Japonya–Çin rekabetinde derinleşen kırılmalar: Pandora’nın kutusu açıldı

Japonya ile Çin arasında Tayvan üzerinden yükselen gerilim neyin habercisi? Pekin-Tokyo hattında biriken tarihsel bagaj ve karşılıklı güvensizlik, Asya-Pasifik’te nasıl bir fay hattına dönüşüyor? Karamsar olmamak mümkün mü? Doç. Dr. Ümit Alperen yazdı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında nükleer bombaların da hedefi olan Japonya, savaş sonrasında Anayasasına güç kullanmayacağına ve hatta güç kullanma tehdidinde bulunmayacağına dair bir madde eklemişti ama dünyadaki birçok denge gibi bu da değişmeye başladı.

Japonya Başbakanı Sanae Takaichi, 7 Kasım’da parlamentoda, Çin’in Tayvan’a müdahalesinin Japonya için “varoluşsal bir tehdit” oluşturacağı ve askerî müdahaleyi haklı çıkarabileceği yönünde sözler sarf etti. Bu sözler, “gaf” olarak değerlendirildi ama gerçekte bu durum çok daha köklü ve yapısal bir kırılmanın dışa vurumu. Çin’in ulaştığı ekonomik ve politik gücün askerî alana yansımasının Japonya üzerinde yarattığı derin endişenin bir göstergesi ve Çin’in gücünün bölgedeki jeopolitik dengeleri kökten değiştirmeye başladığının da bir işareti.

Takaichi’nin sözlerinin uluslararası alanda bu kadar ses getirmesinin başlıca sebebi, Japonya’nın resmî dış politika söyleminde yıllardır özenle koruduğu “stratejik muğlaklığın” “stratejik kararlılığa” dönüşüyor olması. Tokyo, uzun süredir Tayvan Boğazı’ndaki statükonun korunmasını savunuyor, ancak Pekin’i doğrudan hedef alan söylemlerden kaçınıyordu. Bu çizginin aşılması, Japonya’da giderek güçlenen “savunma normalleşmesi” eğilimine işaret ediyor.

Tokyo’nun artan Çin endişesi ve “Ada Zinciri” teorisi

Çin son on beş yılda dünyanın ikinci büyük ekonomisi hâline gelirken, aynı zamanda askerî kapasitesini de devasa ölçeklerde arttırdı. Ayrıca Tayvan’ın kendisinin bir parçası olarak gören Çin’in “ulusal yeniden birleşme” söylemi daha sert ve zamansal bir dile kavuştu. Tayvan çevresindeki askerî tatbikatları rutin hâle getirdi. Üç modern uçak gemisiyle Çin donanması, Japonya açıklarında, özellikle Okinawa ve Miyako Boğazı’nda, her zamankinden daha aktif.

Çin ve Japonya’nın ekonomik, politik ve askerî yetenekleri arasındaki simetri İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hiç bu kadar açılmamıştı. Bu tablo, Japonya’nın güvenlik stratejisinde ciddi kırılmalara yol açıyor.

Dolayısıyla, Tokyo için meseleyi yalnızca Tayvan olarak görmek yanıltıcı olabilir. Tokyo’nun Tayvan konusundaki hassasiyeti sadece bölgesel nedenlerle değil, doğrudan Japonya’nın ulusal güvenliğini etkileme ihtimalinden de kaynaklanıyor zira Tayvan, Japonya’nın ana adasının güneybatısındaki en yakın adalara sadece 110 kilometre uzaklıkta.

Eğer Çin, Tayvan’ı denizden ablukaya alırsa Tayvan Boğazı dahil, Japonya için hayati önem taşıyan enerji ve ticaret yollarının, kesintiye uğraması kaçınılmaz. Bu, Japonya gibi enerji ve hammadde bağımlısı bir ada ülkesi için doğrudan ekonomik ve dolayısıyla ulusal bir çöküş riski anlamına geliyor.

