İtalya’dan bakınca Türkiye’nin önündeki 30 yılda neler var?

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, kasım sayısında 2051’in dünyasına dair öngörüleri yayınladı. İlgi çekici ve tartışmalı makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı. Yazar Daniele Santoro’ya göre, Türkiye 2053’te emperyal bir cumhuriyet olmaya mahkum görünüyor.

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, Kasım sayısını Geleceğin Yeniden Keşfi başlığı altında, çeşitli analistlerin 2051’de dünyanın nasıl bir yer olacağı sorusuna verdikleri yanıtlara ayırdı. Aylık yayınlanan dergide, çeşitli ülkelere dair 2051 projeksiyonlarına yer verilirken, makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı. Derginin Türkiye ve Türk Dünyası koordinatörü Daniele Santoro tarafından yazılan makalede, Türkiye’nin 2053’te bir imparatorluğa dönüşmek zorunda olduğu tezi ele alınıyor ve bu öngörü artıları, eksileriyle değerlendiriliyor. Oldukça uzun makalenin öne çıkan bazı bölümlerini yayınlıyoruz:

“2053 yılında Türkiye ABD, Çin ve Rusya ile başa baş rekabet edebilecek potansiyele sahip büyük bir güç haline dönüşmek zorundadır – tabii eğer Çin ve Rusya’nın ABD ile mücadelelerinden sağ çıktığını var sayarsak… Recep Tayyip Erdoğan’ın 2013 yılında açıkladığı vizyon, gerçekleşme belirsizliğine rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet İstanbul’un fethinin 600. yılına doğru ilerlemekteyken, bir açıdan kaçınılmaz olarak büyük iddialar taşıyan açık bir hedefi işaret etmektedir.

Cumhuriyetçi Türkler bir İmparatorluk kurmak üzere döneceklerine kanidirler, bu hep böyle olmuştur. Hegemonik statünün yerine geri konması onların nezdinde bir ihtimal hesabı değildir kesinlik kesbeder. İmparatorluk olma bilinci, Türk olgusunun ulusça derinlerinde kökleşmiş olan antropolojik şifresidir. Bu kodlama Cumhuriyetin de DNA’sında yazılıdır, Ulus Devlet iki bin yıllık imparatorluk geleneğinin kurumsal yapılarıyla kodlanmış bir tezahürüdür.”

“Türkiye kendisini, MÖ. 204’den 1922’ye kadar dünya tarihini geçmişte yönlendiren ve şekillendiren 16 Türk Devletinin halefi olarak addeder. … Soğuk Savaş döneminin verdiği ataletten kurtulan Ankara’nın Cumhuriyet’in soy ağacını işlemesi, Müslüman-Türk dünyasının derinliğinin yeniden keşfedildiği Özal döneminde gerçekleşir.”

“Türkiye Cumhuriyeti soy ağacının resmi kodlanmasında ikili amaç izlenmiştir. Cumhuriyet deneyimini emperyal destana bağlamak suretiyle her şeyden evvel Kemalist Devrim’i yani Atatürk mitini Ötüken yürüyüşüne dahil etmek ve Gazi’nin gevşettiği binlerce yıllık Türk Devlet geleneğini sıkılaştırarak devamlılığı yeniden tesis etmektir. Mustafa Kemal’in- belki dolaylı olarak- irade ettiği 16 yıldızlı başkanlık flaması, İzmir’e zafer alayıyla girişini yaptığı 1922 yılının sonunda otomobilin önünde ve teknesinin bordosunda dalgalanmaktaydı.”

Geleceği geçmişten devşirmek

“Türklerin eğitim formasyonu, antropolojik yatkınlarının yansıması olarak istikametlerinin özelliklerine haiz, tabii seyrinde bir imparatorluk kuruluş ve sona eriş döngüsü, hayatta kalmak için doğal olarak verilen mücadele ve emperyal şanın övgüsü gibi nitelikleri içerir.

Mevzu sadece geçmişi geleceğe yansıtmak değildir daha ziyade geleceği geçmişten devşirmek meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihin 17. Türk Devleti’dir. Öncekiler gibi bir imparatorluk kurmaya yazgılıdır buna bağlı olarak Türk Cumhuriyetçisinin misyonu da değişmektedir. Bireysel veya kolektif olsun amaç, Mustafa Kemal’in mirasını korumaktan ziyade atalarının şanını yüceltmektir.

Türk insanı tarihsel çizgisinin şiarında imparatorluk olmak gerekliliğine inanır. Eğitim şartlanması, var oluştan gelen azamet üzerine hazırlanmış çizgi romanlar ile ilkokullardan itibaren başlar. Bu şartlanma medya manipülasyonları ile TV’deki tarihi dizilerinin içerdiği telkinler yoluyla yetişkinliğe kadar devam eder. Sıradan vatandaş her gün Osman, Melikşah, Ertuğrul, Nizamülmülk, Barbaros Hayrettin ve Sencer ile karşılaşır. Misyonuna bağlı olmayı öğrenir ve atalarının şanına yakışan vazgeçilmez görevleri kabule şartlanır. Göreve çağrıldığında karşılaşabileceği kaçınılmaz acı ve keder ile baş edebilmesi için bu olasılıklardan haberdar edilir. Fedakârlık eğilimi ve büyük zorluklara direnebilme yeteneği Türk fenomeninin doğuştan sahip olduğu özelliklerindendir. Türkler duvara dayandıklarında ellerinden gelenin en iyisini yaparlar- hep yapmışlardır. Başlangıç noktaları ışığında ulaşılamaz sanılan nice sonucu elde etmiş olmalarına bu bilinçaltı alışkanlık neden olmuştur.

Timur’un Ankara Savaş meydanında I. Beyazıt’ı uğrattığı yenilgiden sadece 51 yıl sonra, devamında Osmanlı Devleti’nin inkıtaya uğramasına, on yıllık bir iç kargaşaya düşmesine ve merkezi güçlerin ölümüne çarpışmasıyla baskı altında parçalanmasına rağmen Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişi gerçekleşmiştir.”

Tehdit altındayken elinden gelenin en iyisini ortaya koyan Türkler

“1516-17’de gerçekleşen Suriye ve Mısır fethi, Osmanlı unsurlarından- özellikle de Yeniçerilerin- 1511-12’de çeteler arasında kanlı çatışmalara yol açan, taht kavgalarını ateşleyen ve Devletin merkezi yönetiminin kalbini kontrol edemediğini ortaya koyan Kızılbaşların ölümcül ayaklanmalarıyla oluşan tepkiselliğin bir sonucudur. İşte bu sebep sonuç ilişkisi, Türk idarecilerinin liderlik ettikleri toplumun bekasına yönelik inandırıcı bir tehdidi hep canlı tutma eğilimlerindeki bilinci açıklar. Bunu kendileri yaratmıyorlarsa da olanı büyüterek kullanmaktadırlar.

Ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyabilmek için Türkler kendilerini güvende hissetmemelidirler. Toplumun bekası ve refahı doğrudan bir tehdit altında olmalıdır. İşte bahse konu Türk fenomeninin kendisine özgü bu özelliği kendini güvende hissetmemekten beslenir, bu fedakârlık olmaksızın Cumhuriyetin doğmuş olması da mümkün olmazdı.”

15 Temmuz ve akabinde gelen askerî hamleler

“Pro-aktif tepkiyi ortaya çıkartan tam olarak bu eğilimdir- orantılı olmasa da- bu eğilim 15 Temmuz 2016’da başarısız darbe girişiminden sonra ortaya çıkan jeopolitik eylem yelpazesini olağanüstü genişletmesinin ve askerini sınır ötesine yayması hususunda gösterdiği beklenmedik kabiliyetin yani Türkiye’nin kendi bekasını tehdit karşısında geliştirdiği karakter özelliğinin sonucudur. Bu olay var oluşa yönelmiş bir tehdit karşısında, ulusun kenetlenmesinin, fedakârlığı şiâr edinmiş olmanın, dışarıdan gelen bir saldırı karşısında kendiliğinden siper olan Türklerin test edildiği bir dönüm noktasıdır. Hükümet, Devlet’e yönelik yapılan bu darbe girişimini Amerika’nın Anadolu’yu istila etmek arzusu biçiminde resmetmiştir. Objektif bir değerlendirme ile de girişim olağandışı şekilde sonuçlanmıştır.

1974’ten sonra Cumhuriyet dışında bir toprağın işgal edilişinin yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk askerî harekâtının darbe girişiminden 42 gün sonra başlamış olması tesadüfi değildir. Benzer şekilde İdlib’de gerçekleştirilen Bahar Kalkanı Harekatı’nı yapmak -ki Ankara bu süreçte daha sonra Libya ve Kafkaslarda başarılı olmasını sağlayan devrimsel savaş taktiklerini deneme fırsatı bulmuştur-

20 Şubat 2020’de Rusya’nın gerçekleştirdiği 34 Mehmetçiği “şehit mertebesine” erdiren katliam olmasaydı mümkün olmazdı. Olayın şoku, hükümetin ordusu ve hâmîlerine karşı kamuoyunda muhalefet oluşmasını bertaraf ettiği gibi, Ankara’nın İdlib’den kaçınılmaz biçimde geri çekilmesini engelleyen, binlerce asker ve yüzlerce askeri araçla o sancağa yerleşmesini beraberinde getiren savaş odaklı bir itici gücün ortaya çıkmasını beraberinde getirdi.

Türkiye son yıllarda yerli ölümcül silahların geliştirilmesinde, yine objektif bir değerlendirme ile, olağanüstü bir ilerleme kaydetti, ana güçlerin çalışma alanı olan hibrit savaş taktikleri tasarladı ve bunları uyguladı, birçok stratejik önemde olan sektörlerde kendisini öncü ülke duruma getirecek endüstriyel ve teknolojik üretimler yaptı. Tabii bu hamle tek başına arzu ettiği süper güç olmasına yeterli gelmez. Sonuca götüren belirleyici kaynakların başında ortalama bir Türk’ün mensubu olduğu toplumun tarihi misyonuna dair taşıdığı sarsılmaz bilinç, Cumhuriyet vatandaşlarının günlük yaşamda somut olarak ortaya koyduğu fedai tavır, kendisini mirasçı kabul ettiği büyük tarihsel çizgisinin ana hatlarını belirleyen atalarının hatırasına karşı hata yapmamak için duyduğu sarsılmaz farkındalık gelir. Gerisi insansız uçan meşhur savaş drone’larıdır.”

Emperyal cumhuriyet projesi var mı?

“Türkler Anadolu’da kurulmuş olan en değerli ve sofistike Devlet’e sahiptir. Emperyal Cumhuriyet projesinin temelinde, bu paha biçilemez, kıskandıran kaynağın açığa çıkarılması- ve konuların bu minvalde paylaşımı yer almaktadır.

Dünyevi ideallere rehberlik eden manevi ilham – dini referans önşartı olmaksızın- ‘Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var’ düsturu, Türklük bilincini canlandırır.

2053 Vizyonu, jeopolitik terimlerle imparatorluk tanımlamasını kullanmadan, emperyal ufkun ana hatlarını belirlemektedir.”

30 yıl sonra Türkiye

“Altay-Adriyatik arasında yer alan bölgeyi somut olarak içine katma arzusu doğal olarak Türkiye’nin önümüzdeki 30 yıl harekete geçirebileceği kaynaklarının -özellikle insan gücünün- üzerinde bir noktadadır. Bu süre boyunca Ankara, emperyal bir (kon)federasyon fikrine dahil etmek istediği Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerindeki etkisini arttıracaktır ancak yine de onları Rusya’nın ve Çin’in pençesinden kurtaramaya muvaffak olamayacaktır. Ancak Türkiye’nin Azerbaycan ve birleşik Libya’yı (kon)federasyona ikna etmesini tahayyül etmek gerçekçi bir beklentidir.

Mustafa Kemal’in mirasçılarının tahayyülünde halihazırda Azerbaycan, Pantürkizm ekseninde İmparatorluk oluşumunun çekirdeğidir. Bakü’nün Sovyet boyunduruğundan kurtulmasının sonucu olarak, kendilerini tek bir ulusun temsilcileri olarak gören iki devlet arasında bir kader birlikteliği algısı vardır.”

“Bu algı, Ankara’nın Ermenistan ile yaşanan Dağlık Karabağ ihtilafında kazanılan zaferde oynadığı role ilişkin sembolik anlam ile yetkililerin ve halkların tutumuyla kanıtlanmaktadır. Elde edilen başarı Bakü’de, Kemalistlerin Yunanlıları denize dökmesi ile sonuçlanan büyük direnişin sonucuyla kıyaslanabilir bir zafer gibi kutlanmıştır. İki Devlet arasında caymanın mümkün olmadığı kan bağını çimento gibi pekiştirmiştir. Şuşa’da Silahlı Kuvvetler arasında aşamalı bir entegrasyonun deklare edilmesi, yakın bir gelecekte tek bir ordu doğmasına da yol açabilir. Sonuçları Kurtuluş Savaşı ile Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu’yu Türkleştirerek vatan edinen Jön Türklerin vatansever hareketini çağrıştırmaktadır.

