] https://theintercept.com/2024/09/10/polls-arms-embargo-israel-weapons-gaza/

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x