Pekin’in Tayvan’ın kontrolünü ele geçirmesi durumundaysa, Tokyo, stratejik haritasında büyük bir kayıp yaşayabileceğinden endişeleniyor. Ayrıca yalnızca Japonya’da değil; henüz açıkça dile getirmeseler de Güney Kore, Filipinler, Endonezya gibi kıyı ve yakın ülkelerde de benzer bir endişe hissediliyor. Bu, Japonya çevresindeki ilk ada zincirinin kırılması anlamına geliyor. Doğu Asya haritasını gözümüzün önüne getirdiğimizde, Güney Kore’den Tayvan’ın güneyine ve oradan Filipinler’e kadar olan stratejik hat, Çin’le ‘iyi ilişkileri’ olmayan güçlerin kontrolünde olan, adalar zincirinden oluşuyor. Adalar zinciri aynı zamanda Çin’in Pasifik’in derinliklerine açılması önünde de önemli bir hat.

Pasifik’te ABD’nin ve müttefiklerinin caydırıcılık stratejisinde kritik öneme sahip olan ilk adalar zincirinin merkezinde yer alan Tayvan’ın Pekin’in kontrolüne geçmesi, bu zincirin kırılması anlamına geliyor. Çin donanmasının Pasifik’e “kapı açması” Japon güvenlik mimarisinin temelinin sarsılması demek. Böyle bir durumun Japonya’nın güneybatı adalarının neredeyse tamamını, örneğin Yaeyama Adaları’nı doğrudan Çin tehdidi altına sokabilir. Bu nedenle Japon stratejistler Tayvan’ı “Japonya’nın savunma hattının ilk halkası” olarak görüyor.

Tokyo’daki başka bir endişe de Çin’in Tayvan’dan sonraki olası adımı. Çin ile Japonya arasında uzun süredir sorunlu olan Senkaku/Diaoyu Adaları (Doğu Çin Denizi) Çin’in yeni hedefi olabilir mi sorusu, uzun süredir Japonların aklındaki sorulardan biri. Hatta bazı stratejistler, Çin’in büyük bir ABD askerî üssüne ev sahipliği yapan Okinawa’yı hedef alabileceği varsayımını da dile getiriyorlar. Japonya anakarasının güneyinde yer alan Kyushu Adası’ndan Tayvan’a kadar uzanan Ryukyu Adaları’nın -Okinawa da bu adalardan biri- statüsünün belirsiz olduğu yönünde Çin medyasında haberler ve tartışmalar görmek mümkün.

Trump döneminin gölgeleri ve stratejik otonomi arayışı

Japonya’nın bölgesel tehdit algısının artmasının diğer önemli bir nedeni de ABD’ye duyulan güvenin sarsılması.

Japonya’nın geleneksel dış politikası, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD güvenlik şemsiyesine tam bağımlılık üzerine kurulmuştu. Ancak son yıllarda bu denklem değişmeye başladı. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası anayasasının tavsiye niteliğindeki meşhur 9. maddesi, ülkenin silahlı kuvvetlerinin sadece doğrudan Japonya topraklarına yönelik bir saldırıya karşı “bireysel öz savunma” yapmasına izin veriyor. Ancak Takaichi’nin partisi Japonya Liberal Demokrat Parti’nin sağ kanadında yer alan Shinzo Abe hükümeti, 2015’te aldığı bir kararla, yakın bir müttefike yönelik saldırının, Japonya’nın varoluşsal güvenliğini tehlikeye atması durumunda “kolektif öz savunma” hakkını kullanabileceği yorumu getirmişti. Dolayısıyla, Japonya’nın Tayvan hassasiyeti yeni değil resmî olarak 2015’teki “kolektif öz savunma” yaklaşımına dayanıyor.

Donald Trump başkanlığındaki ABD’nin “Önce Amerika” söylemi, müttefiklerinin ulusal çıkarlarına yönelik muğlak politikası, onları savunma harcamalarını artırmaya zorlaması Japonya’nın şüphelerini derinleştiriyor. Bu nedenler Tokyo’yu, Vaşington’un yardımının kesin olmadığı bir senaryoya karşı hazırlık yapmaya sevk ediyor.