Dağlık Karabağ zaferi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in 10. Yılı münasebeti ile açıkladığı Türkiye ve Azerbaycan arasındaki nikah vaadini resmileştirmiştir, hatırlanacağı üzere Gazi, Türkleri ve Azerileri kendilerini sonsuza kadar bağlayacak olan kader birliklerini unutmamaları konusunda uyarmıştır. Fırsat buldukça bu kardeşlik bağını sahiplenmek gerektiğini vurgulamıştır.”

Akdeniz güvenliği, Libya, tarihten izler

“Anadolu’nun ilk planda Akdeniz’de zorunlu savunma hattını genişletmek üzere Türkiye’nin Libya’da gerçekleştirdiği askerî müdahale açıkça Kemalist görüşün izini taşımaktadır. 1911’de 4 sene sonra Çanakkale’de olacakları önlemek için gizlice Sirenayka’da İtalyanlara karşı savaşmaya giden Mustafa Kemal’in yüz sene önce edindiği ders niteliğinde tecrübenin geç bir uygulamasıdır.

Trablusgarp’da gerçekleşen bu operasyon, 2019 yılının Kasım ayında Ankara ve Trablus arasında imzalanan Deniz Sınırları anlaşmasının neticesi ve Mavi Vatan doktrininin ilk somut uygulamasıdır. Bu doktrin, sadece yaratıcıları –meşhur Amiral Cem Gürdeniz- tarafından değil aynı zamanda 1920 Misak-ı Milli’nin deniz uzantısı olarak da şekillenmiştir. Türkiye, Sirenayka Yarımadasının Anadolu’ya yakınlığını ulusal güvenlik meselesi addettiğinden başkalarına alan açarak Trablusgarp’da varlığını sınırlamayı göze alamaz. Mevcut zorunluluklar karşısında Ankara’nın tutumu Libya’yı yeniden birleştirerek, Anadolu devletçiliği zihniyetini oraya taşıyarak nihayetinde bu (yeni) oluşan Devleti de imparatorluk (kon)federasyonuna dahil yönünde olacaktır. Libya’nın diğer bir alternatif ile daha fazla bölünmesi, Türkiye’nin büyük Akdeniz stratejisinin sonunu getirir. “

Azerbaycan, Libya ve Türkiye

“Azerbaycan ve Libya, emperyal projenin temel direkleridir ancak bölgesel uzaklık sebebiyle Ankara’nın Anadolu merkezli (kon)federasyon sistemine resmen entegrasyonları kolay değildir, bu zorluk uydu devletler üzerinde merkezi hakimiyeti sağlamlaştırmaya engeldir. Türkler, eski İtalyan kolonisinde kalıcı olabilmek ve 2019 yılında imzalanan anlaşmanın kapsadığı sularda egemenliklerini sağlayabilmek için, Atina’yı maksimalist iddialarından vazgeçmeye zorlamak üzere Yunanistan ile çatışmayı Girit’in kuzeyindeki deniz alanlarına ilerleteceklerdir.

Azerbaycan ile ilgili durum ise daha karmaşıktır. Türkiye, Azerbaycan merkez topraklarından Ermenistan Syunik bölgesince ayrılan Nahçıvan Özerk Bölgesi ile sınır komşusudur. Anadolu’yu Hazar ile bağlayan toprak bütünlüğünü sağlama idealinin altyapı kompleksi olarak tasarlanan “Zangezur Koridoru” bu minvalde geliştirilecektir. Bu hat üzerinde bir herhangi bir istikrarsızlık ihtimali, İran’a komşu olan ve Azeri toprağını Dağlık Karabağ ihtilafı ile bölen Ermenistan’ın İran sınır şeridine kadar genişlemesini kaçınılmaz kılacak ve Kuzey Suriye Amerikalılar ve Ruslardan arınır arınmaz Tebriz ve Halep arasındaki yayda Ankara ve İran arasında doğrudan veya dolaylı çatışmayı tetikleyecektir.

Bu çatışmanın gelişimi Türkiye’nin Misak-ı Milli topraklarının ilhakında zamanlamayı ve yöntemi belirlemesi bakımından etkin olacaktır. 1926’da Gazi’nin Musul’a dair ispata zayıf kalan tezleri sebebiyle feragat etmesi üzerine Cumhuriyetçi ilerlemenin Mustafa Kemal tarafından mücbir sebeple kesintiye uğratılan bu bahsi doğal süreç içinde tamamlanacaktır.”

Türkiye’nin Suriye operasyonları

“Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Kemalistlerin üzerlerinde hak ettiği bu toprakların ilhakı süreci 2016 Ağustos ayında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye topraklarında başlayan ilk askerî harekâtı ile eşzamanlıdır. O zamandan beri Türkiye ordusu ve özel ajan faaliyetleri ile işgal edilen topraklarda Türkçe dilinde didaktik ana dil olarak eğitim veren onlarca anaokulu, ilkokul ve meslek enstitüsüne ek olarak 6 üniversite, 14 hastane ve 11 sağlık merkezi kurdu ve hizmete açtı. Bu Anadolu Devletinin kendini dışarıya benimsetme kabiliyetinin ve Ankara’nın Cumhuriyet sınırlarını güneye doğru taşıma kararlılığının ifadesidir.

Çok istekli olmada da İsrail, Tahran’ın Suriye projeksiyonunu daraltmak için, Türk Azerilerinin baskısını İran Azerilerinin üzerinde arttırmaya yardım etmiştir böylece Türklerin Halep ve Musul’a girişi kolaylaşmıştır. Yahudi Devletinin Türkiye’nin Kıbrıs emellerinin dengelenmesi için ortaya koyduğu dinamikler, Kıbrıs’ın tamamının Türkiye’nin etki alanına girmesini engellemektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Anadolu merkezli emperyal (kon)federasyona dahil olması – bir eyaletin ulusal topraklara ilhakı gibi değilse bile- Ankara ve bölgesel rakipleri arasında adayı Akdeniz rekabetinin merkez üssüne ve hatta askeri çatışmaların odak noktasına dönüştürecek nitelikte önemi haizdir. ABD’nin lüzum hasıl olması halinde, eski müttefikinin hırslarını sınırlamaya başlayacağı yani Ankara’nın yayılmacı emperyal tutumunu durdurmak için müdahale edeceği kırmızı çizgi her zaman olduğu gibi yine Kıbrıs’tır.”

