Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin üzerinden neredeyse 2 ay geçti. Yüzlerce sivil öldü. Binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Savaşı dünyanın doğusuna ait gören ve kendileri gibi sarışın mavi gözlü insanların mülteci olmak zorunda kalmalarına bazı Avrupalılar şaşırmaktan kendini alamadı.
Fakat aradan zaman geçince Batılı ülkeler merceği yavaş yavaş kendilerine çevirmeye ve bir anlamda günah çıkarmaya başladılar. Bu konuda bayrağı Almanya’daki aydınlar taşıyor.
Saygın bir hukukçu olan, 2000-2017 arasından Federal Adalet Divanı’nın 2. Ceza Senatosu’nda görev alan, Nisan 2021’in başından beri ceza savunma avukatı olarak çalışan Thomas Fischer de bunlardan biri. Spiegel dergisinde yayınlanan yazısında tarihsel, hukuki ve insani çerçeve içinde bakıyor olaylara.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“İnsan savaşla ilgili gerçekleri ararken, kolayca kendisini hırçın denizlerin derinliklerinde bulur. İnsanların güçlü duygularını tehdit eden en büyük etken göreceliktir!
Gerçeklerle yüzleşme…
Kim olursa olsun, bir savaş yaşandığı zaman, ilk ölen şey her zaman gerçeklik olur! Tam olayların örgüsü kurulmaya, konuşmacı dinleyicilere hakiki gerçekliği aktarmaya başladığında, belli bir bakış açısı da sunmaya başlar.
Yeterince duygusal geçen son otuz yılın ardından öğrendik ki, her gerçek aynı değere sahip değil. Ne hazin ki, gerçeklik konusunda yapabileceklarımız sınırlıdır ve böylesi durumlar insanı çaresiz kılar.
Gerçeklikle yüzleşme durumu, 2015 yılından itibaren sorgulanmaya başlandı. Son dönemde de Covid-19’un sebep olduğu salgın ve şimdilerde yaşanan Rusya-Ukrayna savaşına ettiğimiz şahitlik…
Özgür dünyamızda liderimiz, insanlığın menfaatlerini asla göz ardı etmeden savaşın amaçları hakkında gevezelik ettiği zamanlarda… Ya da Bay Robert Habeck’in,1 Katar Emiri’ne reverans yaptığı sırada gözleriniz dolduğunda… Ya da Yeşillerin bir üyesi olan Dışişleri Bakanı [Annalena Baerbock], Petra Kelly’nin2 ölümünden 30 yıl sonra, savaş uçaklarının tedarik edilmesini istediğinde… Evet; hepimiz her şeyin mümkün olabileceğini düşündük. Aksini de tabii…
İyi niyetli Alman halkının tamamı bize benzedikleri ve bizim gibi oldukları görüşüyle Ukrayna’dan yana taraf olduğunu açıklıyor. Sonuç olarak, bu makalenin yazarının uzun yıllar öncesinden farkına vardığı ve her zaman açıklamaya çalıştığı ciddi bir kimlik krizinin patlak verdiğini görebiliyoruz.
Savaş ve barış, doğru ve yanlış…
Alman Dışişleri Bakanı, 18 Mart tarihinde Welt gazetesine yaptığı açıklamasında, aslında hepimizin “kendimizi güvende hissetmeye özlem duyduğumuz”u söylüyor. Ayrıca bu duygunun kendi nesli (1980 senesinde doğmuştur) için “belki de yeni” bir duygu olduğunu da sözlerine ekliyor.
İlginç olan ise onların döneminden gelen ve benim kuşağımdaki insanlara şaşırtıcı gelebilecek bakanlık açıklamaları var. Örneğin şu: “Savaş ve barış, adalet ve adaletsizlik sorunları söz konusu olduğunda, hiçbir ülke, hatta Almanya bile tarafsız olamaz.”
Tesadüf o ki, bu güzel cümle, Fransa’nın, Cezayir’deki Ulusal Kurtuluş Cephesi’yle sekiz yıl süren sömürge savaşı sonrasında imzalanan Evian Antlaşmaları’nın (18 Mart 1962) 60’ıncı yıldönümünde söyleniyor.