ABD’nin güvenilirliğine dair artan şüpheleri Tokyo’yu stratejik otonomi arayışına itiyor. Takaichi’nin açıklaması, Japonya’nın artık sadece ABD’nin güvenlik şemsiyesinin altına sığınan bir müttefik değil, aynı zamanda kendisinin “hayati çıkarlarını” korumak için askerî karar alma yetkisine sahip olduğunu rakiplerine gösterme çabası olarak görülebilir. Geleneksel olarak GSMH’sinin yüzde 1’ini savunma bütçesine ayıran Japonya, bunu 2025 sonu itibariyle ek harcamalarla yüzde 2’ye çıkardı. Oysa Tokyo normalde savunma bütçesini GSMH’sinin yüzde 2’sine 2027 yılında çıkaracaktı. Ayrıca Japonya, NATO ile ilişkilerini derinleştirmeye, füze kapasitesini genişletmeye ve karşı-saldırı yeteneklerini meşrulaştırmaya çalışıyor. Tabii ki, Japonya’nın savunma harcamasını arttırmasında, Çin’in son dönemlerde sertleşen savaş söyleminin de etkisi var.

Çin’in tepkisi: Tarihin gölgesi bugüne düşüyor

Japon Başbakanı’nın sözleri, Çin’in sert tepki göstermesine neden oldu. Pekin yönetimi Takaichi’ye yanıt olarak hızlı bir şekilde Birleşmiş Milletler’e protesto mektubu gönderdi ve Çin vatandaşlarına “Japonya’ya seyahatte dikkatli olun” uyarısı yaptı. Pekin’in attığı bu adımları sadece diplomatik bir refleks olarak değil, aynı zamanda iç kamuoyuna “Japon militarizmi geri dönüyor” mesajı verme çabası olarak görmek mümkün.

Bunun en temel nedeni, Pekin’in egemenlik meselesi olarak gördüğü Tayvan konusunda, Japonya’nın ABD’nin dahi önüne geçmiş olması.

Takaichi’nin sözlerinin Pekin’de büyük bir öfkeye yol açmasının arka planında tarihin ağırlığı da var. Çin’in ulusal hafızasında, Japonya’nın 1895’te Çin’i yenilgiye uğratması, 1930’larda Mançurya’yı işgali, Nanjing Katliamı ve Tayvan’daki 50 yıllık sömürge döneminin izleri travmatik bir şekilde hâlâ taze. Çin milliyetçiliğinin en temel dinamiklerinden birisinin Japon karşıtlığı olduğunu belirtmek abartı olmaz. Hatta günümüzde dahi günün herhangi bir saatinde Çin televizyon kanallarını açtığımızda Japonya’nın Çin işgalini konu edinen bir dizi ya da filmle karşılaşmak olası.

Sonuç olarak, Takaichi’nin sözleri ne bir gaf ne de basit bir diplomatik tartışma. Japonya, açık bir şekilde en üst seviyede Tayvan’ın kaderiyle kendi geleceği arasında doğrudan bir bağlantı kuruyor. Bu mesaj, Asya-Pasifik’te güç rekabetinin yeni bir evreye girdiğini, Tokyo-Pekin hattında karşılıklı korkuların ve tarihsel bagajların yeniden belirleyici hâle geldiğini açıkça ortaya koyuyor.

Ayrıca Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren sürdürdüğü “temkinli ve düşük profilli” dış politikanın artık geride kalabileceğine yönelik güçlü bir işaret. Bu yaşananların, Çin-Japonya ilişkilerini onarılamaz derecede büyük bir güven bunalımına sokması kaçınılmaz.