Türkiye için sınır ne?

“Türkiye’nin süper güç olma ve kendisini emperyal bir Cumhuriyet’e dönüştürme arzusunun karşısında aslında somut bir sınır da vardır. Amerika ile güç dengelerinde oluşan kopukluk ve süper güce gerçekten meydan okuyacak bir unsurun ortada olmaması, Ankara’nın öngörülebilir gelecek için manevra alanını yapısal olarak sınırlayacak ve onu eşyanın tabiatına uygun olarak kendini koruma güdüsünden hareketle, Washington ile dönüşü olmayan karşılaşmayı yapmaktan alıkoyacaktır.

Bütün büyük Türk İmparatorluklarının kökeni Hunların soyundan gelenlerin tarihsel ve coğrafi haritası üzerinde yürüdüğü toprakları yöneten imparatorlukların çöküşüne dayanır. “

“Amerikan İmparatorluğu’nun durumu ise Türklerin devri daim şekilde mirasçısı olduğu imparatorluklardan farklıdır. Önümüzdeki 30 yıl için, Hunların ve Osmanlıların, Selçukluların ve Moğolların yükselişlerine imkân veren jeopolitik koşulların ortaya çıkması mümkün değildir. Amerika Birleşik Devletleri, hırslı “müttefikinin” arzuladıklarını çoktan beri anlamış ve onu etkisizleştirmek için teşvik edici bir tutum takınmıştır. Şimdiye kadar da onları kendi siyasi çerçevelerinde tutmayı başarmıştır. Suriye örneğinde Washington, Ankara’nın Osmanlı’nın hükmettiği eski toprakları ele geçirme hayalini manipüle ederken, Torosların güneyinde Ankara’nın atını Fırat’a doğru sürerek orada hapsetmiş, mevcut kısıtlı kaynakların tüketildiği bir bataklığa dönüştürmüş ve en sonunda da bu toprakların önüne çekilen sınırı Rusya’nın kontrolüne bırakmıştır. Ve ardından da Silahlı Kuvvetlerin Tel Abib ve Resulayn arasındaki bölgeyi işgal ettiği operasyon sırasında Türkiye itaat etmez ise Donald Trump’ın açık bir tehdit ile dile getirdiği “ekonomisini mahvetmekten çekinmeyeceği” beyanıyla uyarmıştır. Liranın 2018 Ağustos’unda ABD’nin saldırısıyla yaşadığı düşüş, hırslarına kapılan Türkiye’nin ona gösterilen toleransı aşması durumunda sahip olduğu kaynaklardan yoksun bırakılarak kalbinden vurabileceğini etkin biçimde ortaya koymuştur.

Süper güç hayatı Türkler için imkânsız kılacak, nereye kadar fedakârlık edebileceklerini test edecek, dirençlerini kırmak için birtakım denemelere tabi tutacak, cefaya ve acıya katlanma kabiliyetlerini sınayacaktır. Son 6 yılda yaşananların gösterdiklerine istinaden Türkiye’nin hareketleri Kafkaslar, Kuzey Afrika ve Misak-ı Milli’nin Suriye’deki toprakları ile sınırlı kaldığı sürece Amerika da getirebileceği sınırlamalarda aşırıya gitmeyecektir. Yeniden canlanmış olan emperyal gücü – yıkıcı yaptırımlar veya doğrudan müdahalelerle- bastırma imkânını- Kıbrıs’tan yukarı Yunanistan ve Balkanlara doğru kırmızı çizgiyi aşıp gitmeye çalışırsa diye sonrası için mahfuz tutmaktadır. Türklerin Balkanlar’da seferine devam ederse Avrupa İmparatorluğu’nun temellerini sarsacağının, İtalya’yı amansız kıskacına alacağının ve Kadim Kıta’nın yumuşak karnına ölümcül bir baskı yapabileceğinin farkındadır.”

Balkanlar, Türkiye ve gelecek

“Türkler ve Avrupalılar arasında savaşın ruhu bakımından farklılık şudur; Türkler Avrupalıları Saraybosna ileri karakolundan tam kalbini nişan alarak vurabilir. Saraybosna, Erdoğan için namaz kılmayı adet edindiği ve 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı seçim maratonunu başlattığı Avrupa’nın Kudüs’üdür. 2053 tarihi ile işaret edilen, Balkan seferinin tabii gayesi ve İstanbul’u korumak için gerekli derinliğin vazgeçilmez sınırıdır. Jeopolitik bir felaket ile kesintiye uğramadıkça emperyal cumhuriyet düşüncesinin hayata geçirilmesi Erdoğan tarafından Türk nesline emaneti olacak bir hedeftir.

Saraybosna’nın yeniden fethi, Yunan Trakya’nın ilhakını, Yunanistan Makedonlarının dahil olduğu Büyük Makedonya’nın yeniden diriltilmesini, Arnavutluk ve Piriştina’nın birleşmesini ve Yeni Pazar Sancağından Sırpların çıkarılmasını akla getirir. Önümüzdeki otuz yıl Balkanlardaki varlığın tamamen yok olması için Ankara nihai tasarıya ulaşamasa da bir başlangıç yaratabilir. Türkiye muhtemelen bu süre zarfında, Anadolu merkezli imparatorluğun (kon)federasyon uydu devletleri olacak olan Tiran ve Priştine arasındaki birleşmeye destek verecek, Büyük Arnavutluk ile Kuzey Makedonya’yı ise küçültecektir zaten Silahlı Kuvvetlerin iki Balkan ülkesiyle yeniden yapılandırılma anlaşmaları başlamış bir süreçtir. Tabii İmparatorluk başkentinin tahkim edilmesi için gerekli derinliği oluşturmadan doğrudan Osmanlı Avrupası üzerinde egemenlik iddiasını ilan etmez. 17. İmparatorluğun ihtişamını Ayasofya’da kutlarken, Erdoğan’ın torunlarının gelecek nesillere aktaracağı misyon budur.”

Bu yazı ilk kez 30 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

 

Daniele Santoro’nun Limes internet sitesinde yayınlanan, “Perché la Turchia deve tornare impero entro il 2053?” (Türkiye, 2053 yılında neden imparatorluk olmak zorundadır?) başlıklı yazısından bazı bölümler Ayçin Kantoğlu tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.limesonline.com/cartaceo/perche-la-turchia-deve-tornare-impero-entro-il-2053

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İtalya’dan bakınca Türkiye’nin önündeki 30 yılda neler var?