Muhafazakâr tahminlere göre, bu, yaklaşık 180 bin Cezayirli asker, 30 bin Fransız askeri ve yaklaşık 100 bin Cezayirli sivil öldürüldüğü döneme denk geliyor.
Elbette karşılaştırıldığında Cezayir ile Ukrayna savaşı aynı değil. Ancak 1981 öncesi ve sonrası diğer tüm savaşlarda olduğu gibi kimi zaman güvenlik özlemini tetikleyen, kimi zaman tetiklemeyen, orada da “doğru ve yanlışlar” söz konusu olmuştur.
Savaş ve barış, doğru ve yanlış. Ve hepsine rağmen Almanya için bile tarafsızlık mümkün değil. İşte birileri tam da burada, saf, olduğu haliyle tüm gerçekleri dillendirmiş oluyor. Şu da belirtilmelidir ki, nesiller öncesinde de bu durum işte bu yüzden farklı değildi, onlar da belli hususlara özlem duymuşlar ve bu özlemlerini anavatan ile doldurmaya çalışmışlardı. Bazılarının bunu idrak edebilmesi daha uzun sürmüştü:
“Vatan sevgisini ben her zaman hastalıklı bir duygu olarak gördüm. Almanya konusunda ne yapabileceğimi hiçbir zaman bilemedim ve hâlâ bu konuda bir fikrim yok,” diye yazmış mesela Bay Habeck 2010 senesinde. Ancak Joschka Fischer’in3 13 Mayıs 1999 tarihli “bir daha asla” konuşmasını bu görüşlere ekleyecek olursanız ve yukarıda belirttiğimiz durumları da biraraya getirirseniz, yıllarca yaşanılan tüm bu olaylarda aslında hiçbir farklılık olmadığını da görebilirsiniz. Bununla birlikte, epidemiyologun da dediği gibi, savaş ve barış, hukuk ve adaletsizlik konularında Alman tarafsızlığının imkânsızlığının analitik araçlarının biraz daha keskinleştirilmesi gerekiyor.
Katar Emiri’nin konuğu olan Bakan Habeck, 19 Mart’ta yaptığı açıklamada, gaz kaynaklarının yalnızca kusursuz demokratlardan satın alınamayacağını, ancak insan hakları durumu kötü olan otoriter bir devletin, uluslararası hukuku ihlal eden bir savaşa sahip otoriter bir devletten daha iyi olduğunu söyledi. Ne tesadüftür ki, bu açıklama nüfusunun yüzde 88’i büyük ölçüde yasadışı göçmen işçilerden ve tahminen 40 bin köleden oluşan Katar’daki Dünya Kupası’na Rusların katılmasına izin verilmeyeceğine karar verilmesinden bir gün önce yapıldı. Binlerce işçi kölesini sömüren kleptokrat4 feodal ve kayırmacı bir sistem tarafından düzenlenen etkinlik, para ve zevk hırsı tarafından yönlendirilen bir azınlığa nihai bir savurganlık gösterisi olarak sunulmuş, böylece geçmişten hatırladığımız gibi, içimizdeki Brezilyalıyı bir türlü ikna edemeyen Rus futbolu tarafından lekelenmesine müsaade edilmemiştir…
Adalet ile adaletsizlik arasında bir tarafsızlık yok! İşte asıl bu gerçeklik kulağa hoş geliyor. Soralım bakalım: Almanya’nın şu anda Yemen’de, Kongo Cumhuriyeti’nde, Suriye’de veya çok cesurca Donbass’ta hangi savaşan partiyi desteklediğini, açıkça söyleyebilir misiniz? Veya Alman tarafsızlığının imkânsızlığının Libya’yı nasıl etkilediğini… Peşmerge milislerinin yanında mıyız, yoksa karşısında mıyız? Peki, ya Batı Şeria’nın Yeşil Hat dışında ilhakına duyduğumuz özleme ne demeli? Bu, uluslararası hukuka göre bir suç mu, yoksa bir arazi toplulaştırma önlemi mi?