Pekin’le Tokyo arasında Tayvan üzerinden yükselen tansiyon bize ‘Tayvan meselesinin’ yalnızca Çin ile Tayvan arasındaki bir sorun olarak görülmemesi gerektiğini de söylüyor. Tayvan, Japonya’nın güvenlik mimarisinin, ABD’nin bölgedeki rolününün, Çin’in tarihsel hafızasının ve dünya politikasının gelecekteki yönünü şekillendiren büyük bir krizin merkezinde yer alıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Doç. Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Japonya–Çin rekabetinde derinleşen kırılmalar: Pandora’nın kutusu açıldı

Japonya ile Çin arasında Tayvan üzerinden yükselen gerilim neyin habercisi? Pekin-Tokyo hattında biriken tarihsel bagaj ve karşılıklı güvensizlik, Asya-Pasifik’te nasıl bir fay hattına dönüşüyor? Karamsar olmamak mümkün mü? Doç. Dr. Ümit Alperen yazdı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında nükleer bombaların da hedefi olan Japonya, savaş sonrasında Anayasasına güç kullanmayacağına ve hatta güç kullanma tehdidinde bulunmayacağına dair bir madde eklemişti ama dünyadaki birçok denge gibi bu da değişmeye başladı.

Japonya Başbakanı Sanae Takaichi, 7 Kasım’da parlamentoda, Çin’in Tayvan’a müdahalesinin Japonya için “varoluşsal bir tehdit” oluşturacağı ve askerî müdahaleyi haklı çıkarabileceği yönünde sözler sarf etti. Bu sözler, “gaf” olarak değerlendirildi ama gerçekte bu durum çok daha köklü ve yapısal bir kırılmanın dışa vurumu. Çin’in ulaştığı ekonomik ve politik gücün askerî alana yansımasının Japonya üzerinde yarattığı derin endişenin bir göstergesi ve Çin’in gücünün bölgedeki jeopolitik dengeleri kökten değiştirmeye başladığının da bir işareti.

Takaichi’nin sözlerinin uluslararası alanda bu kadar ses getirmesinin başlıca sebebi, Japonya’nın resmî dış politika söyleminde yıllardır özenle koruduğu “stratejik muğlaklığın” “stratejik kararlılığa” dönüşüyor olması. Tokyo, uzun süredir Tayvan Boğazı’ndaki statükonun korunmasını savunuyor, ancak Pekin’i doğrudan hedef alan söylemlerden kaçınıyordu. Bu çizginin aşılması, Japonya’da giderek güçlenen “savunma normalleşmesi” eğilimine işaret ediyor.

Tokyo’nun artan Çin endişesi ve “Ada Zinciri” teorisi

Çin son on beş yılda dünyanın ikinci büyük ekonomisi hâline gelirken, aynı zamanda askerî kapasitesini de devasa ölçeklerde arttırdı. Ayrıca Tayvan’ın kendisinin bir parçası olarak gören Çin’in “ulusal yeniden birleşme” söylemi daha sert ve zamansal bir dile kavuştu. Tayvan çevresindeki askerî tatbikatları rutin hâle getirdi. Üç modern uçak gemisiyle Çin donanması, Japonya açıklarında, özellikle Okinawa ve Miyako Boğazı’nda, her zamankinden daha aktif.

Çin ve Japonya’nın ekonomik, politik ve askerî yetenekleri arasındaki simetri İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hiç bu kadar açılmamıştı. Bu tablo, Japonya’nın güvenlik stratejisinde ciddi kırılmalara yol açıyor.

Dolayısıyla, Tokyo için meseleyi yalnızca Tayvan olarak görmek yanıltıcı olabilir. Tokyo’nun Tayvan konusundaki hassasiyeti sadece bölgesel nedenlerle değil, doğrudan Japonya’nın ulusal güvenliğini etkileme ihtimalinden de kaynaklanıyor zira Tayvan, Japonya’nın ana adasının güneybatısındaki en yakın adalara sadece 110 kilometre uzaklıkta.

Eğer Çin, Tayvan’ı denizden ablukaya alırsa Tayvan Boğazı dahil, Japonya için hayati önem taşıyan enerji ve ticaret yollarının, kesintiye uğraması kaçınılmaz. Bu, Japonya gibi enerji ve hammadde bağımlısı bir ada ülkesi için doğrudan ekonomik ve dolayısıyla ulusal bir çöküş riski anlamına geliyor.