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, kasım sayısında 2051’in dünyasına dair öngörüleri yayınladı. İlgi çekici ve tartışmalı makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı. Yazar Daniele Santoro’ya göre, Türkiye 2053’te emperyal bir cumhuriyet olmaya mahkum görünüyor.

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, Kasım sayısını Geleceğin Yeniden Keşfi başlığı altında, çeşitli analistlerin 2051’de dünyanın nasıl bir yer olacağı sorusuna verdikleri yanıtlara ayırdı. Aylık yayınlanan dergide, çeşitli ülkelere dair 2051 projeksiyonlarına yer verilirken, makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı. Derginin Türkiye ve Türk Dünyası koordinatörü Daniele Santoro tarafından yazılan makalede, Türkiye’nin 2053’te bir imparatorluğa dönüşmek zorunda olduğu tezi ele alınıyor ve bu öngörü artıları, eksileriyle değerlendiriliyor. Oldukça uzun makalenin öne çıkan bazı bölümlerini yayınlıyoruz:

“2053 yılında Türkiye ABD, Çin ve Rusya ile başa baş rekabet edebilecek potansiyele sahip büyük bir güç haline dönüşmek zorundadır – tabii eğer Çin ve Rusya’nın ABD ile mücadelelerinden sağ çıktığını var sayarsak… Recep Tayyip Erdoğan’ın 2013 yılında açıkladığı vizyon, gerçekleşme belirsizliğine rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet İstanbul’un fethinin 600. yılına doğru ilerlemekteyken, bir açıdan kaçınılmaz olarak büyük iddialar taşıyan açık bir hedefi işaret etmektedir.

Cumhuriyetçi Türkler bir İmparatorluk kurmak üzere döneceklerine kanidirler, bu hep böyle olmuştur. Hegemonik statünün yerine geri konması onların nezdinde bir ihtimal hesabı değildir kesinlik kesbeder. İmparatorluk olma bilinci, Türk olgusunun ulusça derinlerinde kökleşmiş olan antropolojik şifresidir. Bu kodlama Cumhuriyetin de DNA’sında yazılıdır, Ulus Devlet iki bin yıllık imparatorluk geleneğinin kurumsal yapılarıyla kodlanmış bir tezahürüdür.”

“Türkiye kendisini, MÖ. 204’den 1922’ye kadar dünya tarihini geçmişte yönlendiren ve şekillendiren 16 Türk Devletinin halefi olarak addeder. … Soğuk Savaş döneminin verdiği ataletten kurtulan Ankara’nın Cumhuriyet’in soy ağacını işlemesi, Müslüman-Türk dünyasının derinliğinin yeniden keşfedildiği Özal döneminde gerçekleşir.”

“Türkiye Cumhuriyeti soy ağacının resmi kodlanmasında ikili amaç izlenmiştir. Cumhuriyet deneyimini emperyal destana bağlamak suretiyle her şeyden evvel Kemalist Devrim’i yani Atatürk mitini Ötüken yürüyüşüne dahil etmek ve Gazi’nin gevşettiği binlerce yıllık Türk Devlet geleneğini sıkılaştırarak devamlılığı yeniden tesis etmektir. Mustafa Kemal’in- belki dolaylı olarak- irade ettiği 16 yıldızlı başkanlık flaması, İzmir’e zafer alayıyla girişini yaptığı 1922 yılının sonunda otomobilin önünde ve teknesinin bordosunda dalgalanmaktaydı.”

Geleceği geçmişten devşirmek

“Türklerin eğitim formasyonu, antropolojik yatkınlarının yansıması olarak istikametlerinin özelliklerine haiz, tabii seyrinde bir imparatorluk kuruluş ve sona eriş döngüsü, hayatta kalmak için doğal olarak verilen mücadele ve emperyal şanın övgüsü gibi nitelikleri içerir.

Mevzu sadece geçmişi geleceğe yansıtmak değildir daha ziyade geleceği geçmişten devşirmek meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihin 17. Türk Devleti’dir. Öncekiler gibi bir imparatorluk kurmaya yazgılıdır buna bağlı olarak Türk Cumhuriyetçisinin misyonu da değişmektedir. Bireysel veya kolektif olsun amaç, Mustafa Kemal’in mirasını korumaktan ziyade atalarının şanını yüceltmektir.

Türk insanı tarihsel çizgisinin şiarında imparatorluk olmak gerekliliğine inanır. Eğitim şartlanması, var oluştan gelen azamet üzerine hazırlanmış çizgi romanlar ile ilkokullardan itibaren başlar. Bu şartlanma medya manipülasyonları ile TV’deki tarihi dizilerinin içerdiği telkinler yoluyla yetişkinliğe kadar devam eder. Sıradan vatandaş her gün Osman, Melikşah, Ertuğrul, Nizamülmülk, Barbaros Hayrettin ve Sencer ile karşılaşır. Misyonuna bağlı olmayı öğrenir ve atalarının şanına yakışan vazgeçilmez görevleri kabule şartlanır. Göreve çağrıldığında karşılaşabileceği kaçınılmaz acı ve keder ile baş edebilmesi için bu olasılıklardan haberdar edilir. Fedakârlık eğilimi ve büyük zorluklara direnebilme yeteneği Türk fenomeninin doğuştan sahip olduğu özelliklerindendir. Türkler duvara dayandıklarında ellerinden gelenin en iyisini yaparlar- hep yapmışlardır. Başlangıç noktaları ışığında ulaşılamaz sanılan nice sonucu elde etmiş olmalarına bu bilinçaltı alışkanlık neden olmuştur.

Timur’un Ankara Savaş meydanında I. Beyazıt’ı uğrattığı yenilgiden sadece 51 yıl sonra, devamında Osmanlı Devleti’nin inkıtaya uğramasına, on yıllık bir iç kargaşaya düşmesine ve merkezi güçlerin ölümüne çarpışmasıyla baskı altında parçalanmasına rağmen Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişi gerçekleşmiştir.”

Tehdit altındayken elinden gelenin en iyisini ortaya koyan Türkler

“1516-17’de gerçekleşen Suriye ve Mısır fethi, Osmanlı unsurlarından- özellikle de Yeniçerilerin- 1511-12’de çeteler arasında kanlı çatışmalara yol açan, taht kavgalarını ateşleyen ve Devletin merkezi yönetiminin kalbini kontrol edemediğini ortaya koyan Kızılbaşların ölümcül ayaklanmalarıyla oluşan tepkiselliğin bir sonucudur. İşte bu sebep sonuç ilişkisi, Türk idarecilerinin liderlik ettikleri toplumun bekasına yönelik inandırıcı bir tehdidi hep canlı tutma eğilimlerindeki bilinci açıklar. Bunu kendileri yaratmıyorlarsa da olanı büyüterek kullanmaktadırlar.

Ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyabilmek için Türkler kendilerini güvende hissetmemelidirler. Toplumun bekası ve refahı doğrudan bir tehdit altında olmalıdır. İşte bahse konu Türk fenomeninin kendisine özgü bu özelliği kendini güvende hissetmemekten beslenir, bu fedakârlık olmaksızın Cumhuriyetin doğmuş olması da mümkün olmazdı.”

15 Temmuz ve akabinde gelen askerî hamleler

“Pro-aktif tepkiyi ortaya çıkartan tam olarak bu eğilimdir- orantılı olmasa da- bu eğilim 15 Temmuz 2016’da başarısız darbe girişiminden sonra ortaya çıkan jeopolitik eylem yelpazesini olağanüstü genişletmesinin ve askerini sınır ötesine yayması hususunda gösterdiği beklenmedik kabiliyetin yani Türkiye’nin kendi bekasını tehdit karşısında geliştirdiği karakter özelliğinin sonucudur. Bu olay var oluşa yönelmiş bir tehdit karşısında, ulusun kenetlenmesinin, fedakârlığı şiâr edinmiş olmanın, dışarıdan gelen bir saldırı karşısında kendiliğinden siper olan Türklerin test edildiği bir dönüm noktasıdır. Hükümet, Devlet’e yönelik yapılan bu darbe girişimini Amerika’nın Anadolu’yu istila etmek arzusu biçiminde resmetmiştir. Objektif bir değerlendirme ile de girişim olağandışı şekilde sonuçlanmıştır.

1974’ten sonra Cumhuriyet dışında bir toprağın işgal edilişinin yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk askerî harekâtının darbe girişiminden 42 gün sonra başlamış olması tesadüfi değildir. Benzer şekilde İdlib’de gerçekleştirilen Bahar Kalkanı Harekatı’nı yapmak -ki Ankara bu süreçte daha sonra Libya ve Kafkaslarda başarılı olmasını sağlayan devrimsel savaş taktiklerini deneme fırsatı bulmuştur-

20 Şubat 2020’de Rusya’nın gerçekleştirdiği 34 Mehmetçiği “şehit mertebesine” erdiren katliam olmasaydı mümkün olmazdı. Olayın şoku, hükümetin ordusu ve hâmîlerine karşı kamuoyunda muhalefet oluşmasını bertaraf ettiği gibi, Ankara’nın İdlib’den kaçınılmaz biçimde geri çekilmesini engelleyen, binlerce asker ve yüzlerce askeri araçla o sancağa yerleşmesini beraberinde getiren savaş odaklı bir itici gücün ortaya çıkmasını beraberinde getirdi.

Türkiye son yıllarda yerli ölümcül silahların geliştirilmesinde, yine objektif bir değerlendirme ile, olağanüstü bir ilerleme kaydetti, ana güçlerin çalışma alanı olan hibrit savaş taktikleri tasarladı ve bunları uyguladı, birçok stratejik önemde olan sektörlerde kendisini öncü ülke duruma getirecek endüstriyel ve teknolojik üretimler yaptı. Tabii bu hamle tek başına arzu ettiği süper güç olmasına yeterli gelmez. Sonuca götüren belirleyici kaynakların başında ortalama bir Türk’ün mensubu olduğu toplumun tarihi misyonuna dair taşıdığı sarsılmaz bilinç, Cumhuriyet vatandaşlarının günlük yaşamda somut olarak ortaya koyduğu fedai tavır, kendisini mirasçı kabul ettiği büyük tarihsel çizgisinin ana hatlarını belirleyen atalarının hatırasına karşı hata yapmamak için duyduğu sarsılmaz farkındalık gelir. Gerisi insansız uçan meşhur savaş drone’larıdır.”

Emperyal cumhuriyet projesi var mı?

“Türkler Anadolu’da kurulmuş olan en değerli ve sofistike Devlet’e sahiptir. Emperyal Cumhuriyet projesinin temelinde, bu paha biçilemez, kıskandıran kaynağın açığa çıkarılması- ve konuların bu minvalde paylaşımı yer almaktadır.

Dünyevi ideallere rehberlik eden manevi ilham – dini referans önşartı olmaksızın- ‘Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var’ düsturu, Türklük bilincini canlandırır.

2053 Vizyonu, jeopolitik terimlerle imparatorluk tanımlamasını kullanmadan, emperyal ufkun ana hatlarını belirlemektedir.”

30 yıl sonra Türkiye

“Altay-Adriyatik arasında yer alan bölgeyi somut olarak içine katma arzusu doğal olarak Türkiye’nin önümüzdeki 30 yıl harekete geçirebileceği kaynaklarının -özellikle insan gücünün- üzerinde bir noktadadır. Bu süre boyunca Ankara, emperyal bir (kon)federasyon fikrine dahil etmek istediği Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerindeki etkisini arttıracaktır ancak yine de onları Rusya’nın ve Çin’in pençesinden kurtaramaya muvaffak olamayacaktır. Ancak Türkiye’nin Azerbaycan ve birleşik Libya’yı (kon)federasyona ikna etmesini tahayyül etmek gerçekçi bir beklentidir.

Mustafa Kemal’in mirasçılarının tahayyülünde halihazırda Azerbaycan, Pantürkizm ekseninde İmparatorluk oluşumunun çekirdeğidir. Bakü’nün Sovyet boyunduruğundan kurtulmasının sonucu olarak, kendilerini tek bir ulusun temsilcileri olarak gören iki devlet arasında bir kader birlikteliği algısı vardır.”

“Bu algı, Ankara’nın Ermenistan ile yaşanan Dağlık Karabağ ihtilafında kazanılan zaferde oynadığı role ilişkin sembolik anlam ile yetkililerin ve halkların tutumuyla kanıtlanmaktadır. Elde edilen başarı Bakü’de, Kemalistlerin Yunanlıları denize dökmesi ile sonuçlanan büyük direnişin sonucuyla kıyaslanabilir bir zafer gibi kutlanmıştır. İki Devlet arasında caymanın mümkün olmadığı kan bağını çimento gibi pekiştirmiştir. Şuşa’da Silahlı Kuvvetler arasında aşamalı bir entegrasyonun deklare edilmesi, yakın bir gelecekte tek bir ordu doğmasına da yol açabilir. Sonuçları Kurtuluş Savaşı ile Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu’yu Türkleştirerek vatan edinen Jön Türklerin vatansever hareketini çağrıştırmaktadır.