Tüm sorunları aynı anda çözemeyeceğimizi biliyorum. Çünkü Ukrayna’daki savaş da daha az kötü değil, Suriye’deki savaştan. Aynı zamanda Irak’a yönelik saldırı da uluslararası hukuka göre yasadışıydı. Ancak yine de Afganistan’da yirmi yıllık bir savaşı yeni kaybettiyseniz, “dönüm noktası” gibi bir açıklamanın arkasına da sığınılması hiç akıl kârı değildir. Başarısı, Kabil’deki Yeşil Bölge’de tamamen yozlaşmış geçici bir kukla rejimi kurup güvence altına almaktan öteye gitmeyen bu savaşta, Kalıcı Özgürlük Operasyonu’nda 3.600 askeri öldürülmüş ve 70 bin civarında sivil hayatını kaybetmiştir.
Savaş moralle değil, zaferle ilgilidir. Kişinin kendi savaş amacının her zaman gerçek anlamda ahlaki olduğu gerçeği tarafların her biri için geçerlidir ve beklenen bir anlatıdır; bunun için insanın heyecan duymasına gerek yoktur. Şimdi Almanya’da Ukrayna’nın önderlik ettiği ve karar zamanı geldiğinde “bizim” önderlik etmeyi planladığımız gerçekten şaşırtıcı bir askeri coşku hâkim. Gazeteler, TV ve radyo istasyonları günde 24 saat birlik içinde haklı olduklarını düşündükleri, savaşı öven açıklamalarda bulunuyorlar. Bu nedenle, şimdi kolektif bir yanılsama olarak ortaya çıkan çocuksu barış rüyasında kaybettiğimiz, ahlak ve zafer arasındaki bağlantıdan belki de birkaç hoş olmayan soruyu hatırlamak gerekir: Dresden ve Hamburg’un bombalanması aslında bir savaş suçu muydu, değil miydi? Harry Truman, Japon düşmanın moralini bozmak için bir hamlede 130 bin sivili öldürdüğünde bir kahraman mıydı, yoksa yüzyılın suçlusu muydu? …
Barış yahut dünyanın sonu
Rusya’nın saldırgan olduğu ve başlattığı savaşın uluslararası hukuka göre yasa dışı olduğu kesinlikle doğrudur. Elbette bu, Federal Cumhuriyet’in saldırıya uğrayan taraf adına savaşa girmek zorunda olduğu anlamına gelmemektedir. Ne uluslararası hukukta, ne askeri olarak, ne de enerji stratejisi açısından – gerçekten asıl tehlikeli durum da budur – Ukrayna hükümetinin zeytin yeşili kostümlerde iddia ettiği gibi bir misyonu yoktur. Arjantin Şili’ye ya da Gürcistan Kazakistan’a karşı savaşa girseydi, Almanya iki tarafı da desteklemek zorunda kalmayacaktı. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yasadışı savaşında da durum aslında hiç farklı değildir.
Ne var ki, ihtiyacı olan insanlara yardım etmek, ahlaki açıdan bir insan hakları yükümlülüğüdür. Savaşı olabildiğince çabuk bitirmek için mümkün olduğu kadar çok silah tedarik etmek gerektiğini söyleyen herkes yalan söylemektedir. Federal hükümet ayrıca Almanya’nın Kiev’den bir milyon insanı derhal tahliye etmeye, Ukrayna’dan 500 bin çocuğu almaya, kemerlerini sıkmaya ve 5 milyon mülteci için yeni bir ev yaratmaya hazır, istekli ve yetenekli olduğunu ilan edebilecek durumdadır. …”
Bu yazı ilk kez 15 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.
https://www.spiegel.de/panorama/deutschland-und-der-ukraine-krieg-nur-die-wahrheit-gastbeitrag-von-thomas-fischer-a-0e713df3-80d8-4ed4-84f2-7e1991601520
- Almanya Şansölye Yardımcısı.
- Petra Karin Kelly, ilk Yeşil Parti olan Alman Yeşiller Partisi’nin kurucu üyesi, ekofeminist aktivist.
- 1998’den 2005’e kadar Gerhard Schröder’in hükûmetinde Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Alman siyasetçi.
- Kleptokrasi, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir ve kısaca hırsızlar rejimi anlamına gelir.