Pekin’in Tayvan’ın kontrolünü ele geçirmesi durumundaysa, Tokyo, stratejik haritasında büyük bir kayıp yaşayabileceğinden endişeleniyor. Ayrıca yalnızca Japonya’da değil; henüz açıkça dile getirmeseler de Güney Kore, Filipinler, Endonezya gibi kıyı ve yakın ülkelerde de benzer bir endişe hissediliyor. Bu, Japonya çevresindeki ilk ada zincirinin kırılması anlamına geliyor. Doğu Asya haritasını gözümüzün önüne getirdiğimizde, Güney Kore’den Tayvan’ın güneyine ve oradan Filipinler’e kadar olan stratejik hat, Çin’le ‘iyi ilişkileri’ olmayan güçlerin kontrolünde olan, adalar zincirinden oluşuyor. Adalar zinciri aynı zamanda Çin’in Pasifik’in derinliklerine açılması önünde de önemli bir hat.

Pasifik’te ABD’nin ve müttefiklerinin caydırıcılık stratejisinde kritik öneme sahip olan ilk adalar zincirinin merkezinde yer alan Tayvan’ın Pekin’in kontrolüne geçmesi, bu zincirin kırılması anlamına geliyor. Çin donanmasının Pasifik’e “kapı açması” Japon güvenlik mimarisinin temelinin sarsılması demek. Böyle bir durumun Japonya’nın güneybatı adalarının neredeyse tamamını, örneğin Yaeyama Adaları’nı doğrudan Çin tehdidi altına sokabilir. Bu nedenle Japon stratejistler Tayvan’ı “Japonya’nın savunma hattının ilk halkası” olarak görüyor.

Tokyo’daki başka bir endişe de Çin’in Tayvan’dan sonraki olası adımı. Çin ile Japonya arasında uzun süredir sorunlu olan Senkaku/Diaoyu Adaları (Doğu Çin Denizi) Çin’in yeni hedefi olabilir mi sorusu, uzun süredir Japonların aklındaki sorulardan biri. Hatta bazı stratejistler, Çin’in büyük bir ABD askerî üssüne ev sahipliği yapan Okinawa’yı hedef alabileceği varsayımını da dile getiriyorlar. Japonya anakarasının güneyinde yer alan Kyushu Adası’ndan Tayvan’a kadar uzanan Ryukyu Adaları’nın -Okinawa da bu adalardan biri- statüsünün belirsiz olduğu yönünde Çin medyasında haberler ve tartışmalar görmek mümkün.

Trump döneminin gölgeleri ve stratejik otonomi arayışı

Japonya’nın bölgesel tehdit algısının artmasının diğer önemli bir nedeni de ABD’ye duyulan güvenin sarsılması.

Japonya’nın geleneksel dış politikası, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD güvenlik şemsiyesine tam bağımlılık üzerine kurulmuştu. Ancak son yıllarda bu denklem değişmeye başladı. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası anayasasının tavsiye niteliğindeki meşhur 9. maddesi, ülkenin silahlı kuvvetlerinin sadece doğrudan Japonya topraklarına yönelik bir saldırıya karşı “bireysel öz savunma” yapmasına izin veriyor. Ancak Takaichi’nin partisi Japonya Liberal Demokrat Parti’nin sağ kanadında yer alan Shinzo Abe hükümeti, 2015’te aldığı bir kararla, yakın bir müttefike yönelik saldırının, Japonya’nın varoluşsal güvenliğini tehlikeye atması durumunda “kolektif öz savunma” hakkını kullanabileceği yorumu getirmişti. Dolayısıyla, Japonya’nın Tayvan hassasiyeti yeni değil resmî olarak 2015’teki “kolektif öz savunma” yaklaşımına dayanıyor.

Donald Trump başkanlığındaki ABD’nin “Önce Amerika” söylemi, müttefiklerinin ulusal çıkarlarına yönelik muğlak politikası, onları savunma harcamalarını artırmaya zorlaması Japonya’nın şüphelerini derinleştiriyor. Bu nedenler Tokyo’yu, Vaşington’un yardımının kesin olmadığı bir senaryoya karşı hazırlık yapmaya sevk ediyor.

ABD’nin güvenilirliğine dair artan şüpheleri Tokyo’yu stratejik otonomi arayışına itiyor. Takaichi’nin açıklaması, Japonya’nın artık sadece ABD’nin güvenlik şemsiyesinin altına sığınan bir müttefik değil, aynı zamanda kendisinin “hayati çıkarlarını” korumak için askerî karar alma yetkisine sahip olduğunu rakiplerine gösterme çabası olarak görülebilir. Geleneksel olarak GSMH’sinin yüzde 1’ini savunma bütçesine ayıran Japonya, bunu 2025 sonu itibariyle ek harcamalarla yüzde 2’ye çıkardı. Oysa Tokyo normalde savunma bütçesini GSMH’sinin yüzde 2’sine 2027 yılında çıkaracaktı. Ayrıca Japonya, NATO ile ilişkilerini derinleştirmeye, füze kapasitesini genişletmeye ve karşı-saldırı yeteneklerini meşrulaştırmaya çalışıyor. Tabii ki, Japonya’nın savunma harcamasını arttırmasında, Çin’in son dönemlerde sertleşen savaş söyleminin de etkisi var.

Çin’in tepkisi: Tarihin gölgesi bugüne düşüyor

Japon Başbakanı’nın sözleri, Çin’in sert tepki göstermesine neden oldu. Pekin yönetimi Takaichi’ye yanıt olarak hızlı bir şekilde Birleşmiş Milletler’e protesto mektubu gönderdi ve Çin vatandaşlarına “Japonya’ya seyahatte dikkatli olun” uyarısı yaptı. Pekin’in attığı bu adımları sadece diplomatik bir refleks olarak değil, aynı zamanda iç kamuoyuna “Japon militarizmi geri dönüyor” mesajı verme çabası olarak görmek mümkün.

Bunun en temel nedeni, Pekin’in egemenlik meselesi olarak gördüğü Tayvan konusunda, Japonya’nın ABD’nin dahi önüne geçmiş olması.

Takaichi’nin sözlerinin Pekin’de büyük bir öfkeye yol açmasının arka planında tarihin ağırlığı da var. Çin’in ulusal hafızasında, Japonya’nın 1895’te Çin’i yenilgiye uğratması, 1930’larda Mançurya’yı işgali, Nanjing Katliamı ve Tayvan’daki 50 yıllık sömürge döneminin izleri travmatik bir şekilde hâlâ taze. Çin milliyetçiliğinin en temel dinamiklerinden birisinin Japon karşıtlığı olduğunu belirtmek abartı olmaz. Hatta günümüzde dahi günün herhangi bir saatinde Çin televizyon kanallarını açtığımızda Japonya’nın Çin işgalini konu edinen bir dizi ya da filmle karşılaşmak olası.

Sonuç olarak, Takaichi’nin sözleri ne bir gaf ne de basit bir diplomatik tartışma. Japonya, açık bir şekilde en üst seviyede Tayvan’ın kaderiyle kendi geleceği arasında doğrudan bir bağlantı kuruyor. Bu mesaj, Asya-Pasifik’te güç rekabetinin yeni bir evreye girdiğini, Tokyo-Pekin hattında karşılıklı korkuların ve tarihsel bagajların yeniden belirleyici hâle geldiğini açıkça ortaya koyuyor.

Ayrıca Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren sürdürdüğü “temkinli ve düşük profilli” dış politikanın artık geride kalabileceğine yönelik güçlü bir işaret. Bu yaşananların, Çin-Japonya ilişkilerini onarılamaz derecede büyük bir güven bunalımına sokması kaçınılmaz.

Pekin’le Tokyo arasında Tayvan üzerinden yükselen tansiyon bize ‘Tayvan meselesinin’ yalnızca Çin ile Tayvan arasındaki bir sorun olarak görülmemesi gerektiğini de söylüyor. Tayvan, Japonya’nın güvenlik mimarisinin, ABD’nin bölgedeki rolününün, Çin’in tarihsel hafızasının ve dünya politikasının gelecekteki yönünü şekillendiren büyük bir krizin merkezinde yer alıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Doç. Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x