Dağlık Karabağ zaferi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in 10. Yılı münasebeti ile açıkladığı Türkiye ve Azerbaycan arasındaki nikah vaadini resmileştirmiştir, hatırlanacağı üzere Gazi, Türkleri ve Azerileri kendilerini sonsuza kadar bağlayacak olan kader birliklerini unutmamaları konusunda uyarmıştır. Fırsat buldukça bu kardeşlik bağını sahiplenmek gerektiğini vurgulamıştır.”

Akdeniz güvenliği, Libya, tarihten izler

“Anadolu’nun ilk planda Akdeniz’de zorunlu savunma hattını genişletmek üzere Türkiye’nin Libya’da gerçekleştirdiği askerî müdahale açıkça Kemalist görüşün izini taşımaktadır. 1911’de 4 sene sonra Çanakkale’de olacakları önlemek için gizlice Sirenayka’da İtalyanlara karşı savaşmaya giden Mustafa Kemal’in yüz sene önce edindiği ders niteliğinde tecrübenin geç bir uygulamasıdır.

Trablusgarp’da gerçekleşen bu operasyon, 2019 yılının Kasım ayında Ankara ve Trablus arasında imzalanan Deniz Sınırları anlaşmasının neticesi ve Mavi Vatan doktrininin ilk somut uygulamasıdır. Bu doktrin, sadece yaratıcıları –meşhur Amiral Cem Gürdeniz- tarafından değil aynı zamanda 1920 Misak-ı Milli’nin deniz uzantısı olarak da şekillenmiştir. Türkiye, Sirenayka Yarımadasının Anadolu’ya yakınlığını ulusal güvenlik meselesi addettiğinden başkalarına alan açarak Trablusgarp’da varlığını sınırlamayı göze alamaz. Mevcut zorunluluklar karşısında Ankara’nın tutumu Libya’yı yeniden birleştirerek, Anadolu devletçiliği zihniyetini oraya taşıyarak nihayetinde bu (yeni) oluşan Devleti de imparatorluk (kon)federasyonuna dahil yönünde olacaktır. Libya’nın diğer bir alternatif ile daha fazla bölünmesi, Türkiye’nin büyük Akdeniz stratejisinin sonunu getirir. “

Azerbaycan, Libya ve Türkiye

“Azerbaycan ve Libya, emperyal projenin temel direkleridir ancak bölgesel uzaklık sebebiyle Ankara’nın Anadolu merkezli (kon)federasyon sistemine resmen entegrasyonları kolay değildir, bu zorluk uydu devletler üzerinde merkezi hakimiyeti sağlamlaştırmaya engeldir. Türkler, eski İtalyan kolonisinde kalıcı olabilmek ve 2019 yılında imzalanan anlaşmanın kapsadığı sularda egemenliklerini sağlayabilmek için, Atina’yı maksimalist iddialarından vazgeçmeye zorlamak üzere Yunanistan ile çatışmayı Girit’in kuzeyindeki deniz alanlarına ilerleteceklerdir.

Azerbaycan ile ilgili durum ise daha karmaşıktır. Türkiye, Azerbaycan merkez topraklarından Ermenistan Syunik bölgesince ayrılan Nahçıvan Özerk Bölgesi ile sınır komşusudur. Anadolu’yu Hazar ile bağlayan toprak bütünlüğünü sağlama idealinin altyapı kompleksi olarak tasarlanan “Zangezur Koridoru” bu minvalde geliştirilecektir. Bu hat üzerinde bir herhangi bir istikrarsızlık ihtimali, İran’a komşu olan ve Azeri toprağını Dağlık Karabağ ihtilafı ile bölen Ermenistan’ın İran sınır şeridine kadar genişlemesini kaçınılmaz kılacak ve Kuzey Suriye Amerikalılar ve Ruslardan arınır arınmaz Tebriz ve Halep arasındaki yayda Ankara ve İran arasında doğrudan veya dolaylı çatışmayı tetikleyecektir.

Bu çatışmanın gelişimi Türkiye’nin Misak-ı Milli topraklarının ilhakında zamanlamayı ve yöntemi belirlemesi bakımından etkin olacaktır. 1926’da Gazi’nin Musul’a dair ispata zayıf kalan tezleri sebebiyle feragat etmesi üzerine Cumhuriyetçi ilerlemenin Mustafa Kemal tarafından mücbir sebeple kesintiye uğratılan bu bahsi doğal süreç içinde tamamlanacaktır.”

Türkiye’nin Suriye operasyonları

“Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Kemalistlerin üzerlerinde hak ettiği bu toprakların ilhakı süreci 2016 Ağustos ayında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye topraklarında başlayan ilk askerî harekâtı ile eşzamanlıdır. O zamandan beri Türkiye ordusu ve özel ajan faaliyetleri ile işgal edilen topraklarda Türkçe dilinde didaktik ana dil olarak eğitim veren onlarca anaokulu, ilkokul ve meslek enstitüsüne ek olarak 6 üniversite, 14 hastane ve 11 sağlık merkezi kurdu ve hizmete açtı. Bu Anadolu Devletinin kendini dışarıya benimsetme kabiliyetinin ve Ankara’nın Cumhuriyet sınırlarını güneye doğru taşıma kararlılığının ifadesidir.

Çok istekli olmada da İsrail, Tahran’ın Suriye projeksiyonunu daraltmak için, Türk Azerilerinin baskısını İran Azerilerinin üzerinde arttırmaya yardım etmiştir böylece Türklerin Halep ve Musul’a girişi kolaylaşmıştır. Yahudi Devletinin Türkiye’nin Kıbrıs emellerinin dengelenmesi için ortaya koyduğu dinamikler, Kıbrıs’ın tamamının Türkiye’nin etki alanına girmesini engellemektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Anadolu merkezli emperyal (kon)federasyona dahil olması – bir eyaletin ulusal topraklara ilhakı gibi değilse bile- Ankara ve bölgesel rakipleri arasında adayı Akdeniz rekabetinin merkez üssüne ve hatta askeri çatışmaların odak noktasına dönüştürecek nitelikte önemi haizdir. ABD’nin lüzum hasıl olması halinde, eski müttefikinin hırslarını sınırlamaya başlayacağı yani Ankara’nın yayılmacı emperyal tutumunu durdurmak için müdahale edeceği kırmızı çizgi her zaman olduğu gibi yine Kıbrıs’tır.”

Türkiye için sınır ne?

“Türkiye’nin süper güç olma ve kendisini emperyal bir Cumhuriyet’e dönüştürme arzusunun karşısında aslında somut bir sınır da vardır. Amerika ile güç dengelerinde oluşan kopukluk ve süper güce gerçekten meydan okuyacak bir unsurun ortada olmaması, Ankara’nın öngörülebilir gelecek için manevra alanını yapısal olarak sınırlayacak ve onu eşyanın tabiatına uygun olarak kendini koruma güdüsünden hareketle, Washington ile dönüşü olmayan karşılaşmayı yapmaktan alıkoyacaktır.

Bütün büyük Türk İmparatorluklarının kökeni Hunların soyundan gelenlerin tarihsel ve coğrafi haritası üzerinde yürüdüğü toprakları yöneten imparatorlukların çöküşüne dayanır. “

“Amerikan İmparatorluğu’nun durumu ise Türklerin devri daim şekilde mirasçısı olduğu imparatorluklardan farklıdır. Önümüzdeki 30 yıl için, Hunların ve Osmanlıların, Selçukluların ve Moğolların yükselişlerine imkân veren jeopolitik koşulların ortaya çıkması mümkün değildir. Amerika Birleşik Devletleri, hırslı “müttefikinin” arzuladıklarını çoktan beri anlamış ve onu etkisizleştirmek için teşvik edici bir tutum takınmıştır. Şimdiye kadar da onları kendi siyasi çerçevelerinde tutmayı başarmıştır. Suriye örneğinde Washington, Ankara’nın Osmanlı’nın hükmettiği eski toprakları ele geçirme hayalini manipüle ederken, Torosların güneyinde Ankara’nın atını Fırat’a doğru sürerek orada hapsetmiş, mevcut kısıtlı kaynakların tüketildiği bir bataklığa dönüştürmüş ve en sonunda da bu toprakların önüne çekilen sınırı Rusya’nın kontrolüne bırakmıştır. Ve ardından da Silahlı Kuvvetlerin Tel Abib ve Resulayn arasındaki bölgeyi işgal ettiği operasyon sırasında Türkiye itaat etmez ise Donald Trump’ın açık bir tehdit ile dile getirdiği “ekonomisini mahvetmekten çekinmeyeceği” beyanıyla uyarmıştır. Liranın 2018 Ağustos’unda ABD’nin saldırısıyla yaşadığı düşüş, hırslarına kapılan Türkiye’nin ona gösterilen toleransı aşması durumunda sahip olduğu kaynaklardan yoksun bırakılarak kalbinden vurabileceğini etkin biçimde ortaya koymuştur.

Süper güç hayatı Türkler için imkânsız kılacak, nereye kadar fedakârlık edebileceklerini test edecek, dirençlerini kırmak için birtakım denemelere tabi tutacak, cefaya ve acıya katlanma kabiliyetlerini sınayacaktır. Son 6 yılda yaşananların gösterdiklerine istinaden Türkiye’nin hareketleri Kafkaslar, Kuzey Afrika ve Misak-ı Milli’nin Suriye’deki toprakları ile sınırlı kaldığı sürece Amerika da getirebileceği sınırlamalarda aşırıya gitmeyecektir. Yeniden canlanmış olan emperyal gücü – yıkıcı yaptırımlar veya doğrudan müdahalelerle- bastırma imkânını- Kıbrıs’tan yukarı Yunanistan ve Balkanlara doğru kırmızı çizgiyi aşıp gitmeye çalışırsa diye sonrası için mahfuz tutmaktadır. Türklerin Balkanlar’da seferine devam ederse Avrupa İmparatorluğu’nun temellerini sarsacağının, İtalya’yı amansız kıskacına alacağının ve Kadim Kıta’nın yumuşak karnına ölümcül bir baskı yapabileceğinin farkındadır.”

Balkanlar, Türkiye ve gelecek

“Türkler ve Avrupalılar arasında savaşın ruhu bakımından farklılık şudur; Türkler Avrupalıları Saraybosna ileri karakolundan tam kalbini nişan alarak vurabilir. Saraybosna, Erdoğan için namaz kılmayı adet edindiği ve 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı seçim maratonunu başlattığı Avrupa’nın Kudüs’üdür. 2053 tarihi ile işaret edilen, Balkan seferinin tabii gayesi ve İstanbul’u korumak için gerekli derinliğin vazgeçilmez sınırıdır. Jeopolitik bir felaket ile kesintiye uğramadıkça emperyal cumhuriyet düşüncesinin hayata geçirilmesi Erdoğan tarafından Türk nesline emaneti olacak bir hedeftir.

Saraybosna’nın yeniden fethi, Yunan Trakya’nın ilhakını, Yunanistan Makedonlarının dahil olduğu Büyük Makedonya’nın yeniden diriltilmesini, Arnavutluk ve Piriştina’nın birleşmesini ve Yeni Pazar Sancağından Sırpların çıkarılmasını akla getirir. Önümüzdeki otuz yıl Balkanlardaki varlığın tamamen yok olması için Ankara nihai tasarıya ulaşamasa da bir başlangıç yaratabilir. Türkiye muhtemelen bu süre zarfında, Anadolu merkezli imparatorluğun (kon)federasyon uydu devletleri olacak olan Tiran ve Priştine arasındaki birleşmeye destek verecek, Büyük Arnavutluk ile Kuzey Makedonya’yı ise küçültecektir zaten Silahlı Kuvvetlerin iki Balkan ülkesiyle yeniden yapılandırılma anlaşmaları başlamış bir süreçtir. Tabii İmparatorluk başkentinin tahkim edilmesi için gerekli derinliği oluşturmadan doğrudan Osmanlı Avrupası üzerinde egemenlik iddiasını ilan etmez. 17. İmparatorluğun ihtişamını Ayasofya’da kutlarken, Erdoğan’ın torunlarının gelecek nesillere aktaracağı misyon budur.”

Bu yazı ilk kez 30 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

 

Daniele Santoro’nun Limes internet sitesinde yayınlanan, “Perché la Turchia deve tornare impero entro il 2053?” (Türkiye, 2053 yılında neden imparatorluk olmak zorundadır?) başlıklı yazısından bazı bölümler Ayçin Kantoğlu tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.limesonline.com/cartaceo/perche-la-turchia-deve-tornare-impero-entro-il-2053